๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Tarihül-İslam => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 19 Nisan 2011, 13:25:03



Konu Başlığı: Hudeybiye hadisesinin cereyan tarzı
Gönderen: Sümeyye üzerinde 19 Nisan 2011, 13:25:03
Hudeybiye Hadisesinin Cereyan Tarzı


Ma'mer b. Râşid, Zührî-Urve isnadıyla Misver b. Mahrame ve Mervan b. el-Hakem'in birbirlerinin hadisini doğrulayan sözlerini şöy­le nakleder:

- Hudeybiye zamanı Allah Resulü; ashabından bin küsur kişiyle bir­likte yola çıktı. Zü'1-Huleyfe ye vardıklarında Peygamber (s.a.v) kur­banının boynuna ip gerdanlık takıp onun kurbanlık hayvan olduğunu nişanladı. Oradan ihrama girdi. Huzâ'a kabilesinden birini de Kureyş'ten haber alması için önden gözcü olarak yolladı. Kendisi de yola koyuldu. (Usfan'dan Mekke tarafına üç mil mesafede bulunan) "Gadîrûl Eştât" mevkiine vardığı zaman Huzâ'alı gözcüsü gelip: "ben seni karşılamak için büyük bir ordu toplamış Kureyş'le anlaşan kabi­leleri birleştirmiş bulunan Ka'b b. Lüeyy ile Amir b. Lüeyy'i geride bı­rakıp geldim. Onlar seninle savaşıp Beytullah'a girmeme engel ola­caklar" dedi. Efendimiz o zaman yanındaki ashabına:

"Haydi bana görüşlerinizi bildirin! Ne dersiniz, şu Kureyş'e yardıma gelenlerin çocukları üzerine yürüyüp onları esir mî ala­lını? Eğer yerlerinde otururlarsa intikamları alınmamış olarak otura gidecekler, yok eğer böyle yapmayıp saldırırlarsa Allah'ın kesip attığı bir cemaat olacaklar. Yoksa doğruca Kabe'ye yönelip de, bize engel olmaya kalkanlarla savaşalım mı dersiniz?" buyur­du. Bunu duyan Hz. Ebû Bekir (r.a): "Allah ve Resulü daha iyi bilir ya, ben derim ki, biz buraya ömre yapmaya geldik, kimse ile savaşma­ya gelmedik. Ama Beytulîah'ı tavaf etmemize engel olmak için kim aramıza engel koymaya kalkarsa onunla savaşırız" dedi. Bunun üzeri­ne Peygamber Efendimiz de: "öyleyse haydin hareket edin" buyurdu.

Zührî sözüne şöyle devam eder:

- Ashab yola koyuldu. Yolun bir bölümü gidildikten sonra Peygam­ber (s.a.v): "Ğamîm mevkiinde Kureyş süvarilerinin başında Halid gözcülük yapıyor, hemen sağ taraftaki yola gidin ki, geldiğinizi gör­mesin" buyurdu ve Kureyş'i korkutmak için harekete geçti. Mira tepe­sine vardığında -ki düşman üzerine oradan inecekti- Efendimizin de­vesi birden diz üstü çöktü. İnsanlar "hal hal (dâh dâh)" diye bağırarak onu tekrar yürütmeye uğraştılarsa da deve gitmemekte ısrar etti. Bunu görenler de: "Efendimizin Kusva adlı devesi serkeşlik ediyor, tembel­lik ediyor" demeye başladı.

Burada bu hadisin Ahmed b. Ziyad yolu ile yapılan rivayetinde Zührî; "söz, Efendimiz: "öyleyse hareket edin" kısmına gelince, Ebû Hüreyre (ra)'tan; "ben ashabı ile müşavere etme hususunda Peygamber (s.a.v) den daha fazla danışan hiç bir kimse görmedim" dediğini anlatır."[14] Misver b.  Muhrame ile  Mervan b.  el-Hakem kendi rivayetlerinde şu ayrıntıya yer verirler: Efendimizin emri ile yola koyulup bir müddet gidince Peygamber (s.a.v); "Kureyş'e ait bir süvari gurubunun başında Halid b. Velid, Gamîm mevkiinde bizi gözetiyor," Burada bu rivayet de Öbür rivayetle aynı anlamda birleşiyor: Ashabın "Kusva serkeşlik ediyor" demesine Peygamber (s.a.v.);   "Kusva

serkeşlik etmemiştir. Zaten onun öyle bir huyu da yok. Lakin, Ebrehe'nin filini yoldan alıkoyan (Allah) onu da alıkoymuştur" buyu­rup sonrada "Nefsim elinde olan zata yemin olsun ki; onlar benden kendisi ile Allah'ın haramlarını ta'zim edecek (yani Haram aylarda, Harem mıntıkasında, kan dökmemek için harbi bırakıp sulhu seçecek) bir planın tatbikini isteyecek olurlarsa, bunu kabul ederim" bu­yurdu.

Sonrada devesini mahmuzlayınca deve efendimiz üstünde olduğu halde ayağa fırladı ve dimdik kalktı, yoluna devam ederek Hudeybiye mevkiinin son tarafındaki içinde azıcık bir su birikintisi bulunan bir kaklığa[15] geldi. İnsanlar oradan ancak (avuçlarıyla) azar azar su alabi­liyorlardı. İnsanlar ondan su çekmeye bırakılmıyordu. Efendimize, su­suzluğu haber verdiler. O da hemen ok torbasından bir ok alıp bunu kaklıktaki suyun, içine atmalarını emretti. Vallahi insanlar suya kanıp(susuzluklarmı giderip) oradan ayrıldığında hala su kaynamaya de­vam ediyordu.

İşte Müslümanlar bu işlerle meşgul olup dururken, Huzâa kabile­sinden bir gurup adamla beraber Büdeyl b. Verkâ' çıka geldi. Bunları Peygamberimizin Tihame halkının durumunu kontrolle görevlendirdi­ği bir nevi casus ve ne yapılacağı hususunda (görüp gelerek) nasihat etme durumundaki kimselerdi. Büdeyl: "Yâ Resûlallah! Ben Hudeybiye pınarı başında konaklayan Ka'b b. Lüeyy ile Âmir b. Lüeyy'in yanından geliyorum. Beraberlerinde kendilerinin sütünü içe­cekleri develeri ile çocuklarını emziren kadınları da beraber getirmiş­ler. (Yani uzun süre firar etmeden durabilecek bir hazırlıkları var) on­lar seninle savaşmak ve seni Beytullah'ı Tavaftan menetmek istiyorlar" dedi. Resûlullah (s.a.v);

"Biz kimseyle savaşa gelmedik. Biz sadece Ömre yapmak için gel­dik. Harp'de zaten Kureyş'i iyice zayıflatıp onlara zarar vermiş. Diler­lerse ben onlara bir süre daha tanıyayım da benimle insanların arasın­dan çekilsinler veya insanların girdiği şeye onlarda girmek isterlerse bunu da yapabilirler, öyle yapmazlarsa harb yorgunluğundan dinlenir­ler. Eğer bunu reddedecek olurlarsa, nefsim elinde olan Allah'a yemin olsun ki, bu umreyi yapmak için onlarla bu uğurda yanaklarım göv­demden ayrılıncaya, yahut ta Allah emrini icra edene kadar savaşaca­ğım" buyurdu. Büdeyl de:

- Senin bu söylediklerini onlara ulaştıracağım, deyip ayrıldı ve Kureyş'in yanına vararak: "Biz şu Zatın yanından geliyoruz. Onun si­zin hakkınızda verdiği kararı duyduk. Onun dediğini size anlatmamızı dilerseniz bunu yapabiliriz" dedi. Kureyş'in akılsızları: "Bizim, onun hakkında senden herhangi bir şey dinlemeye ihtiyacımız yok" dediler­se de, akıllı kesimi: "haydi duyduklarını anlat!" dediler: O da, "Ben Muhammedi bu konuda şöyle şöyle derken duydum" diyerek Nebî (s.a.v)'in kararını anlattı. Urve b. Mes'ûd es-Sekafî ayağa kalkıp: Ey Topluluk! Siz benim (anam Sübey'a sizden olduğu için) babam sayılmazmısınız?" dedi. "Evet" dediler. O, "ben de sizin oğlunuz sayılmam mı?" deyince, "tabî" dediler. "Peki beni herhangi kötü bir şey­le itham ettiğiniz oldumu?" deyince "hayır" dediler. O, "Ukaz halkı benden yüz çevirdiğinde ben Ukazlıları terkedip ailem, çocuğum ve beni dinleyenleri alıp size geldiğimi bilmiyormusunuz?" deyince yine "tabi" dediler. O zaman Urve "İşte bu adam size fevkalade akıllı bir iş teklif ediyor, bunu kabul edin ve bırakın da onun yanına varıp bir ko­nuşayım" dedi. Kureyş'te "haydi git" dediler. O da gelip Nebî (s.a.v) ile konuştu. Efendimiz ona da Büdeyl'e söylediği sözlere benzer şeyler anlattı. Urve'de: "Ey Muhammed! Ne dersin, sen kendi kavminin kö­künü kazımış olduğunu farz edelim, senden önce hiç kendi kavminin kökünü kazıyan birini Arap topluluğu içinde duydun mu? Yok böyle olmazda sen yenilecek olursan, vallahi, ben senin yanında öyle karışık tipler öyle insanlar görüyorum ki, bunların kesinlikle harpten kaçıp se­ni ortada bırakıvereceklerini sanıyorum" dedi. Bunu duyan Ebû Bekir (r.a) ona:

- Sen Lat putunun ç... yala![16] Biz mi Onun etrafından kaçıp Onu yalnız bırakacağız? Deyince, Urve: "bu da kim?" dedi. Hz. Ebû Be­kir'de "bu Ebû Bekir'dir" dedi. Urve de, "Nefsim elinde olan zata ye­min olsun ki, daha önce yaptığın bir ihsan halâ yanımda olup da daha Ödemediğim için sana bu konuda hâla borçlu olmasaydım, sana kesin­likle ne cevap vereceğimi iyi bilirdim" dedi. Sonra Nebi (s.a.v) ile ko­nuşmaya başladı. Her hitabında Efendimizin sakalını eliyle tutup ok­şuyordu. Muğira b. Şu'be (r.a) ise Peygamber (s.a.v)'in başucunda e-linde kılıç, başında miğfer, dikilmiş duruyordu. Urve, Peygamberin sakalına elini uzattıkça kılıcın sapını eline vurup; "çek elini" diyordu. Urve; "bu kim?" deyince, Muğîra dediler. O da, "Ah vefasız (tilki), ben senin vefasızlığının peşinde koşup durmazmıydım?" dedi. (Zührî derki) "Muğîra cahiliye döneminde bir toplum ile dostluk kurup sonra onları öldürüp mallarını almış, ardından gelip Müslümanlığa girmişti." İşte Nebî (s.a.v) ona:

İslama girişini kabul ederim, ama bu mala gelince ondan hiçbir şeyle alakam olamaz" bu­yurdu.

Sonra Urve b. Mes'ûd, Nebi (s.a.v)'in ashabının davranışına baktı. Vallahi Resûlullah (s.a.v) aksırıp tükürünce mutlaka ashabından biri­nin eline düşüyor oda onu yüzüne ve derisine sürüyordu. Onlara bir şey emredince derhal onu yapmaya koşuyorlar, abdest aldığında abdest suyundan alabilmek için nerdeyse birbirini çiğnercesine hareket edi­yorlar, O konuşunca ashabı hemen seslerini indiriyor, O'na büyük say­gı duydukları için O'nun yüzüne dikkatlice göz gezdirmiyorlardı. Urve bunları görüp arkadaşlarının yanına vardı ve onlara:

- "Ey Kavmim! Vallahi ben krallara elçi olarak gittim, Bizans im­paratoruna, İran Kisrasma ve Habeş Necâşî'sine de elçi olarak gönde­rildim. Vallahi şimdiye kadar Muhammed'in ashabının Muhammedi ululadığı tarzda, etbaı kendini bu tarz ululayan hiçbir melik görmedim. Vallahi Muhammed aksırıp yere tükürmeye koysun, arkadaşları yere düşmeye fırsat komadan o mutlaka birinin eline düşüyor o da bununla yüzüne ve cildini ovuyordu. Onlara bir emir verince hepsi birden yap­maya fırlıyorlar. Abdest aldığında abdest suyundan teberrûk için ala­cağız diye birbirlerini eziyorlar: Konuştumu ashabı onun yanında ses­lerini indiriyordu. Onu ululadıkları için yüzüne dikkatlice bakmıyor­lardı. Şimdi Muhammed size fevkalade ciddi bir plan teklif ediyor, bunu kabul edin" dedi.

Kinâne oğullarından biri de, "müsade edin de bende ona bir gide­yim" deyince topluluk ona da, "haydi var gel" dediler. Bu adam Nebî (s.a.v) ile ashabının göründüğü yere ulaşınca Peygamberimiz (s.a.v):

"Bu falancadır. O, deveye hürmet (ta'zim) eden bir kavimdendir. Ona bir deve yollayın." buyurdu. Ona deve yollandı. Ashab bu zatı Lebbeyk... diye telbiye ya­parak karşıladı. Bu durumu gören Kinane'li: "Sübhanellah, şu topluluğu Beytullaha girmekten alakoymak yakışık almaz" dedi. Arkadaşları­nın yanına döndüğünde: "Ben gerdanlığı takılıp kurbanlık nişanları vu­rulan develer gördüm. Onların Beytuîlaha girmesine engel olunmasını istemiyorum" dedi. Onlardan adı Mikraz b. Hafs olan bir adam kalkıp: "müsade edin bir de ben varıp geleyim" deyince "haydi var gel" dedi­ler. Adam genden görününce Peygamber (s.a.v): jşJâ  "İşte şu gelen Mikraz'dır. O facir bir adamdır." buyurdu. Mikraz gelip Nebî (s.a.v) ile konuşmaya başladı. O konuşmasına de­vam ederken birde, Süheyl b. Amr çıkagelmezmi.... Hadisin burasında ravî Ma'mer b. Raşid derki:

- Bana Eyyûb'u Sahtiyanı, İkrime (r.a)'den naklen, Süheyl gelince Nebi (s.a.v)'in: "artık işiniz kolaylaştı" buyurdu.[17]

Zührî hadisine şöyle devam eder: Süheyl b. Amr gelip: "haydi bir kağıt getirtin de seninle aramızda bir anlaşma metni yaz!" dedi. Efen­dimiz katibi çağırıp ona: "Bismillahirrahmanirrahîm diyerek yaz" buyurunca Süheyl: "vallahi ben "RahmaiTm ne olduğunu bilmiyorum. Lakin sen daha öncede yazdığın gibi, "Bismike allâhümme" diye yaz" dedi. Müslümanlar "Vallahi biz öyle yazmayız. Biz sadece "Bismillahirrahmânir'rahîm" diye yazarız" diye itiraz edince, Nebî (s.a.v): "Haydi, Bismike'l lâhümme, diye yaz" deyip sonrada:

İşte şu metinler Allah'ın Rasûlü Muhammed'in üzerinde hüküm verdiği metindir" deyince Sü­heyl yine:

"Vallahi biz senin Allah'ın Rasûlü olduğunu bilmiş olsaydık zaten seni Beytullah'dan menedip seninle çarpışmazdık." Ama sen "Abdullahoğlu Muhammed diye yaz" dedi. Peygamberimiz de:

"siz yalanlasanızda ben kesin­likle Allah'ın Rasûlüyüm, ama haydi "Abdullah oğlu Muhammed diye yaz" buyurdu.

Zührî derki: Efendimiz (s.a.v)'in bunları kabul etmesinin sebebi, -hadisin başında geçtiği üzere- "Müşrikler kendisi ile Allah'ın haramla­rını (Haram aylar ve harem yerleri) ta'zim edecek birşey için benden bir plan uygulamamı isterlerse onu mutlaka kabul edeceğim" buyur­muş olmasındandır.

Peygamberimiz (s.a.v) ona:

- Tavaf edebilmemiz için Beytullah ile aramızı boşaltmak üzere.....

buyurunca Süheyl, "vallahi bizim bu hakları zorla kabul ettiğimizi ko­nuşamayacak, ancak gelecek sene bu mümkün olabilecek," dedi ve bu madde öyle yazıldı.

Süheyl devamla: "Senin dinine girmiş olsa bile bizden kaçıp sana katılan biri oldumu kesinlikle onu bize geri vermek şartıyla......" de­yince Müslümanlar, "Sübhanallah! Müslüman olarak gelmiş olan biri, müşriklere nasıl geri yollanacak." dediler. Onlar bu konunun münaka­şasını yaparken birde Ebû Cendel b. Süheyl b. Amr b. Yersüf kafirler­den kurtulduktan sonra prangaları ile Mekke'nin aşağısından kaçıp ge­lerek kendini Müslümanların arasına attı. Bunu gören Süheyl: "İşte bi­ze geri verme kararınızı uygulayacağın ilk kişi bu" dedi. Peygamberi­miz de: "Biz henüz anlaşma metnini yazıp bitir­medik ki" buyurunca Süheyl de: "Vallahi o takdirde seninle hiçbir ko­nuda sulh anlaşması yapamayız" dedi. Efendimiz (s.a.v): "Onu bana ücret karşılığı ver" buyurdu. Lakin O, "ben onu sana ücretle veremem" dedi. Efendimiz, "tabî, böyle yapacaksın!" buyurduysa da O "ben ya­pamam" diye dayattı. Mikraz ona itiraz edip, "biz onu ücretle verdik" dedi. Ebû Cendel bu arada: "Ey Müslümanlar! Ben Müslüman olarak gelmişken müşriklere geri verileceğim, Başıma gelen şu belayı görmüyormusunuz? dedi. Ebû Cendel, Allah yolunda gerçekten çok çetin işkence görmüştü.

Ömer (r.a.) derki: Vallahi bu güne gelene kadar Müslüman olalı be­ri İslâm'dan hiç şüphelenmemiştim. Peygamber (s.a.v)'e gelip: "Ya Resûlallah! Sen Allah'ın Nebisi değil misin?" dedim. "Tabî Nebisi-yim" buyurdu. "Biz hak, düşmanlarımız batıl üzere değil mi?" dedim. "Tabi öyle" buyurdu. "Öyleyse dînimiz hakkında şu aşağılık kararı na­sıl kabul ediyoruz: dedim. Efendimiz (s.a.v) de:

"Ben Allah'ın Rasûlüyüm, O'na asî gelecek değilim, O benim yardımcundir" buyurdu. Ben, "Peki sen bize yakında Beytullah'a gelip tavaf edeceğimizi gerçek ola­rak söylemedin miydi?" dedim. Efendimiz, "Evet, ama sana ben, sen Kabe'ye bu sene geleceksin diye haber verdim mi?" buyurunca, ben, "hayır" dedim. Efendimiz, "sen Kabe'ye gidip orayı tavaf edeceksin" buyurdu.

Ömer devamla derki: Ben Ebû Bekre gidip: "Yâ Ebâ Bekr! Şu zat gerçekten Allah'ın Nebisi değil mi?" dedim. "Tabi Nebisi" dedi. Ben, "biz hak üzere, düşmanlarımız batıl üzere değil mi?" dedim de, "O" tabi öyle" dedi. Ben, "öyleyse dinimiz hakkındaki şu aşağılık hükmü nasıl kabul ederiz" dedim. Ebû Bekir: "Bana bak herif! O, Allah'ın Rasûlüdür, Allah'a asi gelmez ve Allah onun yardımcısıdır. Ölünceye kadar onun ipine iyi tutun. Vallahi o hak üzeredir." dedi. Ben, "Peki o bize, beyte gelipte tavaf edeceğimizi söylememişmiydi," dedim. Ebû Bekir de, "Evet ama sana Kâbeye bu yıl varacaksın demişmiydi?" de­di. "Hayır" dedim. Ebû Bekir; "Sen kesinlikle Kâ'beye gidip orayı ta­vaf edeceksin" dedi.

Zührî derki: Ömer (r.a) "ben bu aşırılığım için bir takım ameller iş­ledim" derdi.

Anlaşma metni yazıldıktan sonra Peygamber (s.a.v):

"Kalkıp kurbanlarınızı kesip, sonra tıraşınızı olun" buyurdu. Vallahi Resûlullah sözünü üçkere tekrarlamasına rağ­men onlardan kimse yerinden kalkmadı. Ashabdan hiçbirinin kalkma­dığını gören Nebî (s.a.v) kendisi kalkıp Ümmü Seleme (r.a) validemi­zin -çadırına- girdi ve ona ashabdan gördüğü muameleyi anlattı.

Ümmü Seleme: "Ey Allah'ın Nebisi! Onların seni dinlemesini istiyormusun? Hemen dışarı çık, sonra kimseyle konuşmadan deveni kes, sonra berberini çağırıp seni tıraş etsin." dedi. Efendimiz kalkıp dı­şarı çıktı, kimseyle konuşmadan bunları yaptı. Ashab, Peygamberin böyle yaptığını görünce yerlerinden kalktılar, kurbanlarını kesip bir­birlerini tıraş ederek ihramdan çıktılar. Ashab, Peygamber'e karşı yap­tıkları tutumlarından dolayı öyle bir tasaya düştülerki, birbirlerini kırayazdılar.

Sonra Müslüman kadınlar Peygamber'e geldiler. Allah (c.c.) Mümtehine süresi 10 cu ayeti olan ;

Ey îman edenler! Mü'min hanımlar size muhacir olarak gel­diklerinde onları imtihan edin. Allah îmanlarını daha iyi bilir. Onların mü'min olduklarını bilirseniz onları kafirlere geri yolla-mayın. Artık bunlar o müşriklere helal değildir. Onlarda bunlara helal değildir. Onların bunlara harcadığı -mehir ve benzeri hakla­rını- geri verin. Artık, onlara mihirlerini verdiğinizde onları ni­kahlamanıza size günah yoktur. Kafir kadınlarını tutmayın ve sarfettiğinizi isteyin onlarda sarfettiklerini istesinler." ayetini in­dirdi. O gün Ömer (r.a), şirk döneminde kendine ait olan iki kadını bo-şamış, birisi ile Muâviye, diğeri ile de Safvân b. Ümeyye evlenmiş idi.

Sonra Allah Rasûlü Medine'ye döndü. Kureyşli olup daha önce Müslüman olmuş olan Ebû Basîr denen bir zat, Nebi (s.a.v)'e müşrik­lerden kaçıp geldi. Onlarda bu zatı yakalayıp getirmeleri için iki adam gönderdiler. Bunlar gelip Efendimize:

- Bizzat senin bize yazıp verdiğin anlaşma gereği bu adamları ver" dediler. Efendimiz anlaşmaya uyup Ebû Basîr'ı bu iki kişiye teslim et­ti. Adamlar onu alıp yola çıktılar ve zü'l Huleyfe'ye kadar geldiler. Bi­neklerinden azıklarmdaki hurmaları yemek üzere indiler. Ebû Basîr, adamlardan birine;

- Vallahi ben öyle sanıyorum ki, senin şu kılıcın çok iyi kaliteli bir çelikten ma'mul ve çok keskin, dedi. Diğeri o kılıcı kınından sıyırdı ve:

- Vallahi evet o kesinlikle çok iyi bir kalite, ben onu denedim sonra bir daha denedim, dedi. Ebû Basîr'de ona

- Bana şu kılıcı iyice bir göstersene dedi. Adam göstermek isteyince kılıcı çekip elinden aldı ve adama vurdu vurdu ve öldürdü. Durumu gören diğer müşrik kaçarak Medine'ye geldi ve koşarak mescidin içine girdi ve Nebî (s.a.v)'e: "Vallahi arkadaşım öldürüldü bende öldürüle­ceğim" dedi. Bu sıra Ebû Busîr de girdi ve: "Yâ Nebiyyullah! Allah senin zimmetine düşen vazifeyi ifa etmiştir. Vallahi sen beni onlara vermiş (ve üzerine düşeni yapmış) idin. Sonra Allah, beni onların kılı­cıyla kurtardı." deyince Nebî (s.a.v):

"Vay anasına vay, eğer yanında birisi daha olsa harbin ateşini yakacak" buyurdu. Ebû Bâsîr, Efendimizin bu sözünü duyunca anladı ki, kendisini tekrar onlara verecektir. Hemen Medine'den ayrılıp ta (kızıl deniz kıyısındaki) "Sîyfii'l Bahr" denen yere kadar geldi. Bu arada Ebû Cendel b. Süheyl'de müşriklerin elinden kurtulup Ebû Basîr'a katıldı.

Bu olaydan sonra Müslüman olupta Kureyş'ten ayrılıp gelen herkes doğruca Ebû Basîr'a iltica etmeye başladı ve az sonra orada büyük bir topluluk oluşturdular.

Zührî sözüne şöyle devam eder: Vallahi bunlar Kureyşe ait bir ker­vanın Şam'a ticarete çıktığını duymaya görsünler, derhal yollarını ke­sip onlarla çarpışıyor ve mallarını ele geçiriyorlardi. Bir müddet sonra aciz kalan Kureyşliler, Efendimize sığınıpta onun geri yolladığı kim­selerin kendilerinde güven içinde olacağını bildirerek; "Allah aşkına akrabalık adına...." diye aman dilediler. Nebi (s.a.v) de onların bu iste­ğini kabul ettiğini bildirdi. Bunun üzerine Allah (c.c);

"Size onlara karşı zafer verdirdikten sonra, Mekke vadisinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çeken O dur. Onlar, kâfirlik eden, sizi Mescidi-haram'dan kovan ve kurbanla­rınızın kesilecek yere varmasına engel olanlardır. Eğer, kendile­rini bilmediğiniz mü'min erkeklerle mü'min kadınları bilmeden ezerek bir vebal altında kalmayacak olsaydınız. (Allah birbirini­zin ellerine mani olmazdı) Allah dilediklerini rahmetine almak i-çin (böyle yaptı.) Ayrılmış olsalardı onlardan inkar edenlere acıklı bir azab ile cezalandırırdık. Hani o zaman küfredenler, kalblerine asabiyyeti hemde cahîliye taassubunu yerleştirmişler de, Allah da, Rasulüne ve mü'minlere sekînetini indirmiş ve onlara takva keli­mesini gerekli kılmış idi. Zaten onlar bunu hak etmiş ve ona ehil olmuşlardı. Allah her şeyi bilendir." ayetlerini indirdi.(Fetih sûresi ayet 24-25 ve 26)

İşte bu ayetteki Kafirlerin "cahiliyye hamiyyeti" nin aslı şudur: "Mekke müşrikleri, Efendimizin Nebî olduğunu ikrar etmiyor, Bismillahirrahmânirrahîm'i tanımayıp onlarla ölüm arasına geriliyor­lardı." Bu hadisi İmam Buharı "sahîh" inde Abdullah b. Muhammed el-Müsnidî,-Abdürrezzak-Ma'mer isnadıyla baştan sona olanca uzunluğu ile rivayet ediyor.[18]

Kurra, Ebû'z-Zübeyr-Câbir (r.a) isnadıyla Nebî (s.a.v)'in şöyle bu­yurduğunu anlatır:

"Şu tepeye, Mürâr tepesine kim çıkacak olursa İsrail oğullarından kaldırılan günah kendisinden kaldırılacaktır" Bunun üzerine tepeye ilk varan Hazrec oğullarının süvarileri oldu. Sonrada peşlerinden diğer in­sanlar oraya vardı. Resûlullah (s.a.v.) bunun üzerine: "Kızıl devenin sahibi hariç hepiniz af edilmiş durumdasınız" buyurdu. Biz o adama, "haydi gel de Resûlullah seniniçin de istiğfar ediversin" dedik de bize: - Vallahi benim yitik deveyi bulmam sizin arkadaşınızın bana istiğfar edivermesinden daha hayırlıdır, dedi. Hadisi Müslim rivayet etmiştir.[19]

 

Efendimizin Hudeybiye Kuyusunda Duası
 

Ubeydullah b. Mûsâ, İsrâîl-Ebû İshâk eş-Şirazî isnadiyla Berâe (r.a) dan bu konuda şöyle dediğini nakleder:

-Siz Fetih olarak, Mekke fethini fetih sayıyorsunuz. Gerçekten de Mekke fethi gerçekleşmiş bir fetihtir. Biz ise asıl fetih olarak Hudeybiye günü yaptığımız "Rıdvan biatim" fetih saymıştık. Biz o zaman Nebi (s.a.v) ile birlikte olan bin dörtyüz kişi idik. Hudeybiye bir kuyunun adı idi. Biz onun suyunu çekip içinde bir damla bile su bı­rakmadık. Durum Nebi (s.a.v)pe ulaşınca kuyunun yanına geldi ve o-nun ağzını çeviren duvarın üzerine oturdu. Sonra işinde bu kuyunun suyu bulunan bir kap isteyip abdest aldı, mazmaza yapıp dûa etti ve

kalan suyu kuyunun içine döküp kuyudan biraz aralaştı. Sonra kuyu -öyle çoğaldı ki- bizi ve hayvanlarımızı oradan suya kanarak ayırdı. Hadisi Buharı anlatmıştır.[20]





[14] Bu paragrafın arapça matbu nüshasının ibaresinde bir düşüklük vardı. O yüzden bir Musannef ve Beyhakînin ibaresini esas aldık.

[15] Ben Semed kelimesini "Kaklık" diye tercüme ettim. Kaklık kelimesi Toroslar'da bilhassa Karaman-Mut-Ermenek yöreleri arasında hâla canlılığını koruyan bir ke­limedir. Kayaların veya sert toprağın yağmur ve benzeri bir sebeple oyulup tabiî olarak çukurlaşmasıyla meydana gelir ve içinde, yağmur yağınca uzun süre su bu­lunur.

[16] Lat'm bızırını yala, bir deyim olup Araplar bunu "Anayın bızırını yala" diye söylerlerdi. Hz. Ebû Bekir sırf aşağılamak için Putun sanki kadınlık organı varmış gibi bu şekilde ifade etmiştir.

[17] "Süheyl" arapçada "kolay" anlamına geldiği için Efendimiz (s.a.v) bunu hayra yormuş olmaktadır.

[18] Buhârî Kitâbü-ş-Şurût 54/15; Beyhakî Delâil 4/99/108.

[19] Müslim Kitâbü Sıfâtı'l münâfıkıyn h.no 2880; Beyhakî Delâil 4/108.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/14-26

[20] Buhârî Meğazî 64/35; Hadis no 4150; Beyhakî Delâil 4/110.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Cantaş Yayınları 4/26-27


Konu Başlığı: Ynt: Hudeybiye hadisesinin cereyan tarzı
Gönderen: Mehmed. üzerinde 25 Şubat 2022, 17:34:53
Esselamü aleyküm Rabbim bizleri n ilmini artırsın Rabbim paylaşım için razı olsun


Konu Başlığı: Ynt: Hudeybiye hadisesinin cereyan tarzı
Gönderen: Sevgi. üzerinde 26 Şubat 2022, 05:20:57
Aleyküm Selam. Bu bilgileri bizlerle paylaştığınız için Allah sizlerden razı olsun kardeşim
 Rabb'im bizleri ilim yolundan ayırmasın inşaAllah