๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Tarih => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 09 Haziran 2012, 17:58:26



Konu Başlığı: 1204 Haçlı İstilası ve Konstantinopolis
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 09 Haziran 2012, 17:58:26
1204 Haçlı İstilası ve Konstantinopolis
Önder KAYA • 53. Sayı / TARİH


İstanbul tarihte birçok kez kuşatıldı ve üç büyük işgal yaşadı. 13 Nisan 1204 tarihli ilk istila, gerek meydana getirdiği tahribat gerek Hıristiyan dünyasında yol açtığı büyük infial nedeniyle uzun süre hafızalardan silinmedi.

İstanbul tarihsel süreçte, kurulduğu ilk andan itibaren önemini muhafaza eden ender şehirlerden biri. Bugün de kent, gerek Ortadoğu gerekse Balkanlar baz alındığında sahip olduğu emsalsiz değerleri ile neredeyse rakipsiz. Bundan dolayı, geçmişte defalarca kez muhasara edildi. Kuşatmalar sonrasında ise üç büyük işgale maruz kaldı. Bunlardan ilki 13 Nisan 1204, ikincisi 29 Mayıs 1453 ve sonuncusu da 16 Mart 1920’de gerçekleşmekle beraber ilk istila gerek meydana getirdiği tahribat ve gerekse de Hıristiyan dünyasında yol açtığı büyük infial nedeniyle uzun süre hafızalardan silinmedi.

İlginçtir, 1204’te vuku bulan bu istila teşebbüsünün çıkış noktası, Hıristiyan dünyasına hizmet iken, sonuçta Hıristiyan dünyasının o vakte kadar şahit olmadığı büyük bir şokun yaşanmasına neden oldu. 1200 yılına gelindiğinde Papa’nın çağrısı sonrasında Fransa ve civarındaki bölgelerden gelen derebeylerinin katılımı ile oluşan bir Haçlı ordusunun temelleri atıldı. Orduyu kumanda eden liderler, kutsal topraklara deniz yoluyla gitmeye karar verdiler ve bu işin üstesinden en kolay gelecek devlet konumundaki Venedik Cumhuriyeti’ne kendilerini kutsal topraklara taşımaları için bir öneride bulundular. Venedik’in başında bu dönemde tarihinin en önemli Dukası olan Enriko Dandalo bulunuyordu. Duka, Haçlılar’a 4500 şövalye ve yirmi bin yayadan oluşan askerî kuvveti, kutsal topraklara taşımak karşılığında toplam 85 bin marklık bir fatura çıkardı. Ertesi yıl Venedik, üzerine düşeni yerine getirdi ve sefer için gayet mükellef bir donanma oluşturdu. Ancak Haçlılar’ın bazıları Apulia başta olmak üzere İtalya’daki başka limanlardan hareket ettikleri için Venedik’e beklenen sayıda Haçlı gelmemiş ve Haçlılar, Venedik’e vaat ettikleri parayı toparlayamamışlardı. Bunun sonucunda 34 bin marklık bir açık ortaya çıktı. Venedik’i idare eden ve bir savaşta aldığı darbelerden dolayı da kör olan Duka Dandalo, Haçlılar’a akıllara ziyan bir teklifte bulundu. Macarlar yakın zamanda Venedik’e ait bir liman bölgesi olan Zadar şehrini aldılar. Duka, stratejik ve ekonomik açından kendileri için çok önemli olan bu kentin geri alınmasına yardım etmeleri karşılığında 34 bin marklık borcun vadesini geciktireceğini bildirdi. Ayrıca şehir zaptedilirse ganimetin yarısını da Haçlılar’a vaad etti. Haçlı liderleri bu teklifi ister istemez kabul ettiler.

1195 yılına gelindiğinde Konstan-tinopolis’te yeni bir taht krizi yaşanacaktı. Bu yıl içinde tahtta bulunan İkinci İsakios, daha önce Türkler’in elinden fidye vererek kurtardığı ağabeyi Aleksios tarafından tacından edildi. Üçüncü Aleksios adıyla tahta çıkan yeni imparator, kardeşinin gözlerine kızgın demirle mil çekerek kör ettiği gibi, kendisi ile aynı adı taşıyan yeğeni genç Aleksios’la beraber zindana kapattırdı. Baba-oğulun zindanda geçen yaklaşık 8 yıllık mahpus hayatı sonrasında genç Aleksios, amcasının elinden kurtularak Avrupa’ya kaçtı. Aleksios’un, amacı, Avrupa’dan alacağı yardımla amcasını tahttan uzaklaştırmaktı. Bu sıralarda Venedik’te toplanan Haçlı ordusu genç Aleksios’a aradığı fırsatı verdi.

Genç Prens, öncelikle kız kardeşi İrene ile evli olan Alman İmparatoru Filip’in yanına gitti. Ancak eniştesi kendisine doğrudan yardım etme şansının olmadığını açık bir dille ifade etti ve ona, Venedik’te toplanan Haçlılar’la temasa geçmesini öğütledi. Bu sırada Zadar alınmıştı ancak Haçlılar hâlâ gerek Venedik’e olan borçları gerekse de sefer sırasında ihtiyaç duyacakları malzemeleri temin için nakit paraya ihtiyaç duymaktaydılar. Haçlı karargâhına davet edilen Aleksios’la Haçlılar arasında yapılan görüşmeler sonrasında her iki tarafı da memnun edecek bir anlaşmaya varıldı. Buna göre Haçlılar, tahtın meşru sahibi olarak kabul ettikleri Aleksios ve babası İsakios’u tahta geçirecekler, bunun karşılığında da iki yüz bin mark gümüş para alacaklardı. Ayrıca Bizans Prensi, Haçlılar’ın bir yıllık erzak gereksinimlerini temin etmeyi, masrafları kendisine ait olmak üzere sefere 10 bin asker vermeyi ve hayat boyu kutsal topraklarda bulunarak bu toprakların korunması için görev alacak 500 şövalyeyi masraflarını karşılamak suretiyle görevlendirmeyi taahhüt ediyordu. Duka, sefer mevsiminin geçmesini ve vaad edilen teklifin kutsal hedefe harcanması fırsatının tepilmemesini gerekçe göstererek Zadar’daki Haçlıları, Konstantinopolis üzerine sevk etmeyi başardı. Yolculuk esnasında daha ilk anlardan itibaren Duka Dandalo insiyatifi eline almaya başlamıştı. Nitekim Çanakkale Boğazı geçilip İstanbul’a yaklaşıldığında bazı Haçlılar’ın karaya çıkarak yola buradan devam etme teklifine Dandalo “Karadan gidilirse ordudan erzak temin etme sıkıntısı ve yağma amaçlı kopmalar yaşanabileceğini, ancak yola donanma ile devam edilmesi durumunda kıyıların yağmalanması ile bu ihtiyaçların kolayca karşılanabileceğini ifade ile diğer Haçlılar’ı ikna etti. Bu plan çerçevesinde Haçlılar, Kadıköy ve Üsküdar çevresini yağmaladılar. Buradan da Haliç’i zorlayarak Venedik kadırgalarının da yardımıyla şehri kontrol altına almayı ve yanlarında bulunan genç Prensi tahta oturtmayı hedeflediler. Zaten Prens Aleksios da sahil surlarına yaklaşıldığı anda halkın kendi lehine döneceğine ve işlerin tereyağından kıl çekercesine kolay olacağına dair güvence vermişti. Ancak gelişmeler hiç de öyle olmadı. Halkın şehir surlarına kadar yaklaşan genç Prens’e başkenti tehlikeye atması nedeniyle hakaret etmesi karşısında, Haçlılar saldırıya geçerek Haliç’e girişi engelleyen meşhur zincirin bulunduğu bugünkü Karaköy Sahili’ndeki Kastellon Kulesi’ni ele geçirdiler. Böylece Venedik Donanması Haliç’e girebildi. Haçlılar, Haliç’ten karaya çıkarak Ayvansaray-Edirnekapı civarında ağırlıklı olarak ordugâhını kurarken, Venedik Donanması da sahil kesiminden şehri ablukaya aldı. Kuşatmanın şiddetlenmesi üzerine 3. Aleksios şehri terk etti ve kent Haçlılar’ın eline geçti. Haçlılar, yanlarında bulunan genç Prens’i, 4. Aleksios adı ile tahta geçirdikleri gibi, bu Prens’in babası olan 2. İsakios’u da zindandan çıkararak ortak imparator ilan ettiler. Bu olayın hemen ardından Haçlılar şehir surlarının dışına çıkarak kamp kurdular ve Aleksios’un vaatlerini yerine getirmesini beklemeye
koyuldular.

Murzuplos Haçlılar’a karşı

Kısa bir süre sonra da Haçlılar’a ilk ödemeler yapılmaya başlandı. İlk etapta Aleksios’un söz verdiği 200 bin markın yarısı verildi. Bu miktarı temin edebilmek bile çok zor olmuş, parayı denkleştirebilmek için bazı kiliselerdeki değerli eşyalar eritilmek zorunda kalınmıştı. Bu durum da doğal olarak halk nazarında gerek imparator ve gerekse Haçlılar’a karşı olan memnuniyetsizliği tetiklemişti.

Öte yandan Aleksios’un kentte birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyulan böylesi bir zamanda amcasıyla iş birliği yoluna gidenleri yakalatması ve cezalandırması halkın nazarındaki meşruluğunu neredeyse tamamen yok etti. Tüm bu faaliyetleri süresince sırtını Haçlılar’a dayaması da kendisine duyulan nefreti arttırdı. Böylece halk, yeni bir lider arayışı içine girdi. Bir önceki imparatorun damadı olan Murzuplos işte böyle bir ortamda sivrildi. Sarayda üst düzey bir görevli olan Murzuplos, mevkiini kullanarak bir gece 4. Aleksios’u tutuklamış ve zindana attırmış ardından da babası 2. İsakios’un ölümünden kısa bir süre sonra 4. Aleksios’u boğdurtmuştu. Haçlılar’ın kent dışında kamp kurmaları ve gelişmelerin çok hızlı olması Murzuplos’un başarıya ulaşmasını sağladı. Gelişmeler Haçlılar’a şehre hâkim olmak ve yağmalamak için aradıkları fırsatı da verdi. Esasen işbirlikçileri olan imparatorun öldürülmesine tepki veren Haçlılar, hadiseyi “bir lordun senyörüne yaptığı terbiyesizlik” olarak gösterip, feodal yasalar çerçevesinde Murzoplos’tan intikam almak için yemin etmişlerdir. 5. Aleksios olarak da anılan Murzuplos, Haçlılar’a yapılan ödemeyi kestiği gibi onlara şehir surlarını bir an önce terk etmelerini bildirerek adeta mücadeleyi yeniden alevlendirmiş ve şehrin sonunu hazırlayan süreci başlatmıştır. 13 Nisan 1204 günü şehre yapılan son saldırının başarıya ulaşması ve 5. Aleksios Murzuplos’un şehri terk etmesi sonucunda Konstantinopolis’in yağmalanma ve ganimetlerin paylaşılma süreci de başlamış oldu.

İşgal öncesinde varılan anlaşma gereğince elde edilen ganimetin 3/8’i Venedik hissesi, 2/8’i Alman İmparatoru ve 3/8’i de diğer Haçlılar arasında bölüşülecekti. Fakat legal diyebileceğimiz bu yağma dışında illegal yollardan da pek çok eser yağmalandı ve Avrupa’ya taşındı. Dönemin tanığı ve Haçlı ordusunda üst düzey idarecilerden biri olan Geoffroi Villehardouin, işgal sonrasında kazanımın çok büyük olduğunu, çalınanlar ve Venedikliler’in payı düştükten sonra bile geri kalan paranın 400 bin marktan daha fazla olduğunu belirtir.

Öte yandan diğer tarafın sözcüsü konumundaki ve şehrin yağmalanmasına bizzat şahit olan Bizanslı tarihçi Niketas, zamanında Müslümanlar’ın da Kudüs’ü Bizans’tan aldığını, ancak burada yaşayan halka çok iyi muamele ederek Hazreti İsa’nın mezarına rahatsızlık vermediklerini, fakat dindaşları olan Haçlılar’ın yaptıklarının bağışlanabilir bir tarafı olmadığını dile getiriyor ve şu cümleleri sarfediyordu: “Hıristiyan topraklarında kan dökmeden geçip gideceklerine, sadece Müslümanlar’ın üzerine yürüyeceklerine yemin edenler, İstanbul’da katliamın en dehşetlisini yaptılar. Haçı omuzlarında taşıdıkları sürece evlenmeyeceklerine yemin edenler kendilerini Tanrı’ya adayan rahibelerimize tecavüz ettiler. Kudüs’teki Kutsal Mezar’ın intikamını almak bahanesi ile harekete geçenler altın ve gümüş uğruna haçın üzerinde tepinmekten çekinmediler.”

Kendisi de bu sefere katılan Haçlılardan biri olan Robert de Clari de, kaleme almış olduğu tarihinde Haçlılar’ın kadınlara tecavüz etmeyeceklerine, elbiselerini asla çıkarmayacaklarına, keşiş, rahip, rahibe konumunda olan kutsal kişilere el sürmeyeceklerine, kilise ve manastırlara zarar vermeyeceklerine azizler üzerine yemin ettiklerini ifade eder. Fakat şehrin başına gelenler bu yeminin layığıyla tutulmadığının bir göstergesi. Diğer yandan aynı müellif şehirde karşılaştığı zenginlik ve ihtişamı anlatırken yağmalanan eserler hakkında da gayet ayrıntılı bilgi veriyor. Bu durum onun İstanbul’un zenginliğini dillendirdiği şu satırlarda açıkça kendini belli ediyor: “Dünya kuruldu kurulalı ne İskender zamanında, ne Şarlman devrinde, ne daha önce, ne daha sonra bu kadar büyük, bu kadar zarif, bu kadar fevkalade servet ne görülmüş ne alınmıştır. Kanaatimce dünyanın en zengin kırk şehrinde Konstantinopolis’te bulunan servet bulunmaz. Rumlar, dünya servetlerinin üçte ikisinin Konstantinopolis’te, üçte birininse orada burada olduğunu söylüyorlar.”

Badouin Dönemi

Kentin istilasının beraberinde getirdiği en büyük problem, yeni imparatorun kim olacağı meselesiydi. Haçlı ordusunda pek çok feodal lord bulunmakla birlikte bunların arasında özellikle iki isim ön plana çıkmaktaydı: İlki Flandre bölgesinin kontu Badouin (ki kardeşi Henri de kendisi ile beraberdi), ikincisi ise Marki del Monferetto idi. Seçimin en adilâne şekilde yapılacağı ve seçimi kaybeden kişinin küstürülmemesi gibi hassas konular da sıkıntı unsuru olarak Haçlıları bekliyordu. Sonuç olarak bu problemi, altısı Haçlılardan diğer altısı ise Haçlıları bölgeye getiren ortakları Venediklilerden oluşan toplam 12 kişilik kurulun bu iki adaydan birini seçmesi yoluyla çözdüler. Bu suretle tarafsızlık nispeten temin edilmiş olacaktı. Kaybeden kişinin küsüp gitmemesi ve böylelikle de Haçlıların bölgede en çok ihtiyacını hissettikleri insan gücünün azalmaması için de, kaybeden tarafa Yunanistan Yarımadası’nda ele geçirilecek olan Bizans topraklarının idaresinin bırakılmasını karara bağladılar. Oluşturulan 12 kişilik kurul, Flandre kontu Badouin’de karar kıldı. Marki del Monferetto ise Selanik başta olmak üzere Balkanlar’da ele geçirilecek olan toprakların idaresine tayin olundu. Ancak bu pempe tablo uzun sürmeyecek, kısa bir süre sonra Haçlı liderleri arasında siyasi krizler ortaya çıkacaktı. Zaten Avrupa’nın farklı bölgelerinden (Fransa, Almanya, Flaman, Lombardia ve Venedik) kalkıp, farklı liderler önderliğinde doğunun bu destansı başkentine gelen güçler arasında denge tesis edebilmek neredeyse imkânsızdı.

16 Mayıs 1204’te taç giyerek ilk Latin kralı olan Badouin, hâkimiyetini meşrulaştırmak amacıyla kardeşi 3. Aleksios tarafından boğdurulan eski imparator 2. İsakios’un aynı zamanda Macar kralının kızkardeşi olan eşi ile evlenme yoluna gitti. Yeni imparatorun ikametine de daha önce Bizans imparatorlarının ikamet ettikleri Marmara Sahili’nde, bugünkü Çatladıkapı semti civarındaki Bukaleon Sarayı ile Edirnekapı’dan Ayvansaray’a doğru uzanan Blakherna Sarayı tahsis edildi. Seferin adeta organizatörü olan yaşlı Venedik Doçu Enriko Dandolo da güvendiği bir din adamını patriklik makamına getirdi. Böylelikle Papa’nın da rüyaları gerçekleşmiş ve kendisine tam anlamıyla sadık bir patriği Konstantinopolis’e yerleştirmiş oluyordu.

Latin Krallığı daha doğum aşamasında iken önce bazı liderlerin imparatorun tutumundan duydukları rahatsızlıktan dolayı bölgeden ayrılması, bazılarınınsa aynı nedenden dolayı ettikleri bağlılık yemininden cayması sebebiyle zayıfladı. Öte yandan krallığın amansız rakipleri de bulunmaktaydı ki bu rakiplerin başında Balkanlar’daki Epir Despotluğu, Trabzon Rum İmparatorluğu ve tabii ki Bizans hükümdar ailesinin kurmuş olduğu en güçlü devlet olan İznik İmparatorluğu bulunmaktaydı. Bunlardan bilhassa son ikisi coğrafi konumlarının yakınlığının da etkisiyle imparatorluğun gerçek kalbini geri almak için amansız bir mücadelenin içine gireceklerdi. Bu tehdide Latin Krallığı’nın ilk yıllarında Balkanlar’da Bulgar Krallığı da eklenecekti. Bulgarlar’ın başında bulunan efsanevi kralları Kolayan, ilk Haçlı kralını 1205 yılında Edirne yakınlarındaki bir savaşta mağlup ve esir ederken, Konstantinopolis, Kolayan’ın 1207’de Selanik’i kuşatırken ölmesi ile rahat bir nefes alacaktı. Türkiye Selçukluları da, Latin Krallığı’nın Anadolu’daki en ciddi rakibi olan İznik Rum Devleti’ni bir süre meşgul edecekti. Yani mevcut durum Konstantinopolis’teki Haçlı Krallığı’nın bir süre daha hayatta kalmasını temin edecekti.

İznik Rum İmparatoru 8. Mikael Paleologos 1261 yılının Temmuz ayında atalarının başkentini geri alma başarısını gösterdi. Ancak şehir eski ihtişamından çok şey kaybetmişti. Yarım asırdan fazla süren saltanatları döneminde Latin krallar şehrin dokusuna neredeyse hiçbir katkıda bulunmazken, Konstantinopolis’in bir efsaneler şehri olmasına neden olan pek çok zenginlik de 1204’teki vandalizm evresinde Batı’ya kaçırılmıştı. Konstantinopolis, 1453’deki iktidarın el değiştirmesine kadar olan süreçte toparlanmaya çalışacak, Roma Tarihi’ne ve teşkilatına ilgi duyan ve cihangirane bir fikrî yapıya sahip olan Fatih Sultan Mehmet ile birlikte ise yeniden eski saygınlığına kavuşma sürecine girecekti.