๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Tarihül-İslam => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 21 Nisan 2011, 15:05:43



Konu Başlığı: Büyük Bedir savaşı
Gönderen: Sümeyye üzerinde 21 Nisan 2011, 15:05:43
BÜYÜK BEDİR SAVAŞI


Bu bölümdeki bilgiler İbni İshak'ın Meğazî adlı eserinin "el-Bekkâî" tarafından yapılan rivayetinden nakledilmektedir.[23] İbni İshak anlatıyor:

Nebî (s.a.v.) Efendimiz, Ebû Süfyan b. Harb'in büyük bir ticaret kervanı ile Şam'dan Mekke'ye doğru hareket ettiği haberini almıştı. Aralarında Mahrama b. Nevfel ve Amr b, el-As'in da bulunduğu otuz ya da kırk kişilik bir kafileydi. Nebi (s.a.v.): "İşte bu Kureyşlilerin ticaret mallarını taşıyan kervanı olsa gerek. Haydi bu kervanı yakalamak için yola çıkın; belki Allah onu size nasib kıldı." bu­yurdu.

İnsanlar hazırlığa başladı: Kimisi elini çabuk tutarken, kimileri de, Peygamber (s.a.v.) nasıl olsa harb yapmak istemez, diyerek işi ağırdan aldılar. Müslümanların durumunu farkeden Ebû Süfyân, Münzir adlı kişiyi teçhiz edip, "Mallarına sahip çıksınlar" demesi için, kureyş'lüere yolladı. Haberi alan kureyş'liler derhal yola düştüler. Kureyş etrafın­dan geri kalan hiç kimse olmadı. Ancak Ebû Leheb, kendi yerine Ebû Cehil'in kardeşi olan el-As'i yollamıştı. Adiy b. Ka'b oğulları kabile­sinden hiç kimse bu yolculuğa katılmadı.

Ümeyye b. Halef adlı kişi de yaşlı ve çok şişman bir adam oldu­ğundan, harbe gitmemeye karar verip oturmayı tercih etmiş idi. Mescid'de (Ka'be de) olduğu bir sırada Ukbe b. Ebî Muayt, yanına "Buhur ve Micmer" getirerek önüne koydu ve:

- Yâ Ebâ Alî! Sen devam et! Zira sen kadın sayılırsın, dedi. Ona ka­zan Umeyye'de; "Allah suratını çirkinleştirsin" diyerek kalkıp harp ha­zırlığı yaptı ve Kureyşlilerle birlikte yola çıktı.

Peygamberimiz (s.a.v.), Ramazan ayının sekizinci gününde, Medi­ne'ye namazı kıldırması için Amr b. Ümmi Mektûm'u vekil bırakıp, yola çıktı. "Ravha"2 denen yere geldiklerinde Ebû Lübabe'yi Medine'­ye -kendileri dönünceye kadar- vali olmak üzere geri yolladı. Efen­dimiz sancağı Mus'ab b. Umeyr'e (r.a.) teslim etti. Peygamberimiz'in önünde iki tane siyah bayrak vardı. Bunlardan birisi Ali b. Ebî Tâlib'te (r.a.) bulunuyordu. Diğeri de Ensarı temsîlen, ensarlı Sa'd b. Muâz (r.a.)'da idi.

Müslümanların beraberinde nöbetleşe bindikleri yetmiş tane de­veleri vardı. Bedir Harbi günü Müslümanlar'ın sayısı üçyüz ondokuz kişi idi.

Rasûlüllah (s.a.v.), Ali (r.a.) ve Mersed b. Ebî Mersed nöbetleşerek bir tek deveye biniyorlardı. Ebû Bekir, Ömer ve Abdürrahmân b. Avf da bir deveye nöbetleşerek biniyorlardı. Nebî (s.a.v.) (Hicaz yolu üze­rinde bulunan) "Safra" denen yere gelince, Ebû Süfyân'ın hareket tar­zım araştırmak üzere iki kişiyi önden yolladı. Bunlar Kureyş müfreze­sinin yola çıktığı haberini getirdiler.

Rasûlüllah (s.a.v.) durumu arkadaşlarıyla istişare etti. Arkadaşları ona hayırlı şeyler söylediler. Mikdad b. el-Esved de: "Yâ Rasülellah!

Allah'ın sana gösterdiği yola yürü, biz seninle beraberiz. Vallahi biz İsrail oğullarının Musa'ya (a.s.) karşı söyledikleri "

"Sen, Rabbinle beraber harbe git; biz burada oturuyoruz" sözünü söylemiyeceğim. Ama; "Sen, Rabbinle beraber gidip çarpışın, biz de kesinlikle sizinle beraber çar­pışacağız" diyoruz. Seni Hakk ile gönderen Allah'a yemin ederim ki sen bizi (Mekke'den beş gün uzakta bulunan "Berk-i Gimâd" mevkiine kadar götürecek olsan bile sen oraya ulaşıncaya kadar seninle birlikte yiğitlik gösteririz" dedi. Efendimiz (s.a.v.)'de bunun üzerine ona hayırlı sözler söyledi ve ona dûâ etti.

Sa'd b. Muaz (r.a.) ise:

- Yâ Rasülellah! Vallahi, sen bize şu denizi göstersen seninle birlikte oraya dolarız, dedi. Onun bu sözü Rasûlüllah (s.a.v.)'ı son derece sevindirdi de:

"Haydi yo­la gidin ve birbirinize -müjde verin. Rabbim bana iki taifeden birini; ya kervanı ele geçirmeyi yada Kureyş müfrezesini yenece­ğimi va'd etti" buyurdu.

Yola devam ederek Bedir yakınlarına gelip konakladı. Gece kara­rınca Ali, Zübeyr ve Sa'dı ufak bir müfreze içinde haber alıp getirmek için Bedir'e yolladı. Onlar orada Kureyş ordusuna su taşıyan develerle, Eşlem ve Ebû Yesâr adlı kölelerini yakalayıp onları Nebî (s.a.v.)'e getirdiler. Onları sorguladıklarında bu ikisi, "Biz Kureyş ordusunun sucularıyız" dediler. Ashab bu haberden hoşlanmadılar. Zira onlar, bu heriflerin Mekke'ye giden kervanın sucuları olduğunu umuyorlardı. Bunun üzerine -inanmayıp- bunları dövmeye başladılar. Dayak canla­rını yakınca laflarını doğrultup, "Evet, biz Ebû Süfya'nın kervanında-nız" demek mecburiyetinde kaldılar.

Bu sırada Nebi (s.a.v.) namaz kılıyordu. Selam verince: "Bu ikisi doğru söylediğinde dövdünüz, Yalan söylediklerinde ise bırakıver-diniz" buyurdu; sonrada bu iki köleye dönüp; "Kureyşlilerin nerde olduğunu bana haber verin" buyurdu. Onlarda ilerdeki kum tepelerine işaret ederek; "Onlar şu tepenin arkasındalar" dediler. Efendimiz, "Her gün kaç deve kesiyorlar" diye sorunca onlar: "Dokuz yahut on deve" dediler. Bunun üzerine Nebî (s.a.v.): "Öyleyse Kureyşten gelenler dokuzyüz ilâ bin kişi arasındadır" buyurdu.[24]

Peygamber (s.a.v.)'in haber almak üzere gönderdiği iki kişiye gelince; bunlar, develerini Bedir suyu yakınında çöktürüp (ıhtırıp) su mataralarını doldurmaya başladılar. Mecdî b. Amr onlara çok yakın biryerde bulunuyorsada onlar Mecdî'yi farkedemediler.

Bu arada oraya yakın bir yerleşim yerinden gelen iki cariyeden biri­nin diğerine: "kervan buraya yarın veya öbür gün ulaşabilir, ben onlara çalışacağım sonra sana öderim." dediklerini duydular. Mecdî onlan geri çevirdi. O, Ebû Süfyan'm casusu idi. O iki kişi geri dönüp Nebî (s.a.v.)',e durumu haber verdiler.

Ebû Süfyan, Bedir kuyusuna kervanla yaklaştığında, tek başına ile­ri geçip Bedir suyuna kadar geldi. Oradaki casusu Mecdî'ye: "Bu ci­varda birileri olabileceğini hissettin mi?" deyince; oradaki gördüğü iki binekliden bahsetti. Ebû Süfyan bunu duyar duymaz onların hay­vanlarını çöktürdüğü yere gelip develerin dışkılarından alıp onu ufa­ladı. Birde baktı ki, içinde hurma çekirdeği var! "Vallahi işte bu Me­dine halkının hayvanlarına verdiği yem" diye bağırıp sür'atle geri dön­dü ve kervanın yolunu değiştirdi ve sahil yolunu tuttu. Birisini de, "biz kurtulduk, sizde geriye dönün desinler" diye Kureyş'e yolladı. Bunu duyan Ebû Cehil:

"Vallahi, Bedir suyuna uğrayıp, orada su başında üçgün kalma­dıkça asla geri dönmeyeceğiz. Böyle yaparsak, ebediyyen Araplar bizden çekinecektir" dedi.

Benî Zühre boylarının hepsi ile anlaşmalı bulunan Ahnes b. Şeriq geri döndü. Ahnes onlar arasında sözü dinlenen ve sayılan biriydi. Sonra Kureyş Bedir vadisinin öbür ucuna konakladı.

Peygamber (s.a.v.) Bedir suyuna onlardan önce varmış oldu. Kureyşlileri suya daha çabuk ulaşmaktan alıkoyan şey, yağan mu­azzam bir yağmurdu. Bu yağmurdan Müslümanlara sadece toprağın yüzünü ıslatacak kadar bir şey isabet etti. Rasûlüllah (s.a.v.) ve ar­kadaşları, Bedir kuyularından Medine'ye en yakın olanının yanında konakladı.

Hubâb b. Münzir b. Amr b. Cumuh: "Yâ Rasûlallah! Bu konakladı­ğımız yer hakkında ne dersin? Burası Allah'ın seni konaklatıp bir adım ileri ve geri gitmeye hakkımız olmayan bir yermi?, yoksa bir görüş olup harb ve tuzak yeri mi?" diye sordu. Efendimiz: "Bu bir Allah emri değil, aksine bu bir görüş olup harb ve tuzak kurmaya müsait bir yer" deyince Hubâb:

- O zaman, burası senin konaklayacağın yer değil. Bizi derhal yola çıkar, ta Kureyş'in konakladığı yere en yakın suya kadar götür ve ora­da konaklayalım da, geride kalan bütün kuyuları toprakla dolduralım. Kalan tek kuyunun etrafına -genişçe- bir havuz yapıp suyunu çekerek oraya dolduralım. Böylece biz suyumuzu içerken onlar su içemesinler, diye teklifte bulundu.

Nebî (s.a.v.) bu teklifi uygun buldu ve Hubâb'ın görüşünü icra et­meye başlayıp, kuyuların kapatılma emrini vererek kapattırdı. Son ku­yunun etrafına bir havuz yaptırıp su ile doldurdu. Orada Nebî (s.a.v.)'nin kalabileceği bir çadır çardağı kuruldu. Peygamber (s.a.v.) Harbin olacağı meydana kadar yürüyüp, ashabına Kureyşlilerin çarpı­şıp öldürüleceği yerleri göstererek, "şurası falanın", "şurası falancanın serileceği yer" buyurdu. Kureyşlilerden -Efendimizin gösterdiği yerin dışında- ölen hiç kimse olmadı.

Sonra kureyşliler adamlarını gönderdiler ve Müslümanların sayı­sının ne kadar olduğunu tahmin ettiler. Aralarında iki de süvarî'de vardı. Bunlar Mikdad ile Zübeyr idi. Utbe b. Rabî'a ile Hakim b. Hi­zam Kureyşin geri dönmesini arzu ettilerse de diğerleri reddettiler. Onları asıl harbe teşvik edense Ebû Cehil idi. Sabahleyin suya doğru yola çıktılar. Rasûlüllah (s.a.v.) onların kendilerine doğru geldiğini görünce:

"Allah'ım! İşte Kureyş. Öğünerek kibirlenerek, sana düşmanlık ya­parak, Peygamberlerini yalanlayarak geliyor. Allah'ım! Bana va'-dettiğin zaferi nasib et, Allah'ım onları kuşluk vakti kahret" buyurdu.

Nebî (s.a.v.) Efendimiz kızıl bir deve üzerinde Utbe b. Rabîa'yı topluluk içinde görünce: "Eğer bu topluluğun içinde bulunanlardan birinde hayır varsa, bu, kızıl devenin sahibindedir. Onu dinlerlerse doğru yolu bulurlar" buyurdu.

Hufaf b. îmâ b. Rahsa el-Gıfarî, geçerken kendisine uğrayan Kureyşlilere arkalarından hediye olarak birkaç deveyi oğluyla birlikte hediye olarak yollamışlardı. Kureyşliler'e "Eğer arzu ederseniz size silah ve savaşacak adamlarda verebiliriz" teklifinde bulunmuştu. Kureyşliler de ona; "Sen akrabalık bağlarını yerine getirdin, sana ya­kışanı yaptın, Yemin olsun ki, biz -bu karşımızdaki- insanlarla savaşı-

yor isek, kendimizde herhangi bir zaaf olmadığından savaşıyoruz. Biz, Muhammed'inde iddia ettiği gibi Allaha karşı savaşıyor isek, kimsenin gücü Allah'a yetecek değildir" dediler.

Kureyş ordusu, hayvanlarından inip konaklayınca, kureyş'ten bir gurup insan kalkıp Rasûlüllah (s.a.v.)'m yaptırdığı havuza kadar geidi-ler. Rasûlülah onlara engel olmak isteyen arkadaşlarına "Onlara do­kunmayın! Zira, Hakim b. Hizam dışında, bunlardan bu sudan içen her kişi bu gün öldürülecektir" buyurdu. Hakim b. Hizam ger­çekten daha sonra İslam'a girdi. Hakim, ciddi bir meselede yemin ede­cek olsa; "Hayır! Bedir günü beni öldürülmekten kurtaran zata yemin olsun ki...." diyerek yemin ederdi.

Bir müddet sonra Kureyşliler, Müslüman askerinin sayısının ne ka­dar olduğunu, göz kararı tahminlemek üzere, Umeyr b. Vehb el-Cümehî'yi vazifelendirdiler. Umeyr gidip geri geldikten sonra "Müs­lümanlar sanıyorum üç yüz civarında, ya biraz fazla, veya biraz eksik olabilir" dedikten sonra, "Ama bana biraz daha müsade edin, ben bun­ların saklanan adamları veya arkadan gelen yardım kuvvetleri varmı?, bir bakıp geleyim" diyerek Bedir vadisini baştan sona kadar geçti, ama hiçbir şey göremedi. Kureyş'in yanma geri dönüp geldiğinde onlara:

- Hiç birşey görmedim ama, -Ey Kureyş topluluğu- esasta ölüm ta­şıyıp gelen bir belâ gördüm. Medine'nin su develeri su değil kahredici bir ölüm taşıyor gibi geldi bana. Öyle bir toplum gördümki kılıçlan dışında ne sığmakları ne de engelleri var. Vallahi öyle anlıyorumki onlardan hiç birisi sizden birini Öldürmeden ölmeyecektir. Sizden kendi sayıları kadar adam öldürdükten sonra, hayatın ne tadı vardır? Haydi kanaatlerinizi ortaya koyun, dedi.

Hakîm b. Hizam bunları duyunca insanlarla birlikte yürüyüp Utbe b. Rabî'a'nın yanma geldi ve ona;

-  Yâ Ebâ'l-Velîd! Kureyş kabilesinin en yaşlısı, lideri ve sözü en geçeni sensin. Dünyanın sonuna kadar adıyın hayırla anılmasını is-termisin? dedi. Utbe: "O nasıl olacak?" deyince:

"İnsanları geri dönder. Anlaşmalı bulunduğun Âmir b. el-Hadramî'nin işini de sen üstüne al" dedi. Bunun üzerine Utbe ona:

"Tamam dediğini yapıyorum. Sen bu hususta bana yardımcı ol. Zîraa o dediğin Amîr benimle anlaşması olan birisi olup, onun aklı ile malından elimde bulunan şeylerin sorumluluğu bana ait. Ama sen Hanzaliyye'nin oğluna git. (Ebu Cehlin anasının adı Hanzaliyye idi) Zîra ben, insanların hepsini alakadar eden bu konuda, ondan başka­sının fesat yaymasından bir korkum yok (bu işi yapsa sadece o yapar), dedi.

Sonra Utbe kalkıp oradakilere hitaben:

-  "Ey Kureyşliler! Vallahi siz Muhammed ve ashabı ile karşılaşıp savaşmakla, gerçekte hiç birşey yapmış olmayacaksınız. Ama, siz onu alt edecek olsanız bile artık bir daha kimse kimsenin yüzüne gülerek bakamayacaktır. Ya amcasının oğlunu ya dayısının oğlunu veya en azından kendi kabilesinden tanıdığı birini öldürmüş bîr insan olacak­sınız. Haydi geri dönün ve Muhammed ile diğer Arap topluluklarının arasına girmeyin. Onlar işlerini kendileri halletsin. Eğer Kureyş dışın­daki diğer Araplar Muhammedi yenecek olurlarsa ne âlâ. Yok durum bunun aksine olacak olursa, ben sizi müdafaya yeterim ve arzu ettiği­niz şeye onun sebebiyle bulaşmamış olursunuz."

Hakîm devamla şöyle anlattı:

Ben Utbeyi temsilen kalkıp Ebû Cehlin yanına geldim. Baktımki, zırhının cirabını bağlamış, zırhım harbe hazırlamakla meşgul. Ona dedim kî*

"Ya Ebe'l-Hakem.! beni sana Utbe, şu,şu meseleleri anlatmam için gönderdi" dedim. Bunu duyan ebu cehil;

-  "Vallahi Muhammed ve arkadaşlarını görünce, onun dalağı kor­kudan şişmiş. Asla olamaz. Vallahi Allah, Muhammed ile bizim aramızda tam bir hüküm verinceye kadar geriye dönmeyeceğiz. Utbe dediğinin ne olduğunun farkında değil. O, Muhammed ve ashabım deve yerken görmüş, hemde onların arasında Utbenin oğlu da var. O da sizi Muhammed'den korkutmuş" deyip ardından da Amir b. el-Hadramiye bir adamını yollayıp şunları söyledi:

-  "Şu senin anlaşmalın Utbe varya, insanları harpten geri çevirmek istiyor. Ben ise kesinlikle senin gözlerinde intikam pırıltıları görüyo­rum. Kalk da kendini, himayesine alabilecek başka bir isim bul ve kardeşinin ölümünü insanlar arasında ilan et" dedi. Bunu duyan Amir'de kalkıp, başını açtı ve olanca sesiyle:

- Vâ Amrâh, vâ Amrâh! diye bağırdı. Böylece harb ateşi iyice alev­lendi, insanların akılları karıştı ve içine düştükleri bu belalı duruma katılmak için sıraya girdiler. Böylece Ebû Cehil, Utbe'nin insanları çağırdığı iyi yola karşı, onların akıllarını karıştırıp işleri berbat etti.

Ebû Cehil'in kendisi hakkında kullandığı "Onun vallahi korkudan dalağı (ciğeri) şişmiş" lafı Utbe'nin kulağına ulaşınca; "Kıçını kimin sıfırlattığını, dalağı şişenin kim olduğunu çok yakında o da görecek" diyerek tepki gösterdi. Sonra Utbe başına giymek üzere bir miğfer istedi. Ama, başının iriliği sebebiyle ordu içinde kendi başına uyacak bir miğfer bulunamadı. Böylece oda yanında bulunan bir bürde'yi sa­rık gibi başına doladı.

Ahlaksız, serkeş huylu birisi olan El-Esved b. Abdi'1-Esed el-Mahzûmî ortaya çıkıp:

Megâzî

"Allah'a söz veriyorum ki, Ben Muhammed ve arkadaşlarının ha­vuzundan su içeceğim, içemezsem havuzu yıkacağım yahut onun çev­resinde çarpışırken öleceğim" dedi ve havuzun yanma geldi.

Ona karşı Hamza b. Abdi'l-Muttalib (r.a.) mübarezeye çıktı. Karşı­laşır karşılaşmaz Hz. Hamza onun ayağım bir darbe ile ikiye biçti. O anda havuzun etrafmdalardı. Esved ayağı kan fışkırarak sırtüstü yere düştü. Sonra fırlayıp havuza kadar gelib ve yeminini yerine getirmek için havuza doğru eğildi. Ama Hamza peşini bırakmayıp onu havuzun içinde iken öldürdü.

Sonra Kureyşten Utbe b. Rabiâ, kardeşi olan Şeybe b. Rabî'a ve öz oğlu Velîd b. Utbe ile birlikte çarpışmak için meydana çıkıp müs-lümanları meydana da'vet etti. Onlara karşı çarpışmak için Afra'nın iki oğlu, Avf ile Muavvez ve birde Ensarlı biri ortaya çıktı. Bunlara; "Siz de kim oluyorsunuz?" dediler. Onlarda: "Biz Ensar'danız" deyince, "Bizim sizinle bir hesabımız yok. Bize bizim kendi kavmimiz olan Kureyşten bizim dengimiz olanlar çıkmalı" dediler. Bunu duyan Rasûlüllah (s.a.v.):

- Kalkın ey Ubeyd b. el-Hâris, ey Hamza, ey Ali, buyurdu. Müşrik­lere yaklaştıklarında, "Siz kimsiniz?" diye sordular. Onlarda adlarını söyleyince Utbe; "Tam bizim dengimiz," dedi. İçlerinde en yaşlısı Ubeyd b. Haris, Utbe ile, Hamza, Şeybe ile, Ali de Velîd b. Utbe ile düelloya başladı.

Hz. Hamza, Şeybeye hiç fırsat vermeden derhal öldürdü. Ali (r.a.)'de Velîd'e hiç aman tanımadan öldürdü. Ubey'de (r.a.) ile utbe arasındaki çarpışmada iki darbe oldu, her ikiside birer kılıç isabet et­tirdiler. Ali ve Hamza (r.a.) Utbe'ye saldırıp yaralı olan Ubeyde (r.a.)'yı alıp arkadaşlarının yanına götürdüler.

Bu ön düellolardan sonra iki ordu birbirine saldırdı. Peygamberi­miz (s.a.v.), ashabına kendi bizzat emir vermedikçe saldırıya geçme­melerini emretmiş ve "Onları kendinizden ok atarak uzak tutun" bu­yurmuştu. Kendileri harb için kurulan çardağında olup Ebû Bekir (r.a.)'de beraberinde idi. Vakit Ramazan ayının onyedinci günü bir Cum'a sabahı idi. Sonra Allah Rasûlü harp saflarını bizzat kendi tan­zim etti. Çadırına tekrar geri döndüğünde yanında sadece Ebû Bekir (r.a.) vardı. Rabbine niyazda ve yalvarışlarda bulunarak:

"yâ Rabbi! Eğer bugün şu topluluğun helak olmasına müsade edersen, artık yer yüzünde sana tapınılmayacaktır" diyordu. Ebû Bekir (r.a.) ise "Bu senin Rabbinle olan bir münâşedenmi.. Zira Allah kesinlikle sana verdiği va'dini yerine getirecektir," diyordu. Ardından Allah Rasûlüne bir uyuklama gelir gibi oldu ve birden uyandı, ardında da:

Müjde yâ Ebâ Bekr! Sana zafer geldi. İşte Cebrail, atının yula­rını tutmuş onu çekip götürüyor.

Ömer (r.a.)'in kölesi Mihcâ (r.a.)'a bir ok isabet etti.[25] İşte Allah yo­lunda öldürülen ilk şehid bu, "MİHCÂ" oldu. Ardından havuzdan su içmeye uğraşan Harise b. Sürâka en-Necarî'ye atılan oklardan biri isa­bet ederek öldürdü.

Sonra Allah Rasûlü Çardağından çıkıp, insanların yanma, onları çarpışmaya teşvik etmek üzere geldi. Umeyr b. el-Hümâm öldürü-lünceye kadar çarpıştı. Sonra -onun annesi olan- Avf b. Afrâ'da çar­pışa çarpışa öldürüldü.

Sonra Allah Rasûlü bir avuç çakıl alıp müşriklere doğru atarak "şu yüzler çirkinleşsin" buyurup, ashabına da: "Haydi onlara çok şiddetli saldırın" buyurdu. Artık hezimetleri başlamış, Al­lah küfür liderlerinden çoğunu öldürmüştü. O gün yetmiş kişi öldürül- ' müş, bir o kadarı da esir edilmişti.

Allah Rasûlü yeniden Çardağına dönmüştü. Ensardan bir gurup genç ile Sa'd b. Muâz (r.a.), düşmanlar geri gelirde Rasûlüllah (s.a.v.)'a saldırır korkusuyla, Çardağın kapısında nöbet tutuyorlardı.

Daha sonra Rasûlüllah (s.a.v.) ashabına:

"Kesinlikle biliyorumki, hem Haşimoğullarından hem de diğer A-rap boylarından bir takım insanlar bizimle asla çarpışma ihtiyaçları olmadığı halde zorla harbe getirildiler. Artık kim Haşimoğullarından birine rastlarsa, herkim Ebû'l Buhterî b. Haşim b. el-Hârisre rastlarsa sakın öldürmesin. Kim Amcam Abbas'a rastlarsa onu öldürmesin, zira o sadece zorlanarak buraya getirilmiştir" buyurdu. Orada bulunan Ebû Huzeyfe b. Utbe b. Rabî'a da:

"Biz kendi babalarımızı, öz kardeşlerimizi öldürüpte Abbas'ı bı­rakacağız ha? Vallahi eğer Abbas'a rastlayacak olursam kılıçla onun etini doğrayacağım" diye arkadaşlarına söyledi. Bu söz Rasûlüllah (s.a.v.)'a ulaşınca yanında bulunan Ömer'e (r.a.):

"Yâ Ömer! Allah Rasûlünün amcasının yüzüne kılıç çalınacak ha?" buyurdu. Bunun üzerine Ömer (r.a,):

"Bana müsâde et de şu münafığın kafasını uçurayım" dedi. Daha sonraları -bu mesele anlatılınca- Ebû Huzeyfe (r.a.):

"Ben o gün, ağzımdan kaçırdığım bu sözden kurtulacağıma emin olmadım, halâ da (münafıkmıyım) korkusunu çekiyorum. Buna keffâ-ret olarak şehid oluncaya kadarda bu korkuyu çekmeye devam edece­ğim" diyordu. Gerçekten de, Yemâme harbinde şehit düştü.

Efendimizin "öldürmeyin" dediği Ebû'l Buhterî, Kureyş içinde Rasûlüllah'ı en fazla müdafa eden biriydi. Meşhur anlaşma sayfasını nakletmek üzere kalktığında, Ensarlilarla anlaşması bulunan el-Mücezzir b. Ziyad el-Belevî, ona rastlamış ve; "Allah Rasûlü seni öl­dürmeyi bize yasakladı" demişti. Bunu duyan Ebû'î Buhterî, "Arkada­şım Cünâde el-Leysî de öldürülmesin" dedi. El-Mücezzir ise:

"Hayır, bu olamaz. Vallahi Rasûlüllah (s.a.v.) bize sadece senin öl-dürülmemeni emretti" deyince Ebu'l Buhterî de:

"Öyleyse ben ve o beraber öleceğiz. Mekke kadınları arkam sıra; "Dünya hayatı hırsına kapılıp da arkadaşını terketti," diyemeyecekler dedi. Böylece çarpışmaya tutuştular. Mücezzir baskın gelip Ebû'l Buhterî'yi öldürdü. Sonra Peygamber (s.a.v.)'e gelerek:

"Seni hak ile gönderen zat'a yemin olsunki, onu esir olarak sana getireyim diye çok uğraştımsa da olmadı, benimle zorla savaştı" diye anlattı.

Abdurrahman b. Avf (r.a.)'da o günlerini şöyle anlatıyor:

- Mekke'de iken Ümeyye b. Halef benim arkadaşımdı. Bedir günü kâfirlerden ele geçirdiğim zırhlarla giderken Ümeyye b. Halef rast geldi. Bana hitaben, "Senin bana ihtiyacın var mı? Ben sana şu zırh­lardan daha hayırlıyım sanıyorum?" dedi. Bende; "Evet, haydi gel öyleyse deyip zırhları atıverdim. Onunla oğlunun ellerinden tuttum."

"Böyle bir gün görmedim. Sizin sâde ihtiyacınız var mı?" diyordu. Yani kim beni bu gün esir alıpta öldürmekten kurtarırsa ben ona sütü çok olan bir deve bağışlayacağım, diyordu. Ben onları alıp yürümeye başladım. Ümeyye bana, "Göksünde deve kuşu yeleği (tüyü) alameti bulunan şu adam kim?" dedi. "Hamza"dır, deyince, "bize yapacakları­nı yapan odur" dedi. Abdurrahman b. Avf devamla derki:

.- Vallahi ben baba oğulu götürüp gidiyordum ki birde onu Bilal (r.a.) şörmezmi. Mekke'de iken Bilal'e en çok işkence yapan o idi. Bilâl (fa) onu görünce:

-"Küfrün başı Ümeyye b. Halef değil mi bu? Eğer bu herif ölümden kurtulursa ben kurtulmayayım" dedi. Übey bana; "Yâ Abdürrahmân, duyuyyrmusun kara karının oğlu ne diyor!?" dedi. Sonra Bilal olanca sesi ile bağırarak:

"Ey Allah'ın Ensarı! İşte küfrün başı Ümeyye b. Halef burada. E-ğer o kurtulacaksa ben kurtulmayacağım" dedi. Böylece Ensar bizi çevirdi. Ben var gücümle Ümeyye'yi korumaya çalışıyordum. Adamın biri arkadan kılıcı sallayınca oğlunun ayağını kesip yere düşürdü. Bu­nu gören Ümeyye müthiş şekilde bağırdı. Ben Ona; "Kurtuluş yok, vallahi benim seni koruyacak halim kalmadı, kurtarabilirsen canını kurtarmaya bak" dedim. Ensarlılar onu ve oğlunu kılıçtan geçirdi. Al­lah Bilâl'e rahmet etsin. Onun yüzünden ele geçirdiğim zırhlar gitti, üstelik benim esirime bu faciayı yaptı...

İbni Abbas (r.a.)'da Gifar kabilesinden bir adamın şöyle anlattığım rivayet eder:

- Bedir günü ben ve Amca oğullarımdan biri kalkıp Bedir'i tam kontrol edebileceğimiz bir dağın üzerine çıktık. Biz ikimizde o zaman henüz müşrik olup harbi hangi tarafın kazanacağını gözetliyorduk. Harbden sonra yenen tarafla birlikte -bizde varmışız gibi- harb ga­nimetini-yağma edecektik. Biz dağda iken birden bire bize yakın bir bulut geçti. Ben bulutun içinde at kişnemelerini işittiğim gibi, "Hücum et Hayzûm" diyen birinin sesini de duydum. Amcam oğlunun ödü patlayıp orada canverdi. Ben de nerdeyse gebereyazdım. Sonra ken­dime gelebildim.

Bu olayı Abdullah b. Ebî Bekr b. Hazm, kendisine nakleden - adı belli olmayan- biri aracılığıyla İbni Abbas (r.a.)'tan rivayet ediyor.

Yine bu İbni Hazm, Benî Sâide kabilesinden birisi aracılığıyla Ebû Ûseyd Mâlik b. Rabî'a'mn şöyle dediğini anlatır:

-Eğer gözlerim eskisi gibi görür olsaydı, bende Bedir'de olsaydım, Meleklerin çıkıp geldikleri kayağı size kesinlikle gösterebilirdim....

İbni İshak derki:   

Bana babam, bir adam vasıtasıyla Ebû Dâvûd el-Mâzinî'nin şöyle söylediğini rivayet etti:

"Bedir günü müşrikler'den birini kılıçla işini bitireyim diye takib ediyordum. Bir de ne göreyim!, daha benim kılıç onun kafasına bile ulaşmadan, herifin kellesi yere düştü. Anladım ki onu benden başka birisi öldürdü."

ibni Abbas (r.a.), "Melaikeler sadece Bedir harbinde savaşmış, di­ğer harplerde çarpışmamışlardır" diyor.

Bu sırada Ebû Cehil - sık ağaçlarla çevrili- Koruluk gibi bir yere sı­ğınmıştı. Geride kalan arkadaşları; "Ebu'l-Hakem'e (Ebû Cehil) ulaşı­lamaz" diye konuşuyorlardı. Muâz b. Amr b. Cumuh derki; "Ben bu lafları duyunca, "Ebu Cehil'i haklama işi benim isimdir" kararını ver­dim ve onu yakalamak kasdıyla bulunduğu yere doğru yürüdüm. Onu bulup, fırsatı yakalayınca ona öyle bir kılıç darbesi indirdimki, ayağı inciğinin ortasından kesilip koptu. Vallahi ayağı parçalandığında tıpkı dibek taşının altında kırılıp parçalanan hurma çekirdeği gibi parça­lanmıştı.

Ebû Cehl'in oğlu ilerime, bu esnada yetişip omuzuma bir kılıç dar­besi indirdi ve.elimi kesti. Yanımda bulunan bir deriyle bağladım. Zira harbin acelesi kesilen kolumla uğraşmaya vakit bırakmıyordu. O gün akşama kadar çarpışmaya devam ettim. Kolumu arkam sıra sürüdüm durdum. Artık elim iyice ağrımaya başlayınca elimin üzerine ayağımla bastım ve kopanncaya kadar üzerinden çiğnedim."

İbni Abbas derki:[26] Bu Muâz (r.a.)'da Hz. Osman'ın halifelik yıl­larına kadar yaşadı.

Sonra, yaralı halde bulunan Ebû Cehl'e Muavvez b. Afra rastladı ve kılıcını sallayıp tam isabet ettirdi. Onu Ölüme terkederek yanından ay­rıldı.

Muavvez b. Afra (r.a.) o gün şehit olana kadar savaştı. Kardeşi Avf ise, Muavvez'den önce şehid olmuştu. Babalarının adı, El-Hâris b. Rifâ'a b. el-Hâris ez-Zûrakî idi.

Daha sonra Peygamberimizin emri ile Ebû Cehli aramak üzere yo­la çıkan Abdullah b. Mes'ûd (r.a.), Ebû Cehl'in yanına geldi.

Bana ulaştığına göre Nebî (s.a.v.) (İbni Mes'ûd'a) şöyle demişti: "Eğer ölülerin içinde Ebû Cehl'in hangisi olduğunu seçemiyecek olur­sanız o zaman, dizinde yara eseri bulunan ölüyü arayın. Çünkü biz henüz sabi iken, Abdullah b. Cûd'ân'ın düğün yemeğinde kalabalıktan ikimiz sıkışmıştık. Ben ondan vücutça az farklıydım. Onu itekledim de diz üstü düşüp diz derisi derince yırtılmıştı."

İbni Mes'ût (r.a.) devamla derki:

- Ben Ebû Cehl'i son dakikalarını yaşarken buldum. Ayağımı boy­nuna bastım - bu mel'un beni Mekke'de iken yakalayıp çeneme yum­ruk atarak işkence etmişti.- ve ona; "Söyle lan, Allah düşmanı! Şimdi Allah seni rüsvay etmedimi?" dedim. O da: "Beni ne ile rüsvay edi­yorsun, öldürdüğünüz adamın üstüne çıkarak mı?" dedi. Bana söylermisin bu gün zafer sırası kimde?" dedi. Ben de: "Zafer, Allah ve

Rasûlüne aittir." deyince Ebû Cehl: -Benim, üzerine çıktığımı kasdederek- "Bire koyun çobancığı sen pek çetin bir yere tırmanıp çıktın" diye - hâlâ böbürlenererk- söylendi. Bende başım kılıçla ke­serek Rasûlüllah (s.a.v.)'e getirdim ve, "Yâ Rasûlelİahİ İşte şu elimde­ki Allah düşmanı Ebû Cehl'in başıdır" dedim. Efendimiz (s.a.v.)'de: "Kendisinden başka ilah bulunmayan Allah için O mu?" buyurdu. "Evet" diyerek Ebû Cehl'in başım Nebî (s.a.v.) önüne attım.[27]

Sonra Rasûlüllah (s.a.v.) öldürülen Müşrik cesetlerinin oradaki kör kuyulardan birine atılmasını emretti. Ümeyye b. Halef dışındaki ceset­ler o çukura taşındılar. Ürneyye'nin cesedi zırhın içinde şişerek sıkış­mıştı. Gidip çıkarmaya uğraştıklarında ceset parçalanıveriyor bir halde olduğu için onu olduğu yerde bırakıp üzerine toprak atarak defnettiler.

Cesetlerin hepsi, aynı kör kuyu çukuruna doldurma işi bitince, Nebî (s.a.v.) onların başucunda dikildi ve:

yudakiler! Sizin ilahınızın size va'dettiğini şimdi gerçek olarak bulabildinizmi. Ben Rabbîmin bana va'dettiği şeyin hakikat oldu­ğunu bulmuş durumdayım" buyurdu.

Bunu ashab; "Yâ Rasûlellah! Sen ölüpte cîfe haline gelen bir toplu­luğa -dirilere konuştuğun gibi- hitab mı ediyorsun!..? diye sorduk­larında onlara: "Benim onlara söylediğim sözleri siz onlardan daha iyi işitiyor değilsiniz. Lâkin bunlar cevap vermeye muktedir değil­lerdir" buyurdu.[28]

Bu hadiseyi anlatan bir başka rivayette:

- Nebî (s.a.v.) gece yarısı "Yâ Utbe b. Rabîa, Yâ Şeybe b. Rabî'a, Yâ Ümeyye b. Halef, Yâ Ebû Cehl b. Hişâm, diyerek kuyuda bulunan­ların adlarım birer birer söyleyerek, yukardaki sözlerini tekrarladığı, geçmektedir.[29]

İbni îshak burada şu ilaveyi nakleder; Bana ilim ehli birisi Nebî (s.a.v.)'nin: "Siz kendi Peygamberinize karşı ne kötü bir kavm; ol­dunuz. Siz beni yalanlarken diğer insanlar beni tasdik ediyordu. Siz beni, benim yurdumdan çıkartırken onlar beni barındırdı, siz benimle çarpışırken onlar bana destek oldu" buyurduğunu, anlattı.[30]

Enes (r.a.) anlatıyor:

- Rabî'a oğlu Utbe'nin cesedi kuyuya atılmak üzere sürüklenip geti­rildiğinde, Rasûl'ü-Ekrem (s.a.v.) yanı başında Müslüman olarak bulu­nan Utbe'nin oğlu Ebû Huzeyfe b. Utbe'nin yüzüne bakınca, onun yü­zünün rengi solmuş değişmiş bir halde gördü de ona; "Sanıyorum babayın durumundan sana bir şeyler oldu" buyurdu. Ebû Huzeyfe de: "Hayır Yâ Rasûlellah! içime bir şek girmedi. Vallahi babamın durumu hakkında da, şu atılacağı yeri hak edişi hakkında da hiç bir tereddü­düm yok. Ancak, ben bu babamı akıllı, halîm ve bir takım faziletleri olan bir adam olarak bilir ve bir gün bu hasletlerin onu İslam'a ulaştıracağını ümit ederdim. Bugün onun başına geleni görüpte kâfir olarak öldüğünü hatırlayınca, bu durum beni üzdü" deyince, Rasûlüllah (s.a.v.) Ebû Huzeyfe'ye duâ edip, onun hakkında hayırlı sözler söyle­di.[31]

Hicret öncesi, Kureyş'ten Haris b. Rabî'a b. el-Esved, Ebû Kays b. el-Fâkihe b. el-Muğîre, Ebû Kays b. el-Velîd b. el-Muğîre, Ali b. ümeyye b. Halef ve Âs b. Münebbih b. el-Haccâc Müslüman olmuş­lardı. Nebî (s.a.v.) Medine'ye hicret edince, Öz babalan ve yakınları bunları Mekke'de hapsetmişlerdi. Dinlerinden döndürmek için ala­bildiğine akıl karıştıracak fitneler yaptılar, sonunda bunlar dinlerinden döndüler.- Dinde fitneye kapılmaktan Allah'a sığınırız.- Sonra bunlar Kureyşlilerle birlikte gelip Bedir harbine de katıldılarsa da hepside onlarla birlikte öldürüldü. İşte Nisa Sûresi'nin 97'nci âyeti celilesi olan:

"(Peygamberle birlikte hicret etmeyip de kâfirlerle kalarak, birde onlarla Bedir'e gelmekle) Kendilerine zulmedenler olarak, Meleklerin-Allah'ın izniyle- canlarını aldığı şu kimseler varya; -Melekler on­lara- "Siz -dininizdeki bu durumda- nerede bulunuyordunuz?" dediler. (Onlarda):

- Bizler yeryüzünde -güçlüler tarafından- ezilmiş kimselerdik" derler. (Meleklerde onlara:) Allah'ın toprakları gayet geniş değil-

miydi, oraya göçseniz olmazmıydı" derler. İşte onlar durakları Cehennem olan kimselerdir. Cehennem ne kötü bir uğraktır."[32]

Ubâde b. Es-Sâmit (r.a.) anlatıyor: Enfal Sûresi âyeti indi. Bedir harbine katılan biz Müslümanlar hakkında nazil oldu. Biz orada elde edilen ganimetler hakkında ihtüafa düşmüştük, bu yüzdende ahlakımız bozulmuştu. Allah (c.c.) o ganimetleri bizim elimizden alıp, Peygam­berine teslim etti. Nebî (s.a.v.) Efendimiz de bunu müslümanlar ara­sında eşit olarak bölüştürdü.[33]

Rasûlüllah (s.a.v.) daha sonra, Abdullah b. Ravâha ile Zeyd b. Harise'yi zafer müjdesini vermek üzere Medine'ye yolladı. Üsâme (r.a.) derki: Biz Bedr'in zafer haberini, tam Allah Rasûlünün kızı, Rukıyye (r.a.) annemizin kabrinin toprağını kazıp düzelttiğimizde almıştık. Peygamberimiz Rukiyye validemizin hastalığı dolayısıyla, Hz. Osman'la birlikte beni de harpten alıkoymuştu.[34]

Sonra Rasûlüllah (s.a.v.), İçlerinde Ukbe b. Ebî Muayt ile Nade b. el-Hâris'inde bulunduğu esirleri yanma alarak kafileyi Medineye doğ­ru yola çıkardı. Safra köyüne yakın geçidi çıkınca, ganimetleri dağıttı. Ravha yakınlarına geldiğinde, zaferi kutlamak için Bedr'e doğru gelen Müslümanlarla karşılaştı. Seleme b. Selâme bu kutlamaya gelen toplu­luğu hitaben: Bizi ne ile kutluyorsunuz ki? Vallahi biz Bedirde bir sürü ihtiyar, dazlak kafalı, bağlı deve gibi adamlara rastlayıp onları boğazladık (sanki bir şeymi yaptık) dedi. Bunu duyan Rasûlü Ekrem (s.a.v.) Efendimiz tebessüm ederek:

"Yâ kardeşim oğlu! Onlar o toplumun eşrafı ve lid ların sosyeteleri idi," buyurdu.[35]

Sonra Safra denen mevkide, Nadr b. el-Haris el-Abderî öldürüldü. Irkı'z-Zubye'ye geldiklerinde de Ukbe b. Ebî Muayf öldürüldü. Pey­gamberimiz öldürülme emrini verince Ukbe: "Ya bebeklere kim baka­cak, Yâ Muhammedi" deyince "Ateş" buyurdu.[36]

Hammâd b. Seleme'de Atâ b. es-Sâib vasıtasıyla Şa'bî'den bu ko­nuda şu sözlerini rivayet eder:

- Nebî (s.a.v.), Ukbe'nin katledilmesini emrettiğinde Ukbe: "Yâ Muhammedi Kureyş arasında sadece beni mi öldüreceksin?" diye sor­du "Evet" buyurup yanındakilere; "Bu herifin bana ne yaptığını biliyormuydunuz? Ben Ka'be'de Makâm-ı ibrahim'in arkasında secde­deyken gelip ayağıyla boynuma basarak tekmeledi. Üzerimden uzun zaman kalkmadı, nerdeyse gözlerim çıkacak zannettim. Bir defasında da yine ben secdede iken bir koyunun karnındaki kuzuluğu getirip başıma geçirdi. Fatımâ gelip o pislikleri yıkayarak başımı temizlemiş­ti" buyurdu.[37]




[23] Müellifin bunu belirtmesi Bedir harbini en geniş anlatan İki kaynağa dayanmasındandır. Önce îbni îshak'ın ilerde de Mûsâ b. Ukbe'nin rivayetine yer veriyor.

[24] Beyhaki'nin İbni İshak'tan naklinde şu ilave vardır: "Sonra Rasûlüllah (s.a.v.) bunlara, "Aralarımla Kureyş eşrafından kim vardı?" diye sorunca, "Utbe, Şeybe" diyerek Kureyş ağalarını saydılar. Bundan sonra Allah RasûlÜ arkadaşlarına doğru dönüp:

- İşte Mekke! Size ciğerinin bir bölümünü attı, buyurdu. Bak. Beyhakî Delaîl 3/42, 43.

[25] İbni Ebî Şeybe 14/388.

[26] Vakidî 1/87.

[27] Buharı Meğazî 64/8; Müslim Cihad ve's Siyer 118; Miisned 1/444; Beyhakî S. Kübra 9/62; Beyhakî Delail 3/86,87; Taberanî M. Kebîr 9/81, 82, 83, 84.

Zehebî kısaltmış olarak naklediyor. Beyhakî, Taberanî, İmam Ahmed ve diğerleri konuyu parça parça olarak daha geniş verimler. Orada şu ilaveler var: - Efendimiz birine yemin verirse böyle söylerdi. Ben evet deyince: "Kuluna yardım eden, sözünü yerine getiren, kafir toplumu perişan eden, Allah'a hamal olsun" deyip, kalkıp Ebû Cehl'in yanına geldi ve "İşte bu Ümmetin Fir'avn'u bu idi" buyurdu.

[28] Buharî Meğazî 64/8, h. no Müslim Sıfatû ehlilcenneti ven-Nâr 2873; Hakim Müstedrek 3/224; Müsned 2/Î31, 6/276; Urve Meğazî 143; İbni Hişam 3/51; Taberâni Kebîr 10/198; 7/197; Beyh-Delâil 3/92; Nesâî 4/109; Müsned 1/27, 3/104, 145, 182, 222, 263, 4/29; İbni Ebî Şeybe Musannef 14/379; Taberanî Kebir 10/198; T. Sagîr 2/113; İbni Ebî Âsim Es-Sünne 2/427.

[29]  Müsned 3/104, 263, 287, 4/29; Ebû Ya'lâ Müsned 6/h. no 3809, 3857; Enes'ten Müslim

2874; Yine bu Haberi Ömer (r.a.)'de naklederki (Ebû Ya'la l/h. no 140) Enes, hadisi zaten Ömer'den alır. Yine Ebû Ya'la 1431 no ile Ebû Talha'dan da aynısını nakleder; Buharî 64/8'deki Enes hadisinde, Nebî (s.a.v.)'in o zaman 24 tane Kureyş ulusu'nun adlarını vere­rek "Ya falan oğlu falan, Yâ falan oğlu falan! dediğini nakledip "ölülerin duyup duyma­dığını" sorun zatın Ömer olduğunu bildirir.

[30] İbni Hişam (Daru'l beyan baskısı) 2/281; Taberî Tarih 2/37; El-Eğanî 4/202; UyûnÜ'l Eser 1/264.

[31] îbni Hişam 2/281; Taberî Tarih 2/37.

[32] İbni Hişam 2/282; Taberî Tefsir Cüz 5 S. 234.

[33] İbni Hişam 2/283, Taberî Tarih 2/38, EI-Kâmil fıt-Tarih 2/130 Uyunû'l Eser 1/264; Hakim Müstedrek 2/136.

[34] Taberi 2/38; tbni Hişâm 2/284. Üsame derki sonra babam Zeyd geldi. Bende yanına Musallâ'da geldiğimde etrafını çevirmişlerdi. Babam Utbe, Şeybe, Ebû Cehl, Zem'a, Ebu'i Buhterî, Ümeyye, Nebîh ve Münebbih'in öldürüldüğünü söyleyince ben "bu dediğin haki­katim babacığım?" dedim. "Evet vallahi böyle" dedi.

[35] Taberî 2/2/38; tbni Hişam 2/285; El Kâmul 2/130.

[36] Ebû Dâvud, Cihad 1Î8 hadis no 2686; Beyh. S. Kübrâ 6/323; Abdürrezzak, Musannef 9394; Beydavî Şerhû's-Sünne 13/299; Ebû Dâvûd Merasil h. no 298; Hakim 2/124; İbni Hişam 2/286; Taberî 2/38

[37] Buharı Meğazî 8; Fazâilüs-Sahabe 61/5; Menakibü'l Ensar 62/2; Tefsir Sure 40/1; Müsned 2/204.

İmam Zehebi, Tarihü’l İslam  Meğazi 3/21-41


Konu Başlığı: Ynt: Büyük Bedir savaşı
Gönderen: Mehmed. üzerinde 27 Aralık 2021, 18:48:49
Esselamü aleyküm Rabbim paylaşım için razı olsun


Konu Başlığı: Ynt: Büyük Bedir savaşı
Gönderen: Sevgi. üzerinde 28 Aralık 2021, 01:16:37
Aleyküm Selam. Bu bilgileri bizlerle paylaşan kardeşlerimizden Allah razı olsun
Vesileniz ile bir çok bilgiler ediniyoruz elhamdülillâh