๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Tarih => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 06 Haziran 2012, 11:06:53



Konu Başlığı: Tarihyazımı Sorunu
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 06 Haziran 2012, 11:06:53
Tarihyazımı Sorunu
Yaşar DEMİR • 55. Sayı / TARİH


Tarihçi zorluğu göze almadıkça, bunun yanında araştırmalarını mukayeseli yapmadıkça, politik kaygılardan uzak durup, sadece gerçeği söyleme erdemini şiar edinmedikçe ne kendisi itibar kazanır, ne de yaşadığı toplum bir adım yol alır.

Tarih yazmak zor bir iş. Çünkü tarih tarihçiyi ideolojisi, kişisel geleceği ve gerçeği yazma arasında tercih yapmaya zorlayan bir olgu. Bu anlamda ilim adamları her ne kadar objektiflik ilkesi üzerine vurgu yapsalar da, tam anlamıyla bu kritere uygun tarih yazımından söz etmek güç. Bunun birçok nedeni var. Arşivlerde bulunan sahte belgeler, devlet görevlilerinin fütursuzca yazdıkları raporlar ve bunları gerçek sanan araştırmacıların yazdıkları, tarih yazıcılığının bir numaralı sorunsalını oluşturuyor. Bu meyanda tarih yazıcılığı, politik çıkarlar, ideolojik hesaplaşmalar hamurunda yoğrulmaktan kurtulamıyor.

Arşivlerde bulunan resmî belgeler, doğruluk süzgecinden geçirilmeden kullanılıyor ve belgelerde yapılan subjektif değerlendirmeler adeta tarihî bir gerçekmiş gibi sunuluyor. Bu konuda Yrd. Doç. Dr. Muhammed Hanefi Kutluoğlu'nun “İngiliz Devlet Arşivi ve Yakın Dönem Osmanlı Tarihi Açısından Önemi” adlı makalesi belgelerin inandırıcılığı meselesini irdeliyor. Özellikle İngilizlerin bu konuda Babıâli’yi sıkıştırmak isteyen Levanten tercümanların dediklerine pek bir tevessül ettikleri ve esasen bu durumun da işlerine geldiği, dolayısıyla Osmanlı aleyhine düzmece birçok olayın arşiv belgelerinde doküman olarak toplandığını ortaya koyuyor. Gerçekten de dış temsilciliklerden gelen raporlara dayanarak politika üreten devletlerin yanlışlarına ek olarak tarihçilerin de bahsi geçen belgelere dayanarak tarih yazmaları çok vahim bir hata. Yanlış, tarihçi sayesinde bilime ram ediliyor, hatta bir mite dönüştürülmüş oluyor.

Özellikle oryantalistler bu konuda yanlış ve yanlı tarih yazma yarışına giriştiler. Maurice Barres gibi misyoner kökenli akademisyenler, dinî ve hamasi duygular ile hatıratlar kaleme alarak, Ortadoğu halkları ve içtimai hayatı ile ilgili bir takım rakamlar vererek tarihçilik yaptılar ve kamuoyunu bu konuda etkilediler. Bu kişilerin edindikleri şöhret yüzünden birçok akademisyen, bunların yazdıklarını irdelemeye cesaret edemeyip bu şöhretli kişileri eleştirerek safdil durumuna düşmekten çekindiler.

Avrupa ise yalan yanlış bilgilere dayanarak tarih yazma konusunda hayli kabarık bir dosyaya sahip. Harem müessesesi ile ilgili olarak hiç görmedikleri bir yer için olanca müstehcen hayaller ile dolu tarih kitapları ve bunları gerçek kabul edip analitik düşünceden yoksun olarak yapılan sunumlar, aktarımlar; bütün bunlara karşı “kral çıplak” demeyen akademisyenler, tarih ilminin itibarına gölge düşürdüler. Esasen doğrular yine tarih içinde ortaya çıktı ve bu insanlar tarih tarafından mahkûm edilmekten kurtulamadılar. Nitekim vakti zamanında coşkulu bir biçimde okunan haremle ilgili kitaplar, akademik değerini yitirdi ve zamanla fantezi romanlar haline dönüştü. Bunları yazanların akademik itibarları da sıfıra indi.

Burada “Peki tarihçi yanılgıya düşmemek için ne yapmalı?” sorusu karşımıza çıkıyor. Bu sorunun cevabı basit: Tarihçi tüm bu noktaları göz önünde bulundurarak araştırma yaptığı konu üzerinde kuşkucu olmalı ve belgeleri mukayese ederek çalışmalı. İlgili devlet arşivinde bulduğu belgeleri meselenin diğer tarafı olan devlet arşivinde de araştırmalı ve veriler arasındaki çelişkileri, farklılıkları ortaya koyarak, bilgilerin doğruluğunun sağlamasını yapmalı. Bunun için de tarihçilerin birkaç dil bilmesi gerekiyor. Mesela Fatih dönemi üzerine araştırma yapan bir araştırmacı, Venedik ve Fransız arşivlerinde çalışma yapmaya yetecek dil derinliğine sahip olmalı ve iki arşive ek olarak Osmanlı arşivinde de araştırma yapıp eldeki verileri mukayeseli inceleyip bir sonuca varmalı. En önemlisi de araştırma yaptığı konuyla ilgili olarak politik kaygılardan uzak olmalı. “Sadece gerçeği söyleme erdemi” bir tarihçinin şiarı olmalı. Zira er ya da geç gerçek ortaya çıkacak ve söylediği yalan tarihçiyi mahkûm edecektir.