๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Tarih => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 24 Haziran 2012, 13:36:07



Konu Başlığı: Sinan Paşa Camii’nden Bebek Bahçesi’ne
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 24 Haziran 2012, 13:36:07
Evliya Çelebi’nin izinde: Sinan Paşa Camii’nden Bebek Bahçesi’ne
Yakup ÖZTÜRK • 66. Sayı / TARİH


“Eski zamanda, bu şehre taş beşik anlamına gelen ‘Kona Petro’ denilirmiş. Bu adı almasına, Yaşka adında bir rahibin yaptırdığı büyük bir kiliseye Kudüs-ü Şerif’teki ‘Beytüllahim’ denilen yerden getirdiği Hazret-i İsa’ya ait beşik sebep olmuş. İsa Aleyhisselam çocukken, bu taş tekne yani beşik içinde yıkanmış. Bu sebeple kilise ‘Beşiktaş’ adı ile şöhret bulmuş.” satırlarına, Evliya Çelebi’nin Beşiktaş şehrinden söz açtığı sırada tesadüf ediyoruz. Evliya’nın İstanbul seyahatini bu yazıda Beşiktaş’tan Rumelihisarı’na kadar takip edeceğiz. “Beşiktaş Şehrinin İmaretleri, Hanedanı ve Diğer Mamur Yerleri” başlığıyla İstanbul’un Avrupa yakasını Beşiktaş’tan başlayarak Rumelihisarı’na kadar anlatıyor. Biz yerimiz elverdiğince bu kısma peyderpey dünüyle bugünüyle müşahedede bulunacağız.

Beşiktaş bahsine bu sözlerle giriş yapan Evliya Çelebi daha sonra, bu kiliseyi yaptıran papazın ölmesinin ardından gelen kralın bu taş beşiği Ayasofya’ya naklettiğini yazıyor. Bu taş beşiğin hâlâ ziyaret edildiğini, bu sebepten Müslümanların da bu şehre Beşiktaş dediğini aktarıyor. Şehrin fiziki özelliklerini anlatırken sanki bugünün Beşiktaş’ını tasvir ediyor. “Deniz kıyısında geniş, alçak bayırlar üzerinde kat kat, bağlı bağçeli altı bin kadar yalı ve evlerden meydana gelmiştir” diyor ve yalılardan önemli bulduklarını sayıyor. Bu yalıların hiçbiri günümüze ulaşamamış.

Padişahların özel bahçeleri de bu kısımda söz konusu ediliyor. Dolmabahçe, Beşiktaş Bahçesi ve Kazancıoğlu Bahçesi... Beşiktaş Bahçesi, bugün Mimar Sinan Üniversitesi’nin bulunduğu alanı da kapsayan bir yerdeydi. Dolmabahçe Sarayı’nın yapımı sırasında bahçe tamamen ortadan kalkmış. Dolmabahçe, adıyla müsemma doldurularak peyda edilmiş sun’i bir bahçe. Şehid Sultan Osman’ın emri ile donanma gemileri, sandallar, filikalar, İstanbul’un yirmi bin kadar kırma, kayık ve mavnaları taşlarla doldurulup önündeki denize dökülürdü. Doldurulduktan sonra adına Dolmabahçe denildi. Üzerinde Osman Han cirit oynardı. Deniz kıyısı derin olduğundan, lodos rüzgârının dalgaları sahili harap etmesin diye meşe ağaçlarından muhafazalar yapılmıştı. Bugün o meşe ağaçlarından eser yok. Evliya Çelebi diğer iki bahçeye de değindikten sonra Beşiktaş’ın camilerine sözü getiriyor.

Beşiktaş’ın camileri
Beşiktaş’ın merkezinde, denizden gelenlerle Mecidiyeköy’den Beşiktaş’a inenleri buluşturan Sinan Paşa Camii, Evliya’nın bahsettiği ilk Beşiktaş camii. “İskelenin yüz adım gerisinde, düz bir çayırlıkta yapılmıştır. Yüksek kubbeli aydınlık bir camidir. (...) Bir köşesinde de şer’iyye mahkemesi vardır.” diyor ve mihrabı önünde demir pencereler içinde şehrin ileri gelenlerinin kabirlerinin olduğunu naklediyor. Biz bu kabristanı uzun süre ziyaret etme imkânı bulamadık. Evliya Çelebi’nin gösterdiği bu adrese dikkat kesilmek gerekiyor. Sinan Paşa Camii’nin karşı tarafında Deniz Müzesi bulunuyor. Osmanlı Donanması başta olmak üzere birçok askeriyeye ait malzeme sergileniyor. Müze, yıl içinde yaptığı birbirinden önemli sergilerle de İstanbul’un gözbebeği konumunda.

Evliya Çelebi’de haklarında bir satır bulunmadığı için, Beşiktaş Ortaköy arasında kalan Yıldız Parkı, Feriye Sarayları, Çırağan Sarayı ve daha yukarıda kalan Yıldız Camii ve Sarayı üzerinde biz de durmuyoruz.

Ahmed Deraki Camii, Abbas Ağa Camii Evliya’nın Beşiktaş camileri adı altında söz konusu ettiği diğer camiler. Bu camilerden Ahmed Deraki Camii’nin ilginç bir hikâyesi var. Günümüzde Vişnezade Mahallesi’nde bulunan bu yapı, bugün özel bir mülk olarak kullanılıyor. Camii hususiyetini kaybetmiş. Bu yapının altında bir ayazma bulunuyor. Her yıl belli bir zamanda burada ayin yapılıyormuş. Evliya Çelebi daha sonra Beşiktaş’ın Hayreddin Paşa Medresesi adı ile bir medresesi olduğunu ve bu medresenin yanında önemli hususiyetleri bulunan birtakım binalardan bahsediyor. Mesela, kırk adet ebced okuyan çocuk mektebi, bir darülkurrası varmış. Bu medrese Beşiktaş İskelesi’nin olduğu meydandaymış. Bugün oradan geçenler de medreseden bir iz kalmadığını fark ederler. Bundan başka iskele başında gelip geçenlerin misafir edildiği bir kervansarayı bulunurmuş. Bu iskelenin önemini ise “Bu iskele Rumeli’den Anadolu’ya sevkedilen askerin Üsküdar’a geçtiği iskeledir. Üç hamamı vardır.” sözleriyle ifade eder Evliya. Sıra çeşmelere gelir ki bunlardan en çok Yahya Efendi Çeşmesi’ne dikkati çeker. “Konup içenlere sıhhat olsun” ifadesi ebcedle sene 945’i verir. Çeşme, Yıldız çıkmazındadır.

Mesire alanları, tekkeler, mezarlar
Beşiktaş’ın mesirelerinde Yahya Efendi adıyla anılan mesireyi okuyoruz. Hiçbir zaman güneş tesir etmez bir mesire alanıymış. Çınar, söğüt, sakız, servi, Rum cevizi ağaçları ile süslü bir vadiymiş. Evliya Çelebi bu kısımda, mesire alanında var olan kuşları anlatıyor ve bizi mest ediyor. Sarıasma, karatavuk, ishak kuşu, ispinoz, filorina, baştankara adlı kuşlar bu mesire alanına gelenlerin canına can katarmış... İstanbul’un semalarında şimdi sadece katil martılardan başka ne var?

Beşiktaş’ın tekkelerinde de bizi Mevlevihane Tekkesi karşılayacak. Evliya Çelebi’nin “Deniz kıyısında olup, mevlevihanesi denize bakan yüksek bir mevlevihanedir ki, İstanbul’da ve başka şehirlerde benzeri yoktur” sözleriyle girizgâhta bulunduğu mevlevihane, hem fiziki hem de kimyevi tarafıyla dile getiriliyor. Şeyhlerinin kimler olduğu ve hususiyetleri söz konusu ediliyor. Evliya Çelebi, bu mevlevihane bahsini kapatırken “Bir de Yahya Efendi Tekkesi vardır” diyor ve burası hakkında malumatta bulunmuyor. Ancak Beşiktaş’taki büyük evliya mezarlarını anlatırken Yahya Efendi’den söz açıyor.

Beşiktaş’ın evliya mezarları kısmında Yahya Efendi’yle beraber Şeyh Ahmed Devrana ve Kaptan Halil Paşa zikrediliyor. Evliya Çelebi, Yahya Efendi’den şu satırlarla söz açıyor: “Denize karşı yüksek bir dağın tepesinde, yüksek bir kubbenin içinde yatmaktadır. Kendileri Trabzonlu olup, orada dünyaya gelen Süleyman Han Gazi’nin sütkardeşleri idi. Hayatlarında, gömülü bulundukları tepe üzerinde her Cuma gecesi Hızır Peygamber ile buluşup ilm-i lüdünnü öğrenirlermiş. Nurlu mezarı hâlâ ziyaret edilir.” Bugün de Yahya Efendi Dergâh’ı dua ve niyazda bulunmak için gelen Müslümanları ağırlıyor. Biz, bir yıl öncesinde bu dergâhı ziyarette bulunmuştuk. Haziresi çok geniş ve çok kıymetli olan bu dergâh, maalesef bakımsızlık içerisindeydi. Bilhassa, haziresinde bulunan mezartaşlarının bakımsızlığı ziyaretçileri üzüyordu. En son II. Abdülhamid Han devrinde onarılan bu yapı, restorasyon çalışmalarıyla başbaşa bugünlerde. Beşiktaş’tan Ortaköy tarafına ilerlediğinizde soldan, dik bir yokuştan varılıyor dergâha. Hem manzarası hem manevi havası insana bir sükûnet bahşediyor. Türbe kısmını Mimar Sinan yapmış.

Beşiktaş’ın bir diğer önemli kabristanı da Kaptan Gazi Hayreddin Paşa’ya ait. Paşa, Süleyman Han’ın kaptanlarındandı. Cezayir, Tunus ve Trablus fetihlerinde bulunmuştu. Beşiktaş iskele meydanında parkın içindeki kabrinde yatıyor.

“Ortaköy kasabası”
Evliya Çelebi, burada Beşiktaş bahsine son veriyor ve Ortaköy kasabasının imaretlerinden söz açıyor. Bugün el işi tezgâhları, kahveleri, camii, kumrucu ve kumpircileriyle meşhur olan Ortaköy semti eskiden Hıristiyan yatağıymış. Süleyman Han devrinin defterdarı İbrahim Paşa deniz kenarında bir camii yaptırdıktan ve diğer ileri gelenler yalılar inşa ettirdikten sonra kasaba mamur hâle gelmiş. İki yüze yakın olan dükkânlarının birçoğu meyhaneymiş. Han, imaret, medrese, bedesten gibi binaları yokmuş.

Defterdar Paşa Camii ile Baltacı Mahmud Ağa Mescidi başlıca ibadet yerleriymiş. Yalnızca Defterdar İbrahim Paşa Camii günümüze ulaşmış durumda. Defterdarburnu’nda, deniz kenarında ve maalesef bakımsızlıktan muzdarip. Vakit namazları cemaati az. Cumaları ve bayram namazlarında yaklaşık elli kişilik bir cemaati oluyor. Baltacı Mahmud Ağa Mescidi ise günümüze ulaşamamış. Bu mescit Ortaköy İskelesi’nde yer alıyormuş.

Deniz kıyısında Tekeli Mustafa Paşa tarafından yaptırılan “hayat kaynağı” çeşmenin mimarı da Mimar Sinan’mış. Tarihi: “Can feza Çeşme-i sevap oldu.” Bugün Ortaköy Camii olarak bilinen Büyük Mecidiye Camii de Seyahatname’den çok sonra inşa edildiği için üzerinde durmayacağız.

Günümüzde daha çok eğlencenin sembolü hâline gelen Kuruçeşme semti de Evliya Çelebi’nin kaleminden anlatılıyor. “Kıyılarında ayan ve eşrafın yalıları vardır” denilerek söz konusu edilmeye başlanan Kuruçeşme’nin, iç tarafta geniş bir dere içinde, bir İslam mahallesi, bir cami ve bir hamam varmış. On bir kadar Yahudi evi ve üç mahalle Rum evleri bulunurmuş. Yahudilerin üç sinagogu, Rumların iki kilisesi varmış. Bu semt Kuzguncuk’un tam karşısına düşüyor.

Bugün sadece birkaç harabesi kalan Esma Sultan Yalısı, Kuruçeşme’nin sembol yapılarından. Günümüzde, sosyal bir mekân olarak işletiliyor. Kuruçeşme’nin önemli isimlerinden birini bu yazı vesileyle anmak gerekiyor. Kaplumbağa Terbiyecisi tablosuyla yakın zamanda adından sıkça söz ettiğimiz, Osmanlı’nın son dönem önemli ressamlarından Osman Hamdi Bey burada yaşamış.

Kuruçeşme’de Boğaziçi Köprüsü’nün ayağına düşen yapılardan da söz açmamız gerekiyor. Defterdar Burnu’nda bulunan Zekiye ve Naime Sultan Sarayları 2000’lerin başında yanıp kül olmuştu. Haldun Hürel, bu bahsi kitabında dikkatle anlatıyor. Kuruçeşme’de yer alan yapılardan bir diğeri de Galatasaray Kulübü’nün kullandığı ada. Bu ada, II. Abdülhamid’in başmimar Sarkis Balyan’a armağan ettiği bir yermiş. Burada bir de evi varmış.

Arnavutköy ve Bebek
Kuruçeşme’yi geçip Arnavutköy’e doğru ilerlediğimizde bizi Boğaziçi’nin başka bir ferahlığı karşılıyor. Yol üstünde birbirinden mamur köşkler imrendirecek kadar güzel. Evliya Çelebi de Arnavutköy’ü hassasiyetle anlatıyor. Evlerinin hepsinin Rum ve Yahudiler’e ait olduğunu yazıyor. Cami, mescid, medrese ve imareti yok. Yahudileri zevk sahibi ve saz ehliymiş. Rum Hıristiyanları’nın çoğu Laz’mış.

Arnavutköy adının, Osmanlılar’ın Arnavutluk’tan getirtip buraya yerleştirdiği kaldırım ustalarından geldiği düşünülüyor. Bunun yanında, 1468’de Arnavutluk’un alınmasından sonra, Fatih Sultan Mehmed’in buraya Arnavutları iskân ettirmesi de semtin adı hakkında bize ipucu veriyor. Son olarak Boğaziçi’nin en akıntılı yerinin de burada olduğunu söyleyebiliriz.

İstanbul’un Avrupa yakasındaki en lüks semtlerinden olan Bebek, Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde sadece bahçesi ile söz konusu ediliyor. Padişahlara mahsus bir bahçe olan Bebek Bahçesi büyük servilere sahipmiş. Bahçenin bugününe dair bir bilgiye ulaşamadık. Ancak muhtemelen sahil kısmından başlayarak tepelere doğru bir alanı ihtiva ediyordu. Bebek, mamur hâle getirilmesini Lale Devri Sadrazamı Damat İbrahim Paşa’ya borçluymuş. Uzun bir dönem terkedilmişlerin, berduşların yaşadığı bir semtmiş. Bu semtin adının da 15. asra dayandığını duyuyoruz. İhtimale göre fetih sırasında bu semtin savunmasını padişah “bebek yüzlü” bir yeniçeri olan Mustafa Çelebi’ye vermesinden dolayı semte bu ad konulmuş.

Bebek’in önemli anıt eserlerinden birine burada değinmemiz gerekiyor. Daha önce Kanlıca bahsini anlatırken Hidiv Kasrı’ndan söz açmıştık. Bu kasrın tam karşısına düşen Abbas Hilmi Paşa’nın kasrına sözü getireceğiz. Mısır Elçilik Binası olarak kullanılan, paşanın annesine dinlenmesi için yaptırdığı bir mekânmış burası. Saray, Boğaz’dan bakıldığında asıl ihtişamını ve zarafetini gösteriyor.

Evliya Çelebi, Rumelihisarı bahsini açmadan önce Önkayalar denilen yerdeki Sıtkı Efendi Camii’nin adını anıyor. “Buradan ötesi Rumelihisarı’dır.” diyor. Biz de Seyahatname’deki izimizi bu yazı için burada nihayetlendiriyoruz.