๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Tarihül-İslam => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 18 Nisan 2011, 13:57:25



Konu Başlığı: Efendimizin yola çıkışı
Gönderen: Sümeyye üzerinde 18 Nisan 2011, 13:57:25
Efendimizin Yola Çıkışı


İbni îshâk -(Zührî-Ubeydullah b. Abdullah) isnadıyla Abdullah b. Abbas (r.a.)'dan şöyle dediğini anlatır: Sonra Resûlullah (s.a.v.) Mek­ke'nin fethine doğru yola çıktı ve Medine'ye, Ebû Rühm el-Gıfârîyi vali ta'yin etti. Ramazan ayının onuncu günü yola çıktı. Resûlullah'da beraberindekiler de oruç tuttu. Yolda Usfân ile Emeç arasındaki Kûdeyd denen yere geldiklerinde orucunu açtı. Ebû Rûh'mün adı. Külsûnı b. Husayn'dır.

Said b. Beşîr, Katâde'den naklediyor: Huzâa kabilesi kendi yurtla­rında Müslüman oldu. Resûlullah (s.a.v.) onların İslâmmı kabul etti. Onların İslâm'ını kendi yurtlarında yaşayıp -hicret etmeden- sürdür­melerini sağladı.

Saîd b. Abdi'lazîz ve diğerleri, Resûlullah (s.a.v.)'in Huzâa kabile­sini Hudeybiye sulhu esnasında kendi ahdine aldığım söylemekte-dir.[362]

Velîd b. Müslîm der ki: Bana, Amr b. Dinar'ı tahdis ederken-duy-duğunu söyleyen bir zat Amr'ın, İbni Ömer (r.a.)'tan şöyle dediğini nakleder: Huzâa kabilesi, Resûlullah (s.a.v.) ile dayanışına anlaşması yapmıştı. Nüfâse kabilesi ise Ebû Süfyan'la anlaşmalı idi. Nûfase'liler, Huzâa'ya saldırdı, Kureyş de onlara yardım etti. Resulü Ekrem Kureyş'e hemen harb ilan etmeyip onlara Damra'yı yolladı ve şu üç şeyden birisini seçmede serbest olduklarım bildirdi.

1- Yâ Huzâa'mn öldürülen adamlarının fidyesini vermeyi kabul e-decekler.

2- Veya Nufâse kabilesiyle olan yardımlaşma anlaşmasını boza­caklar.

3- Değilse aralarındaki anlaşma aynen kendilerine geri iade edile­cek. Kureyşliler; "aynen iade olsun" dediler. Nebi (s.a.v.) Kureyş'in üzerine yürümeye karar verince pişman oldular ve Ebû Sûfyan'ı "sulh anlaşmasını yenileme isteği11 için Medine'ye yolladılar.

İbnü Lehîa, Ebu'I Esved'in Urve'den şöyle dediğini anlatır: Ed-Deyl oğullarından Nüfâse boyu ile Kâb oğulları arasında savaş vardı. Kureyş ile Kinâne oğulları, Kâb oğullarına karşı Nüfâse'lilere yardım etti. Müdlic oğulları dışında hepsi anlaşmalarını bozup attı. Sâdece bu Müdlic'liler Resûlullah ile yaptıkları anlaşmada vefalı kaldılar.

-İbnü Lehîa, burada olayın gerisini ve Amr b. Sâlim'in yardım iste­yen şiirini nakleder. Sonra da devamla der ki: Nebi (s.a.v.):

"Eğer kendime yardım eder gibi Ka'b oğullarına da yardım etmezsem ben de yardım olunmayayım" buyurdu. O sırada bir bulut meydana geldi. Resûlullah (s.a.v.) ;

"İşte şu bulut! Kâ'b oğullarını zaferini yağdıracak, şimdi Ebû Sûfyan'ı bir görün hele! Zira o yakında anlaşmayı yenileyip sulh süresini uzatmaya gelecek" buyurdu. Gerçekten de Ebû Sûfyan gele­rek: "Yâ Muhammedi Akdi yenileyip süreyi de artır" dedi. Nebi (s.a.v.):

"Demek sen bunun için mi geldin? Demek buraya gelmeden önce bir olay oldu da öyle geldin!" buyurunca: "Allah korusun" de­di. Nebi (s.a.v.) de: "Biz hâlâ eski akdimiz ve sulhumuzu devam et­tiriyoruz" buyurdu.

Ravî bundan sonra onun Ebû Bekre, Ömer'e Osman'a ve Ali'ye ricaya gidişini naklederek söze devam eder:[363]

Ali (r.a.) Ona: "Yâ Ebû Sûfyan, sen Kureyş'in en büyüğüsün. Git insanların arasında himaye iste!" dedi. O, "doğru dedin. Ben öyleyim, deyip, "Dikkat edin, ben insanların arasında sizin himayenizde olduğumu ilan ediyorum." himaye edilmemin reddedilip hakarete uğraya­cağımı sanmıyorum diye bağırdı" O da, "Yâ Ebâ Hanzala! bunu sen böyle sanıyorsun? dedi.[364] Ebû Sûfyan oradan ayrılıp gitti. O giderken Nebi (s.a.v,):    "Allahim! Gözlerini ve kulaklarını kapa da beni göremesinler, ansızın varayım" diye dua etti.

Ebû Sûfyan Mekke'ye varıp kavmine durumu anlattı. Onlar bunu duyunca: "Sen, batıl, geçersiz bir akde razı oldun ve bize, bizim der­dimize derman olmayan birşey getirdin. "Ali seninle oynamış" dediler.

Resûlullah (s.a.v.) hazırlığı kuvvetlendirdi ve bunu gizli tuttu. Ebû Bekir (r.a.) kızı Âişe (r.a.)'nın yanına geldi. Resûlullah'ın sefer hazır­lıklarından bir kısmım görüp birşey anlayamayınca, "Resulü Ekrem nereye hazırlanıyor?" dedi. Hz. Aişe'de: Sende hazırlan, zira Resûlullah kavmini gazaya götürecek. Çünkü Ka'b oğullarına kızmış" dedi. O sıra Resûlullah içeri girdi. Hz. Aişe babasınım kendisine haber verdiği şeyleri, Peygamber ona anlatmadan önce ağzından kaçıracak diye korktu ve babasına gözüyle "sus" işareti yaptı. O da hiçbir şey söylemedi. Resûlullah (s.a.v.) Ebu Bekirle bir saat konuştuktan sonra;

"Hazırlandın mı yâ Ebû Bekir?" dedi. O, "ne için Yâ Resûlallah!" deyince;

"Kureyş'le savaşa, zira onlar anlaşmaya ihanet edip onu boz­dular. İnşâallah biz gazaya gideceğiz" buyurdu. Sonra insanlara se­fere gidilecek ilanını yaptırdı. Hatıb'da bunu Kureyşe mektupla yazdı... Ravi bundan sonra bu olayı anlatarak sözüne şöyle devam eder:

-Sonra Resûlullah (s.a.v.), Muhacir ve Ensar ile, Eşlem, Gıfar, Müzeyne, Cüheyne ve Benî Süleym kabilelerinden oluşan oniki bin kişilik bir toplulukla yola çıktı. Atları sürerek Merri-Zahrân denilen yere kadar geldiler.Kureyşin daha haberi yoktu. Hakîm b. Hizam ile Ebû Sûfyan'a: "Gidin de ya himaye edilmemizi kabul ettirin yahut harb

ilanı yapın!" diyerek tekrar Medine'ye yolladılar. Onlar yola düşmüş gelirken -Büdeyl b. Verkâ'ya rastladılar ve onunla sohbet ettiler. Büdyl de onlarla yola çıkıp ta Mekke civarındaki El-Erâk denen yere yatsı vakti geldiklerinde çadırları ve askerleri gördüler. Atların kişnemele­rini duyduklarında korktular. Ebû Sûfyan, "Bunlar Ka'b oğulları olsa gerek harb sebebiyle gece gidiyorlar" dedi. Büdeyl de, "bunlar Ka'b oğullarından fazla görünüyor. Onların toplamı buna ulaşamaz, yoksa Hevazin kabilesi bizim toprağımıza gelmiş olabilir ama sanmıyorum böylesi ancak hac için gelenler olabilir" dedi.

Resûîullah'ın (s.a.v.) süvarileri -gözcü ve kolculuk yapmaya gelen­leri yakalamak için- Önden gönderildi. Huzâalılar zaten yol olup kimseyi geçirtmiyorlardı.[365] Ebû Sûfyan ve arkadaşları, Müslümanların as­keri kampına geldikleri gece bu süvariler tarafından yakalanıp getiril­diler. Ömer onu görünce kalkıp boğazına sarıldı ise de oradakiler onu kucaklayıp götürdüler ki, Ebû Sûfyanı Peygamberin huzuruna götüre­ceklerdi. Nöbetçi onu Peygambere ulaştırabilmek için öldürülür kor­kusuyla bir yere hapsedip korudu.

Efendimizin amcası Abbas (r.a.) cahiliye devrinde onunla arkadaştı. Ebû Sûfyan olanca sesi ile bağırarak: "Abbas benimle bir müşavere etmeyecek mi?" dedi. Abbas gelip onu himaye etti ve Peygamberden Ebû Sûfyan'ın kendi eline teslimini istedi. Onu alıp gece karanlığında ashabın kampına götürerek, ordunun ne kadar kalabalık olduğunu gös­terdi. Ömer onun boğazına sarıldığında, Ona: "sen ölene kadar bir da­ha Peygamber'e yaklaşma!" demişti o, Abbastan yardım dilyerek, "ben ölmüş sayılırım!" dedi. Abbas da onu insanlardan korudu: Ebû Sûfyan ordunun sayısındaki çokluğu görünce, "ben bu geceki gibi hiçbir kav­min toplandığını görmedim!" dedi.

Abbas onu insanların elinden alınca: "Eğer sen Müslüman olup da Muhammed (s.a.v.)'ın Allah Resulü olduğuna şehadet etmezsen kesinlikle kendini ölmüş bil!" dedi. Ebû Sûfyan, Abbas'ın bu söylediğini söylemek istiyor ama dili bir türlü ona dönmüyordu. Böylece o gece Abbasla kaldı. Hakîm ve Büdeyl ise Resûlullah'm huzuruna gelerek Müslüman oldular. Resûlullah'da onlardan Mekke halkı hakkında bilgi almaya başladı.

Sabah ezanı okununca insanlar dağılmaya aşladı.[366] Ebû Sûfyan pa­niğe kapılarak, "Yâ Abbas! bunlar ne istiyorlar?" dedi. Abbas da, "On­lar namaza yapılan ezan da'vetini duyup, Peygamberin namaza gelişini görme sevincini yaşamak için böyle yapıyorlar" dedi. Ebû Sûfyan on­ların namaza gelişlerini, Peygamberin secde edince secde, rükû edince rükû edişlerini gördü de, "Yâ Abbas! Onlara bir şey emretmeye görsün hemen yapıyorlar!" dedi. Abbas (r.a.)da, "eğer onlara yeme ve içmeyi bile yasaklasa yine itaat ederlerdi." dedi. Ebû Sûfyan, "Yâ Abbas! Sen Muhammed'le topluluğun arasındayken bir konuşsan, O'nun katında beni bunlardan kurtaracak bir af yok mu acaba?" dedi. Abbas (r.a.)da Ebû Sûfyanı alıp Nebi (s.a.v.)'in yanma girdi ve: "Yâ Resûlallah! işte Ebû Sûfyan" dedi. Ebû Sûfyan söze başlayıp: "Yâ Muhammed! ben kendi ilahımdan yardım istedim, sende kendi ilahından istedin. Vallahi her karşılaşmamızda sen bana üstün geldin. Eğer benim ilahım hak, senin ilahın batıl olsaydı ben seni yenerdim, ben artık "Allah'dan başka ilah olmadığına, Muhammed'in de Allah Resulü olduğuna şahitlik edi­yorum" dedi.

Daha sonra Abbas (r.a.): "Yâ Resûlallah! Ben şimdi senin bana, se­nin kavmin olan Kureyşe gitmeme, onları cehennem azabı ile ikaz e-dip Allah ve Resulüne da'vet etmeye izin vermeni arzuluyorum." dedi. Abbas'a izin verildi. Abbas izni alınca: "Yâ Resûlallah! Ben şimdi on­lara nasıl konuşayım? Onların tatmin olabileceği bir güven şeklini ba­na açıkla" ricasında bulundu. Resûlullah (s.a.v.)de ;

"Sen onlara; (kim Lâ İlahe İllallahü Vahdehû Lâ Şerikeleh, der ve Muhammed'in Allah Resulü olduğuna şehadet eder ve elini silahdan çekerse, o emniyettedir. Kim Kâ'benin yanına gider ve si­lahını bırakıp oturursa o emniyettedir. Kim evine girip kapısını örterse o emniyettedir) diyeceksin." Abbas, "Yâ Resûlallah! Ebû Sûfyan bizim -amca oğlumuzdur.[367] Ben ona ma'rufü öğrettim" de­yince Efendimiz (s.a.v.):

"Kim Ebû Sûfyan'm evine girerse emniyet altındadır!" buyurdu. Ebû Sûfyan'm evi Mekke'nin en yüksek yerindeydi. Efendimiz de­vamla; "Hakîm b. Hızâm'ın evine giren güvencededir" buyurdu. Hakîm'in evi Mekke'nin aşağısındaydı.

Peygamber (s.a.v.), Abbas'ı Dıhyetü'l Kelebî'nin kendisine hediye ettiği beyaz katıra bindirdi. Abbas, Ebû Sûfyanı terekesine alarak yola çıktı. Az sonra Resûlullah (s.a.v.) Onun izi sıra birkaç kişiyi gönderip onlara: "Abbas'ı bana geri getirin!" diyerek onlara Abbas için korktuğu sebebi anlattı. Elçi Abbas'a yetişti ve geri getirdi. Abbas da: "Yâ Resûlallah! Ebû Sûfyan'm insanların azlığını görerek İslâm'dan geri döneceğinden mi korkuyorsun?" diyerek geri dönmek istemedi. Nebi (s.a.v.) Ona; "sen onu yine de sıkı tut" buyurunca Abbas, Ebû Sûfyanı hapsetti.

Ebû Sûfyan durumu görünce, "Ey Haşim oğullan, bu ahde ihanet değil mi?" deyince Abbas, "biz ihanet edenler değiliz. Lâkin benim senden görülecek bir ihtiyacım var" dedi. O da, "o neymiş?, söyle de onu gidereyim" deyince Abbas (r.a.): "O ihtiyaç, ancak Halid b. Velîd le, Zübeyr b. Avvam sana geldiklerinde görülebilir." dedi.

Abbas (r.a.) el-Erak dışındaki geçitte durdu. Ebû Sûfyan onun söz­lerini gayet iyi Öğrendi. Sonra Nebi (s.a.v.) süvari guruplarını peşpeşe gönderdi. Süvarileri ikiye ayırıp Zübeyr'i (r.a) büyük bir süvari gurubu başında Mekke'ye yolladı.

Ebû Sûfyan'm durduğu yere geldiklerinde, Abbas'a "bu kim?" diye sordu. O da, "Zübeyr!" dedi. Zübeyr'in ardından Eşlem, Gıfâr ve Huzâ'a kabilelerinden oluşan bir ordu ile Halid b. Velîd oraya geldi. Ebû Sûfyan: "Yâ Abbâs! Şu herhalde Resûlullah'tır" dedi. Abbas, "ha­yır, ama Halid b. Velîd'dir" dedi.

Resûlullah (s.a.v.) kendi ön tarafında, Ensar'dan gönüllü bir askeri kıtanın başında Sa'd b. Ubâde'yi yola çıkarıp:

Bugün savaş günüdür, Bugün -Mekke'nin- haramlığı (hürmeti) helal olmuştur." buyuruyordu. Sonra da Muhacir ve Ensardan oluşan iman Kıt'ası içine dahil oldu.

Ebû Sûfyan oradan geçenlere bakıp tanımadığı bir sürü yüz gö­rünce: "Yâ Resûlallah! Şu gördüğüm yüzleri sen kavmine tercih mi et­tin?" deyince Nebi (s.a.v.):

"O dediğini sen ve kavmin öyle yaptı. Siz beni yalanladığınızda bunlar tasdik ettiler, siz beni geri atmaya uğraşırken onlar bana yardım etti" demişti.

O gün el-Akrar b.Habis, Abbas b. Mirdâs ve Uyeyne b. Bedr, Nebi (s.a.v.) ile beraberdi. Onları Peygamberin etrafında görünce, "bunlar kim yâ Abbâs?" dedi. O da: "bunlar Nebi (s.a.v.)'in bölüğü, bununla beraber olan "kızıl ölüm"dür, şunlarda Muhacirlerle Ensar'dır" dedi. O da "Geç ya Abbâs! Bugünkü gibi ne ordu ne de cemaat gördüm!" dedi.

Zübeyr yanındaki bölüğü getirip Mekke'deki el-Hacûn denen dağda durduğunda, Halit b. Velîd de harekete geçip Mekke'nin aşağı tarafın­dan girdi. Kendisine Bekr oğullan karşı gelip çarpıştılar ve onları boz­guna uğrattı. Onlardan takriben yirmi kadar adamı öldürdü. Sadece Hüseyl kabilesinden üç ya da dört kişi Öldürüldü, Onlarda yenildi. Sonra Müslümanlar (bugün Haremi şerifte kalan Hazvera da çarpıştı-

lar. Hatta evlere girdiler. Onlardan bir kısmı Hardemedeki dağın tepe­sine kaçtı da Müslümanlar onları kılıçlarıyla takib etti.

Resûhülah (s.a.v.) oraya en son giren grubla beraber girdi. O esnada dellal: "Kim evine girip kapısını örter ve elini silahtan çekerse o emniyet altındadır" diye ilan etti. Nebi (s.a.v.) Mekke'de adeten zî Tuva'da konakladı.

Yanındakilere: "Hassan nasıl demişti! "diye sorunca ashabından biri hemen Hassan b. Sabit'in ;

Ben kızağımı yitirdim, her ne kadar onu görmeseler de o şimdi "cennetül muallanm yanındaki Peygamberimizin Mekke'ye girdiği Kedâ tepesinin yamaçlarında tozu dumana katmaktadır." diyen şiirini okudu.

Nebi (s.a.v.) emrini verdi ve süvariler atlarını Hassân'ın dediği yer­den Mekke'ye soktular. Bir kısmı da Mekke'nin alt tarafı olan Zî Tuvâ'dan katıldı. Bekr oğullarıyla çok şiddetli bir çarpışma oldu. Gün­düzün belirli bir saatinde Allah, Peygamberine Mekke'nin hürmetini kaldırdı ki bu ;   

Hayır! Şu beldeye yemin ederim! Sen bu beldede -şu anda- hıll (hürmetine ihlal müsadesi verilmiş) durumdasın"[368] (Beled sûresi -2) ayetiyle izah edilen hürmetin kalkışıdır. Bunun üzerine de Resûlullah (s.a.v.) bir hadisinde:

"Buranın yasakları benden önce ve benden sonra hiç kimseye helal kılınmış değildir. Benim içinde -fetih günündeki- gündüzün verilen bir saat dışında yine helal edilmiş değildir." buyurur.[369]

Ebû Sûfyan Mekke'de: "İslâm'a girin ki kurullasınız!" diye bağırdı. Böylece Allah, Mekke'lileri Abbas (r.a.)'ın sayesinde kurtarmış oldu.

Ebû Sûfyan'm bu ilanını duyan karısı Hind koşarak geldi ve Ebû Sûfyan'ın sakalım tutup, "Ey Galiboğulları şu ahmak bunak yaşlıyı öl­dürün!" diy bağırdı. Ebû Sûfyan'da "sakalımı bırak! Vallahi eğer sen de Müslüman olmazsan kesinlikle senin de boynun vurulacaktır. Ya­zıklar olsun sana. Bize hakkı getirmiştir, evine gir de çeneni kapa" de­di.

Resûlullah (s.a.v.) Kabe'ye girerek bineği üzerinde Beytullah'ı yedi kere tavaf etti.[370]

Resûlullah Mekke'ye girince Safvânb. Ümmeye 'Denize doğru (Ciddeye) giderken, Ebû Cehl'in oğlu İkrime de Yemene doğru kaçtı. Unıeyr b. Vehb Resululah (s.a.v.)'e geldi ve "Yâ Nebiyallah! Safvan korkudan kaçtı, ona eman verseniz. Ben onun kendi sini-denize atarak-helak edeceğinden korkuyorum. Sen, esmere de kırmızıya da (İranlıya ve Bizanslıya) eman vermiş bir zatsın, bana Onu affettiğine dair bir belge verip ona yollasan!" dedi.

Resûlullah da; "haydi ona yetiş, O artık güvence altındadır" bu­yurdu. Umeyr ardından gidip ona yetişti "Peygamber sana can güven­cesi verdi" diyerek geri gelmeye da'vet etti. Safvan'da, "Vallahi senin yanında affıma dair benim tanıyabileceğim bir alamet olmadan sana güvenemem" dedi. Umeyr geri gelip durumu anlattı. Resûlullah (s.a.v.) ona Mekke'ye girdiğinde başına sardığı çizgili Bürdesini verdi. Umeyr varıp onu geri getirdi. SafVân: "Yâ Resûlallah! Sen şu adamın dediği can güvenliğimi verdin mi?" deyince "Evet" buyurdu. Safvan o zaman, "düşünebilmem için bana bir ay süre versen" deyince, Peygamberimiz de: "Sana iki ay müsade! umulur ki, Allah sana hidayet verir" buyurdu.[371]

Haris b. Hişam kızı Ümmû Hakîm o vakit Müslüman olup, İkrime b. Ebî Cehl'in hanımıydı. Kocasını aramak üzere Resûlullah'tan izin is­tedi. Efendimizde ona hem arama izni hem de İkrime'ye can güvenliği sözü verdi. Ümmü Hakîm Romalı kölesi ile yola çıktı. Yolda köle ka­dına tecavüz için çok uğraştı. Kadın onu ümitlendirerek, kendine ya­kınlık vadederek, Yemen'deki Akk kabilesinden bir guruba kadar geldi ve bu köleden kurtarılması için onlardan yardım istedi. Onlar da köleyi yakalahp bağladılar. Kocasına Tihame bölgesinin bir limanında tam gemiye binmişken yetişti.

İkrime gemiye binince, Lât ve Uzza adına sesini yükseltti. Gemide bulunanlar da, "Burada Allah'a tek olarak ihlasla dua dışında hiçbir şe­yin adıyla dua yapılması caiz olmaz." dediler. İkrime de: "Eğer de­nizde Allah'tan başkasına dua edilmezse o kesinlikle karada da tek ba­şına dua edilen zatdır. Allah'a yemin ederim ki, ben Muhammed'in ya­nına döneceğim" diyerek hanımiyla beraber Mekke'ye geri geldi. Re­sulü Ekrem'in yanma girip biat etti. Resûlullah'da biatim kabul etti.

(İbni İshâk'ın da anlattığı gibi) Halid b. Velîd'in müfrezesi karşı koymak   isteyenleri   bozguna   uğrattığında)[372]   Hüzeyl   kabilesine  mensub birisi (olan Himas kaçıp) evine girdi (ve karısına kapıyı ört dedi.) Karısı da ("daha önce dediklerin nerede kaldı ya!") diyerek o-nun kaçışını ayıplayıp, horladı. Bunun üzerine Himâs:

-  Sen bizi Handeme gününde, Savfa'mn ve îkrimeriin firar ettiği günde bir görseydin.

- Ebû Yezîd (Süheyl b. AmrJ'in sütun gibi (veya kocası ölen çocuklu kan gibi şaşkın olarak) dikile kaldığı ve Müslüman kılıçların onları karşıladığı günü bir görseydin.

-  Kolları ve başları kesip atıyor, artık ğumğume (anlaşılmaz hı­rıltıdan başka ses de duyulmuyor.

-  Onların arkamızda sadece göğüs hırlaması ve iniltileri kaldı. Ar­tık sen ayıplama hususunda en ufak bir kelime dahi söyleme![373]

Nebi (s.a.v.)'in Mekke-i Mükerreme'ye girişleri Ramazan ayında olmuştu. Söylendiğine göre Nebi (s.a.v.) Safvândan yüz tane zırh ve edevatını ödünç almıştı. O silahı en çok olan kimseydi.

Nebi (s.a.v.) Mekke'de on küsur gün kaldı.[374]

İbni İshâk anlatıyor: Nebi (s.a.v.) on bin kişilik bir topluluk içinde ilerleyip Merri Zahrân'a kadar gelip konakladı. Süleym kabilesini yediyüze tamamladı. Bazıları Süleynı'inde, Müzeyne'ninde bine ta­mamlandığım söyler. Muhacir ve Ensardan bu seferde geri kalan kim­se olmadı.

Abbas (r.a.) Mekke'den Medine'ye hicrete giderken yolda Resûlullah'a rastlamıştı. Abdulmelik İbni Hişâm ise bu karşılaşma ye­rinin Cuhfe olduğunu, ailesiyle beraber hicret ettiğini, daha önce Mek­ke'de haremin suculuk işini üstlenerek Mekke'de kaldığını ve Peygam­berin ondan razı olduğunu Zührî'den nakleder.[375]

İbni İshâk anlatıyor: Ebû Sûfyan b. el-Hâris b. Abdi'l Muttalib ile Abdullah b. Ebî Ümeyye b. el-Muğira Nîyk'ü'l Ukâb denen yerde, Ne­bi (s.a.v.)'e rastlamışlardı. Burası Mekke ile Medine arasında bir yer­dir. Hemen Efendimizin huzuruna çıkmak için bir aracı aradılar.

Ümmü Seleme validemiz onlar adına Resulü Ekrem'le konuştu ve: "Yâ Resûlallah! Birisi Amcanın çocuğu öbürü de halanın oğlu ve da-madınızdır" diye ricada bulundu. Efendimiz (s.a.v.):

"Benim onlara hiçbir ihtiyacım yok! Amcamın oğlu dediğin benim ırzımı parçaladı. Halamoğhı da bana Mekke'de demedik şey bırakmayan kişidir." buyurdu. Nebi (s.a.v.)'in bu sözü Ebû Sûfyan'a ulaşınca, "Vallahi ya bana huzuruna girmeye izin verecek ya da şu çocuğumun elinden tutup alıp başımızı açlık ve susuzluktan öle­ne kadar yeryüzünde yürüyeceğiz" diye yanındaki oğluna işaret etti.

Ebû Sûfyan'm bu sözü Peygamber'e ulaşınca onlara acıdı ve izin verdi. Onlarda Huzûr-u Risâlete girip Müslüman oldular. İşte o zaman Ebû Sûfyan şu şiiri okudu:

1- Ömrüne yemin olsun, ben Lat putunun süvarileri Muhammed'in süvarilerini yenmesi için bayrak taşıdığım gün.....

2- Gecesi kapkara olup da şaşkın şekilde gece yolculuğu yapan kimse gibi idim. İşte bana yol gösterilip hidayete erdiğim andaki ha­limde bu.

3- Beni doğruya kendimden başka biri ulaştırdı. Beni Allah'a ken­disini en uzak yerlere uzaklaştırdığım zat ulaştırdı.

4- Muhammed'den uğraşa uğraşa ben insanları men edip kendimi de uzaklaştınyorken, her ne kadar Ona intisab etmemiş bile olsam. Muhammed tarafından da'vet edildim.

Dediklerine göre Ebû Sûfyan Peygamber'e bu şiirin, "Beni Allah'a kendini uzaklara attığım zat ulaştırdı" bölümünü söyleyince Nebi

 (s.a.v.) Onun göksüne bir yumruk vurup: "Beni uzaklara atan sen­din" buyurdu.[376]

Saîd b. Abdilazîz, Atıyye b. Kays aracılığıyla Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)'tan: "Mekke fethi gazasına ramazan ayının ikinci gününde oruçlu iken yola çıktık. El-Kedîd denen yere geldiğimizde Resûlullah orucu­muzu açmamızı emir verdi." dediğini anlatır.[377]

Zührî, Ubeydullah yolu ile İbni Abbas (r.a.)'tan naklediyor: "Resûlullah (s.a.v.) Mekke fethine çıkarken oruçlu idi. El-Kedîd denen yere varınca orucunu açtı insanlarda açtılar" Hadisi Buharî naklediyor.[378]

Ezvaî derki: Bana Yahya b. Ebî Kesir Ebû Seleme'nin şöyle dedi­ğini anlatıyor: Ebû Bekir'le Ömer (r.a.)'lar, Merri Zahran'da Peygam­berin huzuruna girdiler. Peygamber (s.a.v.) yemek yiyordu. Yemeğe buyurun deyince, ikisi birden "biz oruçluyuz!" dediler. Peygamber (s.a.v.) de:

"Haydi şu iki dostumuza yemek yapın dostlarınıza yemek gö­türün haydi ikiniz de yiyin yiyin!" buyurdu. Bu haber "Mürsel" bir isnaddır. (Zira Ebû Seleme sahabe değildir.) Buradaki Efendimizin "yiyin" demesi "Oruçlu olmanıza rağmen yiyin" takdirindedir.[379]

Ma'mer b. Raşid der ki: Ben Zührî'yi, "bana Ubeydullah, İbni Abbas (r.a.)'tan şöyle anlattı" derken işittim: Nebi (s.a.v.), Ramazan ayında beraberinde onbin kişilik bir kuvvetle yola çıktı. Bu olay Onun Medine'ye hicret edişinin sekiz buçuk yılın geçtikten sonra olmuştu. Beraberindeki Müslümanlarla Mekke'ye doğru hem kendi, hem de ar­kadaşları oruçlu olarak hareket edip Kedîd mıntıkasına kadar geldi.

Kedîd, Usfan ile Kudeyd arasında bir yerdir. Orada hem kendisi oru­cunu bozdu hem de ashabı oruçlarını bozdular.

Zührî hadisi anlattıktan sonra der ki: Seferde oruç tutmamak, hem tutulup hemde tutulmama tatbikatında görülen- iki ayrı tatbikatın so­nuncusudur. Bu Resûlullah'm tatbik ettiği iki ayrı şeklin ikincisinin yani en son yaptığının esas alınması şeklinde gerçekleşir.

Zühri yine der ki: "Resûlullah (s.a.v.) Ramazanın onüçüncü günü Mekke'ye ulaştı." Bu hadisi Buharî ile Zührî'nin sözü almadan Müs­lim'den naklettikleri gibi[380] Yunus b. Bükeyr'de Zührî'den aynı "sekiz buçuk" diyerek hareket yılının tarihini vererek nakletmektedir.[381]

Abdullah b. İdrİs-Eş-Şafıî- İbni İshâk'tan İbni Şihâb-ı Zührî, Muhammed b. Ali b. El-Huseyn, amr b. Şuayb, Asım b. Amr b. Katâde (Abdullah b. Ebî Beler) ve diğerlerinden: "Mekke Fethi Rama­zanın bitimine on gün kala gerçekleşmiştir." dediklerini nakleder.[382]

Vakîdi anlatıyor: Resûlullah (s.a.v.) Ramazan ayının onuncu çar­şamba günü ikindiden sonra yola çıktı. (Medine'den yedi mil uzaktaki) Es-Sulsul'a varana kadar kararını gevşetmedi. Müslümanlar atları ye­deklerine alıp develerine binerek hareket ettiler. Sayıları on bin idi.[383]

Urve ile Musa b. Ukbe ise: Nebi (s.a.v.)'in oniki bin kişi ile yola çıktığını söyler.[384]

Abdullah b. İdrîs, Muhammed b. ishak-Zührî-Ubeydullah b. Ab­dullah b. Ulbe isnadıyla Abdullah b. Abbas (r.a.)'tan naklediyor: Fetih yılında Abbas (r.a.) Ebû Sûfyanı getirdi, O da Merri Zahran denen yerde Müslüman oldu. Abbas: "Yâ Resûlallah! Ebû Sûfyan iftihar et-

ısımeyi sever. Ona iftihar edeceği birşey yapıversen" deyince, Nebi (s.a.v.) "evet olur" deyip:

"Ebû Sûfyan'ın evine giren kurtulmuştur, Evine girip kapısını örten kurtulmuştur." buyurdu.[385]

Bu hususta Sika olan bir âlim îbnı ishak'dan aynı isnadla şu ilave bilgiyi aktarıyor: Ebû Sûfyan bu sözü duyunca, "Benim evim almaz ki!" dedi. Nebi (s.a.v.):

"Kim Kabe'nin içine girerse o kurtulmuştur!" buyurdu. Ebû Sûfyan, "Kabe kaç kişi alacak ki?" deyince Resulü Ekrem:

"Kim evinin kapısını örtüp, içeri girerse kurtulmuştur" bu­yurdu. Ebû Sûfyan da: "İşte bu hepsini alır!" dedi.[386]

Hammâd b. Zeyd, Eyyûb es-Sahtiyani yoluyla İkrime'den[387] şöyle nakleder: Resûlullah (s.a.v.) Merri-Zahrân'a konakladığında, (kendisi ile beraber Medine'den gelmiş bulunan)[388] Abbas: "Kureyşliler beri gelin!. Vallahi eğer Resûlullah oraya hücum ederek girer ve silah zo­ruyla Meldke'yi -ele geçirirse, bu Kureyşlilerin dünyanın sonuna kadar mahvolması demektir." deyip, Resûlullah'm beyaz katırına bindi ve "Erâk'a doğru gideyim, belki bir oduncu, veya sütçü ya da Mekke'ye giden birini bulup Resûlullah'm bulunduğu yeri Kureyş'e bildirsem de gelip Peygamberden can güvenliği isteseler." diye düşündü.

Abbas der ki: Böylece yola çıktım. Vallahi Erâk'ta dolaşıp duruyor­dum ki, Ebû Sûfyan, Hakim b. Hizam ve Büdyl b. Verkâ'nın sesini işittim. Meğer bunlarda Resûlullah (s.a.v.)'in ne yaptığı hakkında haber araştırması yapmaya gelmiş. Ben Ebû Sûfyan'ın sesini, "ben bu günkü gibi ateş yandığını asla görmedim" derken duydum. Büdeyl de, "Bu Huzâalıların ateşi, herhalde harp için toplanmışlar." dedi. Ebû Sûfyan, "Huzâa'lılar bundan daha az ve daha önemsizdir" dedi. Ben sesini tammıştım; "Ebû Hanzale!" diye seslendim. "Ebû'l Fazl!" dedi. Ben de, "evet o" dedim. "Lebbeyk, anam babam sana feda olsun!" dedi. Ben, "haydi şu katırın terekesine bin de sana Peygamberden güven isteye­yim. Çünkü eğer seni eline geçirirse vallahi boynunu vuracak!" dedim. Hemen arkama bindi, arkadaşları da geri döndü. Ben de onu Resûlullah'ın yanına doğru götürdüm.

Ne zaman Müslümanların yaktıkları ateşlerden birinin yanından geçsem bize bakıp, "Resûlullah'ın amcası, Resûlullah'ın katırına bin­miş" deyip oturuyorlardı. Nihayet Ömer (r.a.)'m yaktığı ateşin yanın­dan geçerken, bize bakıp arkamda onu gördü ve "işte bu Ebû Sûfyan'dır. Seni Allah düşmanı, Elhamdülillah! O Allah ki, ne akit ne anlaşma olmadan seni ele geçirme imkânım bana verdi." deyip Pey­gamberin yanına doğru fırlayıp koştu. Ben de katırı koşturup onların kapısını göğüsledim. Ağır hayvanın, ağır canlı insanı geçişi gibi Ömeri geçmiştim.

Ömer arkamdan gelip çadıra girdi ve: "Yâ Resûlallah! İşte Allah düşmanı, Ebû Sûfyan! hiçbir akit ve anlaşma olmadan Allah onu ele geçirme imkânını verdi. Müsade et de boynunu vurayım!" dedi. Ben de, "Yâ Resûlallah! ben ona can güvenliği sözü verdim." diyerek Re­sulü Ekrem'in yanma oturdum, başına elimi koyup: "Vallahi dün gece onunla benim dışımda kimse sırları konuşmadı." dedim.

Ömer sözü çoğaltınca, "Yavaş yâ Ömer, vallahi sen bu sözleri sırf bu adam Abdimenafoğullarmdan biri olduğu için söylüyorsun, eğer Adiy b. Ka'b oğullarından -yani senin ailenden biri- olsaydı bu sözleri söylemezdin" dedim. Ömer (r.a.)'ta, "ağır ol yâ Abbâs! vallahi senin İslâm'a girdiğin o gün varya, -eğer girmiş olabilseydi babam- Hattâb'ın İslâm oluşuna sevineceğimden fazla sevinmiştim. Bunun sebebi de sa­dece; senin İslâm'a girişinin Resûlullah (s.a.v.) için -babam Hattâb'ın İslâm'a girişinden, tabi nasibi olsaydı- daha sevindirici oluşundandır." dedi. Resûlullah (s.a.v.) bunun üzerine:

"Haydi onu götür, biz ona güvence verdik. Yalnız yarın onu bana getireceksin!" buyurdu. Abbas da onu çadırına götürdü.

Sabahleyin onu alıp Peygamber'e getirdi. Resûlullah onu görünce: "Yazık sana ey Ebû Sûfyan, hâlâ "Lâ ilahe illallah" kelimesinin hakikatim bilme vaktin gelmedi mi?" buyurdu. Ebû Sûfyan: "Anam babam feda olsun, sen ne ikramlı, ne kadar akrabaya bağlı birisin Val­lahi biliyorum ki, Allah'la beraber bir de başka ortağı olsaydı benim bir takım ihtiyaçlarımı giderirdi." dedi. Nebi (s.a.v.:

"Yazık sana Ey Ebû Sûfyan! Benim de Allah'ın Resulü oldu­ğumu bilmenin vakti daha gelmedi mi?" buyurunca, O: "Anam ba­bam feda olsun. Sen ne akraba bağlısı, ne kadar cömertsin. Ama bu Peygamberlik konusunda gönlümde bir şüphe var" dedi. Bunun üze­rine ben: "Yazıklar olasıca, çabuk davranda boynun vurulmadan önce hakiki şehadetleri getirsene," deyince, O şehadet kelimelerini söyledi. O şehadet getirdiğinde Peygamber (s.a.v.)de:

"Yâ Abbâs! bunu götür, vadinin daraldığı yerdeki dağın geçi­dinde onu alakoy da, Allah ordusunun önünden geçişini bir sey­retsin." buyurdu.

Ben, "Yâ Resûlallah! Ebû Sûfyan böbürlenmeyi seven bir kimsedir. Ona kavminiz Kureyş arasında iftihar edebileceği birşey yapıverseniz" dedim. Efendimiz;

"Evet, kim Ebû Sûfyan'ın evine girmişse güvenlik altındadır. Kim mescide girerse güvence altındadır. Kim kapısını örterse gü­vence altındadır." buyurdu.

Ben Ebû Sûfyanı alıp, vadinin daraldığı dağ geçidinde durdum. Ka­bileler sıra sıra önünden geçtikçe, "bunlar kim Yâ Abbâs! diyor, bende "Süleym kabilesi" diyorum, O da, "Süleym'den bana ne!" diyordu. Bir kabile daha geçince "ya bunlar kim?" diyor "eşlem" diyorum, "bana Eşlem ne gerek!" diyor. Cüheyne kabilesi geçerken de aynı şeyleri sordu. Nihayet Ensar ve Muhacirlerden oluşan- zırh ve donanımdan dolayı- yemyeşil bir alay içerisinde Resûlullah (s.a.v.) geldi. Onların

zırhtan sadece gözlerinin kara renkleri görülebiliyordu. Ebû Sûfyan, "Yâ Ebe'1-Fazl bunlar kim?" dedi. Ben de, "İşte bu Ensar ve Muhacir­ler arasındaki Resûlullah'tır "dedim. O da "Yâ Ebe'1-Fazl! Gerçekten yeğeninin krallığı çok azametli olmuş!" dedi. Ben de, "Yazıklar olsun sana, O kırallık değil, Peygamberliktir!" deyince "öyleyse daha güzel ya" dedi.

Ben, "sen şimdi artık Kureyş'e git ve onları ikaz edip sakındır." de­dim. O da çabucak hareket edip Mekke'ye geldi. Mescitte, olan sesini koyuverip: "Ey Kureyş topluluğu! işte Muhammed sizin asla kurtulamıyacağımz bir güçle geldi." diye bağırdı. Onlar, "ne oluyor?" dediler. O, "kim benim evime girerse güvenlik altındadır." dedi. Onlar, "Senin evin ne ola, bizi alamaz ki!" deyince Ebû Sûfyan, "Mescide gi­ren güvence altındadır. Kapısını üzerine kapatan güvence altındadır" diye ilan etti.

İşte İbni İshâk bu haberi bu lafizlarla Abdullah b. Ubeydullah b. Abbas-İkrime-İbni Abbas isnadıyla "Mevsul" bir isnadla verir. Eyyub'u Sahtiyanı ise onu "Ikrime'de bırakarak Mürsel olarak rivayet eder. Abdullah b. Idris'te Ibnü Ishak-Zührî Ubeydullah-Ibni Abbas is­nadıyla aynı anlamda "Mevsul" olarak verir.[389]

Urve, Nâfı b. Cübeyr b. Mut'ım'den naklediyor: Ben Abbas (r.a.)'ı Zübeyr (r.a.)'a şöyle derken duydum: "Yâ Ebû Abdillah! Resûlullah (s.a.v.) sana bayrağı şuraya dikmeni emretmişti. Halid b. Velîd'e de Mekke'ye Kedâ'dan girmesini emretmişlerdir. Nebi (s.a.v.) ise kendisi oraya Küdey'den girmişti. O gün Halîd'in süvarilerinden iki kişi öldü­rüldü:

1- Hubeyş b. el-Eşâr

2- Küre b. Câbir el-Fihrî.[390]

Zühri ve diğerlerinin dediklerine göre; Allah (c.c), Nebi (s.a.v.)'in bu hareketini Merri Zahran'a gelene kadar Mekke halkından gizlemiştir. Musa b. Ukbe'nin "Meğazî" adlı eserinde geçtiğine göre; Nebi (s.a.v.) fetih günü Halid b.Velîd'e:

" Ne için savaştın, halbuki ben seni çarpışmaktan men etmiş­tim" buyurunca, "çarpışmayı onlar başlattılar, bize silah çekip üzeri­mize ok yağdırdılar. Gücümün yettiği kadar elimi silahtan çekmeye çalıştım" dedi. Nebi (s.a.v.)de:

"Allah'ın hükmü hayırdır" buyurdu. Söylendiğine göre o gün Ebu Bekir (r.a.): "Yâ Resûlallah ben rüyamda ikimizi Mekey'e yakla-şıyorken gördüm, önünüze bir köpek hırlayarak çıktı. Biz ona yakla­şınca sırt arkası geri döndü, baktıkki, sütü akıyordu" dedi. Nebi (s.a.v)

"Köpekleri kaçtı, sütleri bize kaldı. Onlar sizden merhamet di­lenecekler. Siz onlardan bazılarına rastlayacaksınız. Eğer Ebû Sûfyana rastlarsanız öldürmeyin" buyurarak rüyayı hayra yordu. Gerçekten de Merri Zahran'da Ebû Sûfyan ve Hakim'e rastladılar.

Efendimizin Mekke'ye gidişini Hassan (r.a.) şu şiirde dile getirdi:

-Ben kızcağızımı kaybettim, olan buradan görmüyorsunuz ama şimdi onlar (Mekke'deki) Keda tepesinin omuzlarında tozu dumana katıyorlar.

-Yularlarını çekerek uğraşıyorlar,  kadın örtüleriyle yanaklarına tozları silkiyorlar.[391]

-Eğer bizden yüzçevirdiyseniz bizde Hudeybiye'deki örmemizi yap­tık, perde aradan kalkınca Fetih -olduğu- ortaya çıktı.

-Yoksa kılıçla savaşılacak günü bekleyin ki, o gün Allah dilediğine izzet ve şeref verecektir.

-Cebrail hem Allah'ın elçisi hem de bir benzeri olmayan Ruhul Kudüs olarak aramızda.

-Demek sen Muhammed'i hicvediyorsun, işte ben onun adına cevap veriyorum. Bunun mükafatı Allah katındadır.

Sizden biri Allah Resulünü ha hicvetmiş, ha övüp yardım etmiş, hepsi birdir.

-Dilim kusursuz bir kılıç, denizim de asla kovaların kirletemeyeceği bir ummandır.

Anlattıklarına göre Resûlullah (s.a.v.), Mekke fethi esnasında ka­dınların yüz örtüleri ile atların yanaklarındaki tozu çırptıklarını gö­rünce, Ebû Bekr'e bakarak (Hassan'm şiirini hatırlayıp) tebessüm et­mişti. Buradaki "Latame" kelimesi yüze örtmek anlamında gelir.[392]

El-Leys anlatıyor: Bana Halid b. Yezîd, Saîd b. Ebî Hilâl -Umara b. Gazyye - Muhammed b. ibrahim - Ebû Seleme isnadıyla -Hz. Âişe'nin şöyle dediğini anlattı: Nebi (s.a.v.);

"Siz de Kureyş'i (şiirle) hicvedin. Zira onları şiirle hicvetmek onlara ok atmaktan daha tesirlidir" buyurup, Abdullah b. Ravaha'ya haber saldı, geldiğinde ona, "Onları hicvet!" buyurdu. İbnü Ravaha onları hicvetti ise de, bu Resûlullah (s.a.v.)'i pek tatmin etmedi, ve Ka'b b.Mâlik'e de haber saldı. Ardından Hassan b. Sâbit'e haber saldı. Hassan b. Sabit huzuruna girince:

"İşte şu kuyruğu ile-dili Be- darbe indiren Aslana bu işi havale etme zamanı geldi" deyip, dilini dudaklarından çıkararak, dilini -aslanın kuyruk vuruşunu tarif eder gibi- sallamaya başladı, sonra da: "seni hak ile gönderen zata yemin olsun ki, dilimle onları deri doğrar gibi doğra-yacağım" dedi. Resûlullah (s.a.v.) de:

"Acele etme, çünkü Kureyş'in soylarını en iyi bilen Ebû Be­kir'dir. Benim de soyum onların içinden geliyor. Ebû Bekir benim soyumu iyice ayırıncaya kadar bir sabret" buyurdu. Hassan b. Sabit Ebû Bekr (r.a.)'a gelip öğrendi ve geri dönerek, "Yâ Resûlallah! Ebû Bekir bana senin nesebini hulasa ediverdi. Seni Hak ile gönderene yemin ederim ki, seni onların içinden hamurdan kıl çeker gibi bulaş­tırmadan çekip çıkaracağım" dedi.

Âişe (r.a.) der ki: Ben Resûlullah (s.a.v.)'i Hasan'a:

"Sen Allah ve Resulünü müdafa ettiğin sürece Ruhu'l Kudüs'te seni desteklemeye devam edecktir" buyururken işittim. Yine Resulü Ekrem'i ;"Hassan onları hicvetti hem (müminlere) şifa verdi, hemde kendi şifasına erdi" buyururken işittim. Hassan şu şiirleri okumuştu:

"Sen Muhammedi hicvettin, ben onun adına cevap verdim. Bunun Allah katında sevabı vardır.

"Sen hayrı sonsuz (bî günah) hep hayra yönelik Muhammed'i ah­lâkı vefa olan zatı hicvediyorsun.

"Babam, babası ve ırzım, Muhammenin ırzım size karşı koruya­caktı.

"Kızımı yitirdim. Eğer onu görmüyorlarsa da, o şimdi Keda tepesi­nin etrafında toz dağıtıyor.

"Atlarımız birbiriyle yarış eder, -kadılar- onların tozunu örtüleriyle alırlar.

"Siz bizden yüz çevirseniz de biz ömre yaptık, o bize fetih oldu da örtüler açıldı.

"Yoksa, Allah'ın dilediği kimseye izzet vereceği günün savaşına sabredin.

"Allah, "ben bir ordu hazırladım. Onlar da maksatları çarpışmak olan Ensar'dır" buyurdu.

"Her gün Adnan oğullarından söğmeye, döğmeye ya da eğlenip a-laya almaya rastlanıyor.

"Sizden her kim Resûlullahı hicvetse, methetse ya da yardım etse hep aynıdır.

"Allah'ın elçisi ve Ruhü'l Kudüs olan Cebrail ise bizim aramızda olup ona karşı koyacak yoktur. Hadisi Müslim rivayet etmiştir.[393]

Süleyman b. El-Muîra ve diğerleri, Sabit el-Bünûnî aracılığıyla Ab­dullah b. Rabah (r.a.)'dan naklediyor:

-Muaviye'ye elçi olarak gitmiştik. Beraberimizde Ebû Hüreyre (r.a.)'da vardı. Yolda birimiz diğerine nöbetleşerek yemek yaparak gi­diyorduk. Bize en çok Ebû Hüreyre yemek yapar ve sofrasına davet ederdi. Kendi kendime, "Ona söylesem de bir de bana yemek yapı-

verse bende diğerlerini kendi soframa çağırsam" deyip öyle yaptım. Ebû Hüreyre'ye yatsı vakti rastlayıp, "bu gece ziyafet bende olacak" dedim. O, "bu kere beni geçtin ey Ensarlı kardeş" dedi. Hepsini davet ettim. Onlar tam benim soframda iken Ebû Hüreyre birden, "Ey Ensarhlar! Size sizin hususunuzda bir hadis söyleyeyim mi?" diyerek Mekke fethini şöyle anlattı:

-Resûlullah (s.a.v.) o gün Halîd b. Velîd'i, iki kanattan birine, diğe­rine de Zübeyr'i komutan yaptı. Ebû Ubeyde'yi de zırhı olmayan piya­delere ta'yin etti. Sonra beni görüp: "Yâ Ebû Hüreyre!" diye ses­lendi. "Lebbeyk, ve Sa'deyk, buyur Yâ Resûlallah! "dedim;

"Bana Ensar'ı çağır, ama yalnız Ensarlı olanlar gelsin!" bu­yurdu. Emrini yerine getirdim. Sonra onlara:

"Şu Kureyşle onlara yardım etmeye gelen ayak takımı heriflere iyi bakın ve onları hasad biçer gibi doğrayın" buyurdu.

Böylece Mekke'ye doğru yola çıktık. Kureyş'ten hiçbiri bize ne kılıç ne ok attı. Bizden olup da onlardan birini öldürmeyi murad eden her­keste istediğini ele geçirdi. Ebû Sûfyan geldi ve "Yâ Resûlallah! Kureyş'in yeşilliği (topluluğu) yok ediliyor, bu günden sonra Kureyş yoktur" dedi. Resûlullah (s.a.v.) de:

"Ebû Sûfyan'm evine giren güvence altındadır, silahını bıra­kan güvence altındadır." buyurunca, onlarda silahlarını bıraktılar. (Bunu duyan Ensardan birileri diğer Ensarlılara "bu adam kendi kö­yünü koruma, kendi kabilesini kayırma tasasına düştü dediler. Bunun üzerine Vahiy geldi. Vahiy gelişini biz bilirdik. Vahiy geldikten sonra bitene kadar kimse gözünü Peygamber'e çevirip bakmazdı. Vahiy ge­çince Peygamber (s.a.v.): "Yâ Ensar toplumu" deyince, siz "Lebbeyk Yâ Resûlallah!" dediniz. Nebi (s.a.v.) de, "siz Ebû Sûfyan köyünü ko­ruma derdine düştü, diye düşündünüz" deyince: "evet öyle oldu!" de­diler. Nebi (s.a.v.):

"Hayır! ben Allah'ın kulu ve elçisiyim. Ben Allah'a ve size hic­ret ettim. Hayatım hayatınız ölümüm ölümünüz" buyurunca, ensar

ağlayarak gelip, "vallahi biz bunu Allah ve Resulünü kıskandığımız i-çin söyledik." dediler. Resûlullah (s.a.v.):

"Allah ve Resulü sizi tasdik eder mazeretinizi kabul eder" bu­yurdu. İnsanlar Ebû Sûfyan'm evine yöneldi.[394]

Resûlullah, hareket edip Hacer'e kadar geldi. Tavafa Hacerü'l Esved'den başlayıp onu selamladı sonra Beyti yedi defa tavaf edip Makamı İbrahim'in arkasında iki rek'at kıldı. Sonra elinde, bir ucun­dan tuttuğu bir yay ile gelip, oradaki putlardan birinin gözüne yayın ucunu batırarak:

"Hak geldi batıl yok oldu. Şüphesiz batıl, zaten yok idi." ayetini okuyordu. Sonra oradan ayrılıp Safâ'ya gelip tepeciğin üzerine, ta ki Kabe'yi görene kadar çıktı. Allah'a hamdedip dua etmeye başladı. Hadisi Müslim rivayet etmiştir.[395] Müslim'in metninde (Beyhakî rivaye­tine göre) "Hayır! Ben Allah'ın kulu ve Resulüyüm, Ben Allah'a ve si­ze hicret ettim" ilavesi vardır.

Hadis-i şerifte, "Can güvenliği anlaşması yapılmadan önce harpte öl­dürmeye izin olduğuna" delalet vardır.

Sellâm b. Miskin, Sâbil el-Bünanî-Abdulîah b. Rabah isnadıyla Ebû Hüreyre'den naklediyor: Mekke fethinde sadece dört kişi öldürüldü. Kureyş'in patronları kılıcın kendilerinden kaldırılmadığını sanarak Kâbeye girmişlerdi. Resûlullah Tavafını bitirip Beytullah'ın yanına geldi kapı kollarını tuttu onlara: "Siz ne diyor ve ne yapıyorsunuz?" diye sordu. Onlar, "Kardeşimizin oğlu, amca oğlumuz, halimdir rahîmdir "diyoruz" dediler. Nebi (s.a.v.)de:

"Ben de Yusuf (a.s.) gibi; Bugün size kınama yok. Allah sizi affetsin" diyorum" buyurdu.

Sanki kabirlerinden yeniden dinliyormuş gibi kalktılar ve çıkıp Müs­lüman oldular.[396]

Urve, Âişe (r.a.)'nm, "Resûlullah (s.a.v.) Fetih günü Mekke'ye, Mekke'nin en yüksek giriş yeri olan Kedâ'dan girdi."[397]

Abdullah b. Ömer (b. Hafs b. Asım b. Ömer) Nafî yoluyla Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder: Resûlullah Fetih senesi Mek­ke'ye girdiğinde, bir kısım kadınların atların yüzündeki tozlan örtüle-riyle aldıklarını görünce tebessüm etti ve Ebû Bekre dönerek: "Has­san şiirinde nasıl anlatmıştı!1' deyince,

Ebû Bekir (r.a.): "Ben kızcağızımı kaybettim onlar onu görmü­yorlarsa da o şimdi Kedâ sırtlarında tozları kaldırıyor. Kadınlar o asılarak yularlarını çeken atların örtüleriyle tozlarını alıyorlar" şeklindeki beyitlerini okudu. Peygamber (s.a.v.) de: "Mekke'ye Hassân'm dediği (Kedâ) yerden girin" buyurdu.[398]

Zührî, Enes (r.a.)'dan nakleder: Fetih yılı Resûlullah (s.a.v.) Mek­ke'ye başında Miğfer ile girdi. Onu başından çıkarıp koyduğu sırada, bir adam gelip: "Yâ Resûlallah! İşte İbni Hatal! Kabe'nin örtüsüne sa­rılmış duruyor" dedi. Efendimiz de: "Onu öldürün" buyurdu. Hadisi Buharı ve Müslîm naklediyor.[399] Resulü Ekrem o gün İbnü Hatal ve diğer üç kişinin kanını heder etti:

Mansûr b. Ebî Müzahim, Ebû Mi'şar - Yusuf b. Ya'kub isnadıyla Saib b. Yezid'den şöyle nakleder:

"Ben, Nebi (s.a.v.)'i, Abdullah b. Hatal'i Kabe örtüsünün altından çıkarıp öldürdüğü gün görmüştüm. Onun boynu Makam ile Zemzem arasında vuruldu. Sonra Nebi (s.a.v.)  "Bundan sonra hiçbir Kureyşli hapsedilerek öldürül meyecektir" buyurdu.[400]

Muaviye b. Ammâr ed-Dühnî, Ebûz'Zübeyr yolu ile Câbir (r.a.)tan şöyle nakleder: "Resûlullah (s.a.v.), fetih günü Mekke'ye başında si­yah bir sarıkla İhramlanmamış olarak girdi." Hadisi Müslim nakle­der.[401]

Ebû Davud'u Tayâlisî "Müsned"inde der ki: Bize Hammad b. Se­leme, Ebûz-Zübeyr yolu ile Cabir (r.a.)'tan "Resûlullah (s.a.v.) Fetih günü Mekke'ye üzerinde siyah bir sarıkla girdi" diye nakleder.[402]

Müşavir el-Varrak der ki: Ca'fer b. Amr b. Hureys'i babasından şunları naklederken duydum: "Mekke fethi günü, Resûlulîah'ı gördü­ğüm an hala gözümün önünden gitmiyor. Üzerinde harkanî siyah bir sarık vardı ve bir ucunu iki omuzu arasına sarkıtmıştı. Hadisi Müslim naklediyor.[403]

İbni îshâk, Abdullah b. Ebi Bekr'den Hz. Âişe (r.a.)'nm şöyle dedi­ğini nakleder: Fetih günü Peygamberin bayrağı beyaz, sancağı da siyah idi. Sancağı bana ait (dikişsiz bir üstlük olan) resimli, Mırt denen bir elbiseden yapılmıştı. Sancağa "El-Ukâb" adı verilmişti.[404]

Yine İbni İshâk aynı İsnadla Abdullah b. Ebî Bekr'in, "Rasulullah Zû Tuvvaya konaklayıp da Allah'ın kendine in'am ettiği Mekke fethini görünce, Allah için öyle tevazu gösteriyordu ki, ona bakınca, (Sakalı neredeyse bineğinin kaşına değecek) derdin” dediğini nakleder.[405]

Sabit el-Bünânî Enes (r.a.)tan:"Mekke fethinde Resûlullah (s.a.v.) huşuundan dolayı, Ka'be'ye sakalı bineğin semerine değecek kadar eğilmiş şekilde girdi "dediğini nakleder. Bu sahih bir hadistir.[406]

Şu'be, Muâviye b. Kurra'dan Abdullah b. Muğaffeli şöyle derken i-şittiğini nakleder: "Fetih günü Peygamber (s.a.v.), devesi üzerinde Fe­tih sûresini okuyordu. Onu, sesini dalgalandırarak (tercî yaparak) oku­yordu. "Sonra Muâviye b. Kurra, Abdullah b. Muğaffel'in Nebi (s.a.v)'den duyduğu makamla okuyuşunu bize (taklîden) okudu.

Bu hadisi Buharî ve Müslîm naklediyor, Metin, Buharî'ninkidir. İbni Kurra "Eğer insanlar başıma toplanmayacak olsa bende size onu aynen İbnü Muğaffel'in makamıyla okurdum" der.[407]

İbnû Ebî Necîh, Mücahid-Ebû Ma'mer isnadıyla Abdullah b. Mes'ud (r.a.)'dan nakleder: Fetih günü Peygamber (s.a.v.) Mekke'ye girdi. Kâbenin etrafında üçyüz altmış put dikili idi. Elindeki sopa ile onlara dürterek;

"Hak geldi, batı! bir şey peyda edemez ve (gideni) geri getire­mez" ayeti ile "Hak geldi batıl yok olup gitti. Gerçekten batıl za­ten yok idi." ayetlerini okuyordu. Hadisi Buharî ve Müslîm naklediyor.[408]

İbni İshâk, Abdullah b. Ebî Bekr-Ali b.Abdillah b. Abbas- isnadıyla babası İbni Abbas (r.a.)'tan şöyle dediğini anlatır; Fetih günü Efendi­miz (a.s.) Kabe'ye girdiğinde orada üçyüz put vardı. Değneğini eline alıp, tek tek putlara uzata uzata hepsine uğradı. Bu haber "hasen" de­recelidir.[409]

Kasım b. Abdillah el-Umarî-ki zayıf bir ravîdir- Abdullah b. Dinar yolu ile İbni Ömer (r.a.)'tan naklediyor. Resûlullah (s.a.v.) Mekke'ye

girdiğinde orada üçyüz altmış put bulmuştu. Elindeki bastonla -do­kunmadan- putların herbirine işaret dip ;

"Hak geldi batıl yok oldu, gerçekte batıl zaten yok idi" ayetini okuyordu. İşaret ettiği her put devrilmişti.[410]

Abdulvâris, Eyyub-İkrime isnadıyla İbni Abbas (r.a.)tan nakleder: Nebi (s.a.v.) Mekke'ye geldiğinde, içinde ilahların suret ve putları bu­lunduğu Beytullah'a girmekten kaçınıp, çıkarılmasını emir verdi. İbra­him ve İsmail (a.s.)'ların ellerinde fal okları ile resmedilen resimleri dışarı çıkartıldı da Nebi (s.a.v.) de,

"Allah onları kahretsin, vallahi bunlarda -kefereler- bilirler ki, bu Peygamberler bu fal oku taksimini asla yapmamışlardır" bu­yurdu. Beyt-i Şerife girip bir tarafında tekbir alıp namaz kıldı.

Hadisi buharî anlatıyor.[411]

Me'mer b.Raşid, Uyyûb-i İkrime isnadıyla İbni Abbas'dan nakleder: Nebi (s.a.v.), Beytullah'taki resimleri görünce, Emir verdi ve onlar ka­zınıp silindi. İbrahim ve İsmail (a.s.)'ları ellerinde oklarla görülen resmi görünce: "Allah müşrikleri kahretsin. Vallahi bu fal okunu asla kullanmadılar" buyurdu. Hadis sahihtir.[412]

Ebû'z-Züeyr'de, Câbir (r.a.)'dan naklediyor: "Resûlullah (s.a.v.) re­simler silinene kadar beyte girmedi" Bu haber de sahihtir.[413]

Hevze der ki: Bize Avf el-Arâbî, bir adamın: "Fetih yılı Resûlullah (s.a.v.) Şeybe b. Osman'ı çağırıp Kabe anahtarlarını verdi ve ona; "Şunu iyi koru. Sen Beytini korumak üzere Allah'ın Emîn'i (sekreteri)sin" buyurdu dediğini" nakleder.[414]

Vakîdi der ki: Bu yanlıştır. Anahtarı ona değil, Osman b. Talha'ya vermiştir ki, bu zat Şeybe'nin amca oğludur. O vakit Şeybe kâfirdi. Osman bu işi ölene kadar üstlendi. Ölünce Şeybe o işe tayin edildi.

Ben (Zehebî) derim ki: Vakidî'nin "Osman bu işi ölene kadar üst­lendi" sözü de su götürür. Eğer, bu sözle, Kabe Hicâbe vazifesini tek başına üstlendi" demek istiyorsa bunu kabul edemeyiz. Yok "Şeybe ile ortak olarak ölene kadar üstlendi" demek istiyorsa, buna katılabiliriz. Zira Şeybe Hz. Ömer'in hilafeti döneminde Kabe Hâcibi[415] idi. ihtimal ki Nebi (s.a.v.) Şeybe'ye bu Hicabet işini İslâm'a girdikten sonra ver­miş olabilir. Şeybe Fetih günü değil, ama Fetih yılı içinde Müslüman olmuştur.

Muhammed b. Humran, Ebû Bişr -Mûsâfı b. Şeybe yoluyla Şeybeden naklediyor: Nebi (s.a.v.) Kabe'ye girip namaz kıldı. Baktı ki orada resimler var: "Yâ Şeybe! bunları temizlemeye bana yetiver" bu­yurdu. Lakin Kabe'den böyle tarihi birşeyi silmek ona pek zor gel­mişti. Adamın biri de ona, "yahu çamur karıp üzerine sür. Sonra da üstlerini Zeferanla boya" diye tavsiye edince öyle yaptı.

Bu haberi Muhammed b. Humrândan başka nakleden yoktur, ama bu ilgi yukarıdaki bilgiyi yakındır.

Yunus, Nâfı yoluyla îbni Ömer (r.a.)'dan nakleder: Resulü Ekrem, Fetih günü devesine binmiş arkasına da Üsâme'yi bindirmiş olarak Mekke'nin üst tarafından geldi. Beraberinde Bilal ve Kabe Haciblerinden Osman b. Talha vardı. Devesini Kabe'de çöktürdü. Os­man b. Talhaya Beytullah'ın anahtarını getirmesini emretti. Osman ka­pıyı açtı. Resûlullah beraberinde Üsame, Bilal ve Osman olduğu halde

içine girdi. Orada uzun bir süre kaldı. Sonra çıktı .Ardından insanlar içeri girme yarışma başladı. İlk giren Abdullah b. Ömer oldu. Bilâl'ı kapının ardında görünce: "Resûlullah (s.a.v.) neresinde namaz kıldı!" diye sordu. Bilâl de Efendimizin kıldığı yere işaret etti. İbni Ömer derdi ki: Ben Bilâl'e; "kaç rek'at kıldı diye sormayı unuttum" diyor. Hadis Sahih olup Buharı bunu Muallak olarak nakleder ve Hüccet ka­bul eder.[416]

İbni ishâk der ki: Bana Muhammed b. Ca'fer b. Ez~Zübeyr, Ubeydullah b. Abdillah b. Ebî Sevr aracılığıyla Safıyye binti Şeybe'den naklediyor: Resûlullah fethibitirip Mekke'de güveni sağla­yınca devesi üzerinde tavaf yaptı, Hacerü'lesved'i elindeki bastonla se­lamladı. Osman b. Talha'yı çağırtıp kapıyı açtırdı. Beyt'e girdi. Orada ağaçtan oyma bir güvercin heykeli gördü ve alıp eliyle kırdı. Beyt'in kapısına gelip onu dışarı attı. Ben ona bakıyordum (kapının önünde insanlar yığılmış çıkışını bekliyordu.)[417]             

Esbut, Süddî-Mus'ab b. Sa'd yoluyla babası, Sa'd'ın şöyle dediğini anlattı: Mekke fethi gerçekleştiği gün Peygamber (s.a.v.) insanlara gü­vence verip dört kişiyi hariç tutmuş ve;

"Onları Kabe örtüsüne asılmış bir halde bulsanız bile öldü­rün!" buyurmuştu. Bunlar İkrime b. ebî Cehl, Abdullah b. Hatal, Mikyes b. Subâbe ve Abdullah b. Sa'd b. Ebî Sarh idi. İbni Hatal Kabe örtüsüne sarılmış olarak bulundu. Sa'd b. Hureys (r.a.) ile Ammar b. Yâsir (r.a.) ona doğru yarış ettiler. Sa'd, Ammar'ı geçerek vardı ve İbni Hatal'i öldürdü. Mikyes'i de çarşıda öldürdüler. İkrime de kaçıp gemi­ye binmişdi ki, bunun hadisesi daha önce anlatılmıştı. Abdullah b. Sa'd b. Ebî Serh'a gelince; O, Hz. Osman (r.a.)'ın yanında gizlendi. Resûlullah (s.a.v.), insanları biata çağırdığında Osman (r.a.) onu da alıp geldi ve Peygamberin huzurunda durdurup, "Yâ Resûlallah Abdullah'ın biatini kabul et!" dedi. Resûlullah başını kaldırıp, kaldırıp ona üç kere baktı. Her seferinde red etti. En sonunda biatini kabul etti. Sonra ashabına döndü ve;

"Aranızda hiç aklı başında biri yokmuydu, benim onun biatini almadığımı görünce, kalkıp onu öldürseydi olmaz mıydı?" buyur­du. Ashab, "Yâ Resûlallah biz senin gönlünden geçeni anlayamadık. Bize gözünüzle bir işaret yapamaz mıydınız?" deyince Efendimiz;

"Hiçbir Peygamber'e hain gözlü olmak yakışmaz" buyurdu.[418] İbni İshâk, Abdullah b. Ebî Bekr'den naklediyor: Mikyes b. Subâbe Medine'deyken Nebi (s.a.v.)'e gelip İslâm olduğunu ilan ederek, kar­deşi Hişam'm kan bedelini istedi. Kardeşini Ben-i Mustalik gazasında Müslümanlardan biri kâfir sanarak öldürmüştü. Resûlullah Ona, "Kar­deşin yanlışlıkla öldürülmüştür" buyurup diyetinin verilmesini emir buyurdu. Mikyes'de diyeti alıp bir süre Müslümanlarla eğleşti. Sonra kardeşini öldüren Müslümana saldırıp onu öldürdü ve Mekke'ye din­den çıkıp kâfir olarak gitti. Fetih senesi Resûlullah (s.a.v.) onun da öl­dürülmesini emretti: Onu kendi kabilesinden adı Nümeyle b. Abdillah olan birisi safa ile merve arasında öldürdü.[419]

Yine İbni İshâk der ki: Bana Abdullah b. Ebî Bekir ile Ebû Ubeyde b. Muhammed b. Ammâr anlattılar ki, Resûlullah (s.a.v.) İbni Ebî-s-Sarh'ın öldürülmesini emretmişti, zira o önce Müslüman olup Pey­gamber (s.a.v.)'in Vahiy kâtipliğinde bulundu. Sonra müşrikliğe geri dönüp Mekke'ye kaçtı.[420]

İbni İshâk der ki: Nebi (s.a.v.)'in, Teym b. Gâlib oğullarından biri olan Abdullah b. Hatalı öldürme emri vermesinin sebebi şudur: İbn-ü Hatal Müslüman oldu. Peygamber (s.a.v.) onu Ensardan biriyle beraber zekat memuru olarak civar köylere yolladı. Beraberinde hizmetini gören birde kölesi vardı ve bu köle Müslümandi. Bir yerde konakladı ve köleye bir teke kesip yemek yapmasını emredip kendi uykuya daldı. Uyandığında kölenin kendisine yemek yapmadığını görünce kızıp öl­dürdü ve dinden çıktı. İbn-ü Hatal'ın çengi bir cariyesi ve bu cariyenin de bir arkadaşı vardı. Bunlar şarkı söyleyerek Peygamberi hicvetmeye çalışırlardı. Nebi (s.a.v.) bunlarında onunla beraber öldürülmesini em­retti. İbn-ü Hatal Peygamber'e işkence edenlerdendi.[421]

Yakub el Gummî, Ca'fer b. Ebi'l Muğîra aracılığıyla İbnü Ebzâdan şöyle nakleder: Resûlullah (s.a.v.) Mekke'yi fethedince, Habeşistan'h yaşlı, saçının beyazı siyahına karışmış, yüzünü yırtarak "vay vay!" diye bağıran bir kadın geldi. Ashab, Yâ Resûlallah! Biz şöyle şöyle birini gördük" dediler. O da:

"O, Naile -putunun-nin kendisi idi. Artık bu ülkenizde ebediyyen kendine tapınılmaktan ümidini kesti" buyurdu. (Zehebî) derim ki, Sanki senet "Munkati"dir.[422]

Yunus b. Bükeyr, Zekeriyya-Şabi İsnadıyla İbnü Barsâ lâkabh Hars b. Mâlik'den: "Ben Resûlullah (s.a.v.)'i fetih günü: "Kıyamete kadar Kabe artık bir daha sefere (savaşa) maruz kalmayacak" buyurur­ken işittim" dediğini nakleder.[423]

Muhammed b. Fudayl, El-Velîd b. Cemî aracılığıyla Ebû't-Tufeyl'den nakleder: Resûlullah Mekke'yi fethettiğinde Hâlid b. Velîd'i Uzzâ denen putun olduğu yer olan Nahle'ye gönderdi. Uzza üç kat semur ağacı kaidesi üzerindeydi. Ağaçları kesip üzerindeki evi yık­tı. Sonra gelip Nebi (s.a.v.)'e haber verdi. Nebi (s.a.v.) ona, "geri dön zira sen hiç bir şey yapmadın" buyurdu. Halid geri döndü. Putun hiz­metçileri ve hacibleri olan kimseler dağa doğru uzaklaşarak "Yâ Uzzâ onu felç yap, Yâ Uzzâ onu menet, Yoksa burnunun üstüne sürçülüp

öl!" diye bağırtıyorlardı. Halid puta geldi. Baktı ki, orda çırılçıplak bir kadın, saçları dağılmış, başına topraklar saçıyor. Halit kılıcını sal­layıp onu katletti. Sonra gelip Peygamber'e haber verdi. Nebi (s.a.v.)'de: "İşte Uzza o idi" buyurdu.[424] Ebû't-Tufeyl (r.a.) Rüya gören zat idi.

İbni İshâk babasından nakleder: Bana Cübeyr b. Mutıra (r.a.)'m ai­lesi anlattı ki: Resûlullah (s.a.v.) Kabe'ye girince Bilâl'e ezan için emir verdi. O da Kabe'nin damına çıkıp oradan (ezan) okudu. Bunu gören Saîd b. Âsoğuîlarından birisi: "Şu kara herifi Kabe'nin damında gör­meden canım almakla, Saîd b. Âs'a Allah meğer ikramda bulunmuş" dedi.[425] Uruc der ki: Resûlullah (s.a.v.) Fetih günü Bilâl'e emretti de ezanı Kabe'nin üzerinde okudu.[426]

El-Leys, Yezîd b. EM Habîb'den naklediyor. Saîd b. Ebî Hind'e Akıyİ'in kölesi Ebû Mürre anlatmış ki: Ebû Talib kızı Ümm-ü Hânî (r.a.)'a, ona şu olayı anlatmış: Mekke feth olunca Ümmü Hanîye Mahzam oğullarından iki kişi kaçıp sığınmış. O da onları himayesine almış. Ümmü Hani der ki: Kardeşim Ali yanıma geldi ve "bunları öl­düreceğim" dedi. Ben onun bu sözünü duyunca Peygamber'e geldim. O zaman Nebi (s.a.v.) Mekke'nin ta üst tarafındaydı. Beni görünce hemen yer gösterip: "Yâ Ümmü Hanı ne için geldin?" dedi. Ben, "Yâ Resûlallah! ben kayınlarımdan ikisini korumama aldım. Ali ise onları öldürmek istiyor" dedim. Nebi (s.a.v.);

"Senin koruma verdiğine bizde koruma verdik" buyurdu. Sonra kalkıp gusletmeye gitti. Fatıma ona örtü tutuverdi. Sonra bir elbise alıp onu vücuduna doladı, sonra da Sekiz rek'at -kuşluk-namazı kıldı. Ha­disi Müslim rivayet ediyor.[427]

Leys, Said b. Ebî Said, el-Makburî yoluyla Ebû Şûra el-Adevî'nin Mekke'ye Abdullah b. Zübeyri öldürtmek için yollayan Amr b. Saîd'e şöyle dediğini anlatır: "Ey Emîr, bana izin ver de ben, Resûrullah (s.a.v.)'in, Mekke fethinin ertesi günü yapmış olduğu bir konuşmayı anlatayım. Zira o konuşmayı yaparken, kulaklarım duydu, gözlerim gördü ve kalbim onu ezberledi. Efendimiz (s.a.v.) Allah'a hamd ve se­na ile başlyıp şöyle buyurdu:

"Allah, Mekke'yi haram kıldı.Onu insanlar haram kılmış de­ğildir. Allah'a ve ahiret gününe inanan birinin orada kan dök­mesi, oradaki ağacı kesmesi asla helal olmaz. Eğer birisi çıkarda Resûlullah'ın oradaki çarpışma tatbikatına-bakarak Mekke'de bu işe ruhsat vermeye kalkarsa Ona, "Allah bu konuda size değil sa­dece Peygamberine izin vermiştir" deyin. Bana da sadece gündü­zün bir saatinde izin verildi. Artık Mekke'nin Haremliği bu gün, aynen dünkü haremliğine dönmüştür. Burada bu sözü duyanlar, bulunmayanlara tebliğ etsinler."

Bunu dinlemeyenlerden biri tarafından Ebû Şüreyh'e "Peki Amr b. Saîd sana ne dedi?" diye sorulunca, Ebû Şureyh: "O bana, "ben bu işi senden daha iyi bilirim ey Şüreyh! Kabe'nin haremliği; isyancıyı (Ab­dullah b. Zübeyr), birini öldürüp kaçanı, bir soygunla oraya sığınanı korumaz diye cevap verdi." dedi. Hadisi Buharî ve Müslim naklediyor.[428]

Süfyan b. Uyeyne, Ali b. Zeyd b. Ced'ûn aracılığı ile adamın birinin İbni Ömer (r.a.)'dan şöyle nakleder: Nebi (s.a.v.) Fetih günü Kabe'deki merdiven basamaklarından birinin üzerinde durdu ve şöyle hitabede bulundu:

"Vadini tutan, kuluna yardım eden, orduları tek başına hezi­mete uğratan Allah'a Hamdolsun. Dikkat edin sopa ya da baston­la yapılan, katlıya benzer bir hata ile öldürülen kimseye yüz deve ödenir. Bundan kırkıda karnında evladı varsa ona bedel olarak verilir. Dikkat edin, her türlü cahiliye dönemi gelenekleri, kan da­vası mal davası hepsi şu iki ayağımın altındadır. O dönemden sa­dece Beytullah için Sidâne (hizmet) ve hacıları sulama (çikaye) va­zifesi hariçtir. Bende onları ehline verdim"

Bu isnadı zayıf bir hadistir.[429]

İbni îshâk der ki: Bana Amr b. Şuayb - babası yolu ile dedesinden naklediyor:

Resûlullah (s.a.v.) Fetih yılı insanlara hitabede bulunup şöyle bu­yurdu.

"Ey insanlar! Binki İslâm dininde (Cahiliye dönemindeki ka­bilelerin hak hukuk olmadan, zalimane şekilde yaptıkları) anlaşma[430] yoktur.

Ama Cahiliye döneminde iyilik ve hayır için yaptığınız anlaş­malara İslâm daha da dostluk getirmiştir. Müslümanlar kendi dı­şındakilere karşı tek el gibidirler. Onların en zayıfı bile onlara himaye verir (ve bu diğer müminler katında geçerli olur. En uzak-takileri bile onları müdafa eder. Seferdeki askerleri oturumlarını korur.

Mü'min, bir kâfire karşı öldürülemez. Kâfirin diyeti, Müslümanın yarı diyetidir. Artık ne Celeb (yani zekatı yerinde değilde malın taşındığı yerden almak), ne de Ceneb (yani mal sa­hibini zekat alırken uzaklaştırmak) vardır. Artık müminlerin ze­katları - getirilerek değil - kendi diyarlarından alınacaktır.[431]

Ebû'z-Zinâd, A'rac yolu ile Ebû Hüreyre (r.a.)'dan Nebi (s.a.v.)'ın;

"İnşaallah, Allah fethi nasib ederse konaklayacağımız yer El-Hayf olacaktır. El-Hayf şu müşriklerin kâfirlik üzere yeminleştikleri yerdir." buyurduğunu nakleder. Hadisi Buharı rivayet eder.[432] Ezher en-Meysâburî, Muhammed b. Şurahbîl el-Enbârî-İbnü Cüreyc-Abdullah b. Gsmân-Muhammed b. el-Esved b. Halef isnadıyla nakleder ki;

Babası Esyed b. Halef Mekke fethi günü biat etmek için Nebi (s.a.v.)'e gelmiş ve Mekke'deki "Karnı Meskale" denen yerde kalmış. Nebi (s.a.v.)'e küçük, büyük, erkek kadın hepsi gelip İslâm ve şahadet üzere biat ediyorlarmış.[433]

Yunus b. Bükeyr, İbni İshâktan nakleder: Bana Yahya b. Ablad b. Abdillah- babası isnadıyla Esma binti Ebî Bekir'den şöyle anlattı: Fe­tih yılı Resûlullah (s.a.v.) Zû Tuvva'da konakladığında Ebû Kuhafe, En küçük oğlunun kızına "yavrum, beni Ebû Kubeys tepesine çıkar" dedi. O vakit gözü kör olmuştu.

Kız da onu tepeye çıkardı. "Ne görüyorsun?" deyince, kız, "büyük bir kalabalık ve bu kalabalığın arasında bir adam görüyorum bir ileri, bir geri koşuyor" dedi.

Ebû Kuhafe: "Bunlar süvariler, o adam da süvari bölüğü düzenleyi­cisi olacak herhalde, deyip şimdi ne görüyorsun? "deyince kızı, "şimdi kalabalığın dağıldığım görüyorum" deyince, Ebû Kuhafe: "Öyleyse vallahi süvariler hareket ediyor. Beni çabuk evime yetiştir" dedi. O da hızla hareket etti. El-Ebbah denen vadiye getirdiğinde süvarilerle karşılaştı. Boynunda gümüş bir gerdanlık vardı. Adamın biri onu boynun­dan koparıp aldı.

Resûlullah (s.a.v.) mescide varınca, Ebû Bekir(r.a.) gidip^babasmı elinden tutarak getirdi. Resûlullah onu gördüğü zaman ;

"Sen şu yaşlı zatı evinde bıraksanda ben ona gelsem olmaz mıydı?" buyurunca, O: "senin ona gitmenden, onun sana gelmesi daha yakışık alır Yâ Resûlallah!" deyip, onu Nebi (s.a.v.)'in önüne oturttu. Başını okyaşayarak: "İslâm'a girde kurtul" buyurunca Müslüman oldu.

Sonra Ebû Bekir kalkıp kızın elinden tuttu ve Allah ve İslâm adına yemin veriyorum, şu yeğenimin gerdanlığını buluverin! dedi. Vallahi hiç cevap veren olmadı.

Sonra ikinci kere tekrarladı yine cevap veren olmadı. O da; "bacıcığım! Gerdanlığım Allah yoluna gitti say. Vallahi bugün insanlarda emanet gerçekten pek azalmış" dedi.[434]

Ebû'z Zübeyr, Câbir (r.a.)'dan nakleder: Ömer (r.a.), Ebû Kuhafe'nin elinden tutup Peygamber'e getirmişti.( Saç ve sakalı pa­patya çiçeği gibi bembeyaz olmuştu.) Nebi (s.a.v.):

Şu ihtiyarın saç ve sakal rengini değiştirin, ama siyaha da yaklaştırmayın !" buyurdu.[435]

Zeyd b. Eşlemde: "Nebi (s.a.v.), babasının islâm'a girişi sebebiyle Ebû Bekr'i kutladı" diyor.[436]





[362] İbni Hişâm 4/88; Beyhakî Delâii 5/19; İbni Sa'd 2/137.

[363] Bu haber


Konu Başlığı: Ynt: Efendimizin yola çıkışı
Gönderen: Mehmed. üzerinde 26 Ağustos 2021, 15:54:31
Esselamü aleyküm Rabbim bizleri Peygamberimizin yolundan ayırmasın Rabbim paylaşım için razı olsu


Konu Başlığı: Ynt: Efendimizin yola çıkışı
Gönderen: Sevgi. üzerinde 29 Ağustos 2021, 02:31:30
Aleyküm Selâm. Bu bilgileri bizlerle paylaşan kardeşlerimizden Allah razı olsun
 Rabb'im bizleri Peygamber Efendimizin hayatını kendine örnek alanlardan eylesin inşaAllah