Konu Başlığı: Harem-i Hümayun Gönderen: Sefil üzerinde 17 Haziran 2011, 20:17:37 Tarihi süreç içinde Osmanlı padişah ailesi: Harem-i Hümayun
HANEDANIN FEDAİSİ İKİ İSİM; CEVRİ KALFA VE ÇERKEZ HASAN BEY... Nizam-ı Cedit isimli reformların öncüsü padişah III. Selim, Kabakçı Mustafa İsyanı ile tahttan indirilmiş, yerine IV. Mustafa padişah yapılmıştı. Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa ise 3. Selim’i tekrar başa geçirip, yeniliklerin devam etmesi düşüncesiyle, İstanbul’a yürüdü. Tahtını tehlikede gören yeni padişah, taraftarlarının tavsiyesi ile 3. Selim’in ve Veliaht Şehzade 2. Mahmud’un öldürülmesi kararını vermişti. 3. Selim’i öldüren zorbalar, şehzadenin de odasına yürüdüler, sarayın Enderun görevlileri hareme kadar giremediği için, şehzadeyi koruma işi sadece üç zenci harem ağasına kalmıştı. Canilerin şehzade kapısına dayandıkları ve herşeyin bittiği sanıldığı o arbedede saray kalfalarından Cevri Kalfa, şehzadenin kendi dairesine ve oranın penceresinden çatıya çıkarılmasına çalışmış, sonra da elinin yanmasına aldırış bile etmeyerek, mangaldan aldığı bir avuç külü canilerin yüzüne savurmuştu. Bir anlık tereddütle duraklayan zorbalardan usta mızrakçı olanı yine de odaya girmeyi başarmış, bacaya tırmanmaya çalışan şehzadenin koluna hançer fırlatmıştı. Kalfa ise karnına yediği kuvvetli tekmenin etkisiyle bayılmıştı. Muhtemel bir ölümden ise o esnada Alemdar ve adamlarının saraya girmesi ve zorbaların can derdine düşüp dört bir yana savrulmasıyla kurtulmuştu. İşte padişahın kurtulması için canını feda eden bu kadını, Sultan Mahmut önce, saray hizmetlilerinin en üstün makamı olan hazinedar kalfalık görevine terfi ettirecek, Çamlıca’da bir köşk tahsis edip arazisini bağışlayacak, buradaki kaynak suyunu da yine onun adıyla Üsküdar-İcadiye’de yaptırdığı bir çeşmeyle halkın istifadesine sunacaktı. Ölümünden sonra ise, kalfası adına Sultanahmet Divanyolu’nda bir vakıf okul yaptıracaktı. “Cevri Kalfa Sıbyan Mektebi” yıllarca eğitim hizmeti vermeye devam etmiş, uzun yıllar Türk Edebiyatı Vakfı’na ev sahipliği yapmıştır. Bugün de restore edilmiş haliyle yine kültür faaliyetlerine devam etmektedir. Dahası da var ki kalfanın medfun olduğu yer, 2. Mahmud’un annesi Nakşidil Sultan Türbesi’dir. 3 İşte sadakat, işte karşılığında gelen kadirşinaslık, ihsan ve atifet... Çerkez Hasan Bey ise harbiyeli bir subay ve Sultan Abdülaziz’in kayınbiraderidir. Aynı zamanda Sultan’ın diğer hanımlarından Edadil Kadınefendi’nin de yeğenidir. Hüseyin Avni Paşa ve taraftarlarınca önce tahttan indirilen sonra da öldürülen Sultan’a karşı yapılan zulümlerden kadınları da hissesini almıştır. Saray geleneğine göre, tahttan indirilen padişah ailesi, eski saraya sürülür. İşte ihtilâlciler tarafından Dolmabahçe’den Fer’iye Sarayına yapılan bu sürgünün gerçekleşmesi esnasında, türlü hakaretlere maruz kalan kadınlardan biri de Hasan Bey’in ablası olan Neş’erek Nesrin Kadınefendi’dir. Askerler mücevher ele geçirme hrsıyla, göğsünde sakladığını düşünerek, sultanın başındaki şalı açıp tartaklamışlardır. Kadıncağız başı ve omuzları açık bir şekilde kayığa bindirilmiş ve şiddetli yağmur altında öylece boğazı geçirmişlerdi. Yaşadığı felâketin ve kötü yolculuğun etkisiyle önce hastalanıp yataklara düşen hanım, kocası padişahın ölüm haberiyle de şok geçirerek vefat edecekti. (11 Haziran 1876). Yapılanlar hanedana hakaretin yanında, namusa dokunma addedilirdi ki; Hasan Bey de hem eniştesine hem de ablasına reva görülen bu muamelenin intikamını almak üzere, 15 Haziran 1876’da kabine mensuplarının toplandığı konağı basıp olaydan birinci derecede sorumlu tuttuğu Avni Paşa’yı öldürmüş, korumaların kendisini yakalamasına fırsat vermeden çıkıp gitmiş, yaralı bir vaziyette teslim olmuş ve meşhur Bekirağa Bölüğü’ndeki sorgulamasından sonra Beyazıt’ta bir dut ağacına asılarak idam edilmiştir. Savunmasında nefsim için değil, milletim için yaptım diyen Hasan Bey, “öyle birşey yapmak istedim ki bir daha hiç kimse padişahı ha’l etmeye cüret etmesin” sözü de bu gayesini ortaya koyar. Padişah 2. Abdülhamid ise, her ne kadar yaptığı, kanunlar önünde suç sayılsa da hanedanı korumasından gelen bu fedailiğe sahip çıkacak, mezar kitabesine “velinimeti uğruna fedayı can eden Çerkez Hasan Bey” yazdıracak, idam edildiği Beyazıt’taki dut ağacını da kökünden söktürecektir. PADİŞAH EVLİLİKLERİNİN SİYASÎ BOYUTU Osmanlı Haremine günümüz anlayışıyla bakınca, itiraz edilen konulardan biri de padişahların neden büyük ve soylu Türk ailelerinin kızlarıyla evlendirilmediğidir. İşte evliliğin siyaset ile içiçe geçen kısmı burasıdır. Çünkü ilk dönem Osmanlı Saray gelinlerinin profilini, Bizans, Bulgar, Sırp, Macar prensesleri ya da Germiyan, Karaman, Dulkadir veya Candaroğulları Türk beyliğinin kızları oluşturur. Osmanlı beyliğinin, devletleşme süreci içinde, toprak ve nüfus olarak güçlenmeye ihtiyacı vardır. Bir yandan kendisine rakip Türk boylarının rekabetini akrabalık-sıhriyet yoluyla çözüp aynı zamanda toprak kazanır. Yıldırım Bayezid’in Germiyan Beyi Süleyman Şah’ın kızıyla evlenmesiyle Kütahya Emet ve Tavşanlı toprakları kız çeyizi olarak Osmanlı’ya geçmesi örneği bu siyasetin tipik örneğidir. Batıya karşı gaza politikasının bir cüz’ü olarak yine evlilik kurumundan yararlanılmıştır. Osmanlı gelini bu prenseslerin dinlerini değiştirmeye zorlanmamaları, Holofira ve Asporça Hatun örneklerinde olduğu gibi Müslüman olduğu halde ismini değiştirmeyenlerin varlığı, hatta Sırp Despotu’nun kızı Mara Hatun’un dinini de ismini de değiştirmeden 2. Murad’ın hanımı sıfatıyla sarayda bulunması, gibi örnekler Osmanlı’ya karşı garezkâr batılı düşüncelerin yumuşamasına ve dolaylı olarak İslâmiyeti tanıyıp kabullerine de vesile olmuştur. Fatih döneminden itibaren ise yıkılışa kadar geçen süre içinde, bazı istisnalar dışında hür kadınla nikâh akdi yapılarak evlenme adeti yerini cariyelerle evliliğe bırakmıştır. Bunun sebepleri şöyle sıralanabilir: 1- Devletin sınırları da gücü de iyice artınca stratejik evlilikle güç arayışına ihtiyaç kalmamıştır. 2- Hanedan üzerinde hak iddia edip, saraya nüfuz edebilme ihtimali olacak ve ekonomik açıdan da sarayı sömürebilecek akraba ordusunun ortadan kalkması sağlanmıştır. Hanımın babası, amcası, kardeşi, bacanak, yeğen meselelerinin baş ağırtmasından korkulmuştur. 3- Saray sırlarının ve mahremiyetinin akrabalık yoluyla dışarı sızmasının önü alınmak istenmiştir. 4- Hanımlarından birinin dengeleri bozacak şekilde padişah üzerinde güç kazanmasının önüne geçilmek istenmiştir. İşte çok sayıda cariyeyle evliliğin tenkit edilebilecek siyasî yönü asıl burasıdır. Sarayda en fazla cariye ile evli olan 3. Murad’ın bu özelliğinden annesi Nurbanu Sultan’ı mesul tutar tarihçiler. Çünkü padişah onca hanımına rağmen Safiye Sultan’ı sever ve bu sevgi saraydaki dengeleri kaynananın değil, gelinin lehine değiştirir. Stratejinin hissiyatın önünde mağlûp olduğu durumlardan biri de Hürrem Sultan örneğidir. Rakiplerine rağmen, hem de saray geleneklerinn aksine cariyelik statüsü devam ettiği halde nikâh akti yaptırarak padişah eşi olmuştur. Her iki kadının bu imtiyazla siyasî işlerde rol oynadıkları da bir vakıadır. 5- Çok eşliliğin en önemli etkenlerinden biri de hanedanın devamlılığı meselesidir ve her halde en anlaşılabilir kısmıdır. Kendi özel tarihimizin iki üç nesil gerisine gittiğimizde dedelerimizin de birden fazla evlilik yaptığını görürüz. Gerekçesi ise savaştan sadece bir erkek çocuk dönmüştür ve ondan neslin artarak devamı arzu edilir, ya da toprağa bağlı işgücü ailede işbölümüne dayalı nüfus fazlalığını gerektirir. Poligami, yani çok eşli sisteme rağmen, hanedanın bazı dönemlerinde veliaht şehzade bulunmamasından ötürü devletin devamı tehlikesi durumları da yaşanacaktır. Yukarıdaki örnekte verdiğimiz 2. Mahmud hanedanın -başka erkek çocuk olmadığı- için tek veliahtıdır. Soyundan ise sırasıyla oğulları Abdülmecit ve Abdulaziz padişah olacaklardır. 6- Bugün hâlâ bazı yerlerde eski geleneğin devamı olarak ev içinden evlenme adeti vardır. Birinci dereceden akraba, amca, teyze hala-dayı çocuklarının evliliği; malın dışarı gitmemesi, gelinin kendi ailesinden getirdiği çeşitli adetlerin etkisiyle hareket edip, çocuklarını buna göre terbiye etmesinden çekinilmesi, aile içi kaynaşmanın kısa sürede sağlanması gibi mülâhazalara dayandırılır. İşte cariyeyle evlilikte de buna benzer kazanımlar vardır. Valide Sultan kontrolünde, steril saray ortamında dış etkiler ve basit alışkanlıklardan uzak, gözü açılmamış, her yönüyle padişaha eş ve çocuklarına anne olacak liyakatte bir gelin adayının hazırlanması... Her halde böyle düşünüp uygulamakta zamanın şartları icabı haklı oldukları da ortadadır. Osmanlı devlet yapısının son dönemlerinde Avrupa tarzı açılımların, saray geleneklerine de yansıdığı görülecektir. Evliliklerin tarzı da, nikâh merasimleri de biraz daha göze görünür hâle gelecek, bu düğünler vasıtasıyla saray bir anlamda dışa açılma imkânı bulacaktır. Padişah hanımları ve kızları, sefaret mensuplarının hanımlarını ve hatta kraliçeleri kabul törenleri düzenleyip resmî protokolde yer alacaklardır. Avrupa tarzı birçok yeniliğin altında imzası bulunan Sultan Abdülmecit, “devlet erkânı önünde kıyılan nikâh töreni ile padişah izdivaçları” adetini başlatacaktır. Leyla Açba kitabının “padişah düğünleri” bölümünde, sarayda bildiğimiz şenlikli eğlenceli fakat bir o kadar da saygı ve nezakete dayanan düğün örneklerine yer verirken, Abdülmecit’in hanımı Perestu Valide Sultan’ın nikâhını “en muhteşem tören bu melikenin izdivaç gününde yapılmıştır” notunu düşer. Abdülhamid’in düğünlerinin padişahın mizacı ve tutumu gereği gayet sade geçtiğini fakat yine onun hanımlarından amcazadesi Fatma Pesend Hanım’a yapılanın en külfetli düğün olduğunu belirtir ve hayatımda iki padişah düğününde hazır bulundum diyerek saray teşrifat usûllerini bütün detaylarıyla anlatır ki; bu bölümde bizce en ilgi çekici cümle ise şöyle; “Sultan Vahdettin’in Nevzat Hanımla evlenmesi sırasındaki düğün merasiminde; Zat-ı Şahane’nin diğer haremlerinin nedimelerinden birer kişi yeni hükümdar hanımı olacak kişiye şahitlik yapmak üzere çağrılmışlardı. Bu bütün padişah izdivaçlarında uygulanan bir saray adetidir. Zira kadın efendiler nedimelerinin vekâletleri vasıtasiyle yeni ortaklarını kabul ederlerdi. Bu düğünde ben de melikemin vekâleti üzerine bulunmuştum deyip merasimin ayrıntılarını veriyor ve nikâh merasiminin gerçekleşmesinden sonra padişahın; eşi olduğunu belgeleyen mührü yeni geline uzatırken, "Sizi 2. ikbal ilân ediyorum inşallah hayırlı bir zevce ve saray için şerefli bir hanım olursunuz” dediğini naklediyor. Çok eşli sistemin içinde, bütün eşlerine karşı nezaketi elden bırakmayan padişahlar ve ortaklığı bir kadın hissiyatıyla kabul edemeyip, eşlerini paylaşamasalar da işi ayağa dökmeyen asil ve vakur hanımefendiler... İnsanın olduğu yerde, her türlüsü olacaktır. Bu sistemi kabullenmeyip sarayda çıngar çıkaranlara da rastlanmamış değil tabiî... Yine Vahdettin’in eşlerinden bir İnşirah Hanım meselesi var. Kıskançlık ve şirretliğinden yaka silktirip pılını pırtısını toplayıp saraydan giden ve arkasından padişahtan boşanma talep eden kadın olarak, hatıratta adı geçiyor ki; bu vak'a bize sarayın; usûllerini kabul edeni sonuna kadar yükselttiği, ayak uydurmayı beceremeyen ve lâyık olmayanı da eleyen bir kurum olduğunu, oradaki insan davranışlarının yakından takip edilmesiyle bariz şekilde gösteriyor. ZEYNEP ÇAKIR |