> Forum > ๑۩۞۩๑ Güncel Haberler & Tarihden Başlıklar ๑۩۞۩๑ > Tarihe Yolculuk  > Tarihten Başlıklar > İskilipli Atıf Hoca
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: İskilipli Atıf Hoca  (Okunma Sayısı 978 defa)
31 Ekim 2009, 19:59:26
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 31 Ekim 2009, 19:59:26 »



HOCA

  

Fert çerçevesinde, hem zulüm, hem de hak kanununa göre suçsuz ilk din mazlumluğunu, inkılâp tarihine göz atar atmaz, İskilipli Atıf Hoca'da görüyoruz. Bu muazzam şehit, hiçbir alâkası bulunmayan şapka tepkisinin ruhu farzedilmek veya bu mevzuda şeriat ölçüsünü temsil edici şahsiyet kabul edilmek gibi bir anlayışa kurban gitmiştir. Zira Şeyh Said isyanından sonra yüz bulan rejim, artık kavun koklarcasına din kokusu aldığı şahsiyetli insanları yaşatmamak niyetindedir.

  

Atıf Hoca'nın hayatı baştan başa macera ve çile doludur. Temsil ettiği parlak dinî şahsiyet her devrin «din allerjisi» belirten hareketlerini Atıf Hocaya yönelttiği için ilk tutuklanışı Meşrutiyetin başında ve Mahmut Şevket Paşa suikastının şüpheliler kadrosu içindedir. İttihatçılara, hususiyle «Donanma Cemiyeti» faaliyetleri bakımından büyük yardımları dokunan ve bu iş için «Nazar-ı Şeriatte Kuvay-ı Bahriye ve Berriye» isimli bir eser kaleme alan Atıf Hoca, «Zâlime yardım edene ALLAH aynı zâlimi musallat eder» mealindeki hadîs gereğince aynı İttihatçıların zulmüne uğramış ve Komite kendisini Mahmut Şevket Paşa'nın öldürülmesi üzerine harman ettiği din adamları arasında «Eser-i Cedid» isimli bir vapura bindirerek Sinop Kale'sine sürmüştür.

  

Oradan Çorum'a, arkasından Boğazlıyan'a peşinden Sungurlu'ya sürgün ve derken:

  

—      Affedersiniz; bir yanlışlık oldu! Hitabıyle serbest bırakılış...

  

Bir de üstelik teselli mükâfatı: Atıf Hoca, İptidaî Dahil Medresesi Umum Müdürü...

  

Medreseyi kısa zamanda öyle ıslah ediyor ki, ismi her tarafa yayılıyor ve hem madde, hem de mâna cepheleriyle örnek medresenin ne demek olduğu görülüyor.

  

Ecnebiler bile bu örnek medresenin manzarasına hayran... Bir gün Amerikan elçiliğinden bir grup Atıf Hocayı ziyarete geliyor, ona İslâmiyet hakkında sualler yöneltiyor ve ayrılırken ihtiramların en taşkınını gösteriyor. Gruptan yaşlı bir Amerikalı Atıf Hoca'ya şöyle hitap ediyor:

  

—      Keşke genç olsaydım da talebeniz sıfatıyle yanınızda kalsaydım. Sizden feyz alsaydım...

  

Dünyaca meşhur bir İtalyan müsteşriki de Şeyhülislamlık kapısına başvurarak bazı suallerine cevap istiyor. Onu Atıf Hoca'ya gönderiyorlar. Atıf Hoca'yla saatlerce görüşüp ilmine hayran kalan müsteşrikin sözleri:

  

— Ben Arap ve Hind illerini gezdim ve birçok din âlimleriyle görüştüm. Hiçbiri beni sizin kadar doyuramadı.


Yıllardır fikrimi tırmalayan en karışık ve girift mes'eleleri siz çözdünüz. Her tarafa yayılan şöhretinizin ne kadar haklı olduğunu şimdi anlıyorum.

Atıf Hoca, İslâm âleminin her tarafından mektuplar alıyor, birçok dergide çıkan yazıları ve bazı risaleleriyle Fas'tan Hindistan'a kadar adını ulaştırmış bulunuyordu. Hattâ Fransa'da müsteşriklerin yayınladığı bir dergi, kendisinden yüksek bir telif ücreti karşılığında İslâmiyete ait yazılar istemişti.

  

Bazı ecnebi idareler altında bulunan İslâm toplulukları, Türkiye'ye heyetler göndererek Atıf Hoca'yı ziyaret ettirirler ve başta medreseler bulunmak üzere girişilecek ıslah hareketlerini Atıf Hoca'dan öğrenmek isterlerdi.

  

Atıf Hoca'dan faydalanmak isteyen İslâm âleminin başında Kırım vardı. Atıf Hoca'ya, belki makamların en üstünü olan üç ayaklı sehpanın hazırlanmakta olduğu günlerde, Kırım müslümanlarının reisi İstanbul'a gelmiş, Atıf Hoca'yı Kırım'a davet etmiş ve kendisine Evkaf Nezaretiyle beraber Kırım'daki bütün dinî müesseselerin ıslahı işini sunmuştu. Fakat Atıf Hoca, bu teklife, benzerlerine verdiği cevapla mukabele etmişti:

  

— Vatanımdan ayrılamam! İslâmi kalkınma davasının ilk merkezi Türkiye'dir. Başka bir yer olamaz! Atıf Hoca, yalnız ezberleme bir ilimle değil, o ilmin tefekkür hassası ve en ince hikmetleriyle de doluydu. Yâni gerçek ve derin mümin...

Hoca, bir akşam Yıldız sarayında Vahidüddin'in iftar sofrasında... Tam bir Avrupalı edasiyle yemek yiyor ve çatal - bıçağını bir diplomat itinasıyle kullanıyor. Beyaz sarık altında bu zarafet edası Sultanın gözünden kaçmadı:

  

— Sizi tebrik ederim Hoca Efendi Hazretleri; çatal -bıçak kullanmaktaki zarif ve hâkim edanızı pek beğendim. Halbuki çatal - bıçakla yemek yemeyi günah sayanlar bile var...

Hoca güzel yüzünü parıldatan bir tebessümle cevap verdi:

  

— Hayır, Şevketmeab; bu işde hiç günah yoktur! Peygamber Efendimiz, çatalın prensibini ortaya koyan ucu tırtıllı bir dal parçasıyle de yemek yedikleri gibi, kendilerinden sonra icat edilen temizlik vasıtaları ve faydalı âletlerin kullanılmasında da hiçbir dinî engel düşünülemez!

  

Bundan sonra Atıf Hoca, bazı yeniliklere karşı «bid'at» iddiasıyle karşı duranların halini ve «bid'at» sınırlarının ince noktalarını izah ediyor ve bütün iftar sofrasını kuşatanlarla beraber Padişahın hayranlığını kazanıyor. Kendisine, ayrılırken bir hediye vermek isteyen Hünkâr'a da, eşine az rastlanır bir faziletin şu sözleriyle karşılık veriyor:

  

—      Kulunuzu ihsan almaya alıştırmamanızı niyaz ederim, Efendim!

  

Padişah büsbütün hayran...

  

Atıf Hoca'da, maddî menfaat tiksintisi ve hediye kabul etmemek prensibi o kadar kökleşmiştir ki, bir gün evine, karısının iyi baklava yaptığı ifadesiyle bir tepsi getiren eski ve emektar bir odacısının masum ricasını da reddetmiş ve ertesi günü, adamın kalbini almak arzusuyle şöyle demişti:

  

—      Hediyeni kabul edemediğim için beni affet evladım! Öyle bir meslek ve dâva üzerindeyim ki, maddî menfaatin miskal kadarına bile tahammül edemem.

  

Atıf Hoca, aynı zamanda İslâmî ruhun büyük hamle ve hareket (aksiyon) mizacına da sahip...

  

«Teâli-i İslâm: İslâm'ın Yükselişi» isimli bir cemiyet kurmuş ve İzmir'in Yunanlılarca işgalinde ilk protesto sesi bu dernekten yükselmiştir.

  

Atıf Hoca, bu derneğin kurucusu ve reisi sıfatıyle, yanına o devrin din âlimlerinden bir heyet alarak, işgal altındaki İstanbul'da bulunan İtilâf kuvvetleri mümessillerine gidiyor. Yunanlıların İzmir'i işgal etmelerini şiddetle protesto ediyor ve istilâcıların çehrelerini hayret ve dehşet çizgileriyle dolduran şu sözleri söylüyor:

  

— Kötü politika yüzünden zebun düşmüş bir milletin zaafını bu dereceye kadar istismar etmek, hiçbir din ve insaf ölçüsüne sığdırılamaz! Gayeniz, Türk milletinin şahsında İslâm'a darbe vurmaksa bunu açıkça bildiriniz ki, biz de ona göre başımızın çaresine bakalım!

  

ESERLERİ:

  

Japonya Büyük Elçisi Baron Uşida, İstanbul'a ayak basar basmaz, ilk iş olarak, resmî ziyaretlerinin peşinden, şöhreti Japonya'ya kadar erişen Atıf Hoca'yı ziyaret etmiş, onunla başbaşa saatler geçirmiş, ayrılırken de şöyle demişti:

  

—      Sizin gibi birkaç hoca daha olsaydı, İslâmiyet bütün Doğu'yu, bu arada da Japonya'yı fethederdi.

  

İşte bu tesir ve mânanın sahibi Atıf Hoca, din yolundaki gayretlerinin fikir zemini olarak «Atıf Efendi Kütüphanesi» ismiyle bir yayın çerçevesi kurmuş ve şu eserleri kaleme alıp neşretmişti:

  

Mir'at-ül-İslâm (İslâmın Aynası)

İslâm Yolu

İslâm Çığırı

Din-i İslâm'da Müskirat

Nazar-ı Şeriatta Kuvay-ı Berriye ve Bahriye

Tesettür-ü Nisvan

Muayenetüt-Talebe (Öğrenci Ölçüleri)

Medeniyet-i Şer'iye

  

Ve bu 8 eserden sonra, kendisini darağacına göndermekte âmil olan veya kendisi gibi bir adamın yaşatılmaması fikrini ilham eden meşhur eseri: «FRENK MUKALLİTLİĞİ»

  

«FRENK MUKALLİTLİĞİ»

  

Cumhuriyetin birinci yılını tamamlamaya doğru gittiği bir zamanda (1340 - 1924) ve henüz İslâmî ölçüler hor görülmeye başlamamışken, hususîyle Şapka Kanunundan mevsimlerce evvel çıkan bu eser, şahsiyet ve asliyet müdafaacısı ve İslâm ruhuna tam uygun bir fikir yazısı arz eder ve sahibini mimletmekten ve ilk fırsatta yok etmek fırsatını aşılamaktan başka bir suç belirtmez. Zira Atıf Hoca, herhangi ezberci bir şeriat adamı değil, din öfke ve hamlesine sahip, som bir şahsiyettir ve böylelerinin yaşatılması, girişilecek bazı işler bakımından çok korkulu...

  

TEVKİF EDİLİŞ

  

Sene 1926... Sonbahar... İskilipli Atıf Hoca'nın, Aksaray'da, Lâleli'de, Fethibey caddesinde 1 numaralı evi...

  

Hoca, ikinci kattaki odasında sedire oturmuş, akşam namazının ezanını bekliyor. Birden yakındaki caminin minaresinden yanık bir ses... Hoca ezanı, içinden, kelimesi kelimesine tekrar ettikten sonra kıbleye dönüyor ve tekbir getirerek namaza giriyor.

  

Tam o anda zil sesi... Kapı çalınmakta... Atıf Hoca'nın haremi Zahide Hanım kapıda... Dışarıya sesleniyor:

  

— Kim o?

— Atıf Hoca'yı görmek istiyoruz?

— Hoca namazda...

— Siz kapıyı açın da bekleriz...

  

Kadın kapıyı açıyor. Kılık ve edaları şüphe verici üç adam... Sivil oldukları halde aynı meslekten olduklarını ihtar eden, üniformaya benzer bir üslûp birliği içindeler... Başlarında, yeni kabul edilmiş bulunan Şapka Kanunumuzun tatbikatına ait (fötr) biçimindeki müstekreh örnekler... Şu, Anadoluluların (foter) dediği nesne...

  

Meçhul insanlar içeriye girip taşlıkta beklemeye başlıyorlar.

  

Zahide Hanım yukarıya çıkıp selâm vaziyetinde bulduğu kocasına vaziyeti haber veriyor:

  [Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 31 Ekim 2009, 20:01:22 Gönderen: BeyzaNuR »
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: İskilipli Atıf Hoca
« Posted on: 25 Nisan 2024, 09:45:07 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: İskilipli Atıf Hoca rüya tabiri,İskilipli Atıf Hoca mekke canlı, İskilipli Atıf Hoca kabe canlı yayın, İskilipli Atıf Hoca Üç boyutlu kuran oku İskilipli Atıf Hoca kuran ı kerim, İskilipli Atıf Hoca peygamber kıssaları,İskilipli Atıf Hoca ilitam ders soruları, İskilipli Atıf Hocaönlisans arapça,
Logged
31 Ekim 2009, 20:00:06
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 31 Ekim 2009, 20:00:06 »

KERAMET

 

Atıf Hoca'nın uykusu uzun sürmüyor. Tahir Hoca müdafaasını yazmakta devam ederken Atıf Hoca birdenbire gözlerini açıyor. Yüzünde harikulade derin ve ince bir tebessüm...

Tahir-ül-Mevlevî'nin gözleri hayretle ve alabildiğine açık... Sanki 24 saat içine sığacak büyük kerameti şimdiden sezmiştir:

 

— Ne o, Hocam, çabucak uyanıverdin? Atıf Hoca gayet sakin:

 

— Uykudan murad hasıl oldu!

 

— Yâni?

 

— Yâni, beklediğim rüyayı gördüm!

 

Tahir-ül-Mevlevî haşyet ve dehşetle ürperiyor:

 

—      Ne gördün?

—       

Atıf Hoca yatağımda doğrulmuş ve müdafaasını karaladığı kâğıtları elinde büzmüştür:

 

— KÂİNATIN FAHRİNİ GÖRDÜM. BANA «YANIMA GELMEK DURURKEN NE DİYE MÜDAFAA KARALAMAKLA UĞRAŞIYORSUN?» DEDİ.

 

Tahir-ül-Mevlevî kendinden geçmiş gibidir:

 

— Ne diyorsun?

 

— Beni idam edecekler! Allanın Sevgilisine kavuşacağım!

 

— Rüyanın sadık olduğuna hiç şüphem yok... Allah Resulünün göründüğü rüyaya fesad karışamaz. Şu var ki, müddei-yi umumînin 3 yıl hapis istediği bir dâvada idam kararı çıkmasına akıl erdirmek imkânsız... Kafam işlemiyor!

 

— Göreceksin ki, beni asacaklar! Başka bir şeye aklım ermez! Ferman en büyük kapıdan geliyor!

 

— Söyleyecek söz bulamıyorum!

 

—Doğru! Zaten söze ne lüzum var! İşte müdafaamı yırtıyorum!

 

— Yapmayın! Siz onu mahkemede okuyun da ne olursa olsun!

 

Atıf Hoca, nurlu yüzünde aynı tebessüm, müdafaasını yırtıyor ve sonra bir kâğıdın içinde toplayıp kese içine alıyor ve cebine koyuyor.

 

Ertesi günü mahkeme salonu her zamankinden kalabalık... Hüküm günü gazeteciler, fotoğrafçılar, halk içinde dört dönmekte... Dinleyiciler birbirinin üstünde, yalnız ka-falarıyle görünüyor.

 

Mahkeme Reisinde taş gibi bir hal ve hislerini gizlemek isteyen bir tavır:

 

— Müdafaalar başlasın!

 

Herkes, elinde bir kâğıt, uzun veya kısa müdafaasını değişik tonlarla okuyadursun... Reis taş gibi...

 

Atıf Hoca, mütevekkil ve mahzun, sırasını beklemekte...

Bilmem ne kadar zaman geçti.

 

Reis elini Atıf Hocaya uzattı:

 

— Sıra sizde...

 

Atıf Hoca kalktı.

 

Aynen:

«— HACET YOK EFENDİM; MÜDAFAAYI MUCİP BİR SUÇUM OLMADIĞI ESASEN TEBEYYÜN ETMİŞTİR. VİCDANINIZIN VERECEĞİ HÜKME İNTİZAR EDİYORUM!»

 

Reisin mukabelesi:

 

— Mahkemenin adaletinden emin olabilirsiniz! Oturunuz!

 

Reisin tavrında hafiflemiş gibi bir hal... Sanki Atıf Hoca müdafaasını yapacak olsa Reiste vicdanına mağlûp olma ihtimali varmış gibi...

 

— Muhakeme bitmiştir! Heyet kararları tesbit etmek üzere müzakereye çekiliyor!

Sabırsızlık son haddinde... Çıt yok... Sanki kalblerin çarpışı ve sükûtun rakkası işitiliyor. Bir saat geçti.

 

Heyet, karanlık dolu gözlerle gelip yerini aldı. Reis elindeki kâğıdı zabıt kâtibine uzattı:

 

— Kararı okuyunuz!

 

Bir sürü lâftan sonra birdenbire çınlayan cümle:

 

— BABAESKİ MÜFTÜSÜ ALİ RIZA İLE MÜDERRİSLERDEN İSKİLİPLİ ÂTIF'IN İDAMINA...

 

Bütün salon, jandarmalar, polisler, mübarişler, hattâ masalar ve sıralar bile donmuştu.

Artık kararların gerisini dinleyen yok...

 

Öbür maznunlardan büyük bir kısmı beşer, onar yıla mahkûm: TAHİR-ÜL-MEVLEVî İLE ÖMER RIZA hakkında ise BERAAT...

 

Atıf Hoca'da hiçbir şaşkınlık alameti mevcut değil... Gayet sakin ve adeta vecd içinde... Rüyada gördüğü Allah Resulünün mucizesi gerçekleşmiştir. Bu mucizenin kendisine ait keramet payı ise eşsiz bir nimet ve tükenmez bir hazine... «Velinin kerameti, bağlı olduğu nebinin mucizesidir.»

 

Atıf Hoca, ancak yanındaki Tahir-ül-Mevlevî'nin duyabileceği bir sesle fısıldıyor.

Aynen:

 

«— ZALİM VE KAATİLLERLE ELBETTE MAHŞER GÜNÜNDE HESAPLAŞACAĞIZ!»

İstiklâl Mahkemesi Reisi Kel Ali'nin yüksek perdeden sesi:

 

— Kararların infazı için mahkûmları çıkarınız! Sakırdayan kelepçeler ve herhangi bir söz söylememeleri için itile kakıla dışarıya çıkarılan mazlumlar...

Şubat (1926) ayının 3 üncü Çarşamba gününü 4 Şubat Perşembeye bağlayan gece..

 

Atıf Hoca, idamlıklara mahsus hücrede... Üstü taş, altı taş, dört yanı taş... Taşlar ağlıyor; simsiyah bir rutubet gözyaşıyle ağlıyor.

 

Demir kapının tepesinde parmaklıklı bir pencerecikten başka hiçbir menfez yok... Duvarda gerekince prangaya vurulacaklara ait kocaman bir halka ve ona bağlı uzunca bir zincir... Bir de teneşirvârî tahta bir kerevet...

 

Atıf Hoca, bu, kuzudan daha müdafaasız mazlum, prangaya vurulmamıştır. Bu kadarına ihtiyaç görülmemiş... Kerevetin yanıbaşında da bir testi su ve bir somun ekmek... Ekmeğin hiçbir lüzumu yok; fakat su abdest almak için son derece lâzım... Nitekim Atıf Hoca hücreye kapatıldıktan beri testinin suyu yarılanmıştır. Ekmek ise olduğu gibi duruyor.

 

Gece yarısı, koridorda yanan küflü lâmbanın, demir kapıdaki pencerecikten sızan ve ancak secde yerini gösterebilen ışığı... Hepsi o kadar...

 

Eğer, o sırada bir gardiyan veya hapishane memuru pencerecikten baksaydı, göreceği manzara şuydu:

 

Kıbleye döndürülmüş kerevetin üstünde sarıklı bir adam, ellerini yukarıya kaldırmış dua etmektedir:

 

«— Allahım; senin ve Resulünün aşkından ve emirlerini müdafaa etmekten gayrı muradı olmayan kuluna rahmet nasip eyle!»

 

Atıf Hoca bu vaziyette saatler geçirdi. Sakalında elmastan daha parlak gözyaşı damlaları...

Bir aralık önünden geçen bir ayak sesine haykırdı:

 

— Oğlum! Pencerecikte bir kafa:

— Ne istiyorsun, baba?

— Saati soracaktım!

— Sabahın dördü

— Demek bir saat sonra sabah namazını kılabilirim. Saatim yok! Bana haber verebilir misin?

— Bakalım...

 

Bu tafsilâtı da, o zamanlar Ankara Adlî Tabibi olan Fahri Ecevit'ten 1930'da aldım.

Atıf Hoca'ya sabah namazını haber veren olmuyor. Fakat saat 5 sularında ayak sesleri, birden, bir sürü insanın sökün ettiğini bildiriyor. Müddei-yi Umumî, Adlî Tabib, bir hâkim, jandarma bölük kumandanı, hapishane müdürü vesaire...

 

— Haydi, diyorlar, Atıf Hoca'ya; hakkındaki hüküm infaz edilecektir!

Atıf Hoca'nın ilk ve son sözü şu iki cümle:

 

— Saat kaç?

— Beşi çeyrek geçiyor!

— Sabah namazını kılmama izin verir misiniz?

 

Ankara hapishanesinin önündeki meydancıkta iki darağacı... Biri Atıf Hoca'ya, öbürü de Babaeski Müftüsüne ait...

Bir güvercin kadar korku hissi vermekten uzak Hoca'yı arkasından kelepçelememişler, lütuf ve merhamet (!) göstermişlerdir.

 

Atıf Hoca sehpanın altındaki alçak masanın üstünde... Soruyorlar:

— Son sözün nedir?

 

Son söz olarak Hoca'nın söylediği, bir söz değil, imanın en mukaddes ölçüsü:

Şehadet Kelimesi...

 

Atıf Hoca, hemen hiç debelenmeden ruhunu teslim ediyor. Sabah henüz ilk çakıntılarıyle delinmeye başlayan koyu karanlıkta mü'min gözler için, Atıf Hoca'nın alnını nurdan bir yazı ışıldatmaktadır:

 

Şehadet Kelimesi...

 

Bir rivayete göre Atıf Hoca'nın ölü başına şapka geçirmişlerdir!!!

 

Ertesi gün gazeteler hâdise hakkında âdeta ketumdurlar. İç sahifelerde, birkaç satırdan ibaret kupkuru bir haber:

 

«İRTİCA KİTAPLARI MÜELLİFİ OLUP, İSTİKLAL MAHKEMESİNCE İDAMA MAHKÛM OLAN İSKİLİPLİ ATIF HOCA İLE BABAESKİ MÜFTÜSÜ ALİ RIZA HOCA HAKLARINDAKİ İDAM KARARI BU SABAH İHFAZ EDİLMİŞTİR.»

 

Dünya tarihinde bir ihtilâl mahkemesinin, daima bire on isteyen savcısına aykırı olarak, isteğe nisbetle bu kadar ağır ceza verdiği ilk defa görülüyor.

 

Atıf Hoca'yı tanıyanlarca teessür çok büyük oldu. Hiç kimse kendi öz evinin kaatil eliyle can veren ölüsüne bu kadar ağlayamaz! Bu kadar da katillere lanet edemez!!!

Büyük şehidin Lâleli'deki evinde manzara: İdam sabahı henüz eve gazete girmeden, Şakir Efendi isimli bir kitapçı kapıyı vuruyor ve Zahide Hanım'la görüşmek istiyor. Zahide Hanım, yanında kızı Melâhat, kapıyı açıp da Şakir Efendi'yi karşısında görünce baygınlık geçiriyor.

 

Melahat haykırıyor:

 

— Ne o, kara haber mi?

 

— Henüz hiçbir şey yok. Gazetelerde birşeyler okudum ama bir mâna çıkaramadım. Hemen hapishaneye cevaplı ve acele bir tel çekip tahkik edelim!

 

Biraz kendisine gelen Zahide Hanım o gece gördüğü rüyayı anlatıyor:

 

—  Bahçemizde bir çam ağacı var... Hoca onu kızı Melâhat'le beraber dikmişti, değil mi kızım?

 

— Evet, anne!

 

— İşte o ağacın dibinde abdest alıyordu. Melâhat de ona su döküyordu. Abdestini tamamladıktan sonra doğruldu, bana döndü, «Ben artık gidiyorum, sakın ardımdan ağlamayın, bana yedi Yasin okuyun!» dedi. Ben size yemin ederim ki Hoca'yı astılar.

 

Zahid...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes