๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Tarih => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 06 Haziran 2012, 11:10:10



Konu Başlığı: Konstantin'in Şehrinden Fatih'in Payitahtına
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 06 Haziran 2012, 11:10:10
Konstantin'in Şehrinden Fatih'in Payitahtına
Önder KAYA • 55. Sayı / TARİH


Ünlü siyasetçi Machiavelli, Prens adlı eserinde Fatih’i ideal hükümdar olarak takdim eder. Şüphesiz ki bu takdimde Fatih’in, Büyük Konstantin’le birlikte İstanbul’a hayat veren, kimlik kazandıran çalışmalarının büyük bir payı var. Zira Konstantin, şehri abidevi yapılarla imar edip görkemli bir şehir haline getirirken, Fatih buna ilave olarak payitahtını hem Doğu hem de Batı’nın imrenerek baktığı bir kültür merkezi haline getirmişti.

Fatih, 29 Mayıs 1453’te Hz. Muhammed’in (s.a.v) hadis-i şerifine nail olmuş bir İslam hükümdarı olarak İstanbul’a girecek ve “Ebu’l-Feth” yani “Fetihler Babası” olarak adlandırılacaktır. Bizanslı tarihçi Laonikos Halkoniles ondan “Basileus” olarak bahsederken, Venedik kaynaklarındaki lakabı “Gran Turco” olacaktır.

Bizans’ın son döneminde yaşanan gelişmeler İstanbul’un nüfusuna da yansımış, 6. yüzyıl dünyasının en kalabalık merkezlerinden biri olan şehirdeki insan sayısı, Fatih’in kuşattığı günlerde 25-30 bine kadar gerilemişti. Aslında Fatih’in fethettiği İstanbul, eski zamanlarda “şehirlerin ecesi” diye anılan yerden çok farklı bir görünüm arz ediyordu. Tüm bunlara rağmen Fatih tarihî, psikolojik, stratejik önemini takdir ettiği İstanbul’u kendine payitaht edinirken şehrin şahit olduğu en büyük imâr hareketlerinden biri için de kolları sıvamıştı. Başta padişah olmak üzere pek çok devlet adamı, şehrin farklı yerlerinde camiler, medreseler, kütüphaneler, hamamlar yaptırmış, mahalleler kurdurmuştu. Zeyrek, Vefa, Çarşamba, Küçük Karaman, Aksaray, Eyüp gibi mahalle ve semtler bizzat Fatih’in emri ile oluşturulmuştu. Mahalleler oluşurken mahalleyi şekillendiren kişilerin kurduğu vakıflarla da bağlantılı olarak sıbyan mektepleri teşekkül etmekte, hamam ve dükkânlardan oluşan küçük imaretlerin temelleri atılmakta ve böylelikle bölge sakinlerinin temel ihtiyaçları hallolunmaktaydı. Mahalle hayatı, sosyal yaşamın da temel direği konumundaydı. Nitekim evlenme, boşanma, nüfusla ilgili muameleler ve küçük davalar mahalle imamına bırakılmakta, onu aşan meseleler ise kadılıklara havale edilmekteydi. Gerek Bizans’ın son devirlerinde ve gerek ise kuşatma günlerinde harabe haline gelen şehrin güvenliğini sağlama görevi subaşı tayin edilen Karıştıran Süleyman Bey’e verilirken, şehrin belediye ve adalet işleri ile ilgilenmesi için de kadılığa Nasreddin Hoca’nın torunlarından Hızır Çelebi getirildi.

Şahsiyetli imar

Hızır Çelebi aynı zamanda yine temelleri Fatih tarafından atılan kent yönetim organizasyonunun da merkezindeydi. Fatih şehri fethettikten kısa bir süre sonra dört büyük idari birim kurdu. İlk birim olan Suriçi kadılığının başındaki kişi “İstanbul efendisi” olarak adlandırılıyor ve en nüfuzlu kadı olarak kabul ediliyordu. Sur dışında kalan üç bölgenin idaresine ise Bilâd-ı Selase ya da üç belde kadılığı adı verilmişti. Bunlar Eyüp, Galata ve Üsküdar kadılıkları idi. Kadılıkların altında da 13 nahiye yer alıyor, nahiyeler ise mahallelerden oluşuyordu. İlk kurulan nahiye Ayasofya olurken, bunu Mahmut Paşa, Vefa, Fatih ve diğerleri izlemiştir.

İmar faaliyetleri çerçevesinde Fatih de, yapımı Büyük Konstantin zamanına kadar dayandırılan ve İstanbul’a hâkim bir noktada yer alan Havariyyun Kilisesi’nin yıkıntıları üzerine kendi adını taşıyan bir cami ile görkemli bir medrese yaptırmıştı. Bu, aynı zamanda kentteki “Selâtin” yani Sultan camilerinin ilk örneğidir. Ne yazık bu ilk örnek günümüze kadar ulaşamamıştır. 1766’da meydana gelen büyük depremde caminin kubbesinin çökmesi neticesinde yapı, dönemin padişahı III. Mustafa tarafından tamamen yıktırılarak bambaşka bir üslupta yeniden yaptırıldı. Bu nedenle kentin orijinal haliyle yaşayan en eski selâtin camisi, Fatih’in oğlu tarafından inşa ettirilen II. Bayezid Camii’dir. Fatih, caminin çevresine sekizi kuzeyde ve sekizi güneyde olmak üzere toplam 16 kısımdan oluşan bir medresenin yanı sıra darüşşifa, tabhane, imaret, kervansaray, kütüphane ve türbe de yaptırtmıştı. Fatih’in, Arapça ve Farsça dışında yabancı dillerdeki eserlerden de oluşan kütüphanesinin ilk hafız-ı kütübü (kütüphane görevlisi) ise devrin değerli bilgini Tokatlı Molla Lütfi olacaktır.

Fatih, külliyenin yakınına koşum ve eyer takımlarının yapıldığı bir Saraçhane de inşa ettirmişti ki, burası Zeyrek yakınlarında kurulan Atpazarı’na da son derece yakındı. Bilindiği üzere “saraç”, at koşum takımları yapan meslek erbabına verilen addır. Yine az önce de belirttiğimiz üzere kendi camisi ile Zeyrek Camii arasında bulunan alanda bir atpazarı şekillenmişti. Bölgenin askeriye ile bu denli ilgili pazar yerlerine sahip olmasının nedenini ise, daha Fatih devrinden itibaren yeniçeri kışlalarının bu semte yakın yerlere konuşlandırılmasında aramak gerekir. Kapıkulu Ocağı, fetih sonrasında Edirne’den İstanbul’a taşınmış ve bu birime kışla alanı olarak da bugünkü Şehzadebaşı semti ile Vezneciler semtleri seçilmişti. Sonraları, genişleyen ocak için bu mekân yetersiz kalınca, bugün Sofular ve Ahmediye mahalleleri ile Vatan Caddesi’nin bir kısmını içine alan Aksaray semtindeki yeni odalar inşa ettirilecekti. Eski odaların bir kısmı, Şehzade Camii’nin yapımı sırasında ortadan kaldırılacak, ancak her iki kışla da Yeniçeri Ocağı’nın varlığını devam ettirdiği 1826 yılına kadar yaşayacaktır.

Sultan, günümüzde İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler ve Hukuk Fakülteleri’nin bulunduğu yerde Topkapı Sarayı öncesi bir saray inşa ettirmişti. Sultan’ın, sarayın yapımını 1453’te başlattığını ve iki yıl gibi kısa bir zamanda da tamamlattığını biliyoruz. Sarayın büyük bir kısmının ahşap olması bu kadar kısa bir sürede inşa edilebilmesinin en önemli nedenlerindendi. Bugün Eski Saray olarak adlandırdığımız bu sarayın kapladığı alan son derece genişti. Öyle ki 15. yüzyılda Bayezid ve 16. yüzyılda Süleymaniye Camii inşa olunurken işte bu eski saray arazisi üzerine kurulmuşlardı. Sarayda padişah için dinlenme mekânı, taht odası, harem, bazı köşklerin yanı sıra bir de av sahası bulunmaktaydı. İlerleyen yıllarda Bizans imparatorlarının Büyük Sarayı’nın bulunduğu alan üzerinde, Ayasofya’nın hemen arkasında, Topkapı Sarayı inşa ettirilecektir. Saray, Fatih’ten sonra tahta çıkan diğer padişahlar tarafından yapılan eklemelerle sürekli genişleyecektir. Bir dönem bu saray kompleksinin içinde kalan ve halen İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin karşısında yer alan Fatih’in yazlık sarayı Çinili Köşk de zikredilmesi gereken bir diğer yapıdır.

Zafer kazanan Roma ve Bizans imparatorlarının şehre giriş yaptığı “Altın Kapı”yı da yeniden ele alan Fatih, burada Yedikule Hisarı denilen bir iç kale inşa ettirmişti. Bu yapı, hem bir hapishane hem de bir ara hazine binası olarak kullanılmıştı. İstanbul’un sembollerinden olan ve temelleri Bizans zamanında atılan Kapalıçarşı da onun zamanında genişletilmişti. Çarşının temeli olan Sandal ve Cevahir bedestenleri tıpkı şehrin imarında olduğu gibi farklı paşaların ve ağaların bu çevrede yaptırdıkları han ve çarşılar bir ticaret ağı haline gelecektir. 1701’deki yangın sonrasında ise tüm bu çarşı ve hanlar ağının yangına karşı bir tedbir olmak üzere üstü örtülmüş ve böylelikle çarşı hemen hemen günümüzdeki şeklini almıştır.

Bunun dışında Fatih devrinin devlet ricali, yine padişahın emri ile İstanbul’un imarında önemli roller oynamışlardır. Bu kişiler İstanbul’un muhtelif yerlerinde inşa ettirdikleri cami, medrese, çarşı gibi yapıların etrafında Müslüman halkın toplanmasını ve böylelikle de şehrin daha yaşanılası bir cazibe merkezi haline gelmesini temin etmişlerdir. Değerli araştırmacılarımızdan Mithat Sertoğlu, bu durumdan dolayı son derece hoş bir çalışmasına gayet de haklı olarak Paşalar Şehri İstanbul adını vermiştir.

Milletin renkleri

Şehrin azalan nüfusunun canlandırılması için de bir dizi tedbir alınmıştı. Fatih zamanında fethedilen pek çok bölgenin halkı sürgün yöntemi ile şehre göç ettirilmişti. Nitekim bu göç hareketi sonrasında iç Anadolu’da yaşayan halk Aksaray semtini, Samsun Çarşamba’da yaşayan halk Fatih Camii arkasında yer alan Çarşamba semtini oluşturdular. Galata ve Silivri halkı da büyük ölçüde sur içine nakledilmişti. Sonraki yıllarda Sırbistan, Mora, Ege adaları, Amasra ve Trabzon üzerine yapılan seferler sonrasında da pek çok insan yeni başkente gönderildi. Yine Sultan, Rumeli’ye fermanlar yollayarak bölge halkını Konstantinopolis’e yerleşmeye teşvik etmiş, Anadolu’da işe yarar usta ve zanaatkârları da aileleri ile birlikte şehre getirtmişti.

Galata semtinden kaçan Rum ve İtalyan ahaliyi de geri getirtmek için belli bir süre içinde şehre geri dönmeleri durumunda mülklerinin aynen iade olunacağı ve gerekirse evlerinin ve diğer binalarının da tamir ettirileceği ilan edilmişti. Fatih, Galata halkını ve bilhassa Cenevizlileri bölgeye çekmek için onlara bir de ahidname vermişti. Bu ahidnamede İstanbul’un yeni efendisi olarak bölge halkının “paralarına, erzaklarına, mülk ve depolarına, bağlarına, değirmenlerine, gemilerine ve sahip oldukları hiçbir şeye dokunmamayı, bura halkını ve çocuklarını yeniçeri olarak almamayı, kiliselerini camiye dönüştürmemeyi” taahhüd ediyor, bunun karşılığında “yeni bir kilise inşasına kalkışılmamasını ve Galata surlarının yıkılmasını” emrediyordu. Buna rağmen geri dönmeyenlerin malları ve arazileri devletleştirilmiş ve sonradan isteyen kimselere kiralanmış, bazı mülklerde buraya yerleşmek isteyen Müslümanlara verilmişti. Böylelikle zaman içinde bölgede Müslüman mahalleri de teşekkül etmeye başlayacaktır. Galata’nın çevresinde bulunan Kasımpaşa’ya tersanenin taşınması ve savaşlarda kullanılan topların döküldüğü Tophane semtinin oluşmasıyla, Müslüman ahalinin bölgedeki sayısı daha da artacaktır.

Daha onun iktidarı döneminden başlayarak bazı semtler Fatih’in esaslarını belirlediği millet sistemi çerçevesinde bir renk almaya başlamıştı. Fatih tarafından temelleri atılan ve Eyüp Camii çevresinde şekillenen kutsal semt ile kendi külliyesini inşa ettirdiği şehrin dördüncü tepesi çevresine Müslüman halkın iskân edildiğini görürüz. Ticaret, büyük ölçüde gayrimüslimlerin elinde olduğundan dolayı Galata semti ile Haliç kıyısındaki Fener, Balat, Ayvansaray, Cibali gibi semtler ve Marmara Denizi kıyısındaki Samatya ve Kumkapı gibi bölgeler büyük ölçüde azınlıklara bırakılmıştı. Daha doğrusu bu bölgelerde önceden de var olan yapı, büyük ölçüde korunmuştu. Müslümanların yerleştiği alanlar ise genel itibariyle Bizans zamanında çok rağbet görmeyen mevkilerdi. Buralarda ya imparatorlara ve aristokratlara ait saraylar ya da manastırlar bulunmaktaydı. Yalnız Bizans’ın son iki yüzyılında neredeyse müstakil bir hale gelen Galata semtinin bu statüsünü devam ettirmesine izin verilmeyerek, surları yıktırılmıştır. Fatih’in imar faaliyetleri çerçevesinde inşaat işlerinde uzmanlaşmış çok sayıda kalifiye çalışanı da İstanbul’a getirttiği bilinir. Nitekim binaların tamiri ve yeni bina yapımı için ihtiyaç duyulan dülgerlerle kireççilerin şehre getirilmesi için Trabzon, Kastamonu ve Sinop valilerine emirler gönderilerek 5000 hanenin yeni başkente sürülmesi emrolunmuştur. Alınan tedbirler sonuç vermiş ve Fatih’in saltanatının son yıllarında şehrin nüfusu bazı araştırmacılara göre 80, bazılarına göre ise de 100 bini bulmuştur.

Kültürü fazlasıyla önemseyen padişahın şehre hâkim olduktan sonra ilk yaptığı icraatlardan biri, dönemin en önemli ilim mahfili olan medrese ihtiyacını mümkün olan en kısa ve pratik yoldan halletmekti. Bu amaçla Ayasofya Kilisesi camiye çevrilirken, papaz odaları da medreseye dönüştürülmüştür. Yine Zeyrek adıyla camiye dönüştürülen bir diğer devasa Bizans yapısı olan Pantakrator Kilisesi’nin de bazı kısımları medrese haline getirilmiştir. Her iki kurum da 1470’te Fatih Camii avlusunda Sahn-ı Seman Medreseleri yaptırılana kadar imparatorluğun en saygın eğitim kurumu olma özelliklerini korumuşlardır. Fatih devri medreselerinde Timur Devleti ülkesinden gelen Ali Kuşçu, zamanın Ebu Hanife’si olarak anılan Molla Hüsrev, görev yaptığı medreseye de adını veren Molla Zeyrek, Hocazade namıyla bilinen Musluhiddin Mustafa gibi değerli âlimler dersler vermiştir.

Denilebilir ki Fatih, Büyük Konstantin’le birlikte İstanbul’a hayat veren, kimlik kazandıran en önemli hükümdardır. Konstantin, şehri abidevi yapılarla imar edip görkemli bir şehir haline getirirken, Fatih buna ilave olarak payitahtını hem Doğu hem de Batı’nın imrenerek baktığı bir kültür merkezi haline getirir. Belki de bundan dolayı ünlü siyasetçi Machiavelli, Prens adlı başyapıtında onu ideal hükümdar olarak takdim ediyor.