๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Tarihül-İslam => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 20 Nisan 2011, 17:16:42



Konu Başlığı: Efendimizin Uhut a çıkışı
Gönderen: Sümeyye üzerinde 20 Nisan 2011, 17:16:42
 
C- Efendimizin Uhut'a Çıkışı


Efendimiz (a.s.)'in Uhut'a hareketi hususunda Yunus, Zührî'nin şöyle dediğini nakleder:

- Nebî (s.a.v.) Medine ile Uhut arasında bulunan Şevt mevkiine geldiğinde, münafık Abdullah b. Übey, askerin üçte biri kadar bir gu­rupla beraber ordudan kopup geri döndü. Nebî (s.a.v.)'de yanında yediyüz kişi kadar ashabı ile birlikte yolunu devam etti. Kureyş üç bin kişilik bir gurupla hazırlığını tamamladı. Sağ ve sol kanada yer­leştirilmek üzere beraberlerinde iki yüz atlı vardı. Süvari gurubunun sağına Halid b. Velîd'i, soluna İkrime b. Ebî Cehli komutan yaptılar.[243]

İbni Lehî'a, Ebû'l-Esved aracılığıyla Urve'nin şöyle dediğini anlatır: Rasûlüllah (s.a.v.) beraberinde bin kadar Müslümanla yola çıktı. Müş­rikler ise üç bin kişi idiler. Rasûlüllah yoluna devamla Uhut'a geldi. Yolda Abdullah b. Übey üç yüz kişi ile Efendimizden ayrılıp geri dön­dü. Rasûlüllah (s.a.v.) ise yediyüz kişi ile orada kaldı. İbni Übey üçyüz kişi ile geri dönünce Müslümanlardan iki guruba pişmanlık duygusu geldi de dağılayazdılar. Bunlar Seleme oğullarıyla Harise oğulları idi.[244]

Süfyan b. Uyeyne, Amr b. Dînar aracılığıyla Câbir (r.a.)'den:

"Hani sizden iki gurup dağılmaya ra­mak kalmıştı" (Âl-i İmran; 122) âyetindeki iki taife hakkında derki: Bunlar bizdeki Benû Seleme ile Benû Harise kabileleri idi. Ayetin bu kısmı indirilmemiş olsaydı bile (yani "sizden iki taife" diyerek onların Müslümanlardan oldukları belirtilmese bile) Allah(cc) arkasından;

"Allah onların velîsidir" âyetini indirmesi bizi sevin­dirmeye yeterde artardı bile" dediğini nakleder.[245] Bu haberi Buharî ve Müslim naklederler.

Şu'be, Adiy b. Sabit aracılığıyla Abdullah b. Yezîd'in Zeyd b. Sabit (r.a.)'i şöyle derken işittiğini anlatır:

- Rasûlüllah (s.a.v.) Uhut'a harbe gittiğinde kendisiyle oraya gelen bir kısım insanlar geri döndü. O vakit Rasûlüllah'ın ashabı iki ayn görüşte toplanmış, bir kısmı "kâfirlerle çarpışalım" bir kısmı da, "çar­pışmayalım" diyorlardı.

Bunun üzerine Allah: "Siz Mü'minlere ne oluyorda Münafıklar konusunda iki gurub oluyor­sunuz? Halbuki Allah O münafıkları kendi yaptıkları -amelleri-yüzünden tekrar küfre döndürmüştür. Yoksa Allah'ın doğru yol­dan saptırdığını hidayetemi ulaştırmak istiyorsunuz? Allah'ın saptırdığına sen asla -kurtuluş- yolu bulamayacaksın" (Nisa Sûresi âyet; 88) âyetini indirince, Allah Rasûlü (s.a.v.):

"İşte bu Medine, Taybe -şehri- dirki, Ateşin gümüşü eriterek posasını süzüp attığı gibi, Taybe de habis adamları sürer çıkarır" buyurdu. Buharî ve Müslim bu haberi ittifakla naklederler.[246]

îbni Ebî Necîh,

Allah, pisi temizden ayırana kadar, Mü'minleri sizin üzeri­nizde bulunmuş olduğunuz vaziyette terkedecek değildir. Allah sizi gaybe haberdar kılacak da değildir. Lakin Allah, peygamber­lerinden dilediğini (bu gaybı bilmek üzere) seçer. Öyleyse Allah'a ve elçilerine îman edin; eğer inanır ve takva gösterirseniz size bü­yük bir ücret vardır. (Al-i İmran; 179)" âyeti hakkında Mücahit'in, "Uhut günü onları ayırdı Mü'minlerden münafıkları ayırdı." diye tefsir ettiğini anlatır.[247]

Bekkâî, İbni İshâk'tan naklediyor:

- Bana Zührî, Muhammed b. Yahya b. Habbân, Asım b. Ömer, Husayn b. Abdirrahman ve diğerlerinin anlattıklarına göre Uhut harbi hadisi şudur: Tabi bu adları sayılanlar bu hadisin bir kısmım naklet-mişlerdir. Ancak onların hadislerinin hepsi de Uhut günü hakkında benim burada sevkettiğim bu haberde birleşmiş durumdadır.

Kureyş kâfirlerinden Bedir'de kuyuya cesetleri atılanların başına gelen gelince, onların büyük bir bölümü Mekke'ye döndüler. Ebû Süfyan'da Şam'dan getirmekte olduğu ticaret kervamyla Mekke'ye gel­miş bulunuyordu.

İşte Abdullah b. Ebî Rabî'a, İkrime b. Ebî Cehl, Safvan b. Ümeyye üçlüsü babaları, oğullan ve kardeşleri Bedirde öldürülen insanlardan müteşekkil bir gurupla birlikte kalkıp, Ebû Süfya'nın yanına gelerek onunla ve bu kervanda ticaret malı bulunan kimselerle konuşarak: "Ey Kureyşliler! Muhammed sizden intikamını aldı, sizin en hayırlılarınızı katletti. Şimdi siz şu ticaret malı ile bize yardımda bulunun, belki biz­de ondan böylece öldürdükleri kimselerin intikamını alabiliriz" dedi­ler.

Bu konuşma üzerine kimse kervandaki malını almayıp savaşmak için bunları feda ettiler. İşte Allah bu kâfirler hakkında:

"Şüphesiz o kâfirler, Allah yolundan alıkoymak için mallarını sarfederler. Yakında ona -daha da- harcayacaklar, sonra bu har­cama kendileri aleyhine bir pişmanlık olacak, ardından yenilecek­ler de..." (Enfal; 36) âyetini indirdi.

Ebû Süfyan ile çeşitli kabilelere mensub bir gurup ve Kinane ka­bileleri ile Tihame halkından onları dinleyenler, bu mal harcama ka­rarı verince, Kureyşliler Muhammed (s.a.v.)'e karşı savaş etmek üzere ittifakla birleşmiş oldular.[248]

Ebû Azze el-Cumahî denen şair biri vardı. Rasûl-ü Ekrem vaktiyle ona lutufta bulunmuştu. O aile nüfusu çok ve ihtiyaçlı birisiydi. Efen­dimize gelip; "Yâ Rasûlellah! Ben fakir biriyim; çoluğu çocuğu çok üstelik ihtiyaçlı biriyim de, bana yardımda bulunsan" demiş ve Efen­dimizin lutfunu elde etmiş idi. İşte müşrik Safvan bu adama;

-  "Yâ Ebâ Izze. Sen şâir bir insansın. Bizimle kabileleri dolaşmaya çıkıp da, bize dilinle yardımcı olsan ya" demişti. O da:

-  "Muhammed bana yardımda bulunmuştu. Artık ben onun aleyhine size destek vermek istemiyorum," diye cevap verdi. Safvan'da, "tabiki gelip destek olacaksın. Dilinle olmazsa vücudunla destek ol. Allah için harpten dönersen sana yardım etmek boynuma borç olsun. Eğer harpte öldürülürsen, senin kızlarını benim kızların yanına alırım, be­nimkilere nasib olan varlıkta, darlıkta ne gelirse seninkilere de nasib olur" dedi. Böylece Ebû Izze ikna olup, o da Tıhame'de dolaşmaya boşlayıp, Kinane kabilelerini harbe teşvik ederek şöyle diyordu:

"Ey Abdimenât'ın yerinden kıpırdamaz (yenilip kaçmaz) oğul­ları!

Bu gün hamiler sizsiniz atanız'da zaten Hâm îdi.

Bu yıldan sonra bana yardıma söz vermeyiniz.

Beni sakın teslim etmeyin zira teslim etmek helâl olmaz."[249]

Cumah kabilesinden MüsâfT b. Abdimenaf da Rasûlüllah'a karşı sa­vaşa da'vet etmek üzere Mâlik b. Kinane oğullarına geldi. Bu da şiir okuyarak harbe teşvik ederdi.

Cübeyr b. Mut'ım'da Habeşli olup, Vahşî denilen kölesini harbe da'vet etti. Bu adam Habeş usulü mızrak atar ve isabet ettiremediği pek az olurdu. Cübeyr ona, "Eğer amcam Tuayma b. Adiy'ye karşılık Hamza'yt öldürürsen sen hür olacaksın" diye vaadde bulundu.

Artık Kureyş hazırlanınca ne kadar hiddetli adamı varsa, ne kadar silah edindilerse, diğer kabilelerden ve kendilerine tabi olan ne kadar adam varsa onları alıp yola çıktılar. Hatta onlarla beraber kadınlarda öfkelerini gidermek ve erkeklerin firarını önlemek üzere harbe geldi­ler.

O gün Ebû Süryan komutan olarak beraberinde Utbe kızı Hindi ge­tirdi. İkrime'de Haris b. Hişam kızı Ümmü Hakîm'i getirdi. Bunlar ilerleyerek Uhut dağındaki Medine'nin karşısına düşen Sekka vadi­sinin ağzındaki Ayneyn denen yere gelip konakladılar. Rasûlüllah ashabına:

"Eğer siz bu durumda Medine'de kalıp, onları da konakladık­ları yerde bırakmayı uygun görürseniz ne ala. Müşrikler orada kalırlarsa şer içinde kalmış olacaklar. Eğer bize hücuma geçerler­se bizde onlara Medine içinde savaş ederiz" buyurdu. Esasen Allah Rasûlü müşriklere saldırmak için Medine'den ayrılmayı asla uygun görmüyordu.

Bedir harbine katılamayan bir gurup bunu duyunca:

-  "Yâ Rasûlellah! Yâ Rasûlellah! Bizi müşriklerin olduğu yere gö­tür ki bizim oniardan korktuğumuz zannına kapılmasınlar" dediler.

Bunlar Allah Rasûlüne o kadar yalvardılarki, sonunda Efendimiz evine gidip, zırhını kuşanmak durumunda kaldı. Bu olay bir Cum& günü cemaatin Cum'a namazından çıktığı esnada cereyan etmişti.

Efendimizin Uhut'a çıkışı ve Abdullah b. Übeyyin insanların ü^te biri kadar bir sayıyla Müslümanlar'dan ayrıldığı az önce anlatılmıştı.

İşte Câbir (r.a.)'in babası Abdullah (r.a.) bu Müslümanlar'dan kfr-pup geri gidenlerin peşine düşerek onlara: "Harpten kaçmakla, Allall için size, kendi kavminizi ve kendi peygamberinizi desteksiz bıraktı­ğınızı hatırlatırım" dedi.

Yolda -Yahudilerden silahlı bir gurubu gören- Ensar:

-  Yâ Rasûlellah! Yahudilerden anlaşmamız bulunan şu guruptafı yardım isteyelim mi? diye sorduklarında Nebî (s.a.v.):

"Bizim onlardan bitecek bir ihtiyacımız yok"[250]

buyurdu. Allah Rasûlü yoluna devam ederek, vadinin dağdan taraftaki son ucunda bulunan Uhut'un bir koyağına gelip konakladı. Arkasını ve askerini Uhut dağına verdi, ve: "Ben çarpışmayı emretmedikçe kimse savaşmayacak"[251] buyurdu.

Sonra Nebî (s.a.v.) harb hazırlığına başladı. Yediyüz kişi idiler. Okçuların başına Abdullah b. Cübeyr (r.a.)'i komutan yaptı. Bunlar elli kişi kadardı. Bunlara hitaben:

 .D"Okla atları bizden uzaklaştırın,  bizim arkamızdan gelmesinler. Harp bizim lehimize olsada, aleyhimize olsada siz yerinizde durun. Sizin tarafınızdan bize saldırılanlasın" buyur­du.[252] O gün Rasûlüllah (s.a.v.), iki zırhı üst üste giymiş olarak görün-dü.Nebî (s.a.v.) sancağını Mus'ab b. Umeyr (r.a.)'e verdi.

Kureyş'de üç bin kişilik bir kuvvetle harbe hazırlandı. İki yüz kişi­lik bir süvari bölükleri vardı ki, yüz kişi ordunun sağ tarafına, yüzünüde sol tarafına koydular. Sağ kanattaki atlılara Halid b. Velîd, sol-dakilere de İkrime b. Ebî Cehl komuta ediyordu.[253]

Sellâm b. Miskin, Katâde aracılığıyla Saîd b. Müseyyeb'den nakle­diyor:

-  Rasûlüllah (s.a.v.)'in Uhut harbi günü edindiği sancağı siyah bir kumaş parçası olup Hz. Âişe'ye ait idi. Medine Ensarmın sancağına El-Ukab adı verilmiş idi. Ali b. Ebî Talib (r.a.) sağ cenahta idi. Sol cenahta ise Münzir b. Amr es-Sâidî komuta ediyordu. Ordunun önderi Zübeyr b. Avvam ve bir rivayete göre Mikdad b. el-Esved idi. Hamza ordunun kalbi mesabesinde bir yerde bulunuyordu. Sancak Mus'ab b. Umeyr (r.a.)'da idi. Mus'ab şehid edilince Efendimiz sancağı Hz. Ali'­ye (r.a.) verdi.

Denildiğine göre o gün Müslümanların üç sancağı varmış:

1- Mus'ab b. Umeyr'in sancağı; bu Muhacirlerin ki idi..

2- Hz. Ali'nin sancağı.

3- El-Münzir (r.a.)'in sancağı.

Sabit, Enes (r.a.)'den şöyle nakleder:

- Uhut günü Rasûlüllah (s.a.v.) bir kılıç olarak:

"Bu kılıcın hakkını vermek şartıyla

benden bunu kim alacaktır?" diye sordu. Onların her biri ellerini uzatarak "ben, ben" diye bağırdılar. Efendimiz yine; "bu kılıcın hakkı­nı vermek şartıyla benden kim alacak? buyurunca toplum dura kaldı. Ebû Dûcâne Simak (r.a.) "ben Onun hakkını veririm" deyince kılıcı aldı ve onunla müşriklerin başlarını uçurdu. Bu haberi Müslim rivayet etmektedir.[254]

İbni İshâk bu hususta şöyle nakleder: Rasûlüllah sözünü söyleyince Benî Sâidelerin kardeşi olan Ebû Dûcane Simak b. Haraşe kalkıp E-fendimizin yanına geldi ve, "bu kılıcın hakkı nedir?" diye sordu. E-fendimiz de: ^i "Eğri büğrü olana kadar onu düşmana sallamandır" buyurdu. Ebû Dûcâne de "Yâ Rasûlellah! Onu ben alıyorum" dedi. Nebî (s.a.v.)'de kılıcı ona verdi. İşte bu Ebû Dûcâne son derece iyi bir yiğit olup, harpte çok iyi tuzak kurardı. Çarpışmaya giderken kızıl bir sarığı başına sarar sonra ken­dileriyle düşman safları ortasında salına salına, çalım atarak yürürdü. Bize ulaşan bilgilere göre Rasûlüllah (s.a.v.) onu bu halde çalım atar­ken görünce:

"Bu tarz yürüyüş, Allah'ın sa­dece bu durumda müsade ettiği, başka hallerde hiç sevmediği bir yürüyüştür" buyurmuştur.[255]

Amr b. Asım el-Kilâbî anlatıyor: Bana Ubeydullah b. el-Vazip, Hişâm b. Urve'den, babası Urve aracılığıyla Zübeyr b. el-Avvâm'ın şöyle dediğini anlattı:

- Uhut harbi günü Rasûlüllah (s.a.v.) bize bir kılıç göstererek, "Bu­nu hakkıyla kim alabilir?" diye sordu. Ben kalkıp, "Ben, Yâ Rasûlüllah!" dedimse de yüzümü öteye çevirdi ve yine "Bunu hak­kıyla kim alabilir? buyurdu. Ebû Dûcâne simak b. Haraşe kalkıp, "Ben Yâ Rasûlüllah!, Ama bunun hakkı nedir?" dedi. Efendimiz de:

 "Bununla asla Müslüman öl­dürmemen ve kâfirden de bu elinde iken kaçmamandır" buyurdu. Efendimiz kılıcı ona verdi. Ebû Dûcene harbetmek isteyince başına bir sarıkla âlem yapardı. Kendi kendine, "bu gün Ebû Dûcâne ne yapacak bir göreyim" dedim ve peşini takip ettim. O gün kendisine kaldırılan her şeyi parçaladı, kesdi biçti. Nihayet ilerleyerek dağın eteğinde def-leriyle birlikte -harb kızıştırmakla görevli- kadınların yanma geldi. Aralarında bir kadın şu beyitleri terennüm ediyordu:

"Biz Tarık'ın kızlarıyız. Sanki yastıklar üzerinde yürürüz. E-ğer bize doğru saldırırsaniz sizinle boğaz boğaza geliriz. Döner giderseniz bizde ayrılırız. Ama bu istenen bir ayrılma olmaz."

Ebû Dûcâne kadınlardan birine vurmak için kılıcını kaldırmaya yel­tendi, sonra vazgeçti. Çarpışmadan sonra ona; "bu harekette yaptığın herşeyi gördüm ve anladım. Ama o kadına kılıcı kaldınpta, sonra vurmamayın sebebini anlayamadım" dedim de bana, "Rasûlüllah (s.a.v.)'ın kılıcına kadın öldürmemeyi ikram etmek istedim" dedi.[256]

Ca'fer b. Abdillah b. Müslim (ki bu zat Ömer (r.a.)'ın kölesidir) Muaviye b. Ma'bed b. Ka'b b. Malik (r.a.)'ten naklederki, Rasûlüllah (s.a'.v.) Ebû Dûcâneyi böbürlenerek yürürken gördüğü zaman, "Böyle­si haller dışında, bu tarz yürüyüş Allah'ın en sevmediği yürüyüştür" buyurmuştur.[257]

İbni İshâk, Zührî ve diğer âlimlerden rivayet ediyorki, - Uhut harbinde müşriklerden birisi ortaya çıkıp, düello etmek için er istedi. İnsanlar ona cevap vermeyince o bu isteğini üç kere tek­rarladı. Devesinin üzerine binmiş duruyordu. Zübeyr (r.a.) yerinden fırlayıp öyle bir sıçradıki -adam daha kıpırdayamadan- adamın de­vesinin üzerine oda bindi ve adamla boğaz boğaza geldi. Böylece de­venin üzerinde  boğuşmaya  başladılar.  Durumu gören  Rasûlüllah "Toprağa yakın gelen öldürülecektir"

buyurdu. Müşrik yere Zübeyir'de üzerine düştü ve kâfiri boğazladı. Sonra Rasûl-ü Ekrem Zübeyri yanına getirtip dizi üzerine oturttu ve:

"Her Peygamberin bir havarisi var­dır. Benim havarim de Zübeyr'dir" buyurdu.[258]

Zübeyr b. Muâviye anlatıyor: Bize Ebû İshâk eş-Şîrazî, Berâe b. Azib (r.a.)'ı şunları anlatırken duyduğunu bahsetti:

- Rasûlüllah (s.a.v.) Uhut harbi günü, elli kişi olan okçuların ba­şına, Abdullah b. Cübeyr'i komutan yaptı ve onlara:

"Bizi -yenilipte- kuşların parçaladığını görseniz bile ben size haber göndermedikçe yerinizden ayrılmayın. Bizim kâfirleri boz­guna uğratıp yendiğimizi görseniz yine ben haber göndermedikçe yerinizden ayrılmayın" buyurdu.

Düşman bozguna uğratıldı. Vallahi ben müşrik kadınlarının elbise­lerini -koşmak için- yukarı sıyırıp baldır ve bacakları görünerek dağa doğru kaçıştıklarını gördüm. Bu durumu gören Abdullah b. Cübeyr komutasındaki askerler: "bire kavim, ganimete bakın ganimete, arkadaşlannız galib geldi siz daha ne bekliyorsunuz?" dediler. Abdullah b. Cübeyr onlara; "siz Peygamber (s.a.v.)'in size ne dediğini unuttunuz mu?" dedi. Onlarda, "biz kesinlikle çarpışanlara katılıp ganimetten bizde pay almalıyız" diyerek ordunun yanına doğru geldiler.

Lakin -geri dönen ve arkadan saldıran düşmanın taarruzuyla- boz­guna uğrayıp kaçışmaya başladılar. İşte -Kur'an'da geçtiği üzre-Rasûlüllah'm arkalarından geri dönün diye çağırdığı yer burasıdır. Buna rağmen Rasûlüllah (s.a.v.) ile on iki kişiden başka kimse kal­madı. O zaman bizden yetmiş kişi vurulup şehit edildi.

Rasûlüllah (s.a.v.) ve ashabı Bedir günü yetmiş esir, yetmiş ölü ol­mak üzere yüzkırk kâfiri safdışı etmişlerdi.

Ebû Süryan üç kere "aranızda Muhammed var mı?" diye bağırdı, Rasûlüllah (s.a.v.) ona cevap verilmesini menettİ. Ebû Süryan sonra, "aranızda Ebû Kuhafe oğlu (Ebû Bekir) varmı, aranızda Ebû Kuhafe oğlu var mı? diye sordu. Sonra "aranızda Hattaboğlu Ömer var mı?, diye üç kere bağırdı. Sonra da arkadaşlarının yanına dönüp, "îşte şu adlarını saydıklarım kesinlikle öldürülmüştürler" dedi. Bunu duyan Ömer; "Allah düşmanı! Yalan söyledin, senin adlarını saydıklarının hepsi sağdırlar. Senin için, sana zarar verecekler hayatta kalmıştır" de­mekten kendini alamadı. Ebû Süfyan'da:

- Bu gün, Bedir'de kazandığınız zafere karşılık bizim zafer günü-müzdür. Harb bir değiş tokuştan ibarettir. Şimdi siz ölenler arasında işkence yapılanları bulacaksınız. Lakin ben böyle bir şey yapın diye emretmedim, buna rağmen böyle bir şey yapmışlarsa da onu çok kö­tüde saymıyorum, dedi. Ardındanda: "Yücel ey Hübel, Yücel ey Hübel!" diyerek recez söylemeye başladı. Bunu duyan Allah Rasûlü:

"Ona cevap vermeyecekmisiniz?" diye sorunca "ne di­yelim?" dediler. Efendimiz de: "Allah daha yüce, daha büyüktür" deyin" buyurdu.

Ebû Süryan, ashabın bu cevabını alınca onlara:

- Bizim Uzza putumuz var, sizinse Uzza'nız yok; dedi. Efendimiz, "bu adama cevap vermiyecekmisiniz? buyurdu. Ashab, "ne diyelim?" diye sorunca; "Allah'da bizim mevlamızdır.

Sizinse Mevlanız yoktur, deyin" buyurdu.

Bu haberi Buharı rivayet etmiştir.[259]

Yunus b. Bükeyr, İbni îshâk'tan naklediyor: Bana El-Husayn b. Abdirrahman, Mahmud b. Amr b. Yezîd b. Es-Seken isnadıyla Uhut harbi günü insanların etrafını çevirdiği zaman Efendimiz (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu haber verir: "Bize canını ba­ğışlayacak adam kimdir?" Bunu duyan Ziyâd b. es-Seken beş ensarlı arasında ayağa kalktı. (Âlimlerden biri bu zatın Umara b. Ziyad b. es-Seken olduğunu söyler).[260] Rasûlüllah'ın etrafında çarpış­maya başladılar ve teker teker şehid oldular. Bunların en son şehid olan Ziyad ya da Umara idi. Bu zat çarpışa çarpışa sonunda yaralandı. Tam bu sırada Müslümanlardan bir gurup geri geldiler ve onu müş­riklerden kurtardılar. Rasûlüllah (s.a.v.), "Onu bana yak­laştırın" buyurdu. Onu yanına getirdiler. Efendimiz (s.a.v.) mübarek ayağını onun başı altına yastık gibi koydu. O zat yanağı Rasûl-ü Ek­rem'in ayağı üzerinde iken vefat etti.[261]

Ebû Dücâne (r.a.), Uhut harbinde Rasûlüllah'ı korumak için kendini Efendimizin önünde bir kalkan gibi kullandı; ok sırtına saplanıyor ama, o Peygamberi korumak için vücudunu bir o yana bir bu yana atıyordu. Bu yüzden sırtına bir sürü ok saplandı.[262]

Sabit ve diğerleri aracılığıyla Hammad b. Seleme, Enes (r.a.)'in şöyle dediğini naklediyor:

- Uhut harbi günü Rasûlüllah (s.a.v.) -ordusu dağıldığında- yedi Ensarlı iki'de Kureyşli ashabı ile yapayalnız bırakılmıştı. Kâfirler ken­disini kuşatıp iyice yaklaşınca Nebî (s.a.v.):

"Kim onları etrafımızdan defedebilirse ona cennet vardır, -yahut "O benim cennetteki arka­daşımdır"" buyurdu. Bunun üzerine Ensardan bir yiğit ileri atılıp şehid olana kadar çarpıştı. Sonra düşmanlar yeniden yaklaştılar. Efen­dimiz yine "Kim onları etrafımızdan dağıtabilirse ona cennet vardır -yahut- o benim cennetteki arkadaşımdır" buyurdu. Yine Ensardan bir yiğit atılıp şehit olana kadar çarpıştı. Aynı şekilde Ensarlılar tek tek çarpışarak yediside şehit düştü. Sonuncu Ensarlı da ölünce Nebî (s.a.v.) yanında kalan iki Kureyşli arkadaşına: Bîz -Kureyşliler olarak- arkadaşlarımıza insaf etmedik; -veya harpten firar eden arkadaşlarımız bize insaf etmedi" buyurdu.

Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.[263]

Süleyman et-Teymî, Ebû Osman en-Nehdî'nin; "Nebî (s.a.v.)'nin, bu çarpışma yaptığı Uhut günlerinden birinde, yanında Talha b. Ubeydillah ve Sa'd'dan başka kimse kalmamıştı" dediğini Talha ve Sa'd'ın ağzından nakleder.

Hadisi Buharî ve Müslim rivayet ediyor.[264]

Kays b. Ebî Hazim anlatıyor: Uhut harbi günü ben Talha (r.a.)'nın elini felç olmuş bir halde gördüm onunla hâlâ Nebî (s.a.v.)'yi koru­maya çalışıyordu.

Hadisi Buharî rivayet ediyor.[265]

Salih b. Abdillah derki: Bana Yahya b. Eyyûb, Umara b. Gaziyye aracılığıyla Hâkim b. Hizâm'ın azatlısı Ebû'z-Zübeyr'den, Cabir (r.a.)'in şöyle dediğini anlattı:

- Uhut günü Rasûlüllah'ın etrafındaki gurup bozguna uğrayıp, Efen­dimiz (a.s.) ile beraber kalabilen en çok onbir kişi idi. Aralarında Talha b. Ubeydullah (r.a.)'da vardı. Efendimiz dağa doğru tırmanmak­taydı. Müşrikler kendilerine yetişince Nebî (s.a.v.):

Şunlara karşı çıkacak biri yok mu?" buyurdu. Talha:

"Ben varım Yâ Rasûîellah!" dedi. Nebî (s.a.v.) ona:

"Sen olduğun gibi kal yâ Talha!"  buyurdu.

Ensardan bir adam "Ben Yâ Rasûîellah!" deyip Efendimizi savunmak için çarpışmaya başladı. Rasûîellah (s.a.v.) ile beraberindekiler dağa doğru tırmanmaya başladı.

Sonra Ensarlı şehîd oldu. Müşrikler tekrar yetiştiler. Efendimiz yi­ne: "Şunlara karşı çıkacak biri yokmu?" buyurunca Talha yine öndeki sözünü söyledi. Efendimiz'de ona aynı sözlerini tekrarladı. Ensardan birisi de "ben varım Yâ Rasûlellah!" dedi. Ona çarpışma izni verildi. O çarpışırken Efendimiz ve arkadaşları dağa tırmanıyorlardı. Bu zat da şehid edildi. Müşrikler tekrar yetiştiler.

Her seferinde aynı sözünü tekrarlıyor, Talha b. Ubeydillah'da "be varım Yâ Rasûlellahr diye atılıyor ama Efendimiz onu çarpışmaktan alakoyuyor o sıra Ensardan biri izin istiyor ona izin veriliyordu. Niha­yet Efendimizin yanında Talha'dan başka kimse kalmamış idi. Müşrik­ler ikisini kuşatmış bulunuyordu. Efendimiz, "Bunlara karşı kim sava­şacak?" deyince Talha (r.a.) "ben" diyerek atıldı ve kendinden önceki Ensarlı şehitlerin yaptığı gibi müşriklerle çarpıştı. Bir ara parmaklan kesilince "of anaaaam!" dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.):

"Allah'ın adıyla söyleseydin, yahut Allah'ın adını ansaydm, ke­sinlikle melekler seni insanların sana bakışları arasında alıp gök­yüzüne çıkarır ve sema boşluğunun içine daldırırlardı" buyurdu.

Sonra Rasûlüllah yukarda toplanmış bulunan ashabının yanına doğ­ru çıkü.[266]

Abdü'l Vâris, Abdü'lazîz aracılığıyla Enes (r.a.)'in şöyle dediğini anlatır: Uhut günü harb başlayınca Rasûlüllah'ın etrafında bulunanlar bozguna uğrayıp dağıldılar. Ebû Talha, Rasûlüllah'm önünde durmuş elindeki bir kalkanla Efendimizi korumaya çalışıyordu. Ebû Talha, yayı çok iyi çeken bir okçu idi. O gün iki veya üç tane yay parçala­mıştı. Birisi, içinde ok bulunan ok gurubu (torba)'nu getiriyor, ona "okları atması kolay olsun" diye, "yay" deniyor, oda Ebû Talha'ya okları ve yayı veriyordu.

Nebî (s.a.v.) bizzat Ebû Talha'mn başucuna gelip ordunun duru­muna bakıp kontrol ediyordu. Ebu Talha Efendimize, "Anam babam sana feda olsun Yâ Rasûlellah! Kontrol için dikilme. Kâfirlerin attık­ları oklardan biri sana isabet eder. Benim boynum seninkinin önünde -sana feda- olsun." diyordu.

O gün, Ebû Bekir kızı Hz. Âişe ile Ümmü Süleym'i eteklerini top­lamış bir halde gördüm. Onların baldırlarını görüyordum, sırtlarında su tuluğu taşıyorlar, sonra bu testileri gazilerin ağızlarına döküyor­lardı. Sonra tekrar gidip su doldurup geliyor ve mücahitlere su veri­yorlardı. O gün, yorgunluğundan ve uykusuzluğundan dolayı, kılıç Ebu Talha'nın elinde iki, yada üç kere yere düşmüştü.

Bu, Buharı ve Müslim'in ittifakla rivayet ettiği bir hadistir.[267]

İbni İshâk anlatıyor:

Mus'ab b. Umeyr (r.a.) Rasûrüllah'ı müdafa ederek onun önünde çarpışarak şehit oldu. Sancak Mus'ab'da idi. Onu İbni Kammie el-Leysî öldürmüştü. Onu Rasûlüllah (s.a.v.) sanarak Kureyş'in yanına giderek; ben Muhammed-i öldürdüm" dedi.

Mus'ab (r.a.) şehit düşünce Efendimiz (s.a.v.) sancağı Ali b. Ebî Talib (r.a.) ile -Müslümanlardan bir guruba- teslim etti.[268]

Musa b. Ukbe anlatıyor: "Kureyşliler Arab müşriklerinden dileyen­leri[269] harbe şevketti. Ebû Süiyan Kureyşlilerden teşekkül etmiş bir gu­rup içerisinde hareket edip geldi." Sonra Musa b. Ukbe, hâdiseyi yu-

karda geçen rivayetlerdeki olduğu gibi anlattı. Onun naklettikleri ara­sında şunlarda geçmektedir: "Müşrikler Peygamber (s.a.v.)'in yüzünü yaraladılar, ön yan dişini parçaladılar, dudağını yardılar. İddia ettikle­rine göre Efendimize bu yaralayıcı oku atan Utbe b. Ebî Vakkas idi.[270]

Musa b. Ukbe'nin bu rivayetinde Nebî (s.a.v.)'nin Unut öncesi gör­düğü rüyada yer alır. Orada şunlar da vardır:

- Rasûlüllah (s.a.v.) "sağlam zırhı Medine olarak yorumladım. Siz yerinizde duran, çocuk ve aileleri Medine'nin sağlam kulelerine yer­leştirin. Müşrikler Medine sokaklarında üzerimize saldırırlarsa onlarla Medine içinde savaşırız, evlerin damlarından tepelerine taş yağdırılır" buyurdu. Medine evleri-nin dış binaları- birbirine bitişik ve- yüksekçe yapıldığı için adeta bir kaleyi andırırdı. Ekserisi Bedir harbinde bulu­namayan insanların çoğu, "Yâ Nebiyyallah! Biz böyle bir günün ol­masını temenni edip, Allah'a bu fırsatı vermesi için dûa ediyorduk. Şimdi Allah onları bize getirip yaklaştırdı" diyerek Medine dışına çı­karak savaşmak için direttiler.[271]

Ensardan birileri, "Yâ Rasûlellah!, Onlarla kendi kavmimizin vadi­sine gelmişken savaşmayip ta, ne zaman savaşacağız?" derken bir gu­rubu da, "ekili tarlamızı koruyamadıktan sonra neyi koruyacağız?" dedi. Bir kısım insanlar bu konuda görüşlerini belirtip, sözlerini yerine getirerek bu konudaki sadakatlannı ortaya koydular. Bunlardan birisi­de, "Sana Kitab'i indiren Allah'a yemin ederimki, onlarla kesinlikle savaşmak kararındayım!" diyen Hamza (r.a.) idi.

Ya'mer b. Mâlik b. Sa'lebe de, "Yâ Rasûlellah! Bize cenneti haram etme, Nefsim elinde olan Allah'a yemin olsun o cennete gireceğim" dedi. Efendimiz (a.s.)'de, "Ne ile?" diye sorunca; "ben kesinlikle Allah ve Rasûlünü seviyorum, harp günü asla harpten kaçmam" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) ona; "sen doğru söylüyorsun" buyurdu. Ya'mer (r.a.) Uhut harbinde şehit düştü.

Ashab-ı Kiram'm çoğu da, Nebî (s.a.v.)'nin söz ve görüşündeki ni­haî hedefi anlayamayıp; "harbe Medine dışına çıkalım" diye direndi­ler. Eğer onun kendilerine emrettiği şeye razı olmuş olsalardı ne iyi olacaktı. Lakin kaza ve kader-i ilahî- öyle cereyan etti. Umumiyetle çıkışı tercih edenler, Bedir harbine katılamayıp, Bedir de bulunanların elde ettiği sevap ve derecelerin ne olduğunu anlamış bulunan kimse­lerdi. Efendimiz Cum'a namazım kıldırıp, ashabına vaaz ve nasihat edip, onlara cihad ve ciddi olmayı emrederek hutbesini bitirdi.

Sonra zırhını isteyip kuşanarak insanlara harbe çıkmalarına müsade verdi.

Durumun bu noktaya geldiğini gören bazı tecrübeli kimseler: "Al­lah Rasûlü bize Medine'de kalmamızı ve düşman bize saldırırsa sokak savaşı yapmamızı emretmişti. Allahû Teâlâyı ve Onun ne murad etti­ğini en iyi Efendimiz bilir, üstelik ona vahiy geliyor. Sonra biz kalk­mış onu da çıkmaya mecbur etmişiz" diyerek gelip, "Yâ Rasûlellah! Sen bize emrettiğin gibi yerinde kalsan" dediler. Efendimiz'de onlara "Harp âletini kuşanıp, düşmana karşı yürüyüş emri verdikten sonra, bize çarpişmadikça geri dönmek yakışmaz, Ben bu görüşe sizi da'vet etmiştim ama siz kabul etmemiştiniz. Artık Allah'tan korkun ve sabre­din, harbde düşmanla karşılaşınca emrime kulak verip onu yerine geti­rin" buyurdu.

Böylece Efendimiz ve Müslümanlar bin kişilik bir kuvvetle yola çı­kıp Bedâi' yoluna saptılar. Müşriklerse üçbin kişiydiler. Rasûlüllah (s.a.v.) yoluna devam ederek Uhut'a vardı. Yolda Abdullah b. Übey b. Selûl, üç yüz kişilik bir kuvvetle geri dönünce, Müslümanlar yediyüz kişi kaldılar.

Abdullah b. Übey geri dönünce, Müslümanlardan iki gurup pişman oldular ve birbirleriyle çarpışayazdılar. Bunlar Benû Harise ile Benû Seleme kabileleri idi. Efendimiz Müslümanları Uhut dağı eteğinde harp düzeni aldırdı. Müşriklerde Uhut'dan Öndeki Sebeha denen yerde harp safı yaptılar. İki fırka da çarpışmaya hazır hale geldi. Müşrikler süvari birliklerinin başına Halit b. Velîd'i komutan yaptılar. Müslü­manların ise hiç atı yoktu. Onların sancaktarı Abdü-d-Dâr oğulların­dan biri idi.

Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.) elli tane okçu seçip bunlar düşman süvarile­rine engel olmak üzere -tepeye- yerleştirip başlarına da Abdullah b. Cübeyr'i emir tayin edip "Ey Okçular! Bize harb meydanında yerimizi aldıktan sonra, siz Allah düşmanlarının yenilip atlarının hareket ettiği­ni görseniz bile yerinizden ayrılmayın sizden hiç biri yerinden ayrıl­masın. Siz süvarilere engel olun yeter" buyurdu. Müşriklerin sancakta­rı Şeybe b. Osman el-Abderî'nin kardeşi Talha idi. Müslümanların sancağım ise muhacirlerden bir sahabe taşıyordu. Bu zat, "İnşâallah ben bu taşıdığım şeyi koruyacağım" diyordu.

Müşriklerin sancaktarı Talha ona, "Ey sancak koruyucusu düelloya varmışın?" deyince bu zat "evet" diyerek meydana atıldı ve kılıcım Talha'nın kafasına vurunca tepeden sakalına kadar kesip onu öldürdü. İşte bu olay Rasûiüllah (s.a.v.)'ın "ben bir koçun ardından gidiyor­dum" diye anlattığı rü'yasım doğrulamış oldu.

Müşrik sancaktar öldürülünce, Peygamberimiz ve arkadaşları kü­çük müfrezeler halinde düşmana karşı dağılarak hücuma geçip, öyle bir darbe indirdilerki düşman güçlerine harb aletlerinin yanından sü­rüp geri püskürttüler. Müşrik süvarileri üç kere Müslümanlara -arkadan- saldırdı ise de her seferinde oklandıkları için arzularına ula­şamadan hezimetle geri dönüyorlardı. Müslümanlar saldırıya geçerek ©ntara galebe ettiler.

İşte bu durumu gören okçular, Allah'ın kardeşlerine zafer ihsan etti­ğini anlayınca, "vallahi hiç bir şey için burada oturamayız. Allah düş­manlarımızı kahretti, kardeşlerimiz düşman ordugahına girdi." diyerek Peygamber (s.a.v.)'in "terketmeyin" diye tenbih ettiği yeri terkettiler. Birbirleriyle nicâ'a düşüp dağıldılar, Peygambere de âsi geldiler. İşte o an müşrik süvarileri -arkadan- saldırdı ve öldürmeye başladı onların ekserisi askerin içinde idi.

Bu sırada küçük parçalar halinde savaşmakta olan ashab müşrik sü­varilerin yapacağını yapmış olduğunu görünce hepsi bir araya toplan­dı. O sırada birisinin "geri kaçın, geri kaçın! Peygamber öldürüldü" diye bağırdığı işitildi. Bu meyanda Müslümanların bir kısmı Öldürüldü vç müşriklerin eli ile Allah onlara şehitlik ikram etti.

Geri kalan Müslümanlar, dağın ortasındaki koyaktan yukarı doğru çekiliyordu. Hiç kimse birbirine bakacak halde değildi. Ashabının bir kısmı kendini bırakıp dağılmakta olan Nebî (s.a.v.)'ye Allah, o anda sebat vermiş idi. O kaçan arkadaşlarının arkasından çağırarak yanma gelebilenlerle beraber koyağın yukarısında bulunan Mihras adlı suya kadar geldiler.

Rasûlüllah (s.a.v.) böylece meydandan çekilip görünmeyince, iç­lerinden biri, "herhalde Rasûlüllah öldürülmüş olsa gerek, haydi kavminiz Kureyş'e varında, gelip sizi kılıçtan geçirmeden onlardan aman dileyiniz. Zira onlar evlere girecekler" dedi.

İçlerinden biri ise, "Eğer bize haktan bir emir olmuş olsaydı burada kılıçtan geçirilmezdik" bile dedi. Diğerleri ise: "Rasûlüllah öl­dürülmüş olsa bile, siz dininizi savunmak ve Rasûlüllah (s.a.v.)'m bu­lunduğu hali koruyarak, şehid olarak Allah'a kavuşana kadar çar­pışmayacak mısınız?" dediler. Bu yiğitlerden biri de Enes b. Nadr (r.a.) idi ki, bu hadiseyi Rasûlüllah'ın yanında Sa'd b. Muaz anlat­mıştır.

Rasûlüllah (s.a.v.) ashabını aramak üzere hareket edince müşrik­lerin izi sıra kendisine doğru geldiklerini gördüğünde:

"Allah'ım! Sen dilersen seni yer yüzünde mağlub edecek kimse yoktur. Allah'ım! Sen dilersen kimse tarafından tapmılmazsın" dedi. Müşrikler ayrı­lıp gitti. Nebî (s.a.v.) hem dağa tırmanıyor, hemde ashabını çağırı­yordu. Beraberinde içlerinde Talha b. Ubeydillah ve Zübeyr h Avvâm'ın da bulunduğu kendisiyle beraber sabreden ufak bir topluluk vardı. Bunlar Nebî (s.a.v.)'ye ölüm üzere bîat etmişlerdi. Canlarıyla Nebî (s.a.v.)'ye siper oluyorlardı. İçlerinden altı veya yedisi şehit edilmesine rağmen Mihras pınarı etrafında pervane gibi dönüyorlardı. Denildiğine göre kaybedilişinden sonra, Miğferin aralığından Rasûlüllah'ın gözünü ilk tanıyan Ka'b b. Mâlik (r.a.) olmuş ve olanca sesi ile, "Allahû Ekber! İşte Allah Rasûlü" diye bağırmış, Efendimizde ona eliyle "sus" diye işaret etmiş idi. Burada Rasûlüllah (s.a.v.yin yü­zü yaralanıp ön yan dişleri kırılmıştı.

Übey b. Helef denen müşrik fidye verilipte canım kurtarınca; "Val­lahi bir atım var her gün ona çekirdek vererek besiye çektim. Kesinlikle bu atın sırtında Muhammed'i öldüreceğim" demişti. Bu sözü, Rasûlüllah'a ulaşınca: "İnşaallah, o değil, ben onu öldüreceğim" buyurmuştu. Unut günü bu Übey, o atı üzerinde demir tolga içinde, "Eğer Muhammed kurtulursa ben kurtulmayayım" diyerek gelip Rasûlüllah (s.a.v.)'a saldırmak için atım sürdü.

Musa b. Ukbe kıssanın burasını Saîd b. Müseyyeb'den şöyle nakle­diyor:

- Übeyy'in geldiğini gören bir kaç kişi mani olmak, için önüne gerildilersede Rasûlüllah (s.a.v.) onlara "yolu açmalarım" emretti. Tam yaklaşınca Rasûlüllah (s.a.v.)'ı korumak için Mus'ab b. Umeyr (r.a.), Übey b. Halefi karşıladıysada, çarpışmada Mus'ab (r.a.) şehit düştü.[272] İşte o sırada Allah Rasûlü (s.a.v.) Zırh ile tolganın birleştiği halka boş­luğunun arasından Übey b. Halefin köprücük (veya boyun çemberi) kemiğini gördü ve mızrağını tam oraya sapladı. Übey atından yere yu­varlandı. Efendimizin bu darbesinden dolayı herhangi bir kan çıkma­mış, ama kaburgalarından biri kırılmıştı. İşte bu konudan Enfal Sûre-si'ndeki:

"Attığın vakit sen atmadın, Lakin -Onu- Allah attı." (âyet no: 17) âyeti inzal olmuştur. Übey yerde öküz gibi böğürürken arkadaşları gelip, "çabaltın ne? Bir tırnak yarasına bu kadar bağrılırmı" dediler. Kendisi arkadaşlarına Rasûlüllah (s.a.v.)'ın "O beni değil ben Übeyyi öldüreceğim" dediğini anlattı. Übey onlara; "siz ne sanıyorsunuz, nefsim elinde olan zata yemin olsunki bana indi­rilen şu darbe Mecaz halkına isabet etseydi kesinlikle hepsi öldürdü" dedi. Übey geri götürülürken daha Mekke'ye ulaşamadan yolda öl­dü.][273]

İbni İshâk anlatıyor:

- Bana Abdullah b. Zübeyr'in torunu Huyey b. Abbâd babası aracı-lığıyla dedesinden Zübeyr (r.a.)'in şöyle dediğini nakletti:

"Vallahi ben Uhut'ta o saat, kendimi eteklerini çemreyıp kaçış­makta olan Hind ve arkadaşlarının baldırlarına baka kalmış olarak gördüm. Yanlarına aldıkları şeyler ne az ne de çok idi. Birde ne gö­reyim, bizim okçular, bizim müşrik ordugahını boşalttığımızı görünce yağmalamak için tepeden aşağı harp alanına yöneldiler. Böylece ar­kamızı müşrik süvarilerine açıvermiş oldular. Müşrikler arka tara­fımızdan saldırdı. O sırada bir münâdî, "Dikkat dikkât! Muhammed öldürülmüştür" diye bağırdı. Böylece biz hezimete uğradık. Müşrikler, biz onların sancak bölüğünü yenmiş iken tekrar bize saldırıya geçtiler. Halbuki topluluktan hiç kimse sancağa varıp, kaldırmaya yaklaşmı­yordu.[274]

İbni îshâk devamla derki: Müşriklerin bayrağı hâlâ yerde yatı­yordu. Nihayet Alkame el-Harisi'yye bizi Amra gelip sancağı aldı ve Kureyş'in görmesi için onu havaya kaldırdı. Müşrikler hemen san­cağın etrafına sığındılar.

Verka, îbni Ebî Necîh yolu ile Mücahit'in:

"Allah (c.c), müşriklerin kendi izni ile kökünü söktüğünüz sürece, size olan va'dini doğruladı" (Al-i İmrân; 152) âyetindeki "kök sökme"yi, "öldürdüğünüz" diye, "Tâki siz size sevdiğinizi gösterdikten sonra korktunuz verilen- emirde çe­kiştiniz ve isyan ettiniz!" âyetini "Onlardan ganimet elde etmek için bir kısmının yerini bırakıp gelmesi, "sevdiğinizi" kelimesini de "zafer" olarak açıklayıp, "sonra Peygambere isyanları sebebiyle zafer müşrik­lere geçmiş, Rasûlüllah'ta onları taşlamıştır" diye izah ettiğini, nakleder.[275] Süddî, Abd Hayr aracılığıyla Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)'dan: - Ben, Kiminiz dünyayı istiyordu, kiminiz de âhireti istiyordu" âyeti nazil oluncaya kadar, Peygamber Efendimiz'in ashabından hiç birinin dünyaya talib olduğu kanaatinde değildim." dediğini rivayet eder.[276]

Hişam b. Urve, babası Urve yolu ile Hz. Âişe (r.a.)'nin: "Uhut har­binde, önce müşrikler, açıkça hezimete uğramışlardı. İşte o sırada şey­tan "Ey Allah'ın kulları! Arkanıza dönün" diye bağırdı. Bunu duyan ön taraftakiler geri döndü. - Bu sırada yerlerini bırakıp gelen okçuları düşman sandıklarından- öndeki gurupla arkadakiler kılıçla birbirine vurmaya başladılar. Huzeyfe duruma bakınca -çocukları beklemekle görevlendirildiği halde onları bırakıp harbe katılmak üzere Uhut'a gelmiş olan- babasını Müslümanların kılıçları arasında görünce, "ba­bam, babam!" diye bağırdıysa da duruma engel olunamadan onu öl­dürdüler. Bunun üzerine Huzeyfe (r.a.) arkadaşlarına, "Allah sizlerin günahım bağışlasın" dedi.

Urve derki: Vallahi Huzeyfe (r.a.) ta Allah'a kavuşacağı güne kadar bir hayır bakiyesi vardı.

Hadisi Buhari rivayet ediyor.[277]





[243] Beyhakî Delâil 3/220; Taberî Tarih 2/12 (Tab. Darûl-Kalem) İbni Sa'd Tabakat'ta 2/39 bunu daha teferruatlı anlatır.

[244] Urve Meğazî, Sayfa 169; Taberî tarih (Darü'l kalem) 2/12; Beyhakî Delâil 3/222; Taberî Tefsir 7/424 (Darûl meâvit).

[245] Buharî Megazî 64/18. h. no 4051. Tefsir-i Â!-i İmran 8; Müslim 2505; Beyhakî Delâil 3/221.

[246] Buharı Megazî 64/17. H. no 4050. Tefsîr. Âl-i İmran Sûresi. Müslim Hac 1381; İbni Ebî Şeybe 14/406; Müsned 5/184, 187, 188: Taberî Tefsir 5/121; Tirmizî 3028; Beyhakî Delâil 3/222.

[247] Beyhakî Delâil 3/222; Taberî Tefsir 7/424.

[248] İbni Hişâm Sîre 3/3, İ0; İbni İshâk Sîre Sayfa 322; Beyhakî Delâü 3/224.

Zeuebî buraları kısaltarak gider. tbnİ İshâk rivayetinin devamı özetle şöyledir:

- Kureyşlilerle beraber, erkeklerinin öfkesini artırmak ve harpten kaçmalarına engel olmak için kadınlarda yola çıktı. "Ebû Süfyan, Hind bn. Utbe ile, İkrime, Ümmü Hakîm ile, Ha­ris b. Hişâm. Fatıma bn. Velîd ile, Safvan, Berra ile, Amr b. el-As, Rikka ile, Talha b. Ebû Talha, Selâfe bn. Sa'd ile, yola çıktı.

Hind yolda vahşîye her rastlayışında, onu Hamzayı öldürmeye teşvik ederek "Yâ Ebâ Deseme! Şifa ol, şifa dağıt" derdi."

Böylece Kureyş müşrikleri yola çıkarak Sebha vadisinin Medine tarafındaki başı olan ve Ya'neyn denen yere kadar gelip konakladılar.

Rasûlüllah onların geldiğini işidince: "Ben rüyamda bir öküz gördüm, onu hayra yordum. Kılıcımın ucunda bir gedik gördüm. Ve elimi muhkem bir zırhın İçine soktuğumu görüp bu zırhı Medine olarak yorumladım buyurdu.

[249] İbni İshâk Essiyar ve'l Meğazî Sayfa 323; İbni Hişâm Sire 3/148; Vakıdî Meğazî 1/201.

[250] İbni Ebt Şeybe Musannel'inde 12/394 bu hadisi şöyle verir:   

"Biz müşriklere karşı müşriklerden yardım istemeyiz." Aynı harbi İbnİ

Sa'd 2/36 Ebûş-Şeyh Tarih-i İsfahan 2/272, Yine İbni Ebî Şeybe 14/394'te nakleder; Va-kidîMeğazî 1/216.

[251] İbni îshâk Siyer ve'l Meğazî 325; Taberî Tarih 2/13.

[252] Taberî Tarih 2/13; Beyhakî Deiâil 3/227. Beyhakrnin Musa b. Ukbe rivayetinde bu kısım

şu şekildedir:

"Ey okçular! Biz harp safımızı aldıktan sonra, müşrik atlarının hareket ettiği­ni ve Allah düşmanlarının yenildiğini görseniz bile sakın bulunduğunuz yeri terketmeyin! Ben hiç birinizin yerini terketmemen izi emrediyorum. Siz müşrik sü­varilerine engel olun, bu bana yeter" Beyhakî Deiâil 3/209.

[253] İbni Hİşâm 3/150; îbni İslıâk 325; Taberî 2/13. Zehebi kıssayı kendi tasarrufu İle naklediyor.

[254] Müslim, Fazailû-s-Sahâbe h. no, 2470; İbni Ebî Şeybe 14/398; Beyhakî Deiâil 3/232; İbni Sa'd 3/556; Müsned 3/123; Hâkim 3/230; İbni Ebî Şeybe 12/206, 14/401; Taberanî 19; Taberî 2/

[255] İbni Hişâm 3/150; Beyhakî Deiâil 3/234.

[256] İbni İshâk Siyer s. 327; Taberî Tarih 2/15; İbni Sa'd Tabakat (sadece şiir) 2/40; Beyhakî Delâil 3/233; İbni Hişâm Sîre 3/151; Ravdu'l Ürf 3/161; UyÛnü'l Eser 2/25; Vakidî Meğazî 1/225.

Bu vecez lyad kavminden Tank b. Beyaz'a kızı Hind'e ait olup İranlılarla yapılan bir harpte söylemiş. Bu yüzden "biz Tarık kızlarıyız" denmektedir.

[257] îbni Hişam 3/152; Taberî Tarih 2/16; Beyhakî Delâil 3/233, 234.

[258] İbni Hişâm 3/151; Beyhakî Delâil 3/227, 431. Hadisin son bölümü için bak. Buharı C. 4 sayfa 33, 70. C. 5/27, 142> Tirmizî 3744; Müsned 1/89, 102 3/345; İbni Ebî Âsim Sünne 2/6*0; Müsned 3/314, 345; Beyhakî Sünen-i Kübra 6/368, 9/148; Hâkim Müstedrek 3/362; Ebû Nûaym Hılye 4/186; Taberâni Kebîr 1/83; Humeydî Müsned 1231; İbni Sa'd 2/251,3/105.

[259] Buharı Meğazi 65. Hadis no 3986 ve 4561; Ebû Dâvûd Cihad 2662; Beyhakî Delâil 3/229; Müsned 4/293, 1/463; Said b. Mansûr 2853; İbni Ebî Şeybe 14/402; Taberi 4/69, 5/169; Ebû Nûaym Hıiye 1/39; İbni Sa'd 2.

[260] Zelıebî nedense Vakıdî'nin ismini vermek istemez. Bu ismi veren ve kıssayı aynı şekilde nakleden odur. Bak Meğazî 1/241.

[261] Ibni Hişâm 3/157; Vakidî 1/241; Beyhakî Delâil 3/234.

[262] İbni Hişâm Sîre 3/157; İbni İshâk Siyer ve'1-Meğazî 328; Beyhakî Delâil 3/234.

[263] Müslim, Cihad ves-Siyer, hadis no 1789; İbni Ebî Şeybe 14/399; Müsned 3/286; Beyhakî Sünen-i Kübra 9/44; Beyhakî Delâil 3/234; Müsned 1/463.

[264] Buharî Meğazî 64/18. h. no 4060; Fezailü-s-sahabe 62/14; Müslim Fezailü-s-sahabe h. No 24İ4; Beyhakî Delâil 3/235.

[265] Buharî Meğazî 64/18. h. no 4063; Fazâil-üs-Sahâbe 62/14 h. no 3724; Beyhakî Delâil 3/236.

[266] Nesâî 6/29. 30; Beyhakî Delâil 3/236; İbni Sünnî 663; İbni Kesir CamiO'! Mesânîd 2/325, 813.

[267] Buharı Meğazî 64/18 ve Menakıbü'l Ensar 63/18. H. no 3811; Müslim Cihad 32/47. Hadis no 136; Beyhakî Delâil 3/241.

[268] İbni İshâk Meğazî s. 329; İbni Hişâm 3/157; Taberî Tarih 2/18; Beyhakî Delâil 3/238.

[269] Beyhakî Delâil'de (3/206) "diyenleri" yerine "güçlerinin yettiklerini" diye alır.

[270] Beyhakî Musa b. Ukbe rivayetini 3/206, 219 sayfaları arasında baştan sona nakleder. Ibni Abdü'l Berr'de "Ed-Dürer" adlı eserinde (sayfa 145, 153) kısaltarak nakleder.

[271] Zehebî burayı bir kaç satırla geçtiği için biz hadiseyi Beyhakrnİn rivayetiyle Musa b. Ukbe'nin ağzından naklediyoruz.

[272] İbni İshâk Es-Siyer ve'l-Meğazî'sinde Mus'abi öldüren kişiyi İbnİ Kaime olarak alır. s. 331.

[273] Beyhakî Delâil 3/206, 212; İbni İshâk Meğazî 330; İbni Hişâm Sîre 3/166.

[274] Beyhakî Delâil 3/228; Taberî Tarih 2/17. Burada yanlışlıkla ^»JUl yerine &M»\ yazılmış. Tashih Taberî ve Beyhakî'den yapılmıştır. M. Can.

[275] Beyhakî Delâil 3/228.

[276] Beyhakî Delâil 3/228, 229; Semerkandî Bahru'I-UIÛm 2/182.

[277] Buharî Meğazî 64-18 ve Eyman ven-Nüzûr 83/15; Beyhakî Delâil 3/230.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/219-245


Konu Başlığı: Ynt: Efendimizin Uhut a çıkışı
Gönderen: Mehmed. üzerinde 31 Ekim 2021, 17:35:58
Esselamü aleyküm Rabbim bizleri Peygamberimizin yolundan ayırmasın Rabbim paylaşım için razı olsun


Konu Başlığı: Ynt: Efendimizin Uhut a çıkışı
Gönderen: Sevgi. üzerinde 02 Kasım 2021, 07:26:17
Aleyküm Selâm. Rabb'im bizleri Peygamber Efendimizin hayatını kendine örnek alanlardan eylesin inşaAllah