๑۩۞۩๑ Güncel Haberler & Tarihden Başlıklar ๑۩۞۩๑ => Tarihten Başlıklar => Konuyu başlatan: Sefil üzerinde 02 Ocak 2012, 22:56:37



Konu Başlığı: 5816 sayılı Atatürkü Koruma Kanunu tarihî gerçeklere engel
Gönderen: Sefil üzerinde 02 Ocak 2012, 22:56:37
Koruma kanunu ile gerçekler gizleniyor    
   
“Hakikatlerin ortaya çıkmasını istiyoruz. 5816 sayılı Atatürk’ü Koruma Kanunu tarihî gerçeklerin ortaya çıkmasının önünde kilit. Akademisyenler M. Kemal’e ‘adam’ dedi diye yargılanıp mahkûm oldular.”
 
MİLLî EĞİTİM EN GERİCİ KURUM
“Millî Eğitim en gerici kurumlardan biri. Dünyayı bırakın, Türkiye’nin gerisinde. Türkiye’deki zihniyet inkılâbının farkında olmayan bir yapı. Kim gelirse gelsin, Millî Eğitimin yara olma hali devam ediyor.”
 
ANGLOSAKSON-JEWİSH KONTROL
“Tarihî konularda 30'ların bakış açısı hâlâ korunuyor. Bütçeden eğitime düşen pay arttı, ama zihniyet aynı. Talim Terbiye Anglosakson-Jewish danışmanların kontrolünde.”
 
Tarih ve Düşünce Dergisi eski yayın yönetmeni Mehmet Fatih Can:
M. KEMAL’İ KORUMA ADINA TARİHî GERÇEKLER SAKLANIYOR

Türkiye’de yeni anayasa konuşuluyor, devletin açılım meselesinde tıkandığı yazılıyor. Laik anti laik tartışmaları yapılıyor. Sen Alevîsin sen Sünnîsin ayrımları yapılıyor. Halbuki Türkiye’de mesele daha derinlerde. Bir ülke düşünün ki bir insanı kanunla koruyor. Onun hakkında eleştirel konuşmak, yazmak yasak. Ama biz  bu hafta demokratik ülkeler de tek olan Atatürk’ü Koruma Kanunu ve onun ışığında Türkiye’deki tarih bilincini Tarih ve Düşünce Dergisi’nin genel yayın yönetmenliğini yapmış olan Mehmet Fatih Can’la konuştuk. Can, Türkiye’de 5816 sayılı kanun bahane edilerek tarihî gerçeklerin saklandığını belirtiyor. Yeni yıla yeni bir ümit temennisiyle…
YENİ TARİH TEZİYLE TÜRKLER MÜSLÜMAN KİMLİKLERİNDEN
KOPARILMAK İSTENDİ
Türkiye’de cumhuriyet döneminde yürürlüğe giren yeni tarih tezinin gayesi neydi?
Türklerin İslâmla olan bin yıllık ilişkisi koparılmak istenerek yeni dönemle İslâm öncesi dönem birleştirilmeye çalışıldı. Burada problem olarak görülen, Türklerin İslâm tarihindeki rolleriyle ilgiliydi. İnsanlara “Biz Orta Asya’da öyle müthiş bir millettik, ama İslâmiyet’le karanlık bir döneme girdik. Araplaştık” fikri zımnen aşılanmaya çalışıldı. Türklerin İslâm içinde geçirdiği dönem ve İslâm medeniyetini oluştururken kazandığı şahsiyet sökülüp alınmak istendi. Artık eski dönemi hatırlatacak hiçbir şey olmamalıydı. Alfabeyle ilgili yapılan değişiklik de bunun önemli bir parçasıydı. İnsanların dili, alfabesi—diğer icraatlar da düşünülünce—değiştirilince geçmişinden kopuk bir yapı ortaya çıktı.
Alfabeyi değiştirme sebebini medenileşmek değil, Türkleri kendi tarihinden koparmak olarak mı görüyorsunuz?
Başka ne olabilir?. Bize “Kargacık, burgacık olan, öğrenilmesi çok zor, Türklerin ses yapısına uymayan medenî dünyayla alâkası olmayan alfabeyi değiştiriyoruz” dediler. Daha sonra modern dünyaya girişle, cehaletten kurtulmayla alfa arasında bir bağ olmadığını kendi alfabesini kullanan Japonların başarısından görmüş olduk. Hakeza dünya üzerinde söz sahibi olan Rusya ve İsrail de kendi alfabelerini kullanıyorlar. Çin de öyle. Kaldı ki eğer siz yeni tarih anlayışınızı Türklerin İslâmiyet’ten önceki haliyle irtibatlandıracaksanız neden Göktürk alfabesine geçmezsiniz? Bu konuyla ilgili bir şey daha söylemek isterim. O da 19. ve 20. yy’da hiçbir emperyalist ülke sömürdüğü ülkenin alfabesi ve diliyle oynamadı. Ama kendi dillerini empoze ettiler diyebiliriz. Bir tek Türkistan’da alfabeyle oynandı. Bolşevik Rusya Türkistan’a kiril alfabesini dayatarak Osmanlı Türkiyesi ile oradaki Türk ve Müslümanların  arasındaki irtibatı kesmek istedi.
CUMHURİYET EMPERYALİST ÜLKELERİ ÖRNEK ALDI
M. Kemal’in emperyalizme karşı savaş açtığını düşünüyor musunuz?
Bu sorunun cevabı zor. Ama isimlerden ziyade vak'alardan bahsedecek olursak emperyalizme karşı mücadele ettikten sonra milletin önüne muasır medeniyet olarak Batı konulmadı mı? Savaştığımız ülkelerin kültürü, hukuku, alfabesi buraya getirilmeye çalışılmadı mı? Bu  emperyalistlerin değerlerini ülkeye getirmek değil mi?
Ancak alfabe ya da diğer fikirlerin M. Kemal’in kendi fikri olmadığı Osmanlının son döneminde bu fikirlerin konuşulduğu iddiasına ne dersiniz?
Osmanlı’nın son yüz yılı cumhuriyetin ana rahmidir. M. Kemalin yapmış olduğu inkılâpların patenti kendisine ait değildir. Bunlar Osmanlı döneminde Jöntürkler, İttihatçılar tarafından düşünülmüş, üzerinde çalışılmış şeylerdir. M. Kemal’in buradaki farkı ve rolü bu fikirleri icraata geçirmek oldu. Ancak İttihatcıların zihninde, geçmişi yok ederek, milletin genetiğiyle oynayarak bir “alt üst oluş” yoktu. Yönetimi ele geçirmek ve daha ziyade dünyanın belirleyici gücü haline gelen Batıyla mücadele için bazı politikaları tatbik etmek fikri vardı. Kadim kültürel yapıyla radikal bir problemleri yoktu.
İNGİLİZ ARŞİVLERİNDE GİZLENEN BELGELER VAR
Millî mücadele dönemine bakarsak M. Kemal Osmanlı subayı. Bir subay nasıl oluyor da ülkenin başına geçiyor. Bu konuda pazarlıklar olduğu söylenebilir mi?
Ortadoğu’nun yakın tarihine baktığımızda subayların nasıl ve hangi ilişkiler bütünü neticesinde ülkelerindeki yönetimi ele geçirip kendi sultalarını kurduklarının bir çok misalini görmek mümkün. Irak, Suriye, Mısır, Libya gibi ülkelere bir bakın… Sadede gelecek olursak, çok yakın tarihimizde İngiltere’den pek bahsedilmez. Nedense es geçilmiştir. Halbuki başat bir role sahiptir. Nasıl olmasın ki? Umumî harbin galibi ve dünya yeniden şekillendiriliyor. Başka bir şey daha; meselâ Karabekir “Nutka Cevab”ında Amerikan mandasının bile düşünüldüğünden bahsediyor. Mutlaka yapılan pazarlıklar, vaadler var. İşin kritik noktası da burası. 5816 sayılı yasa kritik bir takım bilgilerin yazılmasını, konuşulmasını yasaklıyor. Söylediğimiz her söz ya da yazı bunun kapsamına girebilir. Ancak cevaplanması gereken “Neden İngiltere’de Public Record Office’de araştırmacıların bazı belgelere ulaşması engelleniyor?”
İngiltere’de Türkiye’nin yakın tarihine ilişkin kapalı arşivler mi olduğunu söylüyorsunuz?
Evet İngiliz arşivlerinde bazı belgelere ulaşamazsınız. Mondros Ateşkesiyle 1930’lu yıllar arasındaki bütün yazışmaların belgelerin hatıratın serbest bırakılması ve araştırmacılar tarafından görülmesi, incelenmesi gerekir. Bu dönem Türkiye’deki tarihçiler açısından hâlâ karanlık bir dönemdir. Türkiye’de tarih mayınlı bir alandır. Resmî tarih dışında bir şey söylerken iki defa yutkunup bir defa konuşursunuz. Belki de konuşamazsınız. Meselâ Mondros’la birlikte İstanbul’u işgal eden İngilizler 1923 yılında hiçbir şey olmamış gibi herhangi bir mücadele vermeden neden İstanbul’dan çekildiler. Yunan’ı anladık. Onları yendik, perişan ettik ve süpürdük. Ama meselâ İtalyanlar da işgal ettikleri yerleri çarpışmadan terk ettiler. Burada bir takım anlaşmalar yapılmış olabilir mi? İşte bu nedenle bizdeki ve dünyadaki arşivlerde ne var ne yok ortaya çıkarıp incelememiz gerekir.
M. KEMAL’İN HİLÂFETLE SORUNU VAADLERİN NETİCESİ Mİ?M. Kemal’in Osmanlı devleti ile bir iktidar savaşı olduğunu söylemek mümkün mü?
M. Kemal şartlara göre nasıl politika geliştireceğini bilen pragmatist bir insan. Bizim gördüğümüz o devrin şartları neyi gerektiriyorsa onu yapıyor. Meselâ I. Dünya Savaşı akabinde Harbiye Nazırı olmak istediğini biliyoruz. Ama kafasında yeni bir devlet, yeni bir düzen kurmak gibi hedefi var da ona göre mi hareket ediyor, yoksa şartların kendine bahşettiği fırsatları mı değerlendirmiş, üzerinde durulması gereken bir konu.
M. Kemal’in yeni bir devlet kurduğu gerçeğinden hareket edersek…
Bununla ilgili bazı kaynaklar var. Meselâ İttihatçılar Osmanlı’nın klâsik yapısını değiştirmeden devleti zamanın şartlarına uydurmak istiyorlar. Hatta hilâfet kurumuyla bir problemleri yok. Fakat M. Kemal’in hilâfet kurumuyla meselesi var. Bu mesele kendi ideolojisinden mi kaynaklanıyor, belli vaadlerin neticesi mi, zaman gösterecek. Ancak o dönem için bu zamir halinde. Her halde şartlar belli kapılar açıyor ve belli irtibatlar kuruluyor.
Bir iddiaya göre M. Kemal Selanik’te Mason Locası’na üye olmak istiyor, ancak inançsız olduğu gerekçesiyle kabul edilmiyor.
M. Kemal’in Türkiye’de mason localarını kapattığını biliyoruz. Bu durum “Biraderler”i hâlâ çok rahatsız eder. Locaları, masonluğun ideallerine karşı olduğundan değil, kendi üstünde herhangi bir güç olmasını istemediğinden kapatmıştır.
İnançsız bir insanın hilâfet makamına karşı olması şaşılacak bir durum olmasa gerek?
İttihatçıların pek çoğu inançsız, ancak hilâfeti siyasî bir kurum olarak gördüklerinden kaldırılmasını istemiyorlar. Yani halife karşıtlığının dinle ilgisi yok. Dönemin entelijansiyasında halifeliğin Türklere İslâm dünyasında büyük bir mevki bahşettiği biliniyor. Zaten M. Kemal hilâfeti dinî bir kurum olduğundan değil, İngilizlerin baskısı sonucu kaldırmıştır.
HALİFELİĞİN KALDIRILMASINI İNGİLTERE Mİ İSTEDİ?
Lozan’da hilâfetin pazarlık konusu olduğu doğru mu?
Kesinlikle doğru. Hilâfet, diğer meseleler gibi masaya gelen bir madde değil. Lâkin Lozan’daki pazarlıkların bel kemiği. Şöyle bir bilgi verebiliriz. M. Kemal İzmir İktisat Kongresi’ne giderken yaptığı konuşmalarda hilâfeti göklere çıkaran, İslâmın temel umdelerini metheden konuşmalar yapıyor. Balıkesir’deki Zağanospaşa Camiinde bir ‘hutbe’ irad ediyor. Fakat Lozan görüşmelerinde İngilizler hilâfetin kesinkes kaldırılması yoksa anlaşma sürecinin biteceğini bir şekilde iletiyorlar. Bu noktayı diretiyorlar. Ve bir noktada görüşmeler tıkanıyor, müzakerelere ara veriliyor. M. Kemal, İzmir’e geçtiğinde Lozan’dan gelen özel elçi, eski baş haham Hayim Naum İngilizlerin hilâfetle ilgili tavrını ve mesajlarını bildiriyor. M. Kemal İzmir İktisat Kongresine katılmak üzere İzmir’e gelene kadar hilâfetle ilgili yaptığı konuşmaların tam tersi yönde bir tavır değişikliğiyle, halifelik ve halifelerle ilgili galiz konuşmalar yapıp demeçler veriyor. Mesaj ilgili yerlere ulaştırılmış oluyor. Daha sonraki süreci biliyorsunuz. Arada seçimler yenileniyor. İlk meclisteki hilâfet yanlısı da olan muhalif grup tasfiye ediliyor ve daha sonra halifelik lağvediliyor, daha doğrusu meclisin manevî şahsiyetine gömülüyor.
M. Kemal’in halife olmak istediği yönünde iddialar doğru mu?
Karabekir M. Kemal’in halife olmak istediğine dair fikri olduğunu hatıratında yazmıştır. Hatta M. Kemal’in halife olmak için birkaç denemesi olduğundan bahseder. Fakat İngilizlerin halifeye değil hilâfete karşı olması M. Kemal’in fikrini değiştirir.
Neticede, İngilitere bu mesele çözülmeden Lozanda bir anlaşma olamayacağı notasını usûlünce mesajlıyor. Yeni Türkiye’nin hinterlandıyla, akrabalarıyla, dindaşlarıyla, ortak kaderi paylaştıklarıyla irtibatının kesilmesi çok önemli. İddialarından vazgeçmiş, yönünü tamamen Batıya dönmüş, tecridi benimsemiş bir Türkiye. Lozanın bel kemiği meselesi bu…
M. KEMAL’İN GÖRÜŞME BELGELERİNİ ORTAYA KOYACAK DURUMDA DEĞİLİZ
M. Kemal’in Anadolu'ya geçmeden önce Perra Palas’ta İnglizlerle hilâfetin kaldırılması konusunda görüşmeler yaptığı iddiası doğru mu?
Henüz böyle bir belgeyi ortaya koyacak durumda değiliz. Ancak M. Kemal’in hayatıyla ilgili, mütarekeden Anadolu’ya çıkana kadar olan dönem önemli ve sıkı bir şekilde incelenmeye muhtaç. Bu dönem yakın tarihle ilgili kitaplarda hep atlanan bir dönem. Bu dönem Anadolu harekâtı başlamadan önceki dönem ve bu süreçte kimlerle konuşuldu kimlerle görüşüldü çok mühim. Bir pazarlık oldu mu? Bugün söyleyeceğimiz şeyler belgeler açıklanamadığı için spekülatif olur.
Bu tür belgeler var, ancak açıklanamıyor mu demek istiyorsunuz?
Basit bir şey söyleyeyim. Mustafa Armağan, Mustafa Kemal’in İngiliz İşgal Orduları Komutanlığına yazdığı telgrafı yayınladı. Telgrafta M. Kemal bir görev verilmesi halinde Anadolu’da valiliğe talip olduğunu bildiriyor. Ancak Vahdettin daha sonra kendisini, o Samsun’a gitmeden zaten var olan Anadolu'daki direniş hareketlerini, belli bir strateji dahilinde yönetmek için Anadolu’ya gönderiyor. Falih Rıfkı Atay, Çankaya kitabında M. Kemal’in Vahdeddin’le görüşmesini kendi ağzından anlatır. Fakat M. Kemal’in Anadolu'ya çıktıktan sonraki hareketlerinden şüphelenen Padişah, kendisini görevden alıyor. Burada da tarihin kırılma noktası diyebileceğimiz hadise gerçekleşiyor. Kâzım Karabekir hukukî ve resmî bir görevi kalmayan sade bir vatandaş haline gelen M. Kemal’e gidip—o kendisini tutuklamaya geldiğini ve her şeyin bittiğini düşünürken— emrinizdeyim diyerek tarihin seyrini değiştiriyor.
Hilâfet yanlısı olduğunu bildiğimiz Karabekir, neden Padişah’ın görüşlerini benimsemeyip M. Kemal’e destek veriyor?
Karabekir, Padişahın M. Kemal’in görevden uzaklaştırılış kararını İstanbul’daki hükümette bulunan ortak muhaliflerin ve İngilizlerin(!) baskısıyla aldığını düşünüyor. Karabekir eğer bir direniş hareketi örgütlenecekse bunun M. Kemal’le yapılabileceğine inanmış biri. M. Kemal’in irtibatlarından o tarih itibariyle bilgisi olmadığı anlaşılıyor. Lâkin gerçekleri daha sonra öğreniyor. Cumhuriyetin ilânından sonra meşhur İzmir Suikastı meselesiyle irtibatlandırılıp, yok edilmek istenmişti, ordu tepkisinden çekinildiği için yapılamadı.
GÖREVLENDİRDİĞİ EKİP VAHDEDDİN’E OYUN OYNADI
Nedir Karabekir’in sonradan öğrendiği gerçekler?
Karabekir “Nutka Cevaplar” kitabında M. Kemal’le bir takım görüşmeler ve pazarlıklar yapıldığını yazıyor. Bu dönemde İngilizler hem Anadolu, hem İstanbul’la mahirane bir trafik içinde. Bu trafiğin mahiyetiyle ilgili ciddî bir çalışma yok. Aslına bakarsanız Vahdettin Kurtuluş Savaşını örgütlemesi için görevlendirdiği ekiple İngilizlere oyun oynamak isterken bu ekip İstanbul’a oyun oynuyor. Burada da Vahdettin’i M. Kemal’i seçmeye ikna eden nedenler önemli! M. Kemal’i Vahdettin’e empoze edenler var! Hatta Vahdeddin-M. Kemal ilişkileri meyanında ilginç bir bilgi de var ki; M. Kemal’in, Vahdeddin’in kızına talip olduğu yani Damad-ı şehriyari ünvanını almak istediği, ama Vahdeddin’in burada nedense buna müsaade etmediği de bilinen bir gerçektir.
Bazı tarihçiler Vahdettin’in M. Kemal’i  kurtuluş için görevlendirmediğini yazıyor…
M. KEMAL’E İNGİLİZ SUBAYIN VİZESİNİ ALDI
M. Kemal Samsun’a çıktığında İstanbul’dan, tahsisat, otomobil, vs. gibi isteklerde bulunduğu telgrafı gördüm. Yani padişahın görevlendirdiği açık. Hangi maksatla gönderdiği Falih Rıfkı’nın Çankaya’sında bile var. Padişah tarafından gönderildiği hususu artık bedahettir. Yalnız burada; neden seksen yıldır “çürük bir vapurla İstanbul’dan ve İngiliz ablukasına rağmen Anadolu’ya kaçtığı ve Anadolu’da sıfırdan bir örgütleme yaptığı” gibi hakikate aykırı bir durum Türklerin tarih bilincine bir “Tarihe Giriş” fenomeni olarak sokuldu. Neden böyle gerçeğe aykırılıkla işe başlandı? Neden böyle bir ihtiyaç hissedildi? En basitinden bu soruların cevap hanesi halen boş… Fakat burada başka bir soru daha öne çıkıyor. İngilizlerin ablukası altındaki İstanbul’dan M.Kemal ve koca bir kurmay ekip nasıl Anadolu’ya çıkabiliyor. Resmî tarihin sözcüleri “Efendim, İngilizler padişahın M. Kemal’i Anadolu'ya isyancıları tedip, asayişsizliği zaptu rapt altına alması için gönderdiğini sanıyorlardı” diyorlar ve bizim de buna inanmamızı istiyorlar. M. Kemal ve ekibi, İngiliz subayının vizesiyle Samsun’a çıkıyor. Zahirdeki sebep vize müracatındaki gerekçe bu. Lâkin bunun böyle olmadığını İngiliz kurmayı da, biz de biliyorduk. Bu konuda açık kaynaklar var.
 
M. Kemal’i koruma adına tarihî gerçekler saklanıyor
 
Sizce görünür anlamda M. Kemal’le Karabekir gibi isimlerin de içinde bulunduğu hareket ne zaman ayrılıyor? Köprüler ne zaman atılıyor?
Zaten zımmen yollar ayrılmış olsa da Birinci Meclisteki muhalifler tasfiye edildikten sonra bütün köprüler atılmış oluyor. Bu dönem de Lozan Anlaşması’nın yapıldığı döneme denk geliyor. Lozan’da hilâfetin kaldırılması hususu ehem mesele olduğu için ve I. Meclisteki muhalif grubun buna karşı çıkacağı bilindiği için tasfiyeler gerçekleşiyor…
Hilâfet gibi bir mesele hallolduktan sonra da, anlaşmanın konforu bozulmasın diye Musul gibi ciddî meseleler zamana bırakılıyor.
Bütün gerçeklerin açığa çıkması sizin için neden önemli?
Biz toplum olarak artık olgunlaştık. Türkiye’de gizlenmeye çalışılan tarihî gerçekler her neyse; işte onların ortaya çıkmasının milleti farklı istikametlere savurabileceği endişesi var belli çevrelerde. Bu ise en hafifinden gelişmişlik düzeyimize, içtimâî zekâmıza, irfanımıza karşı bir su-i zandır. Herkes, her düşünceden insan ne biliyorsa açıklayabilsin. Akademik her çalışma bir soruyla başlar. Akla gelen her soru sorulsun ve yeni tezler ortaya çıksın. Tabiî öncelikle gerçeklerin bir temele oturtulması için arşivlerin açılması şart. Osmanlı arşivlerinden bahsetmiyorum. Cumhurbaşkanlığı başta olmak üzere ilgili bir çok kurumun arşivleri araştırmacılara açılsın. Biz daha Latife Hanım’ın mektuplarını bile aradan bunca yıl geçmesine rağmen milletten saklıyoruz değil mi? Ama özellikle İngiliz, Yunan, Fransız, İtalyan ve Rus arşivlerinin ilgili dönemle ilgili belgelerine ulaşmadaki engellerin kalkması çok mühim. Hakikatlerin ortaya çıkmasını istiyoruz. 5816 sayılı Atatürk’ü Koruma Kanunu tarihî gerçeklerin ortaya çıkmasının önünde kilit görevinde. Akademisyenler M. Kemal’e “Adam” dedi diye yargılandılar, mahkûm oldular.

MİLLÎ EĞİTİM TÜRKİYE’NİN EN GERİCİ KURUMU
Millî Eğitim’in tarihi ele alışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şunu çok açık ve rahatlıkla söyleyebiliriz ki Millî Eğitim Türkiye’nin en gerici kurumlarından biridir. Dünyayı bırakın Türkiye’nin gerisindedir. Türkiye’deki zihniyet inkilâbının farkında olmayan bir yapıdır. Kim gelirse gelsin Millî Eğitimin yara olma hali devam ediyor. Tarihî konularda otuzların bakış açısı hâlâ korunuyor. Es geçilmesi gereken olaylar es geçiliyor abartılması gereken olaylar abartılıyor. Millî Eğitime bütçeden düşen pay arttı, ancak zihniyet değişmedi. Bir sürü kocaman betonarme yığınları yığmak tamam da, beyinleri, kalbleri, ruhları neyle ve nasıl inşa ediyorsunuz, buna bakmak lâzım.
Talim Terbiye diye, kimin adına talim ve terbiye yaptığı belli olmayan; daha düne kadar anglo sakson-jewish danışmanların kontrolünde bir kurum var millî eğitimin içinde. Eğitim müfredatından, ders kitaplarının hazırlanmasına kadar tüm icraatı planlayan, belirleyen…
Ders kitaplarına bir bakın! Diline bir bakın! Ruhuna bir bakın!
Bu yapının anlattığı tarihin, gerçeklikle; edebiyatın estetiğimizle, zerketmeye çalıştığı ruhun ruh kökümüzle irtibatı, alâkası, akrabalığı yok…
 
 
H. Hüseyin Kemal