๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Tarihül-İslam => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 19 Nisan 2011, 13:55:46



Konu Başlığı: Hendek savaşı
Gönderen: Sümeyye üzerinde 19 Nisan 2011, 13:55:46
Hendek Savaşı


Vakidî der ki: Hendek savaşının diğer adı "Ahzâb gazvesi" olup, bu beşinci yılın Zilkade ayında gerçekleşmiştir.[472] Nakilciler olayı şöyle anlatırlar:

Allah Rasûlü (s.a.v.), yahudi kabilesi Nadîr oğullarını yurtlarından sürdüğü zaman, onlar Haybere doğru yola çıktılar. Onların ileri gelen­lerinden bir gurup insan da, Rasûlüllah (s.a.v.)'a karşı harbetmeye teş­vik ve davet için Mekke'ye gitti. Onlarla bu hususta belirli bir vakit üzerinde anlaşma yapıp, sonra da Gatafan ve Süleynı boylarına bu daveti teklif için geldiler ve onlannda harb için muvafakatim aldılar.

Kureyşliler kendileri harbe hazırlanıp kölelerini ve kendilerine bağ­lı olan çevre insanlarını da yanlarında topladılar. Dört bin kişi oldular. Deve hariç, beraberlerinde üçyüz atı sürüp geldiler. Başlarında komu­tanları Süfyan b. Harb ile birlikte harekete geçtiler.

"Merri-Zahran" denen yere vardıklarında yediyüzkişilik bir kuv­vetle Süleym oğullan da gelip onlara katıldı. Ardından Talha b. Huveylid el-Esedî'nin yönettiği Esedoğulları onları yolda karşıladı. Fizara kabilesi de bin kişilik, develerine binmiş olarak geldi. Bunlara Uyeyne b. Hısn komuta ediyordu. Mes'ut b. Ruhayle komutasındaki yediyüz kişilik Eşca1 kabilesi de yola çıktı. Haris b. Avfm yönettiği, dörtyüz kişilik Mürrâ oğullan güçleri de yola çıktı. Bunları adı geçen Haris b. Avfın geri dönderdiği rivayeti varsa da doğru olan öncekidir.

Böylece Ahzab'ın (gurupların) toplamı on bin kişilik bir ordu oluş­turdu. Hepsinin başkomutanı Ebû Süfyan idi.

Müslümanlar ise bu harb de üçbin kişiydiler.

Vakidî'nin bu konudaki görüşü işte budur.[473]

İbni İshâk ise, Hendek gazvesinin Şevval ayında yapıldığı görü­şünde olup sözlerini şöyle sürdürür:

-  Bu hadise şöyle gelişmiştir: Selâm b. Ebî'l Hukayk -Huyey b. Ahtab- Kinane b. Rabî' ve Hevze, Rasûlüllah aleyhine, gurupları hare­kete geçirmiş olan Nadir oğullanndan ve Vâil oğullarından seçme bir gurup içinde yola çıkıp Mekke'ye geldiler ve Kureyş'i harbe çağırdılar ve onlara; "Muhammed'in kökünü kazıyıncaya kadar bizde sizlerle birlik olacağız" dediler. Kureyş kabilesi de onlara:

-    Ey    Yahudi    topluluğu!    Sizler    kitab    ehlisiniz.    Bizimle Muhammed'in arasında ihtilaf ettiğimiz mevzuya dair ilminizde var. Doğru söyleyin bizim dinimiz mi yoksa Muhammed'in dini mi ha­yırlı? dediler. Yahudiler de:

-  Sizin dininiz onunkinden daha hayırlı, hem siz hak'ka daha la­yıksınız, dediler. İşte bu yüzden bu yahudiler hakkında:

"Kendilerine Kitab'dan nasib verilen şu insanları gö'rmüyormusun, Tağut'a ve şeytan'a inanıyor ve kâfirlere; "şu kâfirlerin yolu iman edenlerinkinden daha hidayetlidir" diyorlar." (Nisa âyet; 51) âyeti indi.

Yahudiler böylece, Kureyş lehine söyleyeceklerini söyleyince, bu­na pek sevinip harbe coşku içinde hazırlığa başladılar. Sonra, bu yahudi gurup Mekke'den ayrılıp Gatafan kabilesine gelip, onları da da'vet ettiler, onlarda bunu uygun buldular.

Kureyş Mekke'den hareket etti. Gatafanlılarda harekete geçtiler. Uyeyne b. Hısn Fizâra oğullarına, Haris b. Avf da kendi kabilesi Mürra oğullarına, Mes'ud b. Ruhayle de kendi kabilesi Eşca'dan ken­dine uyanlara komuta ediyordu.

Mekke ve çevresindeki gurupların geldiğini duyan Rasûlüllah (s.a.v.), Medine etrafına hendek kazdırıp, bizzat kendi elleri ile bu işde çalıştı. Hendek kazarken Müslümanların içindeki münafıklar onlardan geri durup yardım etmediler. Müslümanlar kendileri çalışarak hendeği sağlamlaştırdılar.[474]

Hendek kazarken meydana gelen birtakım hadiseler bana kadar ulaştı. îşte bunlardan birisi şudur; Bana ulaştığına göre:

-  Ca'bir (r.a.) anlatmış ki; kazı esnasında külünkle parçalanama-yacak  derecede   sert  bir  kayaya  rastlamışlar  ve   durumu  Allah Rasûlü'ne arzetmişler. Efendimiz (s.a.v.) de bir su kabı isteyip, onun içine üflemiş, sonra Allah'ın dilediği duaları edip ardından bu suyu o sert kütlenin üzerine dökmüş ve kaya adeta kum tepeleri haline geli­vermiş.[475]

Bana Saîd b. Mîna, Cabir b. Abdillah (r.a.)'ın şöyle dediğini anlattı:

-  Hendek'te Rasûlüllahla beraber çalıştık. Bende bir oğlak vardı. Bunu Rasûlüllah'a yedirsem, deyip hanımıma söyledim. O da arpa öğüttü ve bundan ekmek yaptı. Bu kuzuyu kesip kızarttım. Biz gündüz hendek kazıp akşamleyin ailemize dönerdik. O gün akşam olup da Rasûlüllah dönmeyi murad edince: "Yâ Rasûlellah! Ben şöyle şöyle yaptım. İsterim ki benimle gelesin" dedim. Ama ben sadece Allah Rasûlünün gelmesini istiyordum.

Ben teklifimi yapınca o, "Evet" deyip sonrada bir dellal'a, "Haydin, Rasûllülahla birlikte hepimiz Cabir'in evine gidiyoruz" diye duyuru yaptırdı. Ben kendi kendime "İnnâlillahi ve innâ ileyhi raciûn!" dedim. Rasûlüllah ve ashab hareket etti, gelip evime oturdu. Biz hazırladığı­mız sofrayı önüne koyduk. Bereketlenmesine dûa edip, "Bismillah" dedi ve yemeği yedi. İnsanlarda ondan yediler. Evimiz ufak olduğun­dan bir gurup yemeğini yiyip çekiliyor diğer gurup sofraya oturuyor­du. Öyle bereketlendi ki, Hendek'te çalışanların hepsi yiyip doyundu.[476]

Bana Saîd b. Mînâ'nın anlattığına göre; kendisine Beşîr b. Sa'd'ın kızı şöyle anlatmış: Annem Ravaha kızı Amra, beni çağırıp bir mikdar hurmayı eteğime koydu ve "Kızım! haydi babanla dayın Abdullah'a yemeklerini götür" dedi. Ben onu götürmüş babamla dayımı ararken Rasûlüllah (s.a.v.)'a rastgeldim. Bana: "bu yanında taşıdığın ne?" bu­yurdu. Ben, "Hurma; annem babamla dayıma yolladı da" dedim. Efen­dimiz (s.a.v.), "ver onları" buyurdu. Bende onları Peygamberimizin avuçlarına boşalttım ama onları doldurmadi bile. Peygamber bir bez isteyip serildi. Sonra hurmayı üzerine koyup bezin üstünü katladı ve yanındaki birine, "haydi!!, Hendek kazanlara; "yemeğe buyurun" diye bağır" buyurdu. İnsanlar toplanıp hurmayı yemeye başladılar, hurma habire çoğalıyordu. Oradakiler doyunup çekilmişler, ama hala bezin uçlarından hurma düşüyordu.[477]

Yalancılıkla itham edemeyeceğim biri Ömer, Osman ve Ali (r.a.) devrinde de, ele geçen şehirler fethedildiğinde Ebû Hüreyre (r.a.)'nin:

- Fetih müyesser olan yerleri fethedin! Ebû Hüreyre'nin canı elinde olan Allah'a yemin ederim ki, fethettiğiniz ve kıyamete kadar fethede­ceğiniz şehirlerin anahtarlarını Allah fethedilmeden önce Muhammed (s.a.v.)'e vermiştir, dediğini nakletti.[478]

Bana Selman'ı Farisî'nin şöyle dediği anlatıldı: Hendeğin bir ta­rafım kazarken külüngü çok sert bir yere vurdum. Bana çok zor gel­mişti. Efendimiz (s.a.v.) yakınımda idi. Benim vuruşlarımı görünce, hendeğe inip külüngü elimden aldı ve bir darbe indirdiki, balyozun altından bir kıvılcım parladı. Sonra bir daha vurdu, tekrar aynı yerden parladı. Sonra üçüncüyü indirdi yine kıvılcım parladı. Ben: "Anam babam feda olsun Yâ Rasûlellah! bu ne?" dedim. "Yoksa gördünmü?" buyurdu. "Evet" dedim. Efendimiz: "Birinci kıvılcımla Allah bana Yemen'in fethini, ikinci ile Şam ve Mağrib'in fethini, üçüncü ile de Meşrık'ın fethini nasİb etti" buyurdu.[479]

İbni İshâk sözüne şöyle devam ediyor:

-    Rasûlüllah   (s.a.v.)   hendek   kazma   işini   tamamlamıştı   ki, Kureyşliler gelip Medine'deki El-Cürüf ve Zeğabe arasındaki sel de­relerinin birleşim yeri olan Roma[480] mıntıkasına konakladılar. Bunlar, Kureyş'in ileri gelenleri ile Kinâne oğullan, Tihame ve Gatafan kabi­lesinden, Kureyş'in sözüne kanıp peşine düşen onbin kişilik bir ordu idi.

Gatafan kabilesi ile onlara takılıp gelen Necd ehli bir gurup insan, Uhüt dağı tarafına düşen Zeneb-i Makama da konakladılar.

Allah Rasûlü de, Üç bin kişilik bir ordu ile bunlara karşı koymak üzere harekete geçip, sırtlarım (Medine içinde sayılan) Sel'a dağına verdiler ve orada kamplarını kurdular. Böylece kazmış oldukları hen­dek Müslümanlarla müşrikler arasında kalmış oldu. Müşriklerden Huyey b. Ahtab, yardım dilemek üzere, yahudî Benî Kureyza kabile­sinin antlaşma ve akd işleri ile yükümlü bulunan Ka'b b. Esed el-Kurazî'ye gitti. Ka'b daha önce Allah Rasûlüne, kavmi hakkında an­laşma yapmış idi. Ka'b, bu Huyey'in geldiğini duyunca kale kapısını kapattırıp açtırmadı. Huyey:

-  Yâ Ka'b! Kapıyı aç! diye bağırdığında ona, "sen uğursuz bir a-damsın, ben Muhammed'e garanti verdim, onunla aramızdaki an­laşmayı bozamam. Zîra ben bu güne kadar Muhammed'den sözüne vefa ve sadakattan başka bir şey görmedim" dedi. Huyey de, "sana yazık olacak, açda bir konuşalım" diye İsrar etti. Lakin Ka'b, "bunu yapamam" dedi. Bunun üzerine Huyey ona:

- Vallahi sen kapıyı başka bir sebeble değil, sadece Cüşeyşe dediği­niz, etli pilav yemeğinizi seninle beraber ben de yemiyeyim diye ka­padın, deyipte ısrar edince, Ka'b kapıyı açtı. Huyey de:

-  "Yâ Ka'b sana yazık olacak! Ben sana hayatın en büyük şerefini ve dalgaları kabaran bir denizi getirdim. Ben sana Kureyş kabilesini başlarında liderleri ile getirip, Roma mıntıkasındaki sel yataklarının birleştiği yere konaklattım. Gatafanhları da liderleriyle getirip, Uhut tarafındaki Zeneb-i Nakamada konaklattım. Onlar bana, Muhammed ve beraberindekilerin kökünü kazımadan buradan ayrılmayacaklarına dair söz verip anlaşma yaptılar," dedi. Ka'b ise ona:

-  "Vallahi sen bana hayatın en alçağım ve içindeki suyunu yıldırım ve şimşeğini boşaltıp, hiç bir yağmur Özelliği kalmayan bulutları ge­tirdin. Yâ Huyey! Sen beni Muhammed'le yaptığım anlaşmam ile

başbaşa bırak. Zîra ben Muhammed'den doğruluk ve sözüne vefalı kalma dışında birşey görmedim" dedi.

Nihayet Huyey, Ka'bla uğraşa uğraşa sonunda "Eğer Kureyş ve Gatafanlılar, bu harpte Muhammed'e bir şey olmadan Medine'den geri dönecek olurlarsa, (Mekkeye gitmeyip) seninle birlikte kalene gelece­ğim ve sana bir bela ulaşacaksa banada ulaşacak" diyerek, onu ikna etti.

Bunu duyan Ka'b, ahitnameyi yırtarak, kendi ile Rasûlüllah ara­sında bulunan -karşılıklı korumadan- beri olduğunu ilan etti.[481]

(İbni İshâk devamla der ki:)

Ka'bm, bu antlaşmayı bozduğu haberi Allah Rasûlüne ulaşınca, Ensar'ın lideri olan Sa'd b.- Ubâde ile Hazreç kabilesinin lideri olan Sa'd b. Muâz'ı yanlarına Abdullah b. Ravaha ve Havvat b. Cübeyr'i de katarak onlara yolladı ve:

Haydi gidip onlara varıp bir bakın. Onlar hakkında bizim duy­duğumuz doğrumu değil mi? Eğer doğru ise onu öyle bir üslupla anlatın ki, sadece ben anlayayım diğerleri anlamasın. Müslüman­lar arasında bunu yayipta maneviyatını bozmayın. Eğer anlaşma­larına hâla vefalı olup, bizimle aralarındaki sözde duruyorlarsa bunu insanlara anlatın" buyurdu.

Bunlar yola çıkıp, Benî Kureyzalıların olduğu yere kadar geldiler. Baktılarki, onların durumu kendilerinin duyduğundan dahada kötü. (Peygamber (s.a.v.)'e sövüp sayarak "aramızda anlaşma falan yok" de­diler. Söze Sa'd b. Muâz (r.a.) başladı. Sa'd (r.a.) sert yapılı biriydi. O da onlara çok kötü sözler söyledi. Bunu gören Sa'd b. Ubâde ona, "sen onların bu kötü laflarına böyle cevap verme. Bizimle onlar arasında bir anlaşma bulunması -düşmanlık- bulunmasından daha karlı" dedi.

Böylece Rasûlüllah (s.a.v.)'m yanına geri geldiler. Selam verip: "Adal ve Kara halkı gibiler" diyerek, Racî faciasında Hubeyb (r.a.) ile arkadaşlarına tuzak kuran Adal ve Kara halkı gibi, ahdi bozup hiyanet etmişler, demek anlamına getirdiler. Rasûlüllah (s.a.v.) bunu duyunca;

"Allahü Ekber! Müjde ey İslâm topluluğu" buyurdu. İşte o bunu söylediği zaman korku her yeri sarmıştı.[482]

İşte Allah (c.c.) bu durumu şöyle anlatıyor:

"Hani o vakit onlar (Gatafanlılar) üst tarafınızdan, (Kureyşliler de) alt tarafınızdan size (saldırmaya) gelmişlerdi ve gözler -korkudan- kaymış, yürekler de (çırpıntıdan nerdeyse) bo­ğaz hançeresine dayanmıştı. Sizler de Allah'a (şöyle böyle yapacak diye) birtakım zanlar yapıyordunuz. Orada Mü'minler bir imti­hana tutuldular ve şiddetli bir sarsıntı ile sarsıldılar." (Ahzâb âyet; 10, İl)[483]

Kâfirlerin gurup gurup geldiğini gören münafıklar da homurdan­maya başlamışlardı. Hatta Amr b. Avf oğullarından birisi olan Muatteb b. Kuşeyr adındaki herif; "Bir de Muhammed bize İran Kisrası'nın hazinelerini yiyeceğimiz va'dini veriyordu, bu gün hiç bi­rimizin tuvalete gidecek kadar can güvencesi yok" bile demişti.[484]

Resulallah (s.a.v.) ile arkadaşları ve müşrikler Hendekte yirmi ge­ce kadar ikamet etmişler, aralarında kuşatma ve karşılıklı ok atma dışında bir harp olmamış idi.[485]

Sonra Rasûlüllah (s.a.v.) Uyeyne b. Hısn ile Haris (b. Avf a haber saldı. (Bu ikisi Gatafanhlann liderleri idiler) Efendimiz bunlara, yan­daki adamları ile birlikte Medineyi terkedip gitmeleri şartıyla Medi­ne'de o yıl yetişen meyvelerin üçte birinin kendilerine verileceğini söyledi. Hatta Efendimizle aralarında birde sulh anlaşması yapıp, hatta bunun maddeleri de yazılmıştı. Ancak ne üzerine imza atıldı ne sulh gerçekleşti, sadece bu konuda teşvikler yapılabildi.

Rasûlüllah (s.a.v.) bu anlaşmayı yapmak isteyince Sa'd b. Muâz iie Sa'd b. Ubadeye haber salıp onlarla bu mevzuya istişare etti. Onlar:

- "Yâ Rasûlellah! Bu olay senin "böylesi daha güzeldir" deyip bi­zim de onu icra etmemizi istediğina bir şeymi, yoksa, Allah'ın sana emrettiği ve bizim kesin uymamız gereken bir şeymi? veya senin bizi kurtarmak için alıverdiğin bir kararın mı? diye sorduklarında Efendi­miz:

Bu, benim sizin için yaptığım bir anlaşma olacak, vallahi bu anlaş­mayı arablarm hepsinin toplanıp size aynı yaydan ok attığını görmeeydim asla yapmazdım. Ancak ben bir kısmıyla anlaşarak onların güçlerini sizden kırıp svazgeçirmek için yaptım, buyurdu.[486] Bunun üzerine Sa'd b. Muaz da, şöyle dedi:

-   "Yâ Rasûlellah! Biz de, şu karşımızdaki düşman gurubu da, Allah'a şirk koşup putlara tapınan kimseler idik. Allah'a tapmadığımız gibi onun hakikatim da bilmiyorduk. Şimdi bunlar bizden, sadece mi­safire ikram edilen veya satın alma haricinde hiç bir şekilde birşey yiyemeyecekler. Allah bize şimdi İslâm dinini ikram etmiş ve seninle, bize izzet bahsetmişken mi onlara malımızı vereceğiz? Vallahi böyle bir şeye asla ihtiyacımız yok ve vallahi Allah onlarla aramızdaki kara­rını verene kadar bu keferelere kılıçtan başka verecek hiçbir şeyimiz yok" dedi. Bunu duyan Nebî (s.a.v.) "İşte sen busundur" buyurdu. Sa'd b. Muaz anlaşma yazılı bulunan kağdı alıp yazılarım sildi ve ardından:

- Haydi güçleri yeterse gelsinler, dedi.[487]

Rasûlüllah (s.a.v.) ve Müşrik gurupları (yirmi küsur gün) orada eğ­leştiler, ama aralarında savaş olmadı. Ancak aralarında Amr b. Abdi Vûd, İkrime b. Ebî Cehl, Hübeyre b. Ebî Vehb ve Dırâr b. el-Hattab'ında bulunduğu bir bölük süvari harb için elbiselerini giyip sonra atlarına binip yola çıktılar. Hatta ta kinane oğullarına kadar gel­diler ve onlara "haydin Kinane oğulları harbe hazırlanın. Bugün ger­çek meydan süvarisinin kim olduğunu siz de bileceksiniz" dediler. Sonra atları onları süratle götürüp, Hendeğin başında durdular. Hen­deği görünce:

- Vallahi bu öyle bir tuzak ki şimdiye kadar arablar böyle bir tuzak kurmayı bilmiyorlardı, dediler. Hendek'te bulunan dar bir yere gelip atlarını karşıya sürüp hücuma geçtiler. Atları karşı taraftaki Sel'a dağı ile hendek arasındaki çorak yere atladılar.

Hz. Ali (r.a.) yanma bir gurup Müslüman alarak müşriklerin gelip geçebileceği geçidin karşısını tutarak, onlara mani oluyordu. Bu kere süvariler atlarını onlara doğru sürdüler:

Amr b. Abd-i-Vüdd, Bedir harbinde savaşıp yaralandığı için, Uhut harbinde bulunamamıştı. Hendek savaşı günü kendinin yiğitliği görün­sün diye kendine düaverlik alâmeti takınarak gelmişti. Atıyla gelip Müslümanların karşısına durunca, "benimle kim düello yapacak?" diye sordu. Onunla Hz. Ali düelloya çıktı. Hz. Ali ona, "Yâ Amr, sen, "kureyşten biri seni iki dostluktan birine çağırırsa mutlaka onun birini alacağına dair Allah'a söz vermemişmiydin?" deyince; "evet" dedi. Bunun üzerine Ali (r.a.):

-  Öyleyse şimdi ben seni, Allah'a, Peygamberine ve İslâm dinine da'vet ediyorum, dedi. Lakin Amr; "benim böyle bir şeye ihtiyacım yok" diye karşılık verdi. Hz. Ali tekrar:

-  Öyleyse seni çarpışmaya çağırıyorum, deyince Amr; "Ey kar­deşimin oğlu ne için çarpışalım. Vallahi ben seni Öldürmek istemiyo­rum!" dedi. AH (r.a.) ona: "Ama vallahi ben seni Öldürmek istiyorum" deyince, Amr öfkeye kapılıp, hiç düşünmeden atından atlayıp atını kesti, yüzünü yere vurup sonrada Hz. Ali'ye saldırdı. İkisi çarpışa çar­pışa dolaşmaya başladılar, Ali onu öldürdü. Onların atları bozguna uğramış olarak geri dönüp, Hendek'ten atlayıp kaçtılar. O gün İkrime, mızrağını yere attı ve yenik düştü. Bu konuda Hz. Ali şöyle diyor:

1- Akılsız görüşü yüzünden taşlara (putlara) yardım etti. Ben ise indirdiğim darbelerle Muhammed'in dinine yardım ettim.

2- Onu (bir darbe ile) yere indirip, kum tepecikleri ile kumluk arasında yatan hurma dalı gibi yerle bir ettim.

3- Ey (bize saldıran) guruplar, siz Allah'ın kendi dinini ve ken­di Peygamberini rüsvay edeceğini sanmayın.[488]

Ebû Leylâ Abdullah b. Sehl bana anlattı ki: Hendek harbi günü, Hz. Âişe (r.a.) Harise oğulları kalesinde imiş, beraberinde, aynı kalede Sa'd b. Muâz (r.a.)'ın annesi de bulunuyormuş. Burası Medine'deki kale bedeni sayılanların en sağlamıydı. Hz. Âişe derki; "Bu hadise daha bize hicab âyeti gelmeden önce idi. Rasûlüllah (s.a.v.) ve ashabı Hendeğe gidince çocuk ve kadınları kalelere gönderirlerdi.

Sa'd b. Muaz'm üzerinde kısaldığı için kolları dirseklerine kadar dı­şarı çıkmış bir zırhı vardı. Elinde bir ucunu yerde sürüdüğü bir harbe (mızrakçik) vardı ve şöyle dedi:

Azıcık eğleş bakalım o zaman harb Hamel b. Sa'dâne'yi göre­cek. Ecel yaklaşınca Ölüm'ün bir sakıncası olmaz.[489]

Bunu duyan Sa'd'ın annesi, "oğulcağızım haydi, geç kaldın git de orduya katıl!" dedi. Hz. Âişe de ona: "Ey Sa'd'in anası, ben Sa'd'ın zırhının bundan daha uzun olmasını arzu ederdim" dedi.

Hz. Âişe zırhın kısalığını görünce, ok Sa'd'a değebilir diye endişe-lenmişti. Nitekim Savaşta Habban b. Kays b. Arika bir ok atmış ve bu ok Sa'd'ın kolundaki hayat damarına isabet etmişti. Habban bu oku atınca; "al benden bir ok. Ben Arika'mn oğluyum" diye övündü. Sa'd da ona, "Allah Cehennem'de yüzünü terletsin" deyip "Allah'ım! Eğer Kureyşle harb bİtmeyip daha devam edecekse beni o harbi görecek kadar yaşat. Zîra senin yolunda, senin Peygamberine işkence eden, onu yalanlayıp sonrada yurdundan çıkaran bir kavim ile harbetmekten daha fazla sevinebileceğim bir kavim yoktur. Allah'ım! Eğer sen on­larla bizim aramızda harbi bitireceksen, bu yarayı benim şehitliğime sebeb kıl. Kureyza oğullarından dolayı, gözüm aydınlanmadan benim canımı alma" diye dûa etti.[490]

Efendimiz (s.a.v.)'in halası Abdü'îmuttahb kızı Safıyye (r.a.)'de Hendek günü -o vakit- Hassan b. Sâbit'e ait bulunan ve Fârî' adı veri­len kalede idi. Yine orada beraberinde kadınlarla çocuklar vardı. İşte Hz. Safıyye -orada geçen bir olayı- şöyle anlatıyor:

- Hassan'da Kal'ede bizimle kadın ve çocuklarla beraberdi.[491] Birde gördük ki, bir yahudi bizim tarafa uğradı ve kaleye yakın bir yere yer­leşmeye başladı. Halbuki Kureyza oğulları (yahudiler) kendileriyle Rasûlüllah arasındaki anlaşmayı bozup ona harp ilan etmişlerdi. Ya­hudilerle bizim aramızda bizi savunacak kimse de yoktu.

Müslümanlar o esnada tam düşmanlarının karşısında olduğu için onları birakıpta bize gelemezlerdi. Ben Hassan'a: "Ey Hassan! Seninde gördüğün gibi, şu yahudi kaleye yakın bir yere konuyor. Vallahi ben onun bizim mahremlerimizi geride kalan yahudilere göstermeyeceğine güvenmiyorum. Rasûlüllah ve ashabı da şu anda bizden başka bir dert ile meşguller. Sen aşağı in de şu yahudiyi öldür" dedim. Hassan da bana; "Ey Abdimuttalib'in kızı, Allah sana acısın. Vallahi sende bilirsinki, ben bu işi yapabilecek bir adam değilim" dedi.

Bana böyle deyince, ben onda hiç yürek olmadığını anladım ve he­men izarımi belime toplayıp bağladım, sonra bir odun alarak kaleden ona doğru indim ve odunu öldürünceye kadar ona vurdum. İşini bitirip kaleye geri döndüğümde, "Yâ Hassan! İnde onun üzerindeki harp ede­vatını soyup al. Zîra beni, onun erkek oluşu soymaktan alakoydu" de­dim.

Hassân'da, "benim onun üzerindeki harp eşyasını soyup almaya bir ihtiyacım yok" dedi.[492]

İbni İshâk söze devamla derki: Düşmanların Müslümanlar aleyhine birleşip, hem yukardan hem aşağıdan gelmeleri sebebiyle Rasûlüllah (s.a.v.) ile Ashabı, Allah'ın Kur'anda bahsettiği korku ve şiddet içinde orada günlerini geçirdiler.[493]

Bu hadisenin bir benzerini de Yûnus b. Bükeyr, Hişâm b. Urve ara­cılığıyla babası Urve b. Zübeyr'den nakleder.[494]

İbni İshâk derki: Sonra Gatafan kabilesinden Nuaym b. Mesûd, Rasûlü ekremin huzuruna gelerek Müslüman oldu ve: "Benim kav­mim Müslüman olduğumu bilmiyorlar. Bana yapabileceğim bir şey varsa emret Yâ Rasûlellah!" deyince Rasûlüllah (s.a.v.):

"Sen bize katılırsan aramızda sadece tek kişi olarak katılmış olursun. Ama sen kendi kavmiyin arasına git ve gücüyün yettiği kadar onları harbi terk etmeye zorla, zîra harb bir hileden ibaret­tir" buyurdu.[495]

Nuaym yola çıkıp, cahiliye döneminde gayet iyi dostları bulunan Kureyza kabilesine geldi ve onlara: "benim size olan samimi dost­luğumu bilirsiniz değilmi?" diye sorunca, "doğru söylüyorsun" dedi­ler. O da:

- "Kureyş ile Gatafan asla size benzemez. Bu memleket sizin kendi yurdunuz, orada mallarınız, çocuklarınız ve hanımlarınız var. Binâen aleyh siz buraları bırakıpta başka yerlere gidemezsiniz. Kureyş ile Gatafan ise buraya sadece Muhammed ve ashabı ile savaşmaya geldi­ler. Sizde onlara bu konuda destek oldunuz.

Halbuki, Kureyşle Gatafan'ın malları, hanımları ve yurtları başka yerde. Onlar asla sizin gibi değil. Eğer bir fırsat olursa hemen onu ele geçirecekler. Aksi olursa kaçıp memleketlerine gidecekler ve sizinle Muhammed'in arasına kendi ülkenizde bu harbi bırakacaklar. O zaman Muhammed sizinle baş başa kalınca sizin gücünüz ona yetmiyecek. Bana kalırsa siz bu Kureyş, Gatafan ve diğerleri ile birlikte, "onların eşrafından bazılarını rehin alarak, elinizde onların da Muhammed'den kurtuluncaya kadar, sizinle birlikte savaşacağını garanti altına alma­dan, sakın savaşa girmeyin" dedi. Bunu duyan Kureyza Yahudileri, "sen gerçekten önemli bir hususa işaret ettin" dediler.

Sonra Nüaym oradan ayrılıp Kureyşlilerin olduğu yere gelip Ebû Süfyan ve beraberindekilere: "Siz benim sizinle olan dostluğumu, Muhammed'le olan ayrılığımızı biliyorsunuz. Bana bir takım haberler ulaştı ki, size nasihat olsun diye, bu duyduklarımı size ulaştırmak be­nim üzerime düşen bir vazife olarak görüyorum, ama bunu benden duyduğunuzu gizlemelisiniz" dedi. Onlar da, "gizleriz" dediler. Nuaym:

- "Bilesiniz ki, Yahudi gurubu kendileriyle Muhammed arasındaki anlaşmayı bozduklarına pişman oldular. Muhammed'e haber salarak, "biz yaptığımıza pişman olduk. Şimdi şu iki büyük kabile olan Kureyş ve Gatafan'ın eşrafından bir takım kimseleri alıp size teslim etsek ve siz de onların boyunlarını vursanız, acaba seni tekrar sulh yapmaya razı edebilirmiyiz, sonrada müşriklerin geri kalanlarının kökünü kazıyıncaya kadar seninle birlik olsak olmazmı?" dediler. Muhammed'de onlara "olur" diye haber salmış. Eğer Yahudiler size, rehin almak için adam yollarlarsa sakın bunu kabul etmeyin" dedi. Nuaym sonra ayrılıp Gatafan'a geldi ve onlara:

- Ey Gatafan topluluğu! Siz benim aslım ve kabilemsiniz. Bana in­sanların en sevimli olanısınız. Sizin, beni yalancılıkla itham ettiğinizi hiç görmedim, deyince, "doğru söylüyorsun sen bizim katımızda hiç bir şekilde itham edilmiş değilsin" dediler. Nuaym onlara da, "ama bunu benden duyduğunuzu saklayın" dedi. Onlar da, "öyle yaparız" dediler. Bunun üzerine Nuaym da onlara aynen Kureyş'e söyledikleri­ni söyleyip, onları bazı bazı şeylerden sakındırdı.

Şevval ayının ilk cumartesi girdiğinde, Ebû Süfyan ile Gatafan li­derlerinin İkrime b. Ebî Cehl'i, Kureyş ve Gatafanhlardan oluşan bir gurubun başında, Kureyza oğullarına göndermesi de Allah'ın Peygam­berine yapmış olduğu bir yardım idi.

Bunlar Kureyzaİılara: "Biz burada kendi yurdumuzda oturduğumuz yok. Helak olmadık ne deve kaldı, ne de at (ne ayakkabı nede tırnak kaldı)[496] Haydin çarpışmaya siz de katılın da, şu Muhammed'den bir kurtulalım" dediler.

Yahudiler de bu gelenlere; "Bu gün günlerden cumartesidir. Biz bu tatil günümüzde asla birşey yapmayız. (Kimimiz bu günde bazı işler yaptı da, başına sizinde bildiğiniz şeyler geldi.) Bununla beraber siz kendi adamlarınızdan bir kısmını Muhammed'den kurtuluncaya kadar güvence için bize rehin olarak vermedikçe biz sizlerle birlikte asla sa­vaşa katılmayacağız. Zîra harb size dişini dokundurursa, kendi ülkeni­ze geri dönerek, bizi bu adamla kendi ülkemizde başbaşa bırakacağımzdan korkuyoruz. Bizim de Muhammed ile çarpışmaya gücümüz yetmez" dediler.

Elçiler onların bu dediklerini alıp geri geldiklerinde, Kureyşlilerle Gatafanlılar: "Vallahi Nuaym b. Mes'ud size bu konuda doğru söy­lemiş" diyerek Kureyza oğullarına: "Vallahi biz adamlarımızdan hiç birini size veremeyiz. Çarpışmaya varsanız, haydi gelin ve savaşa katılın" diye haber saldılar.

Bu haber kendilerine ulaşınca Kureyza oğulları da: "Gördünüzmü, Nuaym'ın size anlattığı doğru imiş. Bunlar bizim sadece kendi tarafla­rında savaşmamızı istiyorlar. Eğer bir fırsat bulurlarsa onu değer­lendirecekler. Yok aksi olursa ülkelerine kaçacaklar." deyip Kureyşlilerle Gatafanlılara: "Vallahi bize rahin vermediğiniz süre si­zinle beraber savaşa katılmayacağız" dediler. Onlarda bunu reddetti.

Allah da aralarını bozdu. (Allah onlara soğuk bir kış gecesi müthiş bir rüzgar gönderdi de bu yel onların tencerelerinin altını üstüne geti­rip çadırlarını söküp attı.

Onların başına gelen bu belaların haberi Peygamberimize ulaşınca, Huzeyfe b. Yeman'ı çağırtıp, bu gece müşrik topluluğunun ne yaptığı­nı teftiş için onlara yolladı.[497]

İbni İshâk derki:

Bana Yezîd b. Ebî Ziyad, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'nin şöyle dediğini anlattı: Küfe halkından bir adam Huzeyfe b. Yemân (r.a.)'a:

-  Siz Rasûlüllah (s.a.v.)'ı görüp onunla arkadaşlık ettiniz mi?" dedi. O da, "Evet ey kardeşimin oğlu!" deyince adam, "Peki ona nasıl dav­ranırdınız?" diye sordu. Huzeyfe, "Vallahi gücümüzün yettiği kadar davranırdık" deyince adam: "Vallahi eğer biz Peygamber (s.a.v.)'e yetişebilmiş olsaydık kesinlikle onu yerde yürümeye bırakmaz ve onu omuzumuza alırdık" dedi. Bunun üzerine Huzeyfe ona dediki:

-  "Dinle kardeşim oğlu! Vallahi ben ashab ile beraber kendimizi, Hendek harbinde Rasûlüllahla beraber olduğumuz anı şu an gibi görüp duruyorum. Efendimiz gecenin bir geç saatinde namazını kılıp sonra bize dönerek "İçinizden kalkıp şu müşriklerin - şu anda- ne yaptıklarını tef­tiş edip sonra bu haberle geriye dönen kimseye Cennette benimle arkadaş yapması için Allah'a yalvaracağım" buyurdu. Rasûlüllah gidecek kimsenin, bu sözüyle geri dönmesini de şart koşmuş oluyor­du. Korkunun dehşeti, açlığın tahammülsüzlüğü ve soğuğun şiddetin­den dolayı kimse yerinden kalkmadı. (Hiç kimse ayağa kalkmayınca Rasûlüllah yine bir mikdar namaz kılıp sonra bize döndü ve aynı sö­zünü söyledi. Yine bizden kalkan olmadı. Sonra biraz daha namaz kılıp bize döndü ve aynı sözlerini tekrarladı.)[498] Hiç kimse kalk­mayınca Efendimiz beni çağırdı. Beni adımla çağırınca artık benim kalkmaktan başka yapabileceğim birşey yoktu. Efendimiz:

"Ya Huzeyfe! Git ve onların arasına gir, ne yaptıklarını kont­rol et. Ama sakın hiçbir hareket yapma bize öylece geri gel" bu­yurdu. Bende gidip müşriklerin arasına daldım. Ne göreyim bir yan­dan kasırga bir yandan Allah'ın göremediğimiz ordusu onlara yapaca­ğını yapıyor. Ne tencere, ne ateş, ne bina, yel hepsini dağıtıyordu.

Ebû Süfyan ayağa kalkıp: "Ey Kureyşliler! Vallahi siz hiçde eğle­şebileceğiniz bir mekanda değilsiniz: Görüyorsunuz develer ve atlar hep helak oldu. Kureyza oğulları ile aramıza ayrılık girdi ve onlardan bize hiç hoşlanmadığımız şu rehin haberi geldi. Gördüğünüz gibi rüz­gar şiddetine uğradık, ne tencerede güven bırakıyor, ne ateşimizi yak­tırıyor ne de çadırımızı koyuyor. Haydin bir an evvel buradan gidelim, ben gidiyorum" dedi.

Sonra da bağlı duran devesine gidip, üzerine bindi ve kalkması için devesine vurdu. Deve üç kere onunla beraber sıçradı. Vallahi devesi­nin bağını çözerken ayakta idi. Eğer Rasûlüllah'ın "Bana gelinceye kadar hiç bir şey yapmayacaksın" talimatı olmayıp ta dileseydim, Ke­sinlikle onu okla öldürebilirdim.

Sonra Rasûl-ü ekrem'in yanma döndüm. Rasûlüllah hanımlarından birine ait üzeri resimli yün bir elbise içinde namaz kılıyordu. (İbni Hişâm bu "Müreccel, resimli" kelimesini "Yemen elbise motivi" çeşi­dinden bir tür, diye izah eder.)[499] Rasûlüllah beni görünce ayaklarının yanına kadar getirdi ve üzerindeki elbisenin bir ucunu üzerine attı. Sonra rüku ve secde yaptı. Bende hala elbisede idim.

Rasûlüllah selam verince, bende kendisine anlattım. Gatafan kabi­lesi, Kureyş'in gece gittiğini duyunca alel acele toplanıp yurtlarına doğru yola koyuldular, (Sabah olunca Nebî (s.a.v.) de Müslümanlarla beraber Hendek'ten Medine'ye avdet etti ve silahını bıraktı.)[500] İşte Allah (c.c.) bu hadiseye Kur'an'da; (Ahzab sûresi âyet; 25)

"Allah kâfir olanları, hiç bir hayırs elde edemeden geri çevirdi. Allah mü'minlere (kafirleri rüzgarla defederek) harbe yetmiştir. Allah kuvvetli ve üstündür" âyeti ile belirtmiştir.

Buraya kadar anlattığımız bu hadiselerin hepsi Bekkâî'nin Muhammed b. İshak'tan yaptığı rivayettir.

Yûnus b. Bükeyr de Hişam b. Sa'd aracılığıyla Zeyd b. Eslem'den bu konuda şunu nakleder:

Adamın biri Huzeyfe'ye, "Yâ Huzeyfe! Biz sizi Allah'a şikayet edi­yoruz. Siz Peygamberle arkadaşlık yaptınız ve onun vaktine yetiştiniz, halbuki biz o vakte yetişemedik. [Siz Onu gördünüz, biz ise Onu göre­medik" diye tarizde bulundu. Huzeyfe bunu duyunca ona: "Biz, sizin onu görmeden ona olan imanınızı Allah'a şikayet ederiz. Vallahi ey kardeşim oğlu! Bilmem sen Rasûlüllah dönemine yetişseydin nasıl olurdun. Ben yağışlı soğuk bir gece olan Hendek harbi gecesinde Rasûlüllahla beraber olduğumuzu görür gibi hatırlıyorum. Ebû Süfyan ile arkadaşları oradaki meydana kamp kurmuşlardı. Rasûlülîah (s.a.v.):

- "Gidip müşrikler hakkında bize bilgi getiren kimseyi Allah cenne­tine sokacak, gidip onlardan bilgi getireni Allah, kıyamette İbrahim

Peygambere arkadaş yapacak" buyurdu. Lakin Vallahi bizden hiç aya­ğa kalkan olmadı. Efendimiz yine: "Gidip bize onların haberini getiren kimseyi Allah kıyamet günü benim arkadaşım yapacak" buyurdu. Ama vallahi kimse kalkmadı.

Ebû Bekir, "Yâ Rasûlellah bu işe Huzeyfe'yi yolla" deyince ben; "Vallahi benden başkasını" dedim. Allah Rasûlü, "Ey Huzeyfe!" de­yince "Lebbeyk! anam babam sana kurban olsun" dedim. Efendimiz "sen gidiyormusun?" buyurdu.)[501] Hadisin gerisini Zeyd b. Eşlem, ay­nen Muhammed b. Ka'b gibi haber veriyor. Sonunda ise; "Ben Ebû Süryan'ın bağlı hayvana binip sürmeye çalıştığını...., anlatmaya baş­layınca, Efendimiz gülmeye başladı, öyleki ben dişlerine bakmaya başlamıştım.[502]




[442] İbni Hişâm 3/248; Uyunü'l Eser 2/53.

[443] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/350-352

[444] İbni Hişâm 3/258.

[445] Taberî Tarih 2/555.

[446] İbni Sa'd Tabâkat 8/115, Tesmiyetü ezvâcın-Nebî sayfa 69.

[447] İbni Sa'd Tabakat 3/614, 8/338, İbnü'l Esîr Üsdü'l Ğabe 5/587, İbnü Abdi'l Ber El'istîâb 4/362.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/353-359

[448] Bak Vakidî Meğazî 1/395, İbni Sa'd Tabakat 2/61. Taberî Tarih 2/555.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/360

[449] Vakidî Meğazî 1/403.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/360-361

[450] Vakidî Meğazî 1/404.

[451] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/362-364

[452] İbni Sad Tabakat 8/118; İbni Hişâm 4/8, 9.

[453] İbni Hişâm 4/6, 7.

[454] Buharî Tefsir, Suretü'l Münâfikîyn Müslim 2584.

[455] Buharî Tefsîr, Münafikûn Sûresi Taberî Tarih 2/     Taberî Tefsir.

[456] Müslim 2782.

[457] Müslim 2782.

[458] İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/365-371

[459] İbni Hişâm 4/10.

[460] Bu rivayet Zehebî'nin Âli bir isnadıdır. 10 ravi İle hadis Hz. Âişe'ye ulaşıyor ki 7 asırda bu kadar âli İsnad az görülür. Buharî ise aynı hadiseyi Urve'den verir ve Hz. Âişe'yi anmaz. Bak.

[461] İfk âyetinde ifade edilenler, "Abdullah b. Übey b. Selûl, Hamme bin. Cahş, Abdullah b. Cahş, Mistah, Yezîd b. RifSa ve onlara lafı yaymada yardımcı olan Hassan b. Sabit" idiler.

[462] Âyet ve Mealleri şudur (Nur; 11-21):

[463] Buharî Tefsîr-i Sürat in-Nûr Müslim 2770.

[464] Buharı Megazî 64/     

[465] İbni Hişaâm 4/12

[466] Buharî Meğazî 64/  Hassaân b. Sabit, Divan sayfa 324. İbni Hişâm 4/13.

[467] İbni Hişam 4/13; Taberî 2/618.

[468] îbni Hişâm 4/13; Taberî 2/618. 

[469] İbniHİşâm4/I4

[470] İbni Hişâm 4/14

[471] İbni Hişâm 4/14; Taberî

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/372-389

[472] Vakidî Meğazî 2/440

[473] Vakidî Megazî 2/440, 444.

[474] İbni Hişâm 4/259 ve devamı. Tabert İbni İshâk'tan naklen 2/.

[475] İbni Hişâm 4/260.

[476] İbni Hişâm 4/260.

[477] İbni Hişam Sîre 4/260.

[478] Üst kaynak.

[479] Urve Meğazî 185; tbni Hişâm Sîre 3/261.

[480] Roma kuyusu.

[481] İbni Hişâm 3/261; Beyhakî Delâil 3/429.

[482] Beyhakî Delâil 3/430; İbni Hişâm 3/261.                          :.

[483] Buharî Meğazî 29 nolu babda Hz. Âişe (r.a.)'nin bu âyeti okuyarak "bu hadise Hendek savaşında olmuştu dediğini nakleder. Müslim haberi Tefsir bölümünde 3020 no ile verir­ken Beyhakî Delâil'inde 3/433'de nakleder.

[484] Beyhakî Delâil 3/435; îbni Hişâm 3/262; Ibnİ Hişâm bu Muatteb'in münafıklardan olmayıp ancak etkilenerek böyle konuştuğunu yoksa onun Bedir harbine katılmış bir zat olduğunu izah eder.

[485] İbni Hişâm 3/262; Taberî 2/94.

[486] Hadisin Sadece bu bölümünün Taberânîni Kebirinde (Cild: 3, Sayfa: 57) 2676 nolu uy­durma bir hadisin arasına hiç münasebet almadan sıkıştırılmış, ne baş ne son itibarıyla a-lakası da yok. Bilmem nasih'in hatası, şimdilik el yazma nüsha ile mukabeleye vakit bula­madım.

[487] İbni Hişâm 3/262.

[488] İbni Hişâm 3/263; Taberî Tarih 2/94; Beyhakî Delâi) 3/436, 437. İbni Hişâm aynı beyti bazı kelime farkları İle vererek orada dördüncü bir beyit vardır. Zehebî'nin almadığı bu beyit şudur;

4- Ben onun elbisesini almaya tenezzül etmedim. Halbuki vurulup yan üstü ya­tan ben olsaydım o benim elbisemi çoktan soyup ganimet diye almış olacaktı.

İbni Hişam "Şiir otoritelerinden çoğu bu sözlerin Hz. Ali'ye ait olacağında şüphe etmektedirler" der.

Taberî'nin İbni İshâk rivayetinde bu beyitler yoksa da şu ilaveler vardır:

"Orada Amr ile beraber iki kişi daha öldürüldü. Münebbih b. Osmana ok isabet edip Mekke'ye dönünceye kadar yaşayıp varınca öldü. Diğeride Nevfel b. Abdullah b. el-Muğıre idi, Hendeği geçeceğim derken içine düştü. Müslümanlarda onu taşa tuttular. O da "Ey arablar, bundan daha iyi bir öldürme tarzı yokmu?" deyince Hz. Ali Hendeğe atlayıp onu öldürdü."

[489] Süheylî'nin Ravdu'l Unf (3/280) adlı şerhinde bu beytin eski bir recez olup Sa'd'ın onu darb-ı mîsâi olarak getirmiş olduğu nakledilir. Haberin bu bölümü tbni Ebî Şeybe'nin Musannefinde 14/408 de geçer.

[490] İbni Hişâm 3/263; Beyhakî Delâil 3/441; Taberî Tarih 2/95.

[491] Burada Zehebî'nİn metninde takdim ve te'hir var, biz İbni Hişâm Taberî ve Beyhakî rivayetlerindeki metni esas alarak terceme ettik.

[492] Taberî 2/96; İbni Hişâm 3/228; Beyhakî Delâil 3/443; Süheyli Ravdu'l Unfta (3/281) "bu rivayeti, bazı âlimlerin İsnadı munkatı'dır diye red ettiklerini, hem bu doğru olsa o zaman Hassan gibi korkakları hicveden bîr zat korkak olmuş olurdu ve diğer düşman şairler onu hicvederlerdi. Oysa hiçbiri Hassanı korkak diye tanımlamıyor" diye naklediyor. Derimki: Süheylî'nin bu talili doğru sayılmaz. Bîr kere haberin metninde "Hassân'ın korkudan git­mediği" gibi bir şey yok. Belkide onun o andaki vazifesi çocukları ve kadınları kale içinde korumak olduğu için dışarıya gitmek için kendini vazifeli görmemiş olabilir. Ayrıca bu haberi Yahya b. Abbad babası olan Abdullah b. Zübeyr (r.a.)'İn oğlu olan Abbad b. Abdillah b. Zübeyr'den naklediyor. Yahya Sika birisidir. Babası ile bu Ümmetin ikinci ku sağı olan Tabiîn'in en ileri gelen alimlerinden biridir. Hem İbni îshâk'm Yahya b. Abbad'dan hadis naklettiği bilinen bir gerçektir. Evet Abbad sahabe olmadığı için haber munkatı ise de bu onun doğru olmadığını göstermez Zîra Abbad'm babası Abdullah b. Zübeyr, hem babası hem kendisi sahabe üstelik Hz. Âişe'nin bacısı Esma (r.a.)'nın oğlu, yani Hz. Ebû Bekr'in de torunudur. Bu vesile ile Teyzesi Âişe yoluyla gelen haberleri en iyi bilenler o ailenin fertleridir. Diğer kardeşi Urve'nin Hz. Aişe'den nakilleri cümlenin malumudur. Ayrıca Hişâm b. Urve de bunu babasından nakleder.

[493] İbni Hişâm 3/264; Taberî Tarih 2/96.

[494] Beyhakî Delâif 3/443. Burada "Müşriklerden birini öldüren ilk Müslüman hanımı Safıyye olmuştur" ilavesi vardır.

[495] Beyhakî Delâil 3/445; İbni Hişâm 3/265; Taberî 2/96. Hadisin "harb hiledir" kısmı pek çok kaynakta yer alır.

[496] "Beyhakî rivayetinde "Hifâf' yerine "Kürâ1" yazılıdır ki deve anlamına gelire. Belki o daha sağlam bir zabt olabilir. Delâil 3/447.

[497] İbni Hişâm 3/262, 265; Taberî 2/96, 97; Beyhakî Delâil 3/446,447; Vakidî Meğazî

Beyhakî burada (3/447) İbni İshâk'tan Yezîd b. Rûman - Urve isnadıyla Hz. Âİşe (r.a.)'nin şöyle anlattığını nakleder:

- Nuaym b. Mes'ud, müthiş jurnalci bir adamdı Rasûlüllah onu çağırıp: "Yahudiler bana "Eğer Kureyş ve Gatafanhlardan bir kısım ayanlarını rehin alıp sana vermemiz ve senin onları katletmen bizden razı olmanı temin edecekse biz bu isteğini yapacağız" diye haber saldılar" dedi. Nuaym da gidip bu durumu müşriklere bildirdi. Nuaym onlara git­mek üzere oradan ayrıldığında Nebî (s.a.v.) "Harp hiledir" buyurdu. Aynı Hadiseyi İbni Ebî Şeybe 14/417 de Yezîd b. Harun -Hammad b. Seleme- Hişâm b. Urve isnadıyla Hz. Âişe'nİn yeğeni Urve'den nakleder. Sadece Nuaym adını Mes'ud diye verir ve "Harp hile­dir" kısmını da söylemez. Ancak 4/424 te yine Urve'nin Rasûlüllah Kureyza günü "Harp hiledir" dediğini nakleder.

[498] Parantez arası Taberî rivayetinden ilavedir.

[499] îbni Hişâm 3/266.

[500] İbni Hişâm 3/265, 266; Taberî 2/97, 98; Beyhakî Delâil 3/449, 455 arasında Huzeyfe'nin bu hadisesini

1- Yezîd b. Şerik et-Teymî

2- Bilal el-Absî,

3- Abdülazîz (Huzeyfenin üç yeğeni

4- Muhammed b. Müslim b. Vara

5- Ömer (r.a-)'in kölesi Zeyd b. Eslem'den ayrı ayrı rivayetlerle verirsede İbni îshâk'm bu Muhammed b. Ka'b haberini almaz. Yezîd b. Şerik'in haberini Müslim Cihad da 99 no ile verirken Bilal el-Absî'nin kendisini Hâkim Müstedrek'te (3/(31) verip sahih sayar ve Zehebî de ona doğrular.

[501] Parantez arasındaki rivayet Beyhakî'den ilavedir. Zîra Zehebî merhum hadisi çok kısaltmış idi.

[502] Beyhakî Delâil 3/455.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/390-411


Konu Başlığı: Ynt: Hendek savaşı
Gönderen: Mehmed. üzerinde 01 Ekim 2021, 19:00:44
Esselamu aleyküm Rabbim bizleri de hak yolunda akıllıca savaşan kullarindan eylesin Rabbim paylaşım için razı olsun


Konu Başlığı: Ynt: Hendek savaşı
Gönderen: Sevgi. üzerinde 03 Ekim 2021, 03:10:32
Aleyküm Selâm. Rabb'im bizleri herzaman rızasına uygun şekilde hareket eden kullarından olabilmeyi nasip etsin inşaAllah