> Forum > ๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ > Mostar Aylık Kültür ve Aktüalite Dergisi > Tarih > Eski İstanbul’un sokak köpekleri
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Eski İstanbul’un sokak köpekleri  (Okunma Sayısı 1149 defa)
27 Temmuz 2012, 12:00:32
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« : 27 Temmuz 2012, 12:00:32 »



Eski İstanbul’un sokak köpekleri
Önder KAYA • 80. Sayı / TARİH


Tarih içinde İstanbul’la özdeşleşen bazı özellikler var. Öyle ki bu özellikler şehre gelen her seyyahın hemen dikkatini çekiyor. Haliç manzarası, mezarlıklar, selâtin camileri, seyyar satıcılar, Galata köprüsü ve tabii ki sokak köpekleri. Şimdilerde eskisi kadar göz önünde olmasalar da, köpekler bir vakitler belli bir saatten sonra şehrin tek hâkimiydiler. Hatta İspanyol Vicente Biasko İbanez gibi bu hayvanları, şehrin sembolleri olarak kabul eden seyyahlara bile rastlamak mümkün. Ona göre, Venedik’te San Marko Meydanı’ndaki güvercinler nasıl bu kentle özdeşleşmişse, köpekler de İstanbul’un alamet-i farikasıydı. Yine İbanez’e göre söz konusu hayvanları görmeden önce zihinlerde oluşan imge ile onları gördükten sonra oluşan imge birbirinden çok farklıydı. İstanbul’a gelmeyi tasarlayan bir gezgin; çirkin ve tüyleri diken diken, bir deri bir kemik, ağzından köpükler saçan, kuduruk hayvanlarla karşılaşmayı beklerdi. Hâlbuki İstanbul köpekleri şişman, pırıl pırıl tüyleri olan, nazik ve oyunbaz hayvanlardı. Gerçi yeri gelmişken hemen belirtmek gerekir ki köpeklerin durumu bulundukları semte göre de değişkenlik gösterebilmekteydi. Mesela Frenklerin Pera’sında bulunan köpekler görece daha cılız kalmışlardı. Zira bu hayvanlar, mobilya, kürk, kuyumcu mağazaları, kitapçı dükkânları, eczahaneler ile donanan bu diyarda yiyecek bulma konusunda talihsizlik yaşıyorlardı. Her şey bir yana zaten genel olarak Frenkler de bu hayvanların varlığına tahammül edemiyorlardı. Hatta fırsatını bulan Levantenler, musibet olarak gördükleri bu hayvanları zehirleyerek öldürme yoluna gidiyorlardı. Köpeklerin de intikamı gecikmiyordu. Bazı gezginler eserlerinde, köpeklerin Müslüman kılığındaki kişilere ilişmediklerini buna karşılık Frenk kılığındaki kişilere saldırdıklarını kaydeder.

Türklerin yoğunlukta olduğu semtlerde yer alan kelle-paça dükkânları, lokantalar, fırın ve pastaneler bu semtlerin köpeklerine her gün bir şölen çıkarıyordu. Hatta bazı zamanlarda Türkler, yavrularını emziren köpeklere özel olarak kendi yemeklerinden getirip, bir kap içinde veriyorlardı. İspanyol yazar Vicente Biasko İbanez, köpeklerin Türk halkının tüm hayvanlara karşı gösterdikleri sevgi ve şefkatten geçimlerini temin ettiklerini belirtir. Köpekler, askerler tarafından da besleniyorlardı. 19. yüzyıl ortalarında İstanbul’a gelen seyyah Gerard de Nerval, Taksim’deki topçu kışlasında bulunan neferlerin ikişerli gruplar halinde taşıdıkları kazanların içindeki yiyecekleri, kışlanın hemen dışındaki çayırlıklarda bekleyen yüzlerce köpeğe dağıttıklarını anlatır. Bunlar, kışladaki askerin tayınlarından artan yiyeceklerdi. Köpekler sadece yerli halktan değil, turistlerden de nasiplenmekteydi. İbanez, otelde yemek yedikten sonra artan ekmek parçacıklarını topladığını, lakin genellikle oteldeki diğer müşterilerin bu konuda kendisinden daha erken davrandıklarını dile getirir.

Türkler köpeklere çok merhametli davranıyorlardı. İbanez, araba süren bir Türk’ün karşısına çıkan bir köpeği ezmektense arabasını devirmeyi tercih edeceğini yazar. Köpekler de bu durumun tadını çıkarıyorlardı. Çoğu zaman yola yayılarak yatıyor, bazen de sağa sola dağılan yavrularını bir Türk’ün, ibadet ciddiyetiyle bir kutucuğun içine doldurmasını keyifli keyifli izliyorlardı. 18. yüzyıl ortasında Osmanlı ülkesini ziyaret eden Jean Thevenot da Türkler’in kurmuş olduğu hayvan vakıflarından bahseder. Türkler hayvanlara karşı akla hayale gelmeyecek, hatta Batılılara gülünç gelecek türlü hayırlar işlemekteydiler. Mesela sahipsiz kedi ve köpeklerin beslenmesi için büyük hayvan vakıfları kuruyorlardı. Fırıncılara, kasaplara bu biçare hayvanların karınlarını doyurmaları için yüklü meblağlar ödemekten çekinmiyorlardı. Aynı dönemde Osmanlı diyarını gezen Fransız botanikçi Joseph Piton de Tournefort, Türkler’in hayvanlar için kurduğu vakıf hastanelerinden bahseder. Yine İslam inancının köpeklerin evlerde bulundurulmasına izin vermediğinden, buna rağmen Türklerin bu hayvanlara iyilik yapmaktan geri durmadıklarından dem vurur. Köpeklerin uyuzları ve diğer yaraları tedavi edilmekte, doğum yapan hayvanların rahat etmesi için küçük kulubeler yapılmakta, bu da olmazsa altlarına saman serilmekteydi.

İstanbul halkı genel itibariyle semtlerinde yaşayan köpeklere sahip çıkardı ki bunun bazı nedenleri vardı. Bu nedenlerin başında dinsel duygular geliyordu. Sonuçta köpekler “ağzı var dili yok” varlıklardı. Bu sebeple değişik vesileler bulunarak ve sevabına inanılarak beslenirlerdi. Hatta Refik Halid, Aydede Dergisi’nde yayınladığı bir köşe yazısında hasta çocukların tez zamanda iyileşmesi için yapılan bir uygulamadan şu satırlarla bahseder: “Çocukluğuma ait ekmek hatıraları arasında bir de köpeklere doğranan ekmek vardır: Bir yemin, kaza, hastalık münasebetiyle başımızdan geçirirler ve onu hizmetçi vasıtasıyla sokakta köpeklere doğratırlardı. Doğrusunu isterseniz zamane köpekleri o kadar tok, besili ve nazlı idiler ki beş, on sene sonra efendilerinin bile elde edemeyecekleri bu has ekmeği adeta hatır için, bir defa çağırılmış ve aldanıp koşmuş bulundukları için yerlerdi.”

Faydaları, zararları
Köpeklerin şehir hayatı içinde pratik faydaları da oluyordu. İstanbul köpeklerinin en önemli özelliklerinden biri belediyenin tenzifat yani temizlik işlerine yaptığı katkıydı. Köpekler, özellikle gece yarısı sokaklara atılan çöplerin içinden karınlarını doyurmaya yarayacak olanlarını yiyor ve böylelikle şehrin temizliğine bir nebze de olsun katkıda bulunuyorlardı. Zira vaktinde toplanmadığı için çürüme ihtimali taşıyan ve bir takım hastalıklara davetiye çıkartabilecek olan çöpler, bu suretle büyük ölçüde ortadan kaldırılıyordu. Kalan kısım ise çöpçüler tarafından toplanıyordu. Şehirdeki hayvan leşleri de yine köpekler tarafından ortadan kaldırılıyordu. Prusyalı subay Helmuth von Moltke, 1837’de kaleme aldığı bir mektupta şehir halkının ölen at ya da eşek türünden hayvanları uygun bir köşeye ya da o muhite yakın bir yangın yerine çekerek bıraktıklarını, köpeklerin de birkaç saat içinde kendilerine ziyafet çekerek kentin temizliğine katkıda bulunduklarını söylüyor. Öte yandan köpekler geceleri yaşadıkları semte yabancıları da sokmuyorlar, girmeye kalkanları havlayarak kovalamak suretiyle ortalığı velveleye veriyorlardı. Bu durum, hırsızlara karşı korunmada hatırı sayılır bir yöntem olarak kabul ediliyordu.

Tüm bunlara rağmen köpeklerin insanları canından bezdirdiği anlar da oluyordu. Özellikle gece vakti karanlık basınca ıssız sokakta bu köpek sürülerinden birine yakalanmak tabana kuvvet kaçmayı gerektirebiliyordu. Yeterince hızlı kaçamazsanız birkaç ciddi diş izini vücudunuzda taşımanız işten bile değildi. Çünkü sürü halinde dolaşan köpekler, gündüz ne kadar korkaklarsa gece karanlığı çöküp etraf ısısızlaştığında o denli cüretkâr olabiliyorlardı.

Köpeklerden duyulan en büyük şikâyetlerden biri de hırsızlıklarıydı. Babası İngiliz sefaretinde görevli olan Dorina L. Neave, Kandilli’de oturdukları dönemde civardaki köpeklerin açık kapı ya da pencerelerden eve girerek ekmek dolabını yağmaladıklarını anlatır. Ev halkının bu başıboş hayvanları cezalandırmasına ise, bölge halkı kesinlikle izin vermiyordu. Tepkilerden çekinildiği için Bayan Neave ve ailesi, bir kayıkçı ile anlaşarak bir gece içinde yakalayabildikleri kadar köpeği sandala bindirip karşı kıyıya gönderirler. Ancak birkaç gün sonra yeni hayvanların nereden geldiğini keşfeden karşı kıyı halkı, bu hayvanların yanına yenilerini de katarak Kandilli sahiline iade ederler. Sonuç itibariyle yeni gelenlerin büyük kısmı, oranın yerel sakini olan hayvanlar tarafından parçalanmışlardı.

Aç kalan köpekler şehir sağlığını tehdit eden bazı davranışlar da sergileyebiliyorlardı. Mesela 1865’de şehirde kolera salgını baş gösterince çöpler ortaya bırakılmayarak daha sıklıkla toplanır olmuştu. Dolayısıyla karınlarını doyuramayan ve aç kalan köpekler, bilhassa Taksim civarında bulunan “Büyük Mezarlık”ta yeterince derine gömülmeyen taze cesetleri çıkarıp bunları parçalama yoluna gitmişti. Yetkililer bu sefer de başka salgınların baş göstermemesi için gerekli tedbirleri almak zorunda kalmıştı.

Sürü şeklinde dolaşan sokak köpeklerinde dikkat çeken bir diğer hususiyet de gerek grubun kendi arasında gerekse de grup dışında kalan köpeklere karşı takındıkları katı hiyerarşik tutumdu. Köpekler beslenirken kendilerine verilen ya da çöplükte buldukları ilk yiyeceği evvela sürü başına terk ediyorlardı. Halk arasında genellikle “Kaptan Paşa” adıyla anılan liderin bir kaç lokma almasından sonra sıra, diğer köpeklere geliyordu. Tüm bu süreç içinde lider köpek sokağın başında nöbet tutuyor, davetsiz bir başka köpeğin gelerek ziyafete ortak çıkmasının önünü alıyordu. Aralarındaki dayanışma bununla da sınırlı kalmıyor, sürü içindeki yavrulara hep birlikte sahip çıkıyor, kavgalarda yaralanan arkadaşlarının yaralarını yalayarak tımar ediyorlardı.

Köpekler “egemenlik alanları”nı koruma konusunda da son derece muhteristi. Gruplar halinde dolaşan sokak köpekleri, kendi egemenlik alanına yabancı bir köpeğin girmesi durumunda son derece vahşileşir ve yabancı hayvana, sürü halinde saldırırlardı. Bu nedenle sürüsünden ayrılmış bir köpeğin tek başına yaşama şansı neredeyse hiç yoktu. İbanez’in, seyahati sırasında başından geçen ilginç bir anekdotu burada belirtmekte fayda var. İbanez, bir Eyüp vapuru ile bu kutsal semte doğru yola koyulmuş, iskeleden çıkarken de vapurun içinde cılız bir köpeğe tesadüf etmişti. Hayvan, vapurdan inenlerin arasına karışarak rıhtıma çıkmaya yeltenmiş, ancak kendisini farkeden semt köpeklerinin vahşice saldırısına uğramıştı. Köpekler, tek başına olan hayvanın doğrudan kafasına dişlerini geçirmeye çalışmışlar, bunun ü...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Eski İstanbul’un sokak köpekleri
« Posted on: 18 Nisan 2024, 23:44:38 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Eski İstanbul’un sokak köpekleri rüya tabiri,Eski İstanbul’un sokak köpekleri mekke canlı, Eski İstanbul’un sokak köpekleri kabe canlı yayın, Eski İstanbul’un sokak köpekleri Üç boyutlu kuran oku Eski İstanbul’un sokak köpekleri kuran ı kerim, Eski İstanbul’un sokak köpekleri peygamber kıssaları,Eski İstanbul’un sokak köpekleri ilitam ders soruları, Eski İstanbul’un sokak köpekleriönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes