๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Tarih => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 11 Temmuz 2012, 19:28:04



Konu Başlığı: Revani Çelebi Camii
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 11 Temmuz 2012, 19:28:04
Yok olan bir eser: Revani Çelebi Camii
Önder KAYA • 72. Sayı / TARİH


Aksaray yönünden gelerek Fatih semtindeki Bozdoğan kemerlerini aştığınızda ya da başka bir deyişle Atatürk bulvarının Unkapanı’na bakan kısmının hemen başlangıcında Hıfzısıhha Enstitüsü ile karşılaşırsınız. Yapı, bugün İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sağlık Daire Başkanlığı olarak kullanılıyor. İşte bu yapının yükseldiği yerde bir zamanlar aslen Edirneli olan ve İkinci Bayezid, Yavuz Sultan Selim ve nihayetinde Kanuni devrinde şiir meclislerinin en renkli simaları arasında yer alan olan Revani Çelebi’nin bir mescidi bulunuyordu. Gerçek adı İlyas Şücâ olan şairimize, “Revani” denmesinin sebebi ise Edirne’deki evinin yakınından Tunca nehrinin geçmesinden kaynaklanıyordu. Bu nehrin ilham veren akıcılığından hareketle kendisine, “akıp giden, yürüyen” anlamında “Revani” mahlasını uygun görmüştü.

Şair ve kaçak
Revani, İstanbul’a geldikten kısa bir süre sonra Sultan İkinci Bayezid’in gözüne girmeyi başarmıştı. Dindarlığı ile tanınan Sultan, her sene sure alayları ile Mekke ve Medine’ye hediyeler gönderiyordu. Hediyelerin teslimi için de güvenilir bir sure eminine ihtiyaç duyuluyordu. İşte Revani, Sultan tarafından bu vazifeye layık görülmüştü. Ancak kaynaklar, Edirneli şairin görevini kötüye kullandığından dem vuruyorlar. Anlatıldığına göre Revani, Haremeyn yani Mekke-Medine halkına dağıtması gereken paranın bir kısmını zimmetine geçirmişti. Sultan Bayezid, bu dedikoduları duyduğunda ziyadesiyle öfkelenmiş ve Revani’nin ulufesinin kesilmesini emretmişti. Başına daha da fena işlerin gelmesinden çekinen Revani de, çareyi İstanbul’u terk etmekte bulmuştu. Tam da bu devrede gözlerine kan inmiş ve bu durumun da etkisiyle rakibi olan şairlerin hedef tahtası haline gelmişti. Nitekim rakiplerinden biri kendisini şu dizelerle yerecekti:

“Müselmanlık bu mudur ki Revanî
Unutdun Ka’beye varalı Hakkı
Ne gam ger dinine noksan gelirse
Hele dünyâna ettirdin terakkî
İçine kan dolup durdu gözüne
Seni âhir onarmaz Kâ’be hakkı”

Bu dizelere Revani de şu dizelerle karşılık verecekti:

“Be Revanî gör’e neler dediler
Bal tutan parmağın yalar dediler
Kâ’beyi böylece ziyâret eden
Din ü dünyasını yapar dediler”

Revani, Sultan’dan kaçarken onun şehzadelerinden birine sığınma yoluna gitmişti. İlginçtir ki sığındığı kişi, ne ekber şehzade olan Amasya sancakbeyi Ahmet, ne de şairane kişiliği ile ön plana çıkan Manisa sancakbeyi olan Korkut’tu. Onun tercihi, diğer kardeşlere göre çok daha uzakta bulunan ve tıpkı diğer kardeşleri gibi şairlerin hamisi olan Trabzon sancakbeyi Selim olacaktı. Talihin garip bir cilvesi olarak da tahta ilerleyen günlerde, başkente en uzak mesafede duran bu şehzade oturacaktı.

Gelgelelim Revani, Trabzon günlerinde de rahat durmamış olacak ki genç şehzadenin hışmından korkarak Mısır ya da başka bir Arap diyarına gitmek üzere Trabzon’u terk etti. Şehzade Selim, sonrasında öfkesini bir tarafa bırakarak, Revani’nin arkasından adamlarını gönderdi ve şairi Trabzon’a geri getirtti. Ancak kendi verdiği ihsanlar da dâhil olmak üzere varına yoğuna da el koydu. Yaşananlar karşısında Revani, duygularını yine kalemi vasıtasıyla dile getirecekti:

“Ne acep gerdiş-i âlem ne acep devr-i felek
Bir iki demde yele vardı otuz yıllık emek”

Sonraki yıllarda Revani, genç şehzadeye sunduğu kasidelerle onun katındaki itibarını yeniden kazanarak onun nedimleri arasına girdi. 1512’de şehzade Selim’in, sultan Selim olmasıyla birlikte Revani’nin de ikbali parladı. Kendisi bu dönemde Ayasofya Camii mütevelliliğine getirildi. İşte yazımıza konu olan mescidini de bu görevde kazandığı paralarla yaptırttı. Bir rivayete göre Sultan Selim, mescidin bulunduğu Bozdoğan kemerlerinin yakınından geçerken, karşısına çıkan küçük mescidin kim tarafından yaptırıldığını sormuş ve kendisine Revani Çelebi’nin adı verilince de “Hey koca Ayasofya Camii, sen yılda bir mescid doğurursun! Ayasofya camilerin en büyüğüdür. Onun mütevellisi her sene bunun gibi birçoklarını bina etse hayret edilmez” demişti. Bazı araştırmacılar Sultan Selim’in bu sözü, Revani Çelebi’nin yine rahat durmayarak zimmetine para geçirmesi vesilesiyle alaycı bir surette söylediğini savunurken, bazı araştırmacılara göre de Sultan, Ayasofya vakıf gelirlerinin ihtişamını bu ifadelerle dile getirmişti.

Revani, Yavuz’dan sonra Kanuni devrinde de bir müddet yaşadı ve 1524’te öldü. Kendi adıyla yaptırdığı ve yazımızda bahsi geçen Kırkçeşme mahallesindeki mescide gömüldü. İlerleyen yıllarda Yorgancı Ali namında bir kişi, bu mescide minber koydurarak camiye çevirdi. Sonradan kaybolan mezar taşı, kalın ve silindir şeklinde olup yeşile boyalıydı.

Kaynaklarda son derece neşeli, içkiye ve güzele, zevku safasına düşkün bir kişi olarak zikredilir. Yakın arkadaşlarından İshak Çelebi, ne vakit meyhaneye gitse Revani’ye orada tesadüf ettiğini kaydeder. Ömrünün sonlarına doğru ise işrete tövbe ettiği, hatta Mevlevi tarikatına intisab ettiği şeklinde rivayetler bulunuyor. Her şeye rağmen şairliğinin kuvveti hakkında, hemen hemen tüm kaynaklar müttefik.

Mescit’in geçirdiği badireler

Revani Çelebi’nin yaptırttığı mescid, vakfiyesindeki bir kayda göre 1520’de tamamlanmıştı. Çelebi, mescide gelir getirmesi amacıyla kiraya verilen 15 hücre yaptırmıştı. Bunların yanısıra salih kimselerin barınması için dokuz hücre daha inşa olunmuştu. Ancak bunların bir kısmı mescid inşa olunduktan kısa bir süre sonra harap hale gelmiş ve yerleri satılmıştı.

Mescid şehrin merkezi yerlerinden biri üzerinde konumlanmış ve tarihsel süreç içinde türlü yangınlara maruz kalmıştı. Sözgelimi IV. Murad zamanında çıkan ve İstanbul’un beşte birini yok ederek Unkapanı, Cibali, Zeyrek taraflarını kavuran yangın, muhtemelen Revani Çelebi mescidini de etkilemişti. Yine 1660’da çıkan İstanbul yangınında Fatih, Şehzadebaşı ve bu civardaki yeniçeri odaları büyük zarar gördüğüne göre, yangın Revani Çelebi mescidini de harabeye çevirmiş olmalıdır. 1693’te Cibali’de çıkan ve hemen hemen aynı çevrede etkili olan yangında da mescid muhtemelen zarar görmüştü. Tüm bunlara rağmen yapı, geçirdiği onarımlarla 1908’e kadar gelebilmişti. Bu tarihteki Büyük Vefa yangını sonrasında ise bir daha elden geçirilmeyerek dönemin pek çok yapısı gibi kaderine terk edilmişti. Zaten bu devir, Osmanlı devleti açısından türlü badirelerin yaşandığı bir devre konumundaydı.

1 Mart 1924 tarihine gelindiğinde Revani Çelebi haziresinde hummalı bir çalışma yapılmıştı. İstanbul tarihine ve eski eserlerine yaptığı katkılarla tanınan İhtifalci Mehmed Ziya Bey, bu mescidin hemen bitişiğinde bulunan Peyzen Yusuf Paşa türbesinde, Yusuf paşaya ait kalıntıları Revani Çelebi mescidi haziresine aktarmıştı. Bunu gerçekleştirirken, Revani Çelebi’nin mezarını da açtırmış ve onun kemiklerini de caminin mihrabı önünde yeni bir mezar alanına defnettirmişti. Tüm bu gelişmelerin yaşanma nedeni ise bölgede hayata geçirilen bir yol çalışmasıydı. Nitekim Osmanlı devletine yeniçeri ağalığı, Temeşvar ve Budin valiliği gibi hizmetlerde bulunan Peyzen Yusuf Paşa’nın viran olan türbesi, bu sebeple yıktırılmıştı. Muhtemelen Revani’nin mezarı da, durumdan etkilendiği için yerinin değiştirilmesi yoluna gidilmişti.

Mehmed Ziya Bey İstanbul ve Boğaziçi adlı eserinde, mezar açıldıktan sonra karşılaştığı manzara hakkında ayrıntılı bilgiler de veriyor. Onun ifadesine göre Revani’nin mezarı, zeminden iki buçuk kat aşağıda bulunuyordu. Mezar, gayet özenle hazırlanmış büyük ve düzgün kapaklarla örtülmüştü. Mezar alanına çelebiden sonra da gömü yapıldığı için, ünlü şairin kemikleri İslamî usullere uygun olarak toplanmış ve mezarının baş tarafına yığılmıştı. Kaynaklarda belirtildiği üzere kafa ve bacak kemikleri de oldukça iriydi.

Mehmed Ziya Bey yine şeriat kurallarına uygun olarak kemikleri Kur’an-ı Kerim eşliğinde, bulunduğu yerden kaldırtarak cami mihrabının önüne gömdürmüştü. Mezarı buraya nakledilen Payzen Yusuf Paşa’nın bakıyeleri de mescidin minare başına defnedilmişti. Her iki mezar yerinin belli olması amacıyla, başlarına birer servi ağacı dikilmişti.

Bölgede yapılan imar faaliyetleri bir kısmı fonksiyonlarını hâlâ yerine getirmekte olan ve tarihî değeri yüksek pek çok yapının ortadan kalkmasına sebep olurken, Revani Çelebi mescidinin de tıpkı bugüne intikal edebilmiş olan Burmalı minare mescidi gibi koruma altına alınması tasarlanmıştı. Ancak 1942-43 kışında, Atatürk bulvarının açılma çalışmaları sırasında bu mescid ortadan kaldırıldı. Mescidin yerine sonraki yıllarda inşa olunan Hıfzısıhha binasına bakıldığına aslında yıkımın ne kadar gereksiz olduğu rahatlıkla görülebilir. Zira söz konusu bina, caddeden neredeyse 30-40 metre daha içeride. Ne yazık ki sonraki yıllarda yapılan imar faaliyetleri sırasında da İstanbul’un nice güzel eseri sırf arazisine tamah edilerek yıkımlara kurban gitti. Dolayısıyla Revani Çelebi bu yolda ortadan kaldırılan ne ilk ne de son tarihî yapı oldu.