๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Tarihül-İslam => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 21 Nisan 2011, 14:52:00



Konu Başlığı: Âtike nin r.a. rüyası
Gönderen: Sümeyye üzerinde 21 Nisan 2011, 14:52:00
Âtike (R.A.)'nin Rüyası


 

Yunus b. Bükeyr İbni îshak'tan naklediyor: "Bana Hüseyin b. Abdillah b. Ubeydillah b. Abbâs, İkrime aracılığıyla İbni Abbas'tan nakletti:

Yine îbni İshâk, Yezîd b. Roman yoluyla Urve'den şöyle nakletti:

- Damdam b. Amr'ın Mekke'de Kureyşlilerin yanına gelişinden üç gün önce, Abdü'Imuttalib'in kızı (Efendimiz (a.s.)'in halası) Atike, -herkesin uykuda gördüğü gibi- bir rüya görmüştü. Atike bu rüyadan çok etkilenerek onu büyütmüş ve kardeşi Abbas'a, "Kardeşciğim! Ben dün gece bir rüya gördüm ki, bu rüyadan senin kavmin Kureyş'e bir şer ve bela isabet edecek" diye haber salmıştı. Abbas gelip "Bu gördü­ğün nasıl bir rüya idi" diye sorunca şöylece anlattı:

"Uyuyan insanların gördüğü gibi bende rüyamda, devesi üzerinde bir adamın gelip (Mekke'deki) Ebtah (Mekke Mina arasındaki bu gün­kü Muhassab) denen yerde durduğunu ve insanlara şöyle dediğini gördüm. "Ey hain çocukları! Topluca öldürüleceğiniz yere üç gün i-çinde çıkın." İnsanlar bu adamın etrafına toplandı. Sonra devesine gösterildi de onu Ka'beye soktu. İnsanlarda peşindeydi. İnsanlar onun etrafından dağılmadan devesi yine onu götürdü, birden bu zat Ka'benin üstünde göründü. Yine "Ey hainler gurûlıu öldürülüp yere serileceğiniz meydana üç gün içinde gidin!" diyordu. Sonra devesi onu (Ka'be'nin hemen yanıbaşında, doğu tarafındaki) Ebû Kubey da­ğının başına götürdü. Yine O zat: "Ey hainler gurûhu! Üç gün içinde serileceğiniz yere..." diyordu. Sonra bir kaya parçası alıp onu dağın başından attı. Taş uçarak yere doğru inmeye başladı, dağın dibine doğ­ru indiğinde taş parçalandı ve bu taşın Mekke'de girmediği ne ev ne

hane kaldı."

Bunu duyan Abbas, "bu gerçekten müthiş bir rüya, bunu kimseye söyleme!" dedi. Atike de Ona, "Sende gizle, Eğer bu haber Kureyşin kulağına geçerse bize kesinlikle işkence ederler" dedi.

Abbas bacısının yanından çıkarak yürüdü. Yolda arkadaşı Velîd b. Utbe'ye rastlayıp bu rüya meselesini ona açıp gizlemesini tenbih etti. Velîd'de bunu Babası Utbe'ye anlattı. O da bunu başka bir yerde nak­letti. Böylece bu sır yayıldı gitti. Abbâs (r.a.) derki: Vallahi ben Mek­ke'ye tavaf için gelmiştim. Birde baktım Ebû Cehl, meğer Âtike'nin rüyasından bahsediyormuş. Beni görünce, "Yâ Ebe'l Fazl yanıma gel," dedi. Varıp yanına oturdum. Bana: "Şu sizdeki kadın peygamber, ne zaman bu rüya olayından bahsetti.? Bana bakın Abdü'l Muttalib oğul­ları!!!  Erkeklerinizin peygamberlik iddiası neyse de kadınlarınızın peygamberlik iddia etmesine de mi rıza gösteriyorsunuz!.? Şimdi biz Âtike'nin ortaya attığı o üç günü bekleyeceğiz. Söylediği gerçek ise zaten o olacaktır. Yok dediği olmazsa işte o zaman sizlerin Arablar arasında Beytullah halkının en yalancısı olduğunuzu ilan eden aleyhi­nize bir yazı yazacağız." dedi.

Abbas (r.a.) derki: Vallahi ben Ebû Cehil'i büyük kabul eden birisi değildim. Buna rağmen ben Âtike'nin söylediği sözleri inkâr ederek, "Âtike ne böyle bir rüya gördü, ne de bu lafları duydu" dedim. Akşam olunca Abdü'l Muttalib oğulları hanımlarından yanıma gelmeyen kal­mamıştı. Hepside, "Şu alçak herifin bizim adamlara sövüp saymasına sabredip ses çıkarmadınız, o da sen duya duya kadınlarımıza da mı dil uzattı.? Senin bundan dolayı rengin de mi kızarmadı" dediler. Bende:

-  Vallahi siz doğru söylüyorsunuz. Bu hususta bende bir değişme olmadı. Ancak ben bu rüya meselesini inkâr ettim. Eğer bir daha tek­rarlanacak olursa ona taarruz edeceğim" dedim.

Üçüncü gün olunca Ebû Cehil'e bir şeyler söyleyip çatmak için git­tim. Vallahi ona doğru yönelmiştim ki birden bire geri dönüp Mescid'in kapısına doğru hızla yürümeye başladı. Halbuki Ebû Cehil, sert suratlı, keskin bakışlı, sert sözlü bir adamdı. Onun bu kaçar gibi gidişini görünce, "Allah'ım ona la'net et! Bu gidişi kendine sataşaca­ğım korkusundan olsa gerek" diye düşündüm.

Sonra anladımki, meğer Ebû Cehil benim duymadığım bir -ilan-sesi duymuş. Damdanı b. Amr el-Ğıfârî El-Ebtah'ta devesinin üzerine binip, devenin palanını ters çevirmiş, gömleğini yırtmış, bineğinin burnunu kesmiş şöyle bağırıyordu:

-   "Ey Kureyş topluluğu!!!  Kervan'a,  kervan'a,  Mallarınız Ebû Süfyan ile beraber Muhammed'in taarruzuna uğramıştır. Haydi yar­dıma gelin yardıma..!"

Abbas devamla derki: İşte bu herifin böyle bağırması beni ondan, onu benden ayırmış oldu. Öyle olduki, sadece hazırlanıp alelacele yola çıkmaktan başka meşgul olabileceğimiz bir şey yoktu. İşte Kureyş'e Bedir günü olan oldu.

Âtike bu konuda -durum böyle olunca- şu şiiri okudu:

"Rüyam gerçek değilmiymiş, Onun doğruluğunu isbaî için işte o kavimden bir hezimet ve kaçış olarak önümüze geldi.

Yalan söylemediğim halde "yalan söyledin" dediniz. Bizim doğru sözümüzü ancak yalancı olanlar yalanlar."[60]

Ebû İshâk eş-Şîrâzî, Berâe (r.a.)'yi şöyle derken duyduğunu anlatır:

Abdullah b. Ömer ile ikimiz Bedir harbine küçük sayıldığımız için katılmadık. Biz, Muhammed (a.s.)'in ashabı olarak, "Bedir harbine ka­tılanların sayısının üçyüz on kadar olduğunu konuşur idik. Tıpkı (Kur'an'da geçen) Calut ordusunun, Nehri Calutla beraber içenlerin sa­yısı kadardı. O nehri ancak Mü'min olanlar geçmişti.

Bu hadisi Buharı naklediyor.[61] Yine Ebu İshak, "Berâe'yi Bedir gü­nü Muhacirler seksen küsur kişiydi," derken duydu diyor. Haberi yine Buharî anlatıyor.[62]

-  Bana Yezîd b. Ebî Habîb, haber verdiki, Eşlem Ebû Imrân ken­disinin Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a.)'yi şöyle derken işittiğini haber ver­di: Biz Medine'de iken Rasûlüllah (s.a.v.) bize şöyle söylemişti:

-  "Nedersiniz, Yola çıkıp şu (Şam'dan gelen) Kervanla karşılaşalım istermisiniz. Belki Allah (c.c.) Onu bize ganimet olarak verir?" Biz de, "evet" deyince yola çıktık. Bir iki gün gidince sayılmamız emroldu. Sayıldık ki tam üçyüz on üç kişiyiz. Sayımız haber verince (s.a.v.) buna sevinip Allah'a hamdedip "Tâlût'un ashabının sayısı," buyurdu.[63]

İbni Vehb naklediyor: Bana Huyey b. Abdillah, Ebû Abdirrahman el-Hubulî, Abdullah b. Ömer (r.a.)'tan şunları haber verdi:

-  Rasûlüllah (s.a.v.) Bedir günü üçyüz oııbeş kişilik Talût ordusu kadar bir mücahit gurub ile yola çıktı. Rasûîüllah (s.a.v.) onlara yola çıkarken şöyle dûa etti:

"Allah'ım! Onlar yaya harbe gidiyor onları bindir, Allah'ım onlar çıplaktır giydir. Allah'ım! Onlar açtır onları doyur".

Allah onlara zafer nasîb etti. Geri döndüklerinde onlardan bir yada iki devesi olmayan hiç kimse yoktu. Hepsi giyinmiş ve -mala- doy­muştu.[64]

Ebû İshâk eş-Şîrazî, Berâz (r.a.)'ın: "Bedir günü Mikdâd (r.a.)'m dı­şında (bineği bulunan) süvari yoktu" dediğini nakleder.[65]

Yine Ebû İshak eş-Şîrazî, Harise b. Mudarrib'in şöyle dediğini an­latır:

-AH (r.a.) şöyle demişti: "Bedir gecesi baktım ki Rasûlüllah (s.a.v.)'ın dışında herkes uyumuş idi. Rasûlüilah (s.a.v.) bir ağaca doğ­ru durmuş namaz kılıp dûa ederek sabahladı. Yine o gün gördüm ki bizde Mikdad dışında süvari olan kimse yoktu. Bu haberi Ebû İshaktan nakleden Şu'be'dir.[66]

Hz. Ali'den yapılan bir başka rivayette de: "Bizim o gün sadece biri Zübeyr'in diğeri Mikdad b. el-Esved'i:ı olmak üzere iki atımız vardı" dediği nakledilir.[67]

İsmail b. Ebî Halid de el-Behîy'der. ;ıBedir günü Rasûlüllah (s.a.v.) ile iki süvari vardı; sağ cenahın başında Zübcyr, sol cenahın başında da Mikdâd vardı," dediğini nakleder.[68]

Urve derki: Bedir harbi günü Zübeyr b. el-Avvâm'ın başında sarı bir sarık vardı. Cebrail'de o gün Zübeyr'in şekline bürünerek gel­mişti.69

Hammâd b. Seleme, Asım b. Behdele Zirr isnadıyla Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)'un şöyle dediğini nakleder:

-Bedir harbine giderken bir deveye üç kişi nevbetleşerek binerdik. Ali b. Ebî Talib ile Ebû Lübâbe Rasûlüllah (s.a.v.)'ın yoldaşı idiler. Rasûlüllah (s.a.v.)'ın nevbeti bitmeye yaklaşınca onlar: "Yâ Rasûlellah! Sen bin de biz yürüyelim" diyorlardı. Rasûlüllah (s.a.v.) de:

"Benim   sevaba sizden daha az ihtiyacım yok. Üstelik yürüyüş hususunda benden daha güçlü değilsiniz" buyurdu.[69]

Fakat bu hususta Meğazî yazarlarına göre meşhur olan isim Ebû Lübâbe değil, Mersed b. Mersed el-Ğanevî'dir. Zîra Ebû Lübâbe'yi Peygamberimiz yoldan geri çevinniş ve Onu Medine'nin başına vali tayin etmiş idi.[70]

Ma'mer de, ben Zühri'yi "Bedir'e katılanlar sadece Kureyşli, Ensarlı ya da bunlarla anlaşmalı olanlardı" derken duydum demektedir.[71]

Hasen-i Basrî de, "Bedir'e üçyüz on küsur mücahit katıldı. İki yüz yetmiş kadarı Ensar, diğerleri Muhacir idi. Bunlardan on ikisi de köle­lerdendi" der.[72]

Amrel-Ankızî anlatıyor:

- Bize İsrail, Ebû Ishâk eş-Şirazi -Harise b. Mudarib- isnadıyîa Ali (r.a.)'nin şöyle dediğini haber verdi: "Bedir günü iki kişi yakalamıştık, biri Arab diğeri köle idi. Arab olanı kurtulup kaçtı, köle elimizde kal­dı. Bu herif Ukbe b. Ebî Muayt'ın kölesiydi. Biz ona "Müşrikler kaç kişi" diye sorduk, "sayıları çok, vuruşları pek" diye onları abartınca herifi dövmeye başladık. Adamı Rasûlüllah'ın huzuruna getirdik ama adam sayılarım söylememekte direniyordu. Bunun üzerine Rasûlüllah ona "Günde kaç deve kesiyorlar" diye sorunca "her gün on deve kesi­yorlar" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) de: "Öyleyse bunlar bin kişi, her yüze bir deve yeter" buyurdu.[73]

Yunus b. Bükeyr -İbni İshâk isnadıyîa- Abdullah b. Ebî Bekr'den nakleder: "Sa'd b. Muâz (r.a.), Peygamber (s.a.v.)'e, "Yâ Rasûîellah senin (harbde kullanacağın) bir harb çadırcığı kuralım mı? Sen onun içinde olursun. Senin deve'ni de yanıbaşma ıhtıralım (çöktürelim). Biz düşmanla çarpışmaya gidelim. Allah düşmanlara karşı bize zafer nasib ederse ne a'lâ. Yok, aksi olacak olursa, devene biner ve bizim kardeş­lerimizden bu gün buraya katılamayanların yanma gidersin. Bu gün seninle burada bulunmak şerefinden geri kalan bir takım insanlar varki, gerçekte biz seni onlardan daha fazla sevdiğimizi söyleyemeyiz. Onlar senin bu harple karşılaşacağını bilselerdi asla geri kalmazlar, dostluklarını gösterip senin yardımında olurlardı" dedi.

Bunun üzerine Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.) Efendimiz onu övüp, hayırlı sözler söyleyerek, ona dûa etti. Böylece Efendimizin harp çadırı (bir nevi Otağı) kurulmuş oldu.

Efendimizle birlikte çadırda Ebû Bekir (r.a.) kaldı. İkisinin yanında bir başkası yoktu.[74]

Buharî derki: Bize Ebû Nûaym, İsrail -Muharig- İsnadıyîa İbni Mes'ûd'u (r.a.) şöyle derken işiten Tarık b. Şihab'dan şöyle haber ver­di: Ben Mikdâd (r.a.)'dan öyle bir meclis gördüm ki, ona sahib olmam; ona denk sayılan her şeyden bana daha sevimli gelir. Peygamberimiz Müşriklere beddûâ ediyorken Mikdad kendisini gelmiş ve: "Yâ Rasûîellah! Biz Mûsâ (a.s.)'nın kavminin Mûsâ (a.s.)'ya;

"Sen Rabbinle beraber gidip sava­şın, biz işte şurada oturacağız (Maide 24)" dediği gibi demiyeceğiz. Lâkin biz senin sağında solunda, önünde ve arkanda bulunup kafirlerle çarpışacağız," demişti. Ben bu sözler üzerine, Rasûlüllah (s.a.v.) yüzü­nün parlayıp, son derece mesrur olduğunu görmüştüm.[75]

Müslim ve Ebû Davud'un nakline göre Hammad, b. Seleme, Sabita aracılığıyla Eries (r.a.)'ten şöyle nakleder:

- Rasûlüllah (s.a.v.) ashabını teşvik edip Bedir'e doğru hareket etti. Orada bir de bakülarki, Kureyş'in sucuları su almaya gelmiş. İçlerinde Haccâc oğullarının kölesi olan bir siyahı vardı. Peygamberin ashabı onu yakalayıp; "Ebû Süfyan nerde?" diye soruya tuttular. Köle, "Val­lahi ona dair hiçbir bilgim yok. Ama işte Kureyşliler şuraya kadar geldiler. İçlerinde Ebû Cehil, Utb:- b. Rabîa, Şeybe b. Rabia vo Ümeyye b. Halefte var." dedi. Bunu söyleyince ashab ona iyice bir sopa attı. Dayağı gören köle, "bırakın da doğruyu söyleyeyim, bıra­kın!" dedi. Bıraktıklarında, "Vallahi Ebû Sütyan'a dair bir bilgim yok. Lakin işte kureyş kavmi, içlerinde Ebû Cehil, Utbe, Şeybe ve Ümeyye'de olduğu halde buraya geldi" dedi. Bu sırada Nebî (s.a.v.) namaz kılmakta olup bunların konuşmalarını duyuyordu. Namazın} bitirince,

"Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederini ki, adam size doğ­ruyu söyleyince dövüyor, şizj yalan söyleyince adamı bırakıyorsu­nuz, îşte gerçekten Kureyş buraya Ebû Süfyan (ve kervanı) ko­rumaya gelmişler" buyurdu. Enes (r.a.) devamla derki: Rasûlüllah (s.a.v.), elini bir yere koyup "falanca'nın yere serileceği yer burasıdır", bir yere koyup yine, "burada falanın yere serileceği yerdir", bir başka yere elini koya­rak; "burası da falancağızm öldürüleceği yerdir," buyurdu.

Nefsim elinde olan zat'a yemin olsun ki, onların hiç birisi Rasûlüllah'ın eliyle işaret ettiği yerden öte geçmemişti. Sonra Allah Rasûlü emir verdi, ayaklarından çekilerek Bedir'deki kör bir kuyuya atıldılar.

Bu sahih bir haberdir.[76]

Yine Hammad b. Seleme, Enes (r.a.)'in şöyle dediğini anlatır: Rasûlüllah (s.a.v.) Ebû Süfyan'ın gelişini haber alınca arkadaşlarıyla istişare etti. Ebû Bekir (r.a.) görüşünü sesledi, ona yüzünü döndü, Ömer konuştu, yine yüzünü öte dönderdi. Sa'd b. Ubâde ayağa kalkıp, "Yâ Rasûlellah, bizim kararımızimi öğrenmek arzu ediyorsunuz?. Nefsim elinde olan zata yemin olsun ki, sen bize bineklerimizle denize dalmamızı emretsen dalarız. Tâ Berk-i Ğımâd mevkiine kadar gitme­mizi söylesen hemen gideriz." dedi. (Tarihçiler katında bilinen Sa'd b. Muaz'dır)

Rasûlüllah'da insanları teşvik edip, yola çıktılar ve Bedre geldiler. Hammad gerisini ayrıca üst rivayetteki gibi anlattı. Bu Müslim'in ha­beridir.[77]

Yine Müslim bu hadiseyi Süleyman b. Muğîre'nin naklettiği bir ha­dis olarak daha kısa olmak üzere Sabit yoluyla Enes (r.a.)'ten şöyle nakleder:

"Biz Mekke ile Medine arasında bir yerde Ömer (r.a.) ile hilali gö­zetlemeye çıkmıştık. Ben gözleri keskin biriydim, benden başka hilali gördüğünü iddia eden de olmamıştı. Ben Ömer'e, "Yâ Emira'l Mü'minîn, hilali göremiyor musun?" diyerek olduğu yeri tarife baş­ladım. Ömer baktığı halde göremiyordu. Bakmaktan yorulunca, "Biraz sonra göreceğim" dedi. Ben yatağıma uzanmış idim.

Sonra Ömer (r.a.) bize Bedir gününü anlatmaya başladı, dediki: Al­lah Rasûlü: "İnşaallah yarın şurası falanın öldüğü yer, inşaallah şurası da falanın öldüğü yer olacaktır" buyurdu. Onu hak ile gönderen zata yemin olsun ki, o gösterdiği hududta hiç bir yanılma olmamış onlar tam işaret ettiği yerde serilip kalmışlardı. Sonra bir kuyuya üst üste dolduruldular.

Sonra Nebi (s.a.v.) gelip bu kuyunun başında durdu ve: "Ey falanca oğlu falan! Ey falanca oğlu falan! Rabbinizin size va'd ettiği şeyi ger­çek olarak bulabüdinizmi; ben Rabbimin bana va'd ettiği şeyi hakk olarak buldum," buyurdu. Ben de, "Yâ Rasûlellah! Ruhu olmayan şu cesetlere nasıl konuşuyorsun?" diye sordum da, "Nefsim elinde olan zata yemin olsunki onlara söylediğimi siz onlardan daha iyi duymu­yorsunuz. Lâkin onlar bana cevap vermeye güçleri yetmiyor" buyur­du.[78]

Şu'be, Ebû İshâk eş-Şîrâzî-Hârise isnadıyla Hz. Ali (r.a.)'nin şöyle dediğini anlatır:

-Bedir günü bizde, Mikdâd'ın "dor" atı dışında hiç at yoktu. O gece bizde bulunan herkesin uyuduğunu gördüm. Uyumayarak, Semüra ağacı altında sabaha kadar namaz kılıp ağlayan sadece Rasûlüllah (s.a.v.) vardı.[79]

Ebû Ali Ubeydullah b. Abdilmecîd el-Hanefî, Ubeydullah b. Abdirrahman b. Mevhib -İsmail b. Avn b. Ali b. Ubeydillah b. Ebî Rafı- Abdullah b. Muhammed b. Ömer b. Ali b. Ebî Talib -babası Muhammed b. Ömer,- dedesi Ömer b. Ali isnadıyla Hz. Ali (r.a.)'nin şöyle dediğini rivayet eder:

- Bedir günü bir müddet savaşıp sonra "Rasûlüllah (s.a.v.) ne yaptı" diye bakmaya geldim. Yanına geldiğimde Efendimiz secdeye kapan­mış; "Yâ hayyû yâ kayyûm, yâ hayyû yâ kayyûm" diye sadece bunları tekrar edip başka birşey eklemiyordu. Dönüp çarpışmaya git­tim. Daha sonra tekrar geri yanına geldiğimde yine aynı şeyleri söylü­yordu. Bu hadis "ğarîb" bir haberdir.[80]

El-A'meş, Ebû İshâk -Ubû Ubeyde isnadıyla Abdullah (r.a.)'tan şöyle dediğini anlatır: Ben Bedir harbinde Muhammed (s.a.v.)'in yap­mış olduğu yakarıştan daha candan, daha derûni bir yakarma duyma­dım. Nebî (s.a.v.):

"Allah'ım! Ben bana verdiğin taahhüd ve va'dini yerine getirmeni niyaz ederim. Allah'ım! Eğer şu iman topluluğunu burada helak edersen artık sen ibadet olunmazsın" diyordu. Sonra hafifçe döndü, ne göreyim yanakları sanki ay gibi. "Ben sanki Bedir gecesi Kureyşlilerin öldürü­lüp serilecekleri yere bakar gibiydim" buyurdu.[81]

Halid el-Hazzâ- İkrime'den İbni Abbas (r.a.)'ın şöyle dediğini nak­leder: Bedir günü Rasûlüllah (s.a.v.) çadırının altında durmuş

"Allah'ım, ahdini ve va'dini icra etmeni yakarırım. Allah'ım; sen dilersen bundan sonra ebediyyen ibadet olunmazsın" diyordu. Hz. Ebû Bekir de; "Yâ Rasûlellah bu kadar yalvarma yeter. Sen Rabbine yalvaracağın kadar yalvardın," dedi. Efendimiz zırhı içinde idi.

"Yakında bu topluluk yenilgiye uğrayacak, dönüp arkalarına koşacaklar. (Kaçsalar kurtuluş yokki) aksine Kıyamet onların randevu saatleridir. O kıyametin kopma saati pek müthiş bir fe­laket ve daha acıdır." (Kamer Sûresi 45-46) âyetini okuyarak çıktı. Hadisi Buharı naklediyor.[82]

İkrime b. Ammâr anlatıyor: Bana Ebû Zümeyl Simâk el-Hanefî an­lattı ki, îbni Abbas (r.a.), Ömer (r.a.)'in şöyle dediğini haber vermiş:

-Bedir günü olunca, Rasûlüllah (s.a.v.) Müşriklere bakıpta bin kişi olduklarını, kendi ashabının ise üçyüz ondokuz kişi olduğunu görünce, kıbleye dönüp ellerini açtı ve Rabbine tâtilî bir şekilde niyaz etti. Elle­rini göğe doğru uzatıp, kıbleye doğru dönmüş vaziyette o kadar uzun niyazda bulunduki, üstündeki elbisesi bile düşmüştü: Ebû Bekir (r.a.) gelip elbisesini yerden alarak Efendimizin omuzları üzerine tekrar koydu elbiseyi arkasından bağladı ve: "Ey Allah'ın peygamberi! Rabbine yakardığm yeter. Zira O kesinlikle sana va'dettiğini yerine getirecektir," dedi. Bunun üzerine Allah (c.c.)'de Enfal suresi yedinci âyeti olan,

"Hani o vakit siz Rabbinizden me'ded diliyordunuz da (bu is­teğinizi Allah) "ben ard arda gelen bin melekle size imdad edece­ğim" diyerek duanızı kabul etmişti." âyetini indirmişti. Böylece Allah Mü'minlere Meleklerle yardım etmiş idi.

Ebû Zümeyl derki: îbni Abbas devamını bana şöyle anlattı:

« O gün Müslümanlardan biri önüne kattığı bir müşriği kovalarken, birden bire yukarıdan gelen bir sopa sesi işitti. Süvari, "haydi Hayzûm ilerî!" diyordu. Önünde kaçan müşriğe bakınca onun sırt üstü yere düşmüş olduğunu gördü. Bakınca adamın burnunun kırılmış, yüzününde sopa darbesi gibi birşeyden yarılmış ve bunların hepsinin yemyeşil kesilmiş olduğunu gördü.

Bunun üzerine bu ensarlı gelip, gördüğü manzarayı Rasûlüllah (s.a,v.)'a anlattı da; Nebî (s.a.v.); "Doğru söyledin, bu gördüğün üçün­cü kat gökten gelen imdad'dandır." buyurdu.

O gün yetmiş kişiyi esîr alıp, yetmiş kişiyi de öldürdüler. "Ebû Zümeyl devamla İbni Abbas'tan şöyle nakletti: "Müslümanlar kâfirleri

esir aldıktan sonra Rasûlüllah (s.a.v.) Ebû Bekir'le Ömer'e: "Bu esirler hakkında görüşünüz nedir?" diye sordu. Ebû Bekir:

-Yâ Nebiyullah! Bunlar amca zade ve -kendi- kabilemizdendir. Ben onlardan fidye alarak salıverelim derim. Böylece onlara karşı bir kuvvetimiz olmuş olur. Hem belki Allah onları İslâm'a da kavuşturur, dedi.

Allah Rasûlü Ömer'e -dönüp, "Sen ne dersin Yâ Îbnü'l-Hattâb" bu­yurdu. Ben:

-  "Hayır! Vallahi Yâ Rasûlellah! Ben Ebû Bekr'in görüşüne katıl­mıyorum. Benim görüşüme göre derim ki, bize bir fırsat tanışanda boyunlarını vursak, Aliye bir fırsat ver de -kardeşi- Akîl'in boynunu vursun. Bana bir imkân tam da -kendi akrabası olan- falanın boynunu vurayım. Zira bunlar küfrün önderleri ve esas temsilcileridir." dedim. Allah Rasûlü benim söylediğimi hoş görmeyip, Ebû Bekr'in görüşünü beğendi.

Ertesi gün ben tekrar geldim, baktım ki Allah Rasûlü ile Ebû Bekir oturmuş ağlaşıyorlar!

-  Yâ Rasûlellah! Zatınızın ve Ebû Bekr'in neden dolayı ağladığını bana söylemlisin, ağlayacak bir ağıt varsa bende ağlayayım. Ağlaya­cak birşey bulamazsam bari sizin ağıdımza uyarak ağlamış olayım, dedim. Allah Rasûlü'de:

-"Arkadaşlarıyın bana teklif ettikleri şu fidye alma meselesine ağla­rım. -Bu sebeble- onlara gelecek azab bana şu -yanıbaşında bulunan bir ağaç- ağaçtan daha yakın göründü" buyurdu.

İşte Allah (c.c.) bu hususta Enfal (67-69) âyetleri olan:

"Hiç bir Peygamberin yeryüzünde -düşmana- ağır basmadıkça esirleri olmamıştır. Siz dünyanın geçici malını istiyorsunuz. Allah ise âhireti istiyor. Allah azizdir hâkimdir. Eğer Allah'dan -ezelde-geçmiş bir hükmü bulunmasaydı aldığınız -fidye denen- şeyden dolayı kesinlikle büyük bir azab size dokunacaktı. İmdi ganimet olarak aldıklarınızdan helâl olarak gönül hoşluğuyla yiyin. Allah'dan korkun! Allah kesinlikle mağfiret eden ve çok acıyan­dır" hükümlerini indirdi.[83]

Selâme b. Ravh, Akîl'den naklediyor: Bana Zührî, Ebû Hâzim ara­cılığıyla Seni b. Sa'd (r.a.)'tan nakletti: Gözleri kör olduktan sonra, Ebû Üseyd es-Sâidî bana dedi ki: "Ey kardeşim oğlu! Ben ve sen Bedir'de olsak, sonra Allah (c.c.) bana gözlerimi geri verseydi, Valla­hi, Meleklerin yanımıza çıkıp geldiği koyağı sana şüphe ve tereddüt etmeden gösterirdim" dedi.[84]

Vakıdî derki: Bize İbni Ebî Habîbe -Dâvûd b. Husayn- İkrime İbni Abbas isnadıyla ve Musa b. Muhammed b. İbrahim de babası is-nadıyla Rasûlüllah (s.a.v.)'ın Bedir harbinde:

"Müjde yâ Ebâ Bekr! İşte sarı renkli bir sarık sarmış olan Cebrail. Atının yularını tutmuş yer ile gök arasında. Benden bir süre kayboldu sonra üzerinde -başında- toz izleriyle geldi, "Senin Rabbinden istediğin yardım gelmiştir" diyordu.[85]

îkrime, İbni Abbas (r.a.)'tan, Nebî (s.a.v.)'in Bedir günü: "İşte Ceb­rail! Atının başım tutmuş, üzerinde harb aletleri var" buyurduğunu an­latır. Bu haberi Buharı naklediyor:[86]

Musa b. Yakûb ez-Zemeli anlatıyor: Bana Ebû'l-Huveyris, Cübeyr b. Mut'ım (r.a.)'ın oğlu Muhammed haber verdiki Hz. Ali (r.a.)'yi hut­bede şöyle derken dinlemiş:

-Ben Bedir'deki kuyudan su çekerken birden bire benzerini gör­mediğim şiddetli bir rüzgâr çıktı. Sonra geçti. Biraz sonra yine önceki gibi bir daha çıktı. İşte bu birinci rüzgâr Cebrail olup bin Melekle be­raber gökten inip Rasûlüllah'm yanında durdu. İkinci rüzgârda bin melekle beraber inen Mikâil idi. Bunlarda Rasûlüllah'ın sağında dur­du. Üçüncü bir rüzgâr daha geldi ki, o da bin tane melekle gelen İsrafil olup Rasûlüllah'ın sol tarafına durdular.

Bende sol taraftaydım. Allah, düşmanlarını bozguna uğratınca, Al­lah Rasûlü beni atma bindirdi. At benimle birlikte ileri sıçradı da ben arkamın üzerine düştüm. Allah'a dûa edince at durdu. Ben ata bindi­ğimde kâfirlere şu elimle vurdum, -eliyle koltuk altını göstererek- hat­ta şurası kana boyandı.

Bu "ğarîb" bir haberdir. Ravî Musa, zayıf olan birisidir. Onun bu haberde geçen "Beni atına bindirdi" sözü de Uı rivayet dışında hiçbir rivayette bilinmeyen bir husustur.[87]

Yahya b. Bükeyr derki: Bana Muhammed b. Yahya b. Zekeriyya el-Hımyerî -Alâ b. Kesîr- Ebû Bekir b. Abdirrahman b. el-Misver b. Makrame isnadıyla Ebû Ümâme b. Sehl'den şöyle nakleder:

-Babam bana; "Oğulcuğum! Ben Bedir harbinde, birimizin kılıcı ile müşriklerden birinin başına vurmaya hazırlanır hazırlanmaz, daha bizim kılıcımız varmadan, onun başının vücudundan ayrıldığını gör-müşümdür" derdi.[88]

İbni İshâk derki: Kendisini yalanla itham edemeyeceğim bir zat ba­na, Miksem yoluyla İbni Abbas (;\a.)'i.ı şöyle di .ligini anlattı.

-Meleklerin Bedir harbindeki simaları, arkalarına ucunu sarkıttık­ları beyaz sarıkları idi. Huneyn gününde ise sarıkları kırmızıydı. Me­lekler, Bedir harbi haricinde hiç bir gün h:*rbe katılmamışlardır. Bedir dışındaki günlerde sayıca çokluğu ve ma'nevi imdadı sağlıyorlardı.[89]

Musa b, Ya'kub'dan alan Muhammed b. Halîd el-Hanefî hakkında da "çok yanılan bir sa­dak kişi" deniyor. Ebu'l Huveyrisİ'de İbni Haccr "hıfzı çok kötü" diye tanımlar. Üstelik Muhammed b. Cübeyr b. Mat'ınVm Hz. Ali'den hadis naklettiğine dair hiç bir rivayette yok.

Zehebî'nin işaret ettiği mesele daha da mühim. Bedir günü Müslümanların elinde sadece iki at olduğunu söyleyen yine Hz. Ali'dir. Allah Rasûlü'nün orada atı olmadığı da kesindir. Zaten hadisin ibaresi de kekre olup kıssaeı hikayelerini andırmaktadır. Sanırım Zehebî'nin bunu hem alıp hem de "ğarîb" demesi, bu'kıssayı Ebû Ya'la ve Beyhakî gibi ilk ve İkinci dönem hadis imamlarının alıp nakletmeleri olsa'jerek. Zaten Heysemî'de bunu Mecmau'z-Zevaid'in de (6/72) nakleder ve "Bunu Ebâ Ya'la rivayet etmiştir, Ricali sika­dır" deyiverir. Tabi bu onun yanlışıdır \z minallahittevflk.

O vakit Rabbin Meleklere; "Kesinlikle ben sizinleyim, Mü'minlere dayanma gücü verin. Kâfirlerin kalblerine yakında korku salacağım. Onların boyunlarına vurun, el ve ayaklarına vu­run" diye vahyetmişti. (Enfal; 12) âyetinin gelişi hakkında...

Vakıdî, İbrahim b. İsmail b, Ebî Habîbe -Davûd b. Husayn- îkrime isnadıyla ibni Abbas (r.a.)'tan naklediyor; îbni Abbas dediki:

-Melekler, insanlara görünürken tanıdıkları birinin kılığına bürü­nürler ve onlara; "Ben şimdi düşmanların yanındayım. Onlar "Eğer bize saldıracak olurlarsa yerimizde duramayız" gibi sözler söylüyor­lardı" diyerek insanların sabretmelerim sağlarlardı.[90]

İsrail'de Ebû İshâk eş-Sirazî'nin Harise aracılığıyla Hz. Ali (r.a.)'den şöyle dediğini rivayet eder:

-Medine'ye göç edip geldiğimiz zaman, bizde oranın meyvelerin­den alıp yemeye başlayınca -alışkın olmadığımız için- içimizi bu­landırdı ve hep sıtma olduk.

O sırada Rasûlüllah (s.a.v.), Bedir hakkında haber topluyordu. Müşriklerin yola çıktığı haberi bize ulaşınca Rasûlüllah (s.a.v.) -Kuyularından birinin adı olan- Bedir'e doğru hareket etti. Biz oraya müşriklerden önce vardık.

Orada birisi Kureyşli, diğeri Ukbe b. Ebî Muayt'ın kölesi olan iki kişi bulduk. Kureyşli olan kaçıp kurtuldu. Ukbe'nin kölesini yakalayıp ona "gelen ordunun ne kadar?" diye sorguladık. O "vallahi onların sayıları çok, göçleri pek çetin" dedi. O böyle söyleyince Müslümanlar onu dövmeye başladı. Böylece onu Nebî (s.a.v.)'nin yanına getirdik.

Ona, "topluluk ne kadar?" buyurdu. O da, "Vallahi onların sayıları çok güçleri pek fazla" dedi. Nebî (s.a.v.) onların sayısını alabilmek için uğraştıysa da bu herif söylememekte direndi. Sonra Rasûlüllah (s.a.v.) ona: "Onlar günde kaç deve kesiyorlar?" diye sordu. "On deve" de­yince Nebî (s.a.v.): "Öyleyse onlar bin kişi, zîra her deve yüz kişiye yeter" buyurdu.

Sonra gece olunca, bize hafif bir yağmur çisentisi geldi. Biz ağaç­ların altına ve kalkanların altına girip korunduk. O gece Rasûlüllah (s.a.v.) Rabbine dûa ederek,

"Yâ Rabbî, eğer şu inanan top­luluğu bu gün burada helak edersen - sana ibadet eden kalmaya­cağı için- artık tapınılmayacaksın" diyordu. Sabah olunca Rasûlüllah (s.a.v.) haydin namaza diye nida etti. İnsanlar ağaçların ve kalkanların altından geldiler. Rasûlüllah (s.a.v.) bize sabah namazını kıldırıp, harbe teşvik etti. Sonrada: "Kureyş ordusu işte şu dağın ya­nındaki kızıl tepeciklerin yanında" buyurdu. Kureyş ordusu bize yak­laşınca bizde onların karşısında saf bağladık. Birde baktık ki, onlardan birisi aralarında bir kızıl deve üzerinde geliyor. Rasûlüllah (s.a.v.) bana; "Yâ Ali! Hamza'ya seslen bu kırmızı devenin sahibi kimmiş bir baksın, onlar ne diyor bir anlasın" buyurdu. Hamza müşriklere en ya­kın olanımızdı. Sonra Rasûlüllah (s.a.v.):

"Eğer şu karşımızdaki toplulukta hayrı söyleyecek tek kişi var­sa o da bu kızıl devenin sahibi olsa gerektir" buyurdu.

Hamza bakıp geldi ve: "Yâ Rasûlellah! O Utbe b. Rabîa imiş. Yanındakileri harbden menediyor ve: "Ey kavmim! Ben karşımızda-kileri öyle bir toploluk olarak görüyorum ki, onlar ölümü isteyerek gelmiş bir topluluk olarak, siz sizde hayır olduğu sürece onlara ula-şamıyacaksımz. Ey kavmim! Bu gün bu işi benim başıma bağlayın, benim üzerime yıkın ve "Utbe korktu" deyin. Gerçi siz benim korkak olmadığımı pekâla bilirsiniz," dedi. Ebû Cehil bunu işitince; "Bunu sen mi söylüyorsun? Vallahi bu sözü senden başka biri söyleseydi ona "babaymkini dişle" derdim. Senin ciğerine ve içine korku dolmuş" dedi. Bunun üzerine Utbe'de ona:

. - Sen bunları banamı söylüyorsun bire kıçını sarartan herif! Bu gün kimin daha korkak olduğunu az sonra göreceğiz, dedi.

Utbe, kardeşi Şeybe ve oğlu Velîd cahiliyye taassubu ile meydana atılıp "bizimle düello yapmaya kim çıkacak?" dedi. Ensar'dan gençler karşılarına dikiliverdiler. Bunları gören Utbe: "Biz bunları istemedik ki. Biz ancak bizimle amca oğullarımız sayılan Abdü'l Müttalib ço­cuklarıyla çarpışmak isteriz" dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) "Kalk yâ Ali, kalk yâ Hamza, kalk ya Ubeyd b. el-Harîs" buyurdu. Allah Rabia'nın bu iki çocuğu, Utbe ve Şeybe ile Utbe'nin oğlu Velîd'in canını orada alıverdi. Ubeyde b. Harîs (r.a.)'de yaralandı. O gün onların yetmişini öldörüp yetmişini de esir aldık.

Ensardan küçücük boylu bir adam, Haşimoğullarından birini esir alıp getirmişti. Bu adam, "vallahi beni şu ufak herif esir almadı. Beni esir alan saçları dökük güzel yüzlü bir insan idi. Alaca bir at üzerine binmişti. Ama şimdi onu göremiyorum" dedi. Ensarh ise; "Yâ Rasûlellah onu ben esir aldım" deyince Efendimiz ona; "Sus sesini çıkarma! Allah seni kerim bir melek ile desteklemiş" buyurdu. Biz Abdü'l Muttalİb oğullarından Abbas, Akîl ve Nevfel b. Hâris'i esir almıştık.[91]

İshâk b. Selûl el-Mansûrî derki: Bize İsrail -Ebû İshâk eş-Şîrazhi-Ebû Ubeyd isnadıyla Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)'dan:

- Bedir günü düşman gözümüze pek az gösterilmişti. Hatta yanı-başımda bulunan bir kardeşime, "yetmiş kadar varmı diyorsun?" de­dim. O da "Ben yüz kadar tahmin ediyorum" dedi. Müşriklerden birini esir edip ona kaç kişi olduklarını sorduk da, "bin kişi" dedi, şeklinde haber verdiğini söyledi.[92]

Süleyman b. el-Muğîra, sabit yolu ile Enes (r.a.)'ten Bedir günü Rasûlüllah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet eder:

"Eni yer ve gök kadar olan Cenne­te doğru yürüyünüz" Bunu duyan Umeyr b. el-Humâm el-Ensârî: "Yâ Rasûlellah! Onun genişliği yerle gökler kadar mı?" dedi. Efendi­miz, "Evet" buyurunca "Bak, bak!!!" diye sevinç çığlığı attı. Peygam­ber (s.a.v.); "Senin bak, bak, diye sevinmeye ne sebeb oldu?" buyu­runca da, "Hiç bir şey! Vallahi, Yâ Rasûlellah! Ancak Cennet ehlin­den olma ümidi duydum da" deyince Allah Rasûlü: "Sen Cennet eh-lindensin," buyurdu. O da cebine koymuş olduğu birkaç kuru hurmayı aldı ve yemeye başladı. Sonra da, "Ben şu hurmaları yiyinceye kadar bile dünyada geçecek hayat -oraya biran önce kavuşmak için- çok uzun bir hayattır" deyip hurmanın kalanlarını fırlattı, attı. Sonra kalkıp çarpışmaya başlayarak şehid olana kadar savaştı.

Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.[93]

Ömer b. Abdillah b. Urve, dedesi Urveden şöyle rivayet ediyor: - Bedir harbinde Rasûiüllah (s.a.v.) Muhacirlerin parolasını. "Ya benî Abdiirrahman" yaptı. Hazreclilerinkini de, "Yâ benî Abdillah"

yaptı. Evs'in parolasıda, "Yâ benî Ubeydillah" idi. Onların atlarını "Allah'ın atları" diye adlandırmıştı.[94]

Abdurrahman b. el-Gasîl, Hamza b. Ebî Ûseyd aracılığı ile baba­sından Rasûlüllah (s.a.v.)'m Bedir günü saf olduklarında: "Size iyice yaklaşıpta etrafınızı çevirince onlara ok yağdırın. Oklarınızı boşa bitirmeyin" buyurdu. Hadisi Buharî naklediyor.[95]

Bize Ebû Muhammed Abdü'l Halik b. Abdi's-Selâm ile amcasının kızı Sittü'lehl binti İbrahim el-Fakîh, -Şehde binti Ahmed- Hüseyin b. Talha- Ebû Ömer Abdi'l Vahit b. Mehdî -Hüseyin b. İsmail- Mahmud b. Hıdâş -Hüşeym- Ebû Haşim -Miclez- isnadıyla Kays b. Ubâd'ın şöyle dediğini haber vermiş: Ebû Zer (r.a.)'i yemin ederek şu iki (kâfir ve Müslüman) sınıf, Rab-leri(nin dini) hususunda birbiriyle husûmet eden iki düşman gu­ruptur" (Hac; 19) âyetinin Bedir günü birbiriyle düello yapmak üze­re meydana çıkan Hamza, Ali ve Ubeyde ile Utbe, Şeybe ve Velîd b. Utbe hakkında nazil olduğunu söylemiştir.

Bu hadisi Buharî Ya'kûb ed-Devrakî ve diğerlerinden rivayet eder­ken, Müslim de, Amr b. Zürara -Hüşeym- Ebû Hâşim Yahya b. Dînar er-Rummânî el-Vasitî -Ebû Miclez Lahık b. Humeyd es-Sedûsî el-Basrî isnadıyla rivayet etmiştir.

İşte Müslim'in bu hadisi bu şekilde rivayet etmesi, âli isnadı arama­sından ve bu rivayeti bir başkasının da nakletmesi (veya bir konuya başka konuyu ilave etmesi)ndendir.[96]

(Hz. Ali ve Hz. Hamza ile birlikte Mübarezeye çıkan) Ubeyde (r.a.), Abdimenâf b. Kusay boyuna mensub olan Haris b. el Muttalib'in oğlu olup Muttalîbî diye nisbet alır. Annesi Sakîf kabilesinden idi. Peygamber (s.a.v.) Efendimizden on yaş daha büyük idi. Ubeyde (r.a.), Ebû Seleme b. Abdi'1-Esed ve Osman b. Maz'ûn (r.a.)'lar ile aynı vakitte Müslüman olmuştu.

O ve iki kardeşi Tufeyl b. el-Hâris ile Huseyn b. el-Hâris Mekke'­den Medine'ye hicret etmişlerdi. Ubeyde b. el-Hâris (r.a.)'in Peygam­ber (s.a.v.)'in katında pek yüce bir değeri vardı. Orta boylu tatlı yüzlü biri idi. Yaralı olarak Bedir'den Medine'ye dönerken Safra mevkiine geldiklerinde, şehid olarak vefat etti.

Bedir günü Utbe b. Rabîa ile düelloya çıkan o idi. İkiside birbirine birer hamle yapmış, her ikiside birbirini yaralamışlardı. Nitekim bu bahis daha önce anlatılmıştı.

Bir sefere giderken Peygamberimiz, altmış kişilik bir Muhacir müf­rezesi hazırlayıp, Ubeyde'yi (r.a.) onlara komutan yapmıştı. Peygam­berimizin ilk edindiği sancak, Ebû Ubeyde'yi bu sefere yollarken ha-

zırlayıp verdiği sancak idi. Ebû Ubeyde ve arkadaşları yola çıkıp El-Merat denen (Hicazdaki) bir tepeceğin yanında Kureyşlilere rastlamış idi. Onların başında da Ebû Süfyan vardı. İşte İslâm tarihindeki ilk çatışma bu olmuş idi. Bu sözleri Muhammed b. İshâk söylemektedir.[97]

İbni İshâk ve diğerleri Zührî aracılığıyla Abdullah b. Salebe b. Suayr'dan şöyle nakleder:

- Bedir günü harbi başlatan Ebû Cehil oldu. İki ordu karşı karşıya gelince Ebû Cehil; "Allah'ım! Bu Muhammed bizim akrabalık bağla­rımızı kopardı. Bize bilinmeyen şeyler getirdi. Onu bu kuşluk vakti helak et!" diye dûa etti. [İşte bu sözler onun harbi başlatma isteği idi.] Ama kendisi öldürüldü. İşte bu konuda

"(Ey Kâfirler) Eğer fetih istiyorsanız, fetih size gelmiştir. Eğer vazgeçerseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Eğer tekrar (düşman­lığa) dönerseniz bizde (Ona yardıma) döneriz. Sayısı kabarık olsa bile, sizin topluluğunuz sizden hiçbir (belayı) savamaz. Ve Allah kesinlikle mü'minlerle beraberdir (Enfal; 19) âyet-i celîlesi nazil oldu.[98]

Muaz b. Muâz derki: Şu'be, Abdül Hamid [(b. Dinar- İbnü Kürdîd de denilir) ki kendisi Ziyâdı (diye anılan Irak Emîri Ziyâd'ın torunu) ile arkadaştır-]'in Enes b. Mâlik (r.a.)'i şöyle derken duyduğunu anla­tır: Ebû Cehil:

- Allah'ım! Eğer şu Muhammed senin katından hak olarak geldiyse bize gökten taş yağdır, veya yakıcı bir azab ver bize." diye dûa etti. Bunun üzerine:

"Sen onların içinde oldukça Allah onlara azab edecek değüdir. Ve istiğfar ederlerken de Allah onlara azab edecek değildir. Onlar Mescîd-i Haram'dan insanları menettikleri ve o mescidin müte­vellileri olmadıkları halde Allah onlara niye azab etmesin. O -mes­cidin- velileri ancak takvahlardır. Fakat onların çoğu bunu bil­mez." (Enfal; 34) âyeti indi.[99]

Abdullah b. Salih, Muâviye b. Salih -Ali b. Ebî Talha yolu ile yap­tığı rivayetle İbni Abbas (r.a.) "Allah onlara niye azab etmesin (Enfal; 34)" âyeti hakkında "Bu azab, Bedir günü kılıçla gelen azabdır" dedi­ğini anlatır.[100]

Yine yukarıdaki isnad ile:

"Hani Allah, size iki taifeden birinin sizin olacağını va'dedi-yordu. Siz ise Şevket (güç, kuvvet) sahibi olmayan (taife)'ın sizin olmasını istiyordunuz. Allah ise hakkı, kelimeleriyle gerçekleştir­mek ve kâfirlerin ardını kesmek istiyordu" (Enfal; 7) âyeti hak­kında İbni Abbas (r.a.)'tan şöyle dediğini naklederler:

"Mekke kervanı, Şam'a gitmek üzere yola çıkmış idi. Bu haber Me­dine'deki ashab'a ulaşınca, kervana engel oimak için Rasûlüllah (s.a.v.) ile beraber yola düştüler. Peygamberimizin bu harekâtı Mekke'lilere ulaşınca, müthiş bir hızla kervanı sürdüler. Ve Rasûlüllah (s.a.v.)'ı geçtiler.

Allah onlara iki taifeden birini, ya kervanı, ya şehid olmayı onlara vadetmişti. Müslümanlara kervanı ele geçirmek daha hoş geliyordu. Çünkü kervan kuvvet yönünden -ordudan- çok hafif, ganimet bakı­mından da daha hazır bir şeydir.

Rasûlüllah (s.a.v.) Kureyşi engellemek için yola çıktı. Müslümanlar Kureyş'in yüzüne bakarak bu yürüyüşten hoşlanmıyorlardı. Rasûlüllah (s.a.v.) ile Müslümanlar bir yerde konakladılar. Müslümanların olduğu yer ile suyun arasında ufak kum yığınları vardı.

İşte burada Müslümanlara müthiş bir moral bozukluğu geldi. Şeyj tan onların kalblerine, ümitsizlik tohumları atıyor ve, "Siz kendinizin Allah'ın dostları olup, aranızda Allah'ın Peygamberi var" diye iddia ediyorsunuz. Halbuki müşrikler suyun başını tutarak size galib gelmiş­tir. Siz ise bu haldesiniz" diye vesvese veriyordu.

İşte tam bu sırada Allah (c.c.) onların üzerine muazzam bir yağmur indirdi. Müslümanlar sularım içip yıkandılar. Allah onlardan şeytan'ın vesvesesini giderdi. Allah yağmuru bir çisentiye çevirdi. Yani topra­ğın yüzünü ıslatıverecek kadar yağdı. Allah (c.c.) onlara bin melek ile yardım etti.

Şeytan ordusu ile geldi. İblis Müdlic oğullarından bir adam sure­tinde beraberinde bayrak ile geldi; şeytanda Sürâka b. Mâlik b. Cu'şum suretinde gelip, müşriklere: "Sizin koruyucunuz benim, bugün sizi insanlardan yenebilecek birisi yoktur" dedi. "Orda harp vaziyeti alıp savaş safını dizin" Ebû Cehil, "Allah'ım! Hakka layık olana yar­dım et!" diye dûa etti.

Rasûlüllah (s.a.v.) ellerini kaldırarak: "Yâ Rabbi! Eğer sen şu imanlı topluluğu helak edersen, yeryüzünde bir daha ibadet edil­meyeceksin" diyordu. Cebrail gelip Efendimize "bir avuç toprak al (ve onu yüzlerine at)" dedi. O da bir avuç toprağı alıp yüzlerine attı.

Bu toprak parçalarından orada bulunan Müşriklerden, gözüne, burun deliğine ve ağzına isabet etmeyen kimse kalmadı. Böylece yüz üstü geriye dönüp kaçmaya başladılar. Cebrail İblise doğru yöneldi. İblisin eli, Müşriklerden birinin elinde tutulu bir halde Cebrail'in geldiğini görünce elini çekip aveneleriyle beraber kaçmaya başladı. O adam "Yâ Sûrâka! Sen bizi koruyacağını söylemedinmiydi?" deyince "Ben sizin görmediğiniz şeyleri görüyorum. Ben kesinlikle Allah'tan korka­rım" dedi.[101]

Yusuf b. el-Mâcişûn anlatıyor: Bize Salih b. İbrahim b. Abdirrahman b. Avf -Babası İbrahim aracılığıyla Dedesi Abdürrahmân b. Avf (r.a.)'dan şöyle dediğini rivayet ediyor: Ben Be­dir harbi günü harb safı içinde idim. Sağıma ve Soluma bakındım; ne göreyim ben ensardan yaşları gayet küçük iki toy çocuğun arasında değimliyim. O esnada "Bu ikisinden daha güçlü kimselerin arasında olaydım" temennisinde bulundum.

Bu gençlerden birisi bana dürterek, "Amcacığım, sen Ebû Cehil'i bilirmisin?" dediler. "Evet tanırım, ama senin onunla ne işin var?" de­dim. O gençte: "haber aldığıma göre o, Rasûlüllah'a sövüp sayarmış. Nefsim elinde olan zata yemin olsunki, eğer onu bir görecek olursam ikimizden daha acelesi olan ölmeden vücudumdan onun vücudu ayrıl­mayacak" dedi. Ben onun bu lafına hayret ettim. Derken ikinci genç de bana dürterek aynen ötekinin sözünü tekrarladı. Daha bu sorunun üzerinden hiç bir vakit geçmemiştiki gözüm insanlar arasında dolaşmakta olan Ebû Cehl'e takıldı. Ben gençlere: "Görüyormusunuz? İşte arayıp bana sorduğunuz adamınız," dedim. Onlarda kılıçlarını sıyırıp ona doğru fırlayıp Öldürünceye kadar Ebû Cehil'e kılıç vurdular. Sonra Efendimizin yanma gelip yaptıklarım haber verdiler. Rasûlüllah (s.a.v.) onlara "Onu hanginiz öldürdü?" diye sordu. Her ikiside; "Ben öldürdüm" dedi. Efendimiz, "peki, kılıçlarınızı sildinizmi?" buyuran­ca, "hayır!" dediler. Peygamber (s.a.v.)'de her iki kılıca baktı ve "Ona ikinizde vurup öldürmüşsünüz" buyurup, Ebû Ceh'lin harp ağırlıkları­nın Muaz b. Amr ve diğeri Muaz b. Afra'ya verilmesine hükmetti.

Bu müttefekun aleyh bir hadistir.[102]

Zübeyr b. Muâviye, Süleyman et-Teymî isnadıyla Enes (r.a.)'den şöyle nakleder: Peygamber (s.a.v.)'in "Ebû CehiJ'in ne yaptığına, kim bakar gelir?" buyurdu. Ebû Cehl'e bakmak üzere Abdullah b. Mes'ûd kalkıp gitti ve Ebû Cehli Afran'm çocukları tarafından yaralanıp bayıl­mış bir halde buldu. "Sen Ebû Cehilsin değilmi? diyerek sakalından kavradı. Ebû Cehil'de: "Öldürdüğünüz (ya da kendi kavmi tarafından vurulan) bir adamın üzerinde öylemi.!!!" dedi. Bunu Buharî ve Müs­lim nakletti.[103]

İsmail b. Ebî Halil de, Kays yoluyla Abdullah b. Mesût'dan "Abdul b. Mes'ûd'un Ebû Cehl'e gelip, işte Allah seni perişan etmiştir" deyin­ce Ebû Cehil'in, "Sen öldürdüğünüz bir adamın üzerine mi çıkıyor­sun?" dediğini nakleder.

Bunu da Buharî nakleder.[104]

Assam b. Ali anlatıyor: A'meş, Ebû İshâk-Ebû Ubeyde isnadıyla Abdullah b. Mes'ûd'un şöyle anlattığını nakleder:

"Ebû Cehil'in yanına vardım, yere serilmiş, üzerinde tolgası vardı. Beraberinde gayet kıymetli bir kılıç bulunuyordu. Bendeki ise eski bir kılıçtı. Kılıcımla beynine beynine vuruyor ve Mekke'de iken beynime vurarak yaptığı zulümleri hatırlıyordum. Vura vura kolumun canı ke­sildi. Kılıcım aldım. O zaman başını kaldırdı ve, "Bu kere mağlubiyet kimin; bizim mi, sizin mi? Sen Mekke'deki bizim çobanımız değilmisin?" dedi. Ben onu katledip sonra Nebî (s.a.v.)'ye geldim ve: "Yâ Rasûlellah, Ebû Cehil'i öldürdüm" dedim. Bunu duyan Nebî (s.a.v.) Efendimiz:

"Kendisinden baş ka il ah olmayan Allah adına doğrumu söylüyorsun?" diyerek bana üç kere yemin verdi.[105] Sonra kalkıp benimle birlikte ölülerin yanma gelip, onlara beddua etti.[106]

Buna yakın bir haber de, Süfyân-ı Sevrî tarafından Ebû İshâk es-Sûbeyî'den naklediliyor ki orada şu bilgilerde yer alıyor:

"Rasûlüllah (s.a.v.) bana yemin verdi ve sonrada;

"Allahü Ekber. Sözünü doğru çıkaran, kuluna yardım eden, tekbaşına orduları hezimete uğratan Allah'a hamd olsun. Haydi gidelim de onu bana. göster." buyurdu. Bende gidip Ebû Cehil'i Ona gösterdim. Bunun üzerine (s.a.v.):

işte, bu ümmetin Fir'avn'u, şu herif idi" buyurdu.[107]

Yine Ebû îshâk'dan yapılan bir rivayete göre, "Nebi (s.a.v.)'e Ebû Cehl'in öldürüldüğü haberi ulaşınca Allah'a şükür secdesine kapanmış idi."[108]

Vakîdî anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.v.) Efendimiz Afra'nm bu iki o-ğullanmn şehit düştükleri yere gelip: "Allah Afra'nm çocuklarına rahmet etsin. Bu ümmetin fîr'avunu ve küfür liderlerinin başı olan Ebû Cehl'in öldürülmesine iştirak etmişlerdi," buyurdu. Ora­dakilerden birisi de, "Peki Yâ Rasûlellah! Onlarla birlikte Ebû Cehl'i öldürmeye katılan başka biri de mi vardı?" diye sorunca; "Melekler ve İbni Mes'ûd'da katılmıştı" buyurdu.[109]

Ebû Nüaym anlatıyor: Bize Seleme b. Raca, Benî Esed'den Şa'sâ i-simli bir hanımın şöyle dediğini nakletti: Abdullah b. Ebî Evfâ'nın ya­nma girmiştim. Baktım kuşluk namazını iki rek'at olarak kıldı. Onu gören hanımı, "Sen kuşluğu iki rek'at mı kılıyorsun!" deyince tbni Ebî Evfa; "Allah Rasûlü de Mekke'nin fetih müjdesi geldiğinde bunu iki rek'at kıldığı gibi Ebû Cehl'in başı getirildiğinde de iki rek'at olarak kılmış idi" dedi.[110]

Mücâlid de Şa'bi'den naklediyor:

Adamın birisi Nebî (s.a.v.)'e, "Ben, Bedir'e geçerken uğramıştım. Orada bir adamın topraktan çıktığım, bir başka adamında onun beyni­ne bir sopa vurarak tekrar toprağa geri soktuğunu, sonra adamın geri çıktığını ve bunun defalarca aynı şekilde tekrarlandığını gördüm" de­di. Rasûlüllah (s.a.v.)'da: "O gördüğün kişi Ebû Cehil b. Hişâm idi. O -bu şekilde- Kıyamete kadar işkence görecektir" buyurdu.[111]

Buharî ve Müslim İbni Arube hadisinde Katâde'nin şöyle söyle­diğini rivayet ederler:

Bize Enes (r.a.) Ebû Talha (r.a.)'dan naklen haber verdi ki; Bedir günü Rasûlüllah (s.a.v.) Kureyş ileri gelenlerinden, yirmi dört kişi hakkında emir verince oradaki pis, habis bir kuyuya atıldılar. O za­manki arab adetine göre harpte galib gelen ordu harp meydanında üç gün eğleşirdi. Bedirde üçüncü gün olunca Allah Rasûlü bineğinin ha­zırlanması talimatını verdi ve semer hayvana yüklenip bağlandı.

Sonra Allah Rasûîü yürümeye başladı; ashabı da onu takib edi­yordu. Ashab; "Rasûlüllah bir ihtiyacı için gidiyor olsa gerek" diyor­lardı. Nihayet bu kuyunun ağzına geldiğinde, oradakilere kendilerinin ve babalarının adları ile "Yâ falan oğlu falan, yâ falan oğlu falan! Siz Allah ve Rasûlüne itaat etseydiniz sizi ne kadar mutlu edecekdi. Zira biz Rabbimizin bize va'dettiği şeyin gerçekleştiğini görmüş bulunuyo­ruz. Siz de Rabbinizin size va'dettiği şeylerin gerçek olduğunu göre­bildiniz mi?" diye seslendi.

Orada bulunan Ömer (r.a.): "Yâ Rasûlellah! Ruhu olmayan bu ce­setlerden konuşma olacak değil ya? diye merakla sordu. Rasûlüllah (s.a.v.)'da: "Nefsim elinde olan zat'a yemin olsun ki, benim onlara

söylediğim şeyleri, siz onlardan daha iyi duyabilecek değilsiniz" buyurdu.

Katâde derki: Allah onlara, bir azar, bir aşağılama, bir intikam, bir hasret, bir pişmanlık olmak üzere, bu müşrikleri diriltip Rasûlüllah'ın sözünü onlara duyurmuştur.

Bu sahih bir haberdir.[112]

Hişam'da babası Urve vasıtasıyla İbni Ömer (r.a.)'den; Rasûlüllah (s.a.v.), Bedir kuyusunun başında durdu ve "Onlar benim söyledikle­rim kesinlikle duyacaklardır." buyurdu dediğini nakledince Hz. Âişe (r.a.), "Allah Rasûlü kesinlikle bu şekilde söylememiştir. Ancak O;

"Onlar, benim onlara söylemiş oldu­ğum şeylerin gerçek olduğunu anlayacaklardır" buyurmuştur. Çünkü onlar kendilerinin Cehennemdeki yerini hazırlamışlardır. Allah (c.c.) zaten kesinkes duyuramazsın" (Nemi âyet 80) ve

Sen Kabirlerde yatanlara du­yurabilecek değilsin, sen zaten ancak bir uyarıcısın" (Fatır; 22,23) buyurmaktadır" dedi.

Bu hadisi Buharî rivayet ediyor.[113]

Hz. Aişe'nin bu naklettiği şeyler, İbni Ömer ve diğer ashabın ri­vayetlerine aykırı değildir. Zira Müşriklerin bu "anlamları" aynı za­manda Efendimizin sözünü duymalarına engel teşkil etmez. Ama yukardaki âyette geçen "Sen duyuramazsın" cümlesinin anlamı tabiki hakikatin ta kendisidir. Bu hükme aykırı değildir. Zîra Allah(cc), Pey­gamber (s.a.v.) onlara hitab edince kuyudakileri, tıpkı Münker ve Nekir sualleri için diriltilenler kabilinden diriltmiş bulunmaktadır.

Amr b. Dinar'da Ata aracılığıyla İbni Abbas (r.a.)'tan (İbrahim Sû­resi âyet 28)

"Allah'ın ni'metini küfürle değiş­tiren ve kavimlerini de helak çukuruna indirenlere bakmıyormu-sun" âyeti hakkında "bunlar Kureyş kafirleridir" dediğini "Kavimle­rini de Bedir gününün ateşine indirdiklerini" söylediğini nakleder.

Bunu Buharî rivayet ediyor.[114]

İsrail, Simâk -İkrime İsnadıyla Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)'un şöyle dediğini rivayet eder:

-Rasûlüllah (s.a.v.)'ın Bedir'de öldürülenlerin taşınması işiyle meş­guliyeti tamam olunca kendisine, "Şimdi Ebû Süfyan'ın kervanına saldıralım, artık onu koruyacak bir şey kalmadı" denildi. Abbas (r.a.) o zaman esirler arasında bağlı bulunuyordu. Peygamberimize, "Senin böyle yapman uygun olmaz" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.)'da "ne için?" diye sorunca Abbas; "Çünkü Allah sana bu seferinde iki taifeden (her ikisini değil) sadece birini va'detmişti ve bu vadini de yerine getirmiş­tir" dedi.

Bu haberin isnadı sahihtir. Bu haberi Ca'fer b. Muhammed b. Şakir Ebû Nûaym yolu ile İsrail'den nakletmiştir.[115]

Yunus b. Büheyr, İbni İshâk'dan naklediyor: Bana Hubeyb b. Abdirrahman haber verdi ki: Hubeyb b. Adiy, Bedir harbinde yaralanmış ve yarası iyice açılmış idi. Rasûlüllah (s.a.v.) üzerine tükürüp yaranın ağzını kapadı ve yara eski hali gibi iyileşiverdi.[116]

Ahmet b. El-Ezher -Abdürrezzak- Ca'fer b. Süleyman Ebû Imrân el-Cüvenî yoluyla Enes ve diğerlerinden şöyle nakleder:

- Umeyr b. Vehb el-Cü'mehî Bedir harbine katılmış idi ve henüz kâfirdi. Orada öldürülenler arasında bulunuyordu. Adamın biri ya­nımdan geçerken kılıcını karnına saplayıp arkasından çıkmıştı. Gece hava serinleyince ayılıp Mekke'ye kaçmış ve iyileşmişti.

Birgün SafVân b. Ümeyye ile buluşup oturduklarında Umeyr, "Eğer çoluk çocukla, şu borç belası olmasaydı kesinkes Muhammed'i öldü­rürdüm" dedi. Safvan ona, "Onu nasıl öldürebileceksin?" diye sorunca Ümeyr: "Ben çok kuvvetli ve yakalanmayacak kadar çevik bir ada­mım. Muhammed'e saldırır vurup kaçarım ve dağlara tırmanırım, beni de yakalayamazlar" dedi.

Bunu duyan Safvân, "Senin çoluk çocuğun benimkilerin içinde bil, borcunun kefili de benim" dedi. Umeyr bunu duyunca, kılıcını iyice bileyip ucunu da zehir sürdü. Yola çıkıp Medine'ye geldi.

Ömer (r.a.) Onu uzaktan görünce: "Kendinizi kollayın zira ben Umeyr'den korkarım zira o çok çevik bir adamdır. Allah bilir ne se-beble geldi?" dedi. Böylece Müslümanlar Rasûlüllah (s.a.v.)'ın etrafını çevirdiler.

Umeyr kılıcını kuşanmış olarak Nebî (s.a.v.)'nin yanına geldi ve "sabahın sıhhatli olsun" dedi. Nebi (s.a.v.)'de ona "Yâ Umeyr! Seni buraya getiren sebeb ne?" buyurdu. O da "İhtiyaç" dedi. Efendimiz, "Peki bu kılıca ne oluyor öyleyse?" deyince, Bedir harbi günü onu kuşanmıştım ne faydası ne de başarısı oldu" dedi. Efendimizde; "Peki sen Hıcr-ı İsmail'de Safvân'la ne konuştun?" diyerek söyleştiklerini kendisine anlatınca Umeyr; "Sen bize gökten gelen haberden bahse­derdin, bizde seni yalanlardık. Şimdi görüyorumki sen yeryüzünün haberlerini de biliyorsun. Eşhedü enlâilâhe illallah, sen gerçekten Al­lah'ın Rasûlüsün. Anam babam sana feda olsun . Bana sendeki alem­lerden bir şeyler verki Mekke halkı da benim Müslüman olduğumu kesinlikle böylece bilmiş olsun" dedi. Allah Rasûlü'de ona birşeyler verdi.

Ömer (r.a.) daha sonra derdi ki:

-  Umeyr Medine'ye hınzırdan daha sapık olarak geldi ama, Mek­ke'ye dönerken bana, kendi öz evladımdan daha sevimli hale gelmiş­ti.[117]

Yunus b. Bükeyr İbni İshâk'dan naklediyor:

-   Bedir günü kılıcı elinde paramparça oluncaya kadar savaşan Ukâşe (r.a.) Peygamber Efendimize geldi. Efendimiz (s.a.v.) ona kuru bir sopa verdi ve "haydi sen bununla savaş!" buyurdu. Ukâşe bunu eline ahpta sallayınca sopa elinde, uzun ağızlı, sağlam yapılı beyaz çelikten bir kılıca dönüşüverdi. Ukâşe bu kılıçla savaşa devam etti. Nihayet Allah zaferi Peygamberine nasib etti. Bu kılıç uzun zaman Ukâşe'nin yanında kalıp Peygamberimizle birlikte nice savaşlara ka­tıldı. Nihayet Ebû Bekir zamanında dinden dönme hareketi esnasında­ki savaşta şehit olduğunda bu kılıç hâlâ Ukâşe'nin yanında bulunuyor­du. Bu kılıcın adı "EI-Avn" idi.

İbni İshâk bu haberi bu şekilde senetsiz olarak rivayet etmektedir.[118]

Vakidi ise bu hadiseyi Amr b. Osman el-Cahaşî'den babası aracılı­ğıyla halasından nakleder. Halası derki:

- Ukkâşe b. Muhsin dediki; Bedir harbinde kılıcım kırılmıştı. Rasûlüllah (s.a.v.) bana bir sopa verdi. Birde ne göreyim o upuzun bir kılıç oluvermezmi. Ben de onunla çarpıştım.

Bu konuda Vakidî şöyle nakleder: Bana Üsâme b. Zeyd el-Leysî-Dâvûd b. Husayn aracılığıyla bir gurup insanın: "Seleme b. Eslem'in Bedir harbinde kılıcı kırılmıştır. Silahsız kalakaldı. Rasûlüllah ona elinde taşıdığı hurma dalından yapılma bir sopa verdi ve "Bununla vur! Buyurdu. Birden ağaç çok iyi bir kılıç oluverdi. Ebû Ubeyd köp­rüsü harbinde şehit oluncaya kadar bu kılıcı yanında taşıdı. [119]



[61] Buharî Meğazî 64/6; Beyh. Delâil 3/36; Taberî 2/25; İbni Ebî Şeybe 14/377, 383; Taberî Tarih 2/24.

[62] Buharî 64/6 Delâil 3/37. Buharî'de "Muhacirler 60 küsur Ensar'da iki yüz kırk küsur idi" şeklindedir.

[63] Taberânî 4/209; Beyhakî Delâil 3/37. İbni Lehî'a zayıftır.

[64] Ebû Dâvud Cilıad h. no, 2747; Beyhakî Delâil 3/38; Bey. Sünen-i Kiibra 6/57, 9/57: Makim 2/132. 145; İbni Sa'd Tabakat 2/12; Vakıdî Meğazî 1/26.

[65] Müsned 1/125; Hâkim Miistedrek 3/20'de Hz. İbni Abbas'tan iki al biri Ali'nin, birisi Mikdâd'ın idi, der. Beyhakî Delâil 2/39.

[66] Beyhakî Delâil 3/39.

[67] Hâkim 3/20: Bey. Delâil 3/39.

[68] Bu rivayeti bulamadım. Buradaki "El-Behiy" Peygamber Efendimizin kölesi Ebû Rafi'in oğlu Ubeydullah'tır. Buharı Tarih'i kebirinde tmunda oğlu olan Ojınan b. Ubeydullah'ı an­latırken Bclıi/den de bahseder.

[69] Hâkim Müstedrek 2/91, 3/20; Beyhakî Delâil 3/39; İmam Ahmed Müsned 1/4M h. no 3900; Ebû Davûd Cihad 34; EbûNûaym Hılye 6/224; İbni Hibban Sahih (Mevarid) 1688; Beğavî Sünne 11/36; Ebû Ya'lâ Müsned 9/ h. no 5359; Bezzâr 2/310. h. no 1759.

[70] Geriye dönene kadar Ebû Lübâbe'nin olmasında bir mahzur yok. İbni Hişanı 2/255.

[71] Beyhakî Delâil 3/40.

[72] Beyh. Delâil 3/40.

[73] İbni Ebî Şeybe 14/363; Müsned 1/117; Beyhakî Delâil 3/62, 43. Bu haber öncede geçmişti.

[74] Bu haberde önce geçmişti. Bak. Beyhakî Delâil 3/44; İbni Hişam 2/263; Taberî 2/22; El-Kâmil 2/122; Uyûnü'l Eser 1/252.

[75] Buharî Meğazî 64/4 ve Tefsir Maide Sûresi; Beyhakî Deiâil 3/46, 47,

[76] Müslim Cihâd ve Siyer h. no 1779; Ebû Dâvûd Cihâd h. no 2681; Beyh, Delâil 3/46.

[77] Müslim Cihad ve Siyer 1779; Beyhakî Delâil 3/47; tbni Ebî Şeybe Meğazî 14/378; Müsned 3/220.

Rasûlü-Ekrem (s.a.v.)'in buradaki istişaresi yola çıktıklarında harb için çıkilmamiş oldu­ğundandır. Çünkü o vakte kadar Medim Ensan Peygamber (s.a.v.)'İ sadece Medim içinde korumak üzre biat etmişlerdi. Harbe çıkmak için verilmiş sözleri yoktu. İşte bu ani durum meydana gelince Nebî (s.a.v.) Ensar'ın gönlünü ve fikrini almak için istişare etti ve onlar­da en güzel cevabı vererek Efendimizi memnun ettiler.

[78] İbni Ebî Şeybe Musannef: 14/378, 379. h. no 18556; Müslim Kitabüfl Cenneti ve naîmihâ 51/17. h. no 76; Beyhakî Delâil 3/48.

[79] Beyhakî Delâil 3/49; Hafız Mizzî el-Etraf 7/357. ta bunu Nesaî'nin süneni kübrasına azv eder.

[80] İbni Sa'd Tabakat 2/17; Hâkim 1/222; Beyhakî Delâil 3/49; Nesaî Sünen-i Kübra 6/155. h. no 10442. Lakin bu senet munkati'dır. Zîra Muhammed b. Ömer dedesi Hz. Ali'ye yetiş­memiştir. Zehebî Mizanda 8001 no ile ondan bahsedip "hadiste kötü tarafını bilmiyorum. Hakkında kötü söyleyen görmedim Sünen-i Erba sahihleri ondan hadis naklederler ve Münker saydıkları bir hadis yoktur" der ve Yahya b. Kattân'ın "Onun hadisleri sahih dere­ceye varmasa bile Hasen sayılır" dediğini bildirir. İbni Hibban onu sika kabul eder. Hâkim bu hadisi sahih sayarasa da Zehebî Telhisinde "ravî Muhammed b. Sinan el-Kazzâz'ı Ebû Davud yalancı sayıyor. Abdürrahman b. Vehb'de dedikodulu biridir. İsmail b. Avn'da bi­linmeyen biridir diyor

[81] Müslim Cihad 32/18. h. no 58; Müsned 1/30, 32, 1/329; Taberânî M. Kebîr 10/188; Beyh Delâil 3/50.

[82] Buharı Meğazî 64/4; Cihad 56/89; Taberânî Kebîr 4/210; Bey. Delâil 3/50; Beğavî 6/278.

[83] Taberi Tarih 2/45, 46; Müslim Cihad 1763; Beyh. Delâil 3/51, 52; tbni Ebî Şeybe Musannef 14/365, 367; Taberî Tefsir 10/31; Tahavî Müşkil 4/292; Ebû Dâvud (aynı isnadla son bölümü) 2690; Müsned 1/31, 32; Zehebî son kısmını atlamış, biz Müslim'den ikmal ettik.

[84] Beyhakî Delâil 3/53; İbni Hişam 2/275; Uyumü'l Eser 1/260.

[85] İbni Hişam 2/269 Vakıdî Meğazî 1/81; Lâkin bu vakidînin Meğazî'deki isnadı olmayıp Beyhakî'nin Delâil'indeki isnaddır. Delâil 3/54; Bu haberi biraz daha kısa olarak İbni Ebî Şeybe, Sakafî Halid Îkrime isnadıyla verir 14/358; Tabaranî 11/343.

[86] Buharî Meğazî 64/11. h. no 3995; İbni Ebî Şeybe 14/358; Beyhakî Delâil 3/54; Begavî Şerhü's-Sünne 13/379.

[87] İbni Sa'd (kısaca) 2/16; Beyhakî Delâil 3/55; Ebû Y.ı'la Müsned l/h. no 489. Bu haberi

[88] Taberi Tarih 2/36; Beyhakî Delâil 3/56; İbni Hişam'da (2/275) İbni İshak'tan buna benzer -   bir rivayet verir.                                     

[89] İbni Hişam 2/275; Taberî Tarih 2/36; Beyhakî Delâil 3/57. Taberi bunu İbni İshaktan; Hasen b. Umara, Hâkem b. Uteybe ve Miksem diyerek muttasıl şekilde verir.

[90] Vakıdî Meğazî 1/79; Beyhakî Delâil 3/60.

[91] İbni Ebî Şeybe Musannef 14/362 îmam Ahmed Müsned 1/117, 32; Taberî Tarih 2/(22; Beyhakî Delâil 3/63; Ebû Dâvûd Cihad 2665; Taberî Tefsîr 13/409; Taberânî Kebîr İ 0/181; Beyhakî Sünen-i Kübra 3/276; Hâkim 3/194; Beğavî Siinne 11/66.

[92] Beyhakî Delâil 3/67; tbni Ebî Şeybe 14/374; İbni Sa'd Tabakât 2/21.

[93] Müslim K.itabü'1 İmara 1899; Beyhakî Deiâil 3/69; Müsned 3/136; Hâkim Müstedrek 3/426; Bey. S. Kübra 9/43, 99.

[94] Beyhakî Delâil 3/70: ibni Hîşam'da ise bu parolanın "Ehad ehad" olduğu, geçerken İbni Sa'd İse" Yâ Masûr Emît" diye kaydeder.

[95] Buharî Meğazî 64/10; Müsned 3/498; İbni Ebî Şeybe 14/381; Hâkim Müstedrek 3/21; Abdürrezzak Musannef 5/178 Ebû Dâvûd 2663, 2664; Müsned 3/498; Beyh. S. Kübra 9/155 Delâil 3/70; Taberanî 19/272.

[96] Buharî Meğazi 64/8. Tefsir 65 Sûre 22 bab. 3; Müslim 3033; Beyhakî Delâil 3/73.

Darakutnî meşhur eseri e/-//e/'inde; bu hadisin Buharî'den önce Ebû Miclez -Kays b. Ubâd yolu ile Hz. Ali'den "Kıyamet günü Allah'ın huzurunda ilk husumet etmek üzere diz çökecek olan benim" dediğini nakledip hemen orada Kays b. Ubade'nin "Ali, Hamza ve Ubeyde b. el-Hâris ile Utbe, Şeybe ve Velîd'in düello yaptıklarım bunun üzerine bu hac 19 âyeli indiğini söyleyerek, "İşte bu haber burada Kays'tan Öte geçmiyor. Yani haber munkatı'dır. Sonra Baharı bunu Osman -Cerîr- Mansûr -Ebû Hâşİm- Ebû Miclez- Kays yolu ile Ebû Zer'den naklediyor. Böylece bu hadis te "Izırab" vardır iddiasını ortaya atar. Oysa Buharî Meğazi'de bu âyetin nüzul sebebini yine Kays yolu ile Hz. Ali'den de nakle­der:

Darakutnî'nin bu itirazı haberi zayıf yapamaz sanıyorum. Zehebî'nin haberin sonun­da kısaca "bu âli olan bir İbdâldir" sözü ile temas ettiği de bu olsa gerek. Zîra âlimler, hat­ta bizzat sahabe bir hadisi arkadaşlarından duyunca yetinmez onu ilk kaynağına sorarlardı. Hâkim "Ulumu'l hadis" adlı eserinin ilk bölümünde bunun sünnet olduğunu savunur ve bedevînin Peygamberimize gelerek "senin elçin şöyle şöyle söylediğini anlattı. Allah için bu doğru mu?" diye sorması üzerine Peygamberimizin "evet" demesini buna delil getirir. Ebû Kays bunu hem Alî'den hemde Ebû Zer'den duymuştur kî zaten ifade farkı var. On­dan bu haberi nakleden Ebû Miclez'de bir keresinde, ne Ali, ne Ebû Zer ve nede Ebû Kays'ı söylemeden direk kendi sözü gibi veriyor ki bu âlimler arasında bilinen meşhur bir meseledir.

[97] Bu konu bu cildin baş tarafında geçmişti. Zehebî burada onu Ubeyde (r.a.)'ye tarif kasdı ile tekrarladı.

[98] Beyhakî Delâil 3/74; İbni Ebî Şeybe 14/360; Taberî Tefsir 13/452; İbni Hişâm 2/311.

[99] Buharı Tefsir 65/ Sûre no 8. bab 5; Müslim 2796; Beyhakî Delâil 3/75.

[100] Beyhakî Delâil 3/76.

[101] Taberî Tefsir Enfal Sûresi âyet 48. Cüz 10. Say 29; Beyhakî Delâil 3/78, 79.

Taberî bu haberi daha kısa verir. Ama her iki rivayette aynı zatlarındır. Bu haber sa­hih bir haber değildir. Bir kere kıssayı îbni Abbas'tan nakleden Ali b. Ebî Talha İbni Abbas (r.a.)'ı görmüş mü? Razî'nin El-Cerh ve't-Ta'dil'inde (6/188) bu zatın İbni Abbas'tan tefsiri dinlemediğini arada Mücahid varsada onu atlayarak İrsal yaptığını nak­leder. Zehebi'de Mizan 5870 nolu tercemede bunu söyler. İmam Ahmed onun pekçok münker rivayeti olduğunu açıklar. Bu zat hicri 143'te vefat etmiştir.

Abdullah b. Salih'inde münker rivayetleri olduğunu yine Zehebî bildirir.

[102] Buharî Humus 57/18; Müslim Cihad 1752; Hâkim 3/425; Tahavî Şerhû meâniü'i Asar 3/228; Beğavî Sünne 13/383; Bey. Delâil 3/85.

[103] Buharî Meğazî 63/8; Müslim 1800; Beyhakî Delâil 3/86; İbni Ebî Şeybe 14/373; Beyh. S. Kübra 9/92; Müsned 9/115, 129, 236.

[104] Buharî, Meğazî 64/8. h. no 3961; Beyhakî Delâü 3/87.

[105] Burada Dr. Tedmurî el yazma nüshasından biri olan Haydarabad nüshasından şu dipnotu

nakleder: "Rasûlüllah (s.a.v.)'ın İbni Mes'ûda üç kere yemin vermiş olmasının sebebi, her halde, Afran'ın İki oğlu daha önce gelip Ebû Cehil'i öldürdüklerini haber vermiş olmaları, Rasûlüllah (s.a.v.)'ında Ebû Cehl'in üstündeki malzemelerin, onlara ait olduğunu hüküm vermesinden dolayıdır. Zehebî'nin kendi el yazısı ilede böyle demektedir."

[106] Ebû Ya'la Müsned 9/5263; Ebû Dâvûd�


Konu Başlığı: Ynt: Âtike nin r.a. rüyası
Gönderen: Mehmed. üzerinde 09 Aralık 2021, 21:06:48
Esselamü aleyküm Rabbim paylaşım için razı olsun


Konu Başlığı: Ynt: Âtike nin r.a. rüyası
Gönderen: Sevgi. üzerinde 13 Aralık 2021, 00:10:01
Aleyküm Selam. Bilgiler için Allah sizlerden razı olsun kardeşim