๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Takva Bilinci => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 26 Ekim 2010, 11:41:06



Konu Başlığı: Takva Peygamberin de tavsiyesidir
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 26 Ekim 2010, 11:41:06
6- Takva Peygamber'in de Tavsiyesidir:
 

Hz. Muhammed (s.a.v)'in peygamberlik görevinin özü insanları hidayete (doğru yola) ve takvaya davet etmektir. O'nun bu daveti her bakımdan insanlar için iyidir. Böyle bir çağrıya karşı gelmek ise olacak şey değildir.[321] Hidaye­te erebilmek ve hidayette olmanın gereğini yapabilmek ancak takva bilinciyle olur. Bundan dolayı Hz. Muham­med de diğer peygamberler gibi insanları Allah'tan ittika etmeye, takva ile davranmaya çağırmıştır.

Ebu Hureyre (ra)'nin rivayetine göre Peygamberimize şöyle soruldu:

"İnsanları cennete en çok hangi amel sokar?" Buyur­du ki:

"Allah'tan ittika etmek ve güzel ahlâk."

"İnsanları cehenneme en çok hangi şeyler götürür?" diye sordular. Buyurdu ki;

“Ağız ve edep yeri (şehvet)."[322]

Ebu Ümame (r.a)'nin rivayetine göre Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Mü'minin faydalandığı en iyi nimet takvadır..."[323]

Abdurrahman b. Amr ile Hacer b. Hacer anlatıyorlar:

Hakkında Tevbe Sûresi'nin 92. âyeti inen İrbaz b. Sâ­riye (ra)'yi ziyarete gittik. Selâm verip dedik ki:

“Bizler sa­na ziyaretçi ve birşey öğrenip dönücüler olarak geldik.” (Bunun üzerine) İrbaz (r.a) şöyle anlattı:

"Peygamber (s.a.v), birgün bize namaz kıldırdıktan son­ra ayağa kalktı ve çok etkili bir vaaz yaptı. Öyle ki bu vaazın etkisinden gözler yaşardı, kalpler titredi. (Orada bulu­nanlardan) birisi, 'Ya Rasûlâllah! Bu konuşmanız veda va­azı gibi oldu. Bize (bundan sonrası için) ne tavsiye edersi­niz?' dedi.”

Peygamberimiz (s.a.v) buyurdu ki:

"Size, Allah'tan ittika etmenizi (O'na karşı sorumlu­luk bilinci duymanızı), başınızdaki idareci Habeş'li bir kö­le de olsa (Allah'ın indirdiği ile hükmettiği sürece), dinle­yip itaat etmenizi tavsiye ederim. Sizden uzun müddet yaşayanlar pek çok anlaşmazlıklar görecek. Böyle bir durum­da size, benim sünnetime ve raşid halifelerime uymak dü­şer. Onlara sımsıkı tutunun, azı dişlerinizle (de olsa) onla­ra sarılın. Sonradan uydurulan ve dine sokulan işlerden (bid'atlerden) kaçının. Şüphesiz (dince doğru olmayan) ye­ni şeyler bid'attir. Her bid'at dalâlet, her dalâletin sonu da

ateştir.”[324]

Cabir (r.a)'den rivayetle, Rasûlüllah (s.a.v) buyurdu ki:

"Ey insanlar, Allah'a karşı muttaki olun (sorumluluk bilinci taşıyın) ve (dünyalık) istemede orta yolu izleyin. Zira hiç kimse yoktur ki, (Allah'ın kendisine takdir ettiği) rızkını eksiksiz elde etmeden ölmüş olsun. Rızık gecikse bile kişi ona mutlaka kavuşacaktır. Öyleyse Allah'tan ittika edin ve istekte aşırı gitmeyin ve helâl olanı alın, ha­ram olanı terkedin."[325]

Veda Haccı'nda da bütün insanlara aynı şeyi tavsiye etmiştir:

"Allah'tan ittika edin (korkup sakının) ve beş vakit na­mazı kılın, Ramazan orucunu tutun, mallarınızın zekâtı­nı verin, emirlerinize (sizden olan yöneticilere) itaat edin ki cennete giresiniz."[326]

Hz. Muhammed (s.a.v) takvayı tavsiye etmekle kalmı­yor, onu bizzat yaşayarak, uygulayarak ve somut hâle getirerek insanlara gösteriyordu. Nitekim, onun hayatı baş­tan başa 'takva’ idi, denilse yanlış olmaz. O, takva bilinci­nin canlı örneği, Allah'ı hesaba katarak yaşamanın eşsiz bir numunesi idi.

Rasûlullah (s.a.v), takva içinde yaşar, insanlardan da öyle yaşamalarını isterdi. Ona göre üstünlüğün, şerefli ve keremli olmanın ölçüsü, takva ahlâkıdır.

Abdullah b. Amr'ın anlattığına göre, Rasûlüllah (s.a.v)'a en olgun insanın kim olduğu sorulması üzerine şu cevabı vermiştir:

"Kalbi kirden arınmış ve dili doğru söyleyen­dir."

Etrafındakilerin 'dili doğru olanı' anladıklarını fakat 'kalbi kirden arınanları' anlamadıklarını söylemeleri üze­rine Rasûlüllah;

"Pak olan, günahtan, şüphe, hile, yalan ve hasetten arınmış olandır." buyurmuştur.

Ebu Eyyûb el-Ensarî'nin söylediğine göre, adamın biri Rasûlüllah'a gelerek kendisine kısaca nasihat etmesini ri­ca etmiş. Bunun üzerine Rasûlüllah; "Namaza durduğun zaman sanki son namazınmış gibi kıl. Yarın pişman olaca­ğın birşey söyleme ve insanların sahip olduklarına arzu duymayı bırak." diye öğüt vermiştir.

Muaz b. Cebel'in rivayetine göre Peygamber (s.a.v); "Ba­na en yakın olanlar nerede ve kim olurlarsa olsunlar, tak­va sahipleridir." buyurmuştur.

Namazda iken çoğu zaman saatlerce Kur'an okur, hat­ta bazen yorgunluktan bacakları şişerdi. Gelmiş ve gele­cek kabahatleri Allah tarafından affedilmiş olmasına rağmen[327], Allah'tan en fazla O ittika eder, Allah'a en fazla O ibadet ve dua ederdi. İnsanların en takvalısı ve en doğru olanı oydu.

Ancak O bu özellikleriyle hiç övünmemiştir. Aksine O çok mütevaziydi. Ümmü Alâ el-Evseriye'nin rivayet ettiğine göre şöyle demiştir: "Allah'a andolsun ki, ben Al­lah'ın elçisi olmama rağmen, O'nun bana ne yapacağını bilmiyorum."

Muhammed (s.a.v) diğer insanların ulaşması mümkün olmayan derecede takva sahibi bir insandı. O, insanlar arasındaki ayrımın tüm ölçütlerini paramparça etmiş ve on­ları takva ve doğruluk esasına göre değerlendirmiştir.

Onun davet ettiği din, ferdî ve sosyal hayatta fazilet, takva ve doğruluk, insanlara adil muamele, başkalarının suç ve hatalarını bağışlamak, cömert ve hayırsever olmak ve anlaşmaya bağlılık esasları üzerine kuruluydu.

İşte bu davranış tarzları insanları takva sahibi kılar ve Allah'a yaklaştırır."[328]

Ebu Hureyre (r.a) diyor ki: "Peygamber (s.a.v); 'Onlarla amel etmek üzere benden kim şu iki kelimeyi alacak?' di­ye sordu.

'Yâ Rasûlallah, ben.' diye cevap verdim.

Rasûlüllah (s.a.v) elimi tuttu ve şu beş şeyi saydı:

"Allah'ın haramlarından ittika et, insanların en âbidi (ibadet edeni) olursun. Allah'ın taksimine razı ol, insanla­rın en zengini olursun. Komşuna iyilik et, (olgun) mü'min olursun. Kendin için sevdiğini insanlar için de sev, (iyi) Müslüman olursun. Fazla gülme, çünkü çok gülmek kalbi öldürür."[329]

Yezid b. Seleme diyor ki: "Peygamber'e;

'Yâ Rasûlal­lah, senden çok hadis işitiyorum. Ancak onların önlerini ve arkalarını unutmaktan korkuyorum. Bana öyle birşey öğret ki hepsini kapsasın.’dedim. Buyurdu ki:

"Bildiklerin­le Allah'tan ittika et."[330]

Peygamberimiz bir duasında şöyle diyordu:

"Ey Allah'ım, senden hidayet, takva, iffet ve gönül zenginliği istiyorum."[331]

Cabir (r.a) diyor ki:

"Rasûlüllah (s.a.v) ile birlikte bayram namazı kıldım. Namaza hutbeden önce başladı. Sonra Bilâl'e yaslanarak ayağa kalktı. O sırada kadınlar geldiler. Onlara vaaz etti, hatırlatmada bulundu ve onlara da takvayı emretti..."[332]

 
7- Peygamberlerin Ortak Daveti: Takva
 

Takva, Kur'an'ın birçok âyetinde batıl inancı, kötü tu­tum ve davranışı terk edip onlardan uzaklaşma anlamına gelir. Bunun için geçmiş peygamberlerin kavimlerine yap­tıkları daveti anlatan âyetlerde, peygamberlerin öncelikle kavimlerinden, içinde bulundukları durumu bırakmak an­lamına gelen takvayı istemelerinin yanısıra, peygamberli­ği kabul etme temeline ve Allah'a iman esasına dayalı salih ameli de istedikleri görülmektedir.

Bütün peygamberler, kendi kavimlerine -inansınlar, inanmasınlar- Allah'tan ittika etmeyi tavsiye ettiler. 'Tak­va', Allah'a kullukla beraber anıldığı gibi, Allah'a itaat et­mekle veya peygambere itaat etmekle de beraber söz ko­nusu edilmektedir. 'Allah'tan ittika etmenin' bir gereği, gönderilen elçiyi dinlemek ve ona itaat etmektir.

"İbrahim de hani kavmine demişti ki: 'Allah'a ibadet edin ve ondan korkup sakının; eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır."[333]

"Kardeşleri Nûh onlara, '(Allah'a karşı gelmekten) sa­kınmaz mısınız? Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güve­nilir bir elçiyim. Artık Allah'tan ittika edin (korkup sakı­nın) ve bana itaat edin."[334]

Aynı daveti Hûd (a.s[335]), Salih (a.s)[336], Lût (a.s)[337], Şuayb (a.s)[338] ve İlyas (a.s)[339] da kendi kavimlerine yapmışlardı.

Hûd (a.s)'un kendi kavmine yaptığı davet bir başka yerde şöyle dile getiriliyor;

"Ad (kavmine) de kardeşleri Hûd'u gönderdik: 'Ey kav­mim! Allah'a kulluk edin, sizin ondan başka ilâhınız yok­tur. (O'na karşı gelmekten) ittika etmez misiniz (sakın­maz mısınız)?' dedi."[340]

Şuayb (a.s), ölçüde ve tartıda hile yapan kavmine şöyle sesleniyordu:

"Sizi ve sizden önce yaratılanların tümünü yaratandan ittika edin (korkup sakının)."[341]

Nisa Sûresi'nde, bu davetin Rabbimiz tarafından bü­tün insanlara yapıldığını görüyoruz:

"Ey insanlar, sizi tek bir nefisten yaratan, ondan da eşini yaratan ve her ikisinden birçok erkek ve kadın türe­tip yayan Rabbinizden ittika edin. Ve (yine) kendisiyle, birbirinizle dilekleştiğiniz Allah'tan ve akrabalık (bağları­nı koparmaktan) korkup sakının. Şüphesiz Allah, sizi üze­rinizde gözeticidir."[342]

Nuh'un (a.s) kavmi, kendilerine gönderilen elçiyi din­lemeyip azgınlıkta direnmelerinden dolayı tufan cezası ile cezalandırıldı. Bu olay, insanlar için bir ibret, ders alınma­sı gereken bir örnek olarak sunuldu:

"Sonra onların ardından başka bir nesil yetiştirdik. Onlara da kendi içlerinden, 'Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka ilâhınız yoktur, (Allah'tan) ittika etmez mi­siniz (korkup sakınmaz mısınız)? diyen bir elçi gönder­dik."[343]

Önceki kavimlerin sorumlu olduğu takvadan Hz. Mu­sa'nın gönderildiği topluluk da sorumlu idi. Diğer peygamberlerin yaptığı gibi o da kavmini Allah'tan ittika et­meye, O'na karşı kulluk bilinci ile hareket etmeye davet etmişti. Bu noktada onun görevinin diğerlerinden farkı yoktu. Allah (cc) Hz. Musa'yı (a.s) Firavun kavmine gönderirken, 'Allah'tan ittika edip etmediklerini' onlara sorma­sını istiyor.[344]

Hz. İsa da peygamber olarak gönderildiği insanları, di­ğer şerefli elçiler gibi Allah'a karşı takvalı olmaya davet etti. Şu âyette, bu davetin önceki takva çağrıları ile ilgisi­ni rahatlıkla görebiliriz:

O (a.s) da kavmine şöyle sesleniyordu: "Tevrat'tan önümde bulunanı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri size helâl kılmak üzere, size Rabbinizden bir âyet­le geldim. Artık Allah'tan korkup sakının ve bana itaat edin."[345]

Hz. İsa (a.s), kendileri için gökten bir sofra indirilmesi­ni isteyen havarilere; "...Eğer inanmışlardansanız Al­lah'tan ittika edin." demişti.[346]

 
8- Selefîn Takvaya Verdiği Önem:
 

Selef (ilk dönem Müslümanları), birbirlerine sürekli takvayı tavsiye ederlerdi. Meselâ Hz. Ebu Bekr (r.a) hutbelerinde devamlı şöyle derdi:

"Bundan sonra, size takvayı tavsiye ederim. Onu ne kadar övseniz, o buna lâyıktır. Allah'tan birşeyi istemeye O'ndan korkmayı da ekleyin... Çünkü Allah (cc) Zekeriyya'yı (a.s) ve ev halkını (böyle yapmalarından dolayı) öv­mektedir: "...Gerçekten onlar hayırda yarışırlardı, umarak ve korkarak bize dua ederlerdi. Bize derin saygı gösterirler­di."[347]

Ölüm anında, yerine halife adayı gösterdiği Hz. Ömer'e dua ettikten sonra, ona takvayı tavsiye etmiştir. Hz. Ömer (r.a) oğlu Abdullah'a şöyle yazdı: "Sana takvayı tavsiye ederim. Çünkü kim Allah'tan ittika ederse, Allah da onu korur. Kim borç verirse Allah onun karşılığını verir. Kim şükrederse Allah onun için ar­tırır. Takvayı alnının (devamlı göz önünde duran) işareti ve kalbinin cilâsı yap."

Talha b. Habib şunları söylemiştir:

"Takva, Allah'a itaat ederek amel etmek, Allah'tan bir nur üzerinde olmak ve Allah'ın azabından korkmaktır."

Ebu Hüseyin ez-Zencanî ise şöyle der:

"Kimin sermayesi takva olursa onun kazancını anlat­maktan diller yorulur."[348]

Adamın biri Yunus b. Ubeyd'e gelerek bana nasihat et dedi. O da, "Sana Allah'tan ittika etmeyi ve ihsanda bulunmayı tavsiye ederim. Çünkü Allah (cc) ittika edenlerle ve muhsinlerle beraberdir." buyurdu.[349]

Kâmil b. Ziyad diyor ki: "Ali b. Ebi Talib (r.a)'le bir gün Cibban denilen mezarlığa gittik. Kabirlere baktı ve dedi ki: "Ey burada yatanlar, ey belâ (imtihan) ehli, ey vahşet (ürperti) ehli, sizde ne haber var? Bizim yanımızdaki haberler şöyledir: (Geriye kalan) malları taksim etmek, ço­cuklarımızı yetim bırakmak, eşlerin değişmesi. Bizdeki haberler böyle, ya sizde ne haber var?" Sonra bana döndü ve dedi ki: "Ey Kâmil, şayet onlara cevaplama izni verilseydi, mutlaka şöyle derlerdi: "Azıkların en hayırlısı tak­vadır." Sonra ağladı ve tekrar dedi ki: "Ey Kâmil, kabir amel sandığıdır ve ölüm anında sana (kıyametin) haberi mutlaka gelecektir.”[350]

Kays b. Ebi Hazim, Hz. Ali (r.a)'nin şöyle dediğini an­latıyor:

"Amellerininizin kabulünü takvaya önem vererek sağ­layınız. Zira takva ile beraber amelin az olması mümkün değildir. Kabul edilen amel ise nasıl az olabilir ki?"[351]

Abdullah b. Mes'ud şöyle demiştir: "Allah'ın benden amelimi kabul ettiğini bilmem, bana dünya dolusu altını­mın olmasından daha sevimlidir."[352]

Ata diyor ki: "Rasûlullah (s.a.v)'ın arkadaşlarından Ubade b. Samit (r.a)'in oğlu Velid ile karşılaştım ve ona de­dim ki:

'Baban ölürken neyi tavsiye etti?' Şöyle anlattı:

"Babam ölüm döşeğinde iken beni çağırdı ve dedi ki: 'Ey oğlum, Allah'tan ittika et. Bil ki, Allah'tan hakkıyla ittika edersen ve kadere, yani hayrı ve şerri Allah'ın yarattığına inanırsan gerçek mü'min olursun..."[353]

Ubeyd b. Amîr ölüm döşeğinde oğluna şöyle demiş: "Ey oğlum, sana bir vasiyette bulunacağım ki ona sa­hip olmaya sen benden daha lâyıksın: Allah (cc)'tan ittika et. Bugününü dünden, yarınını da bugünden daha hayırlı yapmaya gücün yeterse bunu yap. Seni tamahtan sakındı­rırım, çünkü tamah hazır bir fakirliktir. Yine seni Allah'ın seni zenginleştirmesinden başka birşeye ümit beslemek­ten de sakındırırım..."[354]

 
9- Gücün Yettiği Kadar Takva:
 

Takva, bir Müslüman için ulaşılması gereken bir he­def, onun değerli ve şerefli oluşunu sağlayan bir sebeptir. Takva bilinci insanın keremli oluşunun temelidir ve in­sanın bu üstünlüğünün bir sınırı yoktur. Öyleyse takvanın da bir sınırı yoktur. Kişi ne kadar gayret ederse etsin takvanın en üst sınırına ulaşamaz.

Bu konuda nasıl hareket edileceğini Kur'an şöyle açık­lıyor:

"Ey iman edenler, Allah'tan nasıl ittika edilmesi gere­kiyorsa öylece korkup sakının ve siz, ancak Müslüman olmaktan başka (bir din ve tutum üzerinde) ölmeyin."[355]

Yani takvanın hakkını vererek veya Allah'a lâyık ola­cak bir tarzda ittika edin. Ona karşı takvalı olmak sınır­sız olduğuna göre, kişi o sınırsız güçten aldığı ışık ve bi­linçle nasibini alacak, gidebileceği yere kadar gidecektir.[356]

İbni Mes'ud (r.a) diyor ki:

"Allah'tan ittika etmek demek, O'na dosdoğru itaat etmek, O'ndan hakkıyla korkmak, isyan etmemek, O'nu anmaya ve unutmamaya çalışmak, O'na şükretmek ve nankörlüğe düşmemektir. Yani, gücünüzün yettiği kadar bu husususlara riayet edin. Zira Allah (cc) hiç kimseye ta­şımayacağı bir yük yüklemez. Herkesin kazandığı kendi menfaatine, yaptığı kötü işler de kendi zararınadır."[357]

Allah'tan hakkıyla korkup sakınmak... Bu makam, takvanın en yüce mertebesidir. Allah'a karşı tam bir so­rumluluk bilinciyle hareket etmek, iki mana ile birlikte düşünülebilir:

Birincisi, her yönden Allah'a itaat edip hiç isyan etme­mek, daima Allah'ı hatırlama (zikir) üzere olmak, O'nu hiç unutmamak ve her durumda şükredip hiç nankörlük­te bulunmamak. İşte 'hak takva' budur ki Allah (cc), böy­le bir dikkate, böyle bir bilince, böyle bir ibadete lâyıktır. Bu şekilde bir takva bilincine herkesin sahip olması zor­dur. "Seni hakkıyla tanıyamadık, sana hakkıyla ibadet edemedik" sözü bunun için söylenmiştir. Bu âyet inince sahabeler daha fazla namaz kılmaya başlamış; Öyle ki, alınlarının derileri sökülmüş, ayakları şişmişti.

İkincisi, Allah yolunda hakkıyla, güç yettiği kadar gayret göstermek, bu konuda hiç kimsenin kınamasından korkmamak, hatta ana ve babasının aleyhinde olsa bile doğruluk ve adaletten ayrılmamaktır. Allah'tan hakkıyla ittika etmek ve her hâlde Müslüman olarak ölebilmek için de her şeyden önce Allah'ın ipine toptan yapışarak tevhid dininde bir araya gelmek ve tefrikalardan uzak dur­mak lâzımdır.[358]

Ancak kişi ne kadar çaba gösterirse göstersin, hakkıy­la takvalı olamaz. Öyleyse bu takva, insanın yapabildiği, yerine getirebildiği kadar da olsa maksada uygun olacaktır.

Bir başka âyet bu konuda şu kolaylığı getiriyor ve bir anlamda Al-i İmran'ın 103. âyetini açıklıyor:

Kur'an, malların ve çocukların bir deneme aracı oldu­ğunu söyledikten sonra şöyle diyor:

"Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah'tan ittika edin (korkup sakının), dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsi­nize hayır (en büyük yarar) olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsinin bencil tutkularından (ya da cimri tutumundan) korunursa (vikayaye girerse), işte onlar, kurtuluş bu­lanlardır."[359]

Yani gücünüz ölçüsünde kendi üstünlüğünüzün te­melini hazırlamak üzere takvalı olun. İnsan, huzurunda meleklerin bile eğildiği bir makama sahip olabildiği gibi dört ayaklılardan daha aşağı bir dereceye de düşebilir. Bu, onun takva bilinci ile hareket edip etmediğine bağlıdır.

Kul hayatımn bütün alanlarında, bütün amel ve niyet­lerinde Rabbine karşı sorumluluk bilinci duyacaktır. Bu bilinçle yaşayacak, bu titizliği hiçbir zaman terk etmeye­cektir. Şüphesiz bu emir, insanın gücünün üzerinde bir teklif değildir.

Kulun Allah'tan gereği gibi ittika etmesi, yani O'na karşı gerektiği gibi sorumluluk bilinci duyması, onun için ulaşılması gereken bir hedeftir. Ancak insan gücü kadar sorumludur. Allah ona takatinin üzerinde bir yük yüklemez.[360] Öyleyse onun görevi, gücü yettiği kadar takvalı olmak, mümkün olduğu kadar dinin emirlerine uymak, haramlarından kaçmaktır. Ancak kudreti dışında birşey olursa -ki bir kimsenin gücünün nereye kadar yettiğini Al­lah (cc) bilir-, o konuda kendisine bir hesap sorulmayacak­tır.[361]

Allah'tan hakkıyla ittika etmek ve her hâlde Müslü­man olarak ölebilmek için her şeyden önce Allah'ın ipine toptan yapışarak tevhid üzere toplanmak ve ayrılıklardan uzaklaşmak gerekir. Önce kalplerin birleşmesi, sonra da fiillerin birleşmesi İslâm'ın temel esaslarından biridir. Bundan dolayı Müslümanlar, topluca Allah'ın ipine sarılmadıkça, fillerini tek kelime üzerinde birleştirmedikçe gerçek takvaya ulaşamazlar.[362]

Takvaya tamamen ulaşmak mümkün değildir. Kul bütün samimiyeti ile çaba harcar ve ona bir dereceye ka­dar yaklaşır.[363]

 
10- En Hayırlı Azık: Takva
 

İnsan bir yolcudur. Bir seyyah gibi doğumdan ölüme doğru gider. Hayat onun için bir yoldur. O yolda yürürken ona yol haritası, kılavuz ve yol arkadaşı lâzım olacağı gibi azık da lâzımdır. Üstelik onun yolculuğu ölümle de bitmemekte, mahşere doğru devam etmektedir. Dünya yolcu­luğunda elde edebileceği azık, mahşere doğru olan yolcu­luğunda da işine yarayacaktır.

Bu anlamda 'takva', mü'minler için en hayırlı azıktır.

İnsan 'Allah'ın yolcusu'dur.

"Ey insan, gerçekten sen Rabbine doğru, bir yol üze­rinde çabalayıp durmaktasın, sonunda O'na varacak­sın.”[364]

Her insan Allah'a doğru hareket halindedir ve sonun­da Allah'a kavuşur. İlâhî cemale ve Allah'ın özel rahmeti­ne ermek isteyen kimse, bu yolculuğu ilâhî azıkla yapma­lıdır. Zira Allah'ın, insanı bir yolcu olarak kabul edip de ona yol azığı belirlememesi mümkün değildir; bu da tak­vadır.

Bazı azıklar yolun henüz başında bitebilir. Bazıları da yarı yola kadar insanın ihtiyacını karşılayabilir. Takva azığı, insanı Allah'a kavuşuncaya kadar götürecek, onu kerametlerin en yücesi olan Allah'ın cemalini görmeye kadar taşıyacaktır. Böylece muttakiler son hedeflerine ulaşmış olurlar.[365]

Takva kalbin ve ruhun gıdasıdır. Kalpler ve ruhlar onunla yaşar. Onunla kuvvetlenir, gıdalanır, nurlanır. Kurtuluşa ermek ve Allah'a ulaşmak hususunda da ruh ve kalp takvaya dayanır. Şüphesiz ki akıl sahipleri, takvaya yönelmeyi idrak edenler ve azıktan faydalanarak hayırlananlardır.[366]

Abdullah b. Abbas (r.a) anlatıyor:

"Yemenliler hacca geliyorlardı fakat yanlarına azık almıyorlardı. 'Biz Allah'a tevekkül eden kimseleriz' diyor­lardı. Mekke'ye gelince bu davranışlarını halka sordular. Bunun üzerine Allah (cc) şu âyeti indirdi:

"Azık edinin; kuşkusuz, azığın en hayırlısı takvadır. Ey temiz akıl sahipleri, benden ittika edin (korkup sakının)."[367]

Âyette kasdedilen, sadece hacıların Mekke'ye gelir­ken yanlarına azık almaları gereği değildir. Bunun ötesin­de âyette geçen azık, salih amel azığıdır. Burada teşvik edildiği gibi, kişinin hayır olarak ne yaptığı, birr olarak ne işlediğidir. Takva, Allah'ın gazabına karşı kişinin sakınmasını sağlayan sorumluluktur. Âyet Müslümanları böy­le bir azıkla azıklanmaya teşvik ediyor ve münker olan şeylerden de sakındırıyor.[368]

Kalbin görevi, Allah'tan haşyet duymak, O'na karşı sorumluluk bilinci taşımaktır. Yukarıdaki âyet, Müslü­manları takvaya teşvik ediyor ve onlara takvaya ulaşmayı hedef olarak gösteriyor. Bu bir anlamda Allah'ın dışındaki her şeyden (manevî olarak) uzaklaşma, hevâya uymanın önlemi olarak aklın gereğidir.[369]

"Kendinize azık edinin; şüphesiz azığın en iyisi takva­dır."

Bir kimsenin takvası yoksa onun azığı da yoktur. Azı­ğı olmayınca da Allah'a doğru olan yolculuğunda ne özü makbul olur, ne de amelleri salih amel olur. Kerim olan Allah çirkin işlerden razı olmadığı gibi, çirkin işleri yapanlardan da razı değildir. Herhangi bir iş günahsa, o de­ğersiz ve aşağılıktır. Aşağılık bir amelin de Allah'a ulaşması mümkün değildir. İnsanlardan Allah'a ancak takva ulaşır.[370] Allah (cc) yalnızca muttakilerin ihlâsla yaptık­ları amelleri kabul eder.[371]

O halde takva önemli bir azıktır ve muttaki kimse bu azıkla yol aldıkça, bu azığın etkisi sürekli artar ve hiç azal­maz. O kadar çok artar ki melekleri ve nur perdelerini aşar ve sonunda Allah'ın cemâli ile buluşur.[372]

Sehl b. Abdullah şöyle demiştir:

"Allah (cc) dışında yardımcı, Rasûlullah (s.a.v) dışında rehber, takvanın dışında azık yoktur. Sabır olmadan amel devam etmez. Kim takva sahibi olmak isterse günahları terk etsin."[373]

Hz. Ali (r.a) diyor ki: "Siz yolcusunuz, yoldasınız, bu­rası sizin eviniz değil. Siz ölüme çağrılıyorsunuz ve bunun için azık hazırlamakla görevlendirildiniz."[374]

Bu azık, insana en güzel amelleri yaptıran, ruha ve benliğe gıda olabilecek, onu ahiret yolculuğunda aç, su­suz, yalnız ve korumasız bırakmayacak olan 'takva azığı'dır.

Kuldan istenen şeylerin en özeli takvadır. Her fenalıktan korunup takva makamına ulaşmak için de azığın ve diğer gerekli şeylerin hazır edilmesi lâzımdır. Bunu hazır­lamayanlar, ihtiyacın dürtüsü ile kötülük yapabilir, nefis­leri kendilerine günah işletebilir. İnsanların dünyalık azıkları ne kadar bol olursa olsun, takva bilinçleri yoksa yine de mutlu olamazlar, fenalıklardan korunamazlar. Böyleleri insanı felâkate götüren şehvetlerin (aşırı istekle­rin) peşinden bir ihtiyaç gibi giderler. İnsan için iki yolcu­luk vardır: Biri bu dünyadaki yolculuk, diğeri de bu dün­yadan öteki âleme yolculuktur. Bu dünyadaki yolculuk için yiyecek, içecek ve benzeri azıkların lâzım olması gi­bi, dünyadan öteye olan yolculuk için de azık gerekir. Bu da Allah'ı bilmek, O'nu sevmek, O'ndan ittika etmek ve O'ndan başkasından yüz çevirmekle elde edilir ki bu tak­va azığı her şeyden hayırlıdır.[375]

Takva, Hakk'a doğru yolculuk yapanların (sâliklerin) özelliklerindendir. Bir kimse Hakk'a doğru yol almıyorsa, takvaya ulaşamaz. Takva, bir anlamda yol kesenlerden sa­kınmak demektir. Bir kimse yolcu değilse pusuya düşmez, bir zarar görmez ve sonuçta bir takva çabası da olmaz. Takva yola gitmenin vesilesidir. 'Azık edinin' âyetini böy­le anlamak da mümkündür.[376]

 
11- En Güzel Elbise: Takva
 

Takva elbiselerin en güzeli, en hayırlısıdır. İnsanların pekçoğu dış görünüşe, giysilerine, zinetienmeye pek önem verirler. Dış görünüş ile karakter arasında bir bağlantı ku­rarlar. Elbiselerin düzgün, yeni ve pahalı olmasıyla kişilik­lerin değer kazandığını zannederler. Şahsiyetleri zayıf olsa da elbiseleriyle başkalarının gözünde bir yer edinmeye, ya da başkalarına giysi ve süslenme ile etki etmeye çalışırlar. Kimileri için ise elbise kişiliktir, hatta bir dünya görüşü­nün dışa yansımasıdır.

Bedeni örten, onu sıcaktan veya soğuktan koruyan, ya da ona gerçekten bir kişilik kazandıran elbiseler, süs unsurları birer nimettir. İslâm'ın tanımladığı ölçülerde kul­lanılırsa bir şükür sebebi bile sayılabilir. Ancak asıl hayır­lı olan elbise, takva bilincidir. Çıplak bedenlerin örtünme­sini sağlayan, çirkin yerleri kapatan, çirkin davranışları önleyen, insanı kem gözlerden, hain bakışlardan, şeytanın hile ve tuzaklarından koruyan, takva elbisesidir.

Takva (din örtüsü) ile kişi kendini korumaya, dinî ha­yatına zarar verecek şeylerden sakınmaya alır. O örtü ile korunur, o örtü ile temiz fıtratını savunur, o örtü ile edep dışı işlerden kendini muhafaza eder. O örtü onun için zırh gibidir, sağlam bir kale gibidir, çevresinde onu tehlikeler­den saklayan nöbetçiler gibidir.

İşte takva elbisesi budur: İnsanın ruhunu giydiren ve doyuran elbise... İnsanın manevî dünyasını kollayan bir giysi. Maddî hayatı da zararlı bütün unsurlardan, insanı mutsuz eden bütün davranışlardan, kişinin yüzünü kızar­tacak bütün yanlış hareketlerden koruyan bir örtü...

"Ey Ademoğulları, biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size 'süs kazandıracak bir giyim' indirdik (var ettik). Takva elbisesi (takva ile kuşanıp donanmak) ise; bu daha hayırlıdır. Bu, Allah'ın âyetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp düşünürler."[377]

Burada Allah (cc), giyinmeyi ve onunla dış görünüşü süslemeyi ön plâna çıkarıyor. Avret yerlerini örten elbise ile insana bir biçim kazandıran ve onu süslü gösteren elbi­senin iki yönü vardır. Birincisi, zaruri örtünme, ikincisi ise olgunluğu tamamlayan fazlalıktır. Her ikisi de en ha­yırlı elbiseye işaret ediyorlar. O da, hem görünen, hem de görünmeyen avreti örten ve böylece kişiye her türlü güzel­liği sağlayan takva elbisesidir.

"Kişi takvadan bir elbise giymediği zaman, giyinik olsa da kesin çıplak görünür, İnsan için en hayırlı şey Rabbine itaat etmesidir, O'na asi olanda ise bir hayır yoktur."[378] Takva elbisesi Allah'tan haşyet duymak, O'na hakkıy­la iman etmektir. Ya da güzel bir gidiş, vakarla hareket ve sekinedir (huzur duygusudur).[379]

İbni Abbas'a göre 'takva elbisesi', salih ameldir. Bazı tefsircilere göre ise iman, kimilerine göre muttakilerin ahirette giyecekleri elbise, bazılarına göre de Allah'tan haşyet duymaktır.

İbni Eşlem diyor ki: "Takva elbisesi kişinin Allah'tan ittika ederek avret yerlerini örtmesidir."[380]

Takva elbisesi, takva hissi veya takva duygusu ile gi­yim, yani haya duygusu ve Allah'a karşı sorumluluk bilin­ci ile giyilen ve Allah'ın izniyle maddi manevî ayıptan, çirkinlikten, zarar ve tehlikeden koruyacak olan bu elbise daha güzeldir, sırf faydadır. Elbise nimetinden faydalanma bununla olabilir. Zira takva duygusu, imanı ve irfanı olan­lar, zorunlu olarak çıplak bile kalsalar en azından Hz. Adem ve eşi gibi yapraklarla örtünmeye çalışırlar. Takva duygusu olmayanlar ne kadar kalın giyseler de çıplaklık­tan kurtulmazlar. Böyleleri, elbise nimetinin örtülmesi gerekeni örtmesinin, soğuk, sıcak ve rahatsız edici çirkin­liklerden koruyacak, ya da kötü bakışları def edebilecek, şehvetleri tahrik etmeyecek, edeb ve vakar kazanmaya se­bep olacak tarafını düşünmezler. Onlar, şehvet, kibir ve

gururla süslü elbiseler giyerek caka satarlar, saklanması gereken yerlerini gösterirler. Asıl hayır takva elbisesidir ki, örtülmesi gereken yerlerin örtünmesini sağlar, kişiyi maddî ve manevî hayasızlıklardan korur.[381]

 
12- Takva Kerametin (değerli olmanın) Sebebidir:
 

Keramet olayı, yaygın olarak akaid kitaplarında, pey­gamberlerin mucizeleriyle beraber anılır. Peygamberlere mucize verilmesi caiz olduğu gibi Allah'ın seçkin kulları­nın da keramet sahibi olmaları, keramet göstermeleri caizdir, denir. Kerameti olağanüstü bir olay kabul eden bu açıklama biçimi, onu yalnızca veli sanılan insanların özel­likleri olarak saymaktadır. Buna göre keramet göstermek yalnızca evliyanın (veli kulların) hakkıdır, sıradan Müslü­manlar keramet gösteremezler. Veliler genellikle, diğer insanların yapamayacağı olağanüstü kerametleriyle bili­nirler ve kendilerine bundan dolayı saygı duyulur.

Halbuki Kur'an, keramete böyle yaklaşmıyor. Kera­meti takva bilincine bağlıyor ve insanların, kerem sahibi Allah'ın kerim kitabı ve yine ekrem olan sevgili elçisi ile sunduğu programa uyarak keramete ulaşmalarını, üstün ve değerli olmalarını tavsiye ediyor.

Keramet, kerem kökünden gelir ve aşağılıktan ve zelil olmaktan arınmış olarak üstün, değerli, güzel olmak gibi anlamlara gelir. (Kerim, üstün, değerli, kadri yüce ve cö­mert; ekrem, en yüce, en değerli, en güzel demektir.)

Kur'an insanın keremli yaratıldığını söylüyor:

"Andolsun, biz Âdemoğlunu keremli (değerli) kıldık; onları karada ve denizde (çeşitli araçlarla) taşıdık, temiz ve güzel şeylerden rızıklandırdık, yarattıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık."[382]

Ayetin baş tarafı insan nefsinin keremli olduğuna, son tarafı ise insanın sonradan kazanabileceği üstünlüğe işaret etmektedir. "...Yaratanların en güzeli olan Allah, ne yüce­dir."[383] Buradaki övgü, ona, canlı olabilmesi için ilâhî ruh üflenmesi sebebiyledir. Yoksa biyolojik yapısının diğer hayvan türleriyle fazla bir farkı yoktur. Aslının toprak oluşu veya topraktan gelen gıdalarla şekillenmesi, onun kendi değerini çamur seviyesine düşürebileceğini, ona üf­lenen ilâhî ruh ise onun kendi keremini ilim (marifet) ve salih amelle yükseltebileceğini gösterir.

İnsan kendi değerini hangi ilim ve amelle yükseltebilir?

Elbette kerim olan Rabbin öğrettiği ilimle ve O'nun razı olacağı amellerle. "Yaratan Rabbinin adıyla oku, O, insanı bir alâkadan (asılıp tutunan birşeyden) yarattı. Oku; kalemle öğreten Rabbin ekremdir (en üstündür). İnsana bilmediğini öğretmiştir."[384]

Burada, insana bilmediğini öğreten öğretmen özel bir sıfatla belirtiliyor. Bu da onun öğrettiği şeyden dolayıdır. 'Bir tabip ders veriyor' denirse, onun tıp dersi verdiği anla­şılır. "Oku, kalemle öğreten Rabbin 'ekrem'dir." buyurmuşsa, bundan ekrem olan Allah'ın, kerameti (üstünlüğü, yüceliği) öğrettiği ve insanı kerim kıldığı anlaşılır.

Allah (cc) 'ekrem'dir ve insanı kerim kılmak istemek­tedir. Keramet dersi okuma-yazma ile sınırlı değildir, in­san her halde kerim olan Rabbinin keramet öğrencisi ol­malıdır. Peygamberler bu üstünlüğü aracısız olarak Rablerinden alırlar, insanlardan bazıları da peygamberlerin öğ­rettiklerini uygulayarak keremli olurlar.

Peygamberimiz (s.a.v) buyuruyor ki: "Ben ahlâkın güzelliklerini (ahlâkın keremlerini) ta­mamlamak için gönderildim."[385]

Allah (cc) insanları keramete davet ediyor. İlâhî me­murlar olan elçiler ise onlara keramet dersi veriyorlar. Ah­lâkî kerametlerin hepsini insanlığa göstermek için de Hz. Muhammed (s.a.v) görevlendiriliyor. Buna göre ilâhî davet, insanları kerim olmaya (keramete) bir çağrıdır.[386]

Yüce ve aşağılıktan uzak olan ruha kerim denir. Buna göre değersiz ve geçici olan yeryüzü hayatı dünyadır ve ke­rametin karşıtı olarak denidir, yani değersiz ve aşağıdır. İn­sanın kerameti, bu deni olan dünya lezzetleriyle, ya da dünyaya ait ölçülerle ortaya çıkmaz. Onun değeri, kerim olan Allah'ın davetine uyarak, kemale ermekle, eksiklik­lerden ve yanlış olan şeylerden uzaklaşma ile mümkündür.

Kişi, benliğine ilham edilen takvayı tanıdığı oranda keramete yönelir. Benliğinde saklı olan takva yönüne adım atan herkes kerim (kerametli) olur. En çok takvalı olan da en kerim (yüce) olur. Keramete ulaşmanın yolu iş­te bu takva anlayışıdır.

Kur'an, 'kerim' bir kitaptır.[387] Bunun anlamı şudur: Kur'an şerefli ve üstün bir kitap olduğu gibi, insanın kera­mete nasıl ulaşacağını, nasıl keremli olabileceğini de gös­teren, kerim olmanın programını sunan bir kitaptır. Kur'an'ın insanlara sunduğu hayat programını takip etme­yenler, keramete ulaşamazlar.

Kur'an, takvayı kerametin tek ekseni olarak saymakta­dır. Takvanın kendisi, bilginin (marifetin) ve salih amelin ürünüdür. Bir kimse hakkın ve batılın, helâl ve haramın farkında değilse, hakka uymuyor, haram olan işlerle uğra­şıyorsa kerim olamaz. Yine ilâhî hükümleri bildiği halde onlarla amel etmeyenin durumu da aynıdır. Dolayısıyla ilâhî ölçülerin bilincinde olarak kötülüklerden uzaklaşıp güzelliklerle donanan kişi kerim olur, keramete ulaşır. Ke­rametin varlığı ve yokluğu takvanın varlığına ve yokluğu­na bağlıdır. Kerametin azlığı veya çokluğu da takvanın za­yıflığına ve kuvvetli oluşuna göre belirlenir.[388] [389]

Keramet, bir başka açıdan Allah'ın kullarına bir ikra­mıdır, bir hediyesidir. Günlük hayatımızda bu türlü ik­ramlara her zaman tanık olmaktayız. Birçok insan zaman zaman olağanüstü olaylarla karşılaşır, beklenmeyen yar­dımlara ve iyiliklere kavuşabilir. Hiç umulmayan bir anda sıkıntıdan kurtulmamız, zor durumlarda birdenbire çıkış yolları bulmamız, ummadığımız bir yerde iyi bir başarı göstermemiz ve bunlara benzer yüzlerce olağanüstü du­rumlarla karşılaşmamız Allah'ın ikramlanndandır. Bir tehlikeden kurtulan için 'mucize eseri kurtuldu' denilir.

Aslında o, Allah'ın o insana bir kerameti, bir ikramıdır. Ancak çoğu insan bunun farkında değildir.

Allah, Kur'an'da kimlerin 'veli' olduğunu anlatmakta­dır. Kur'an'm anlattığına göre, Allah'ın koyduğu sınırlara uyan takva sahibi bütün Müslümanlar Allah'ın velisidirler. Böyle bir veli olmak için de sanıldığı gibi olağanüstü sayılan özelliklere sahip olmak gerekmez. Muttakiler, takva bilinci ile Rablerine kulluk yaparak keramete (ikra­ma ve değere) kavuşurlar.

Semüra (r.a) Peygamberimiz (s.a.v)'in şöyle dediğini ri­vayet ediyor:

"Haseb (insanlara göre asalet) maldır, kerem (keramet) ise takvadır."[390]

Hz. Ömer (r.a) de takva hakkında şöyle demiştir: "Mü'minin keremi, takvasıdır..."[391]

 
13- Muttakiler İnsanların En Keremlisidirler:
 

İnsanlara göre farklı üstünlük dereceleri vardır. Kimi­lerine göre soylar, kimilerine göre meslekler, kimilerine göre sahip olunan dünyalıklar, kimilerine göre ülkeler, ki­milerine göre giyilen kıyafetler, kimilerine göre derilerin rengi ve benzeri şeyler üstünlük sebebidir. Halbuki İslâ­m'a göre bütün bunlar üstünlük nedeni olamaz.

İslâm'a göre üstünlüğün değer ölçüsü takvadır. Kur'an, en takvalı olmaya 'etka' demektedir. Onun üstünlük konusunda getirdiği ölçü şöyledir:

"Ey insanlar! Gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişi­den yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler kıldık. Hiç şüphesiz Allah katında sizin en üstün (kerim, kerametli) olanınız, en takvalı (etka) olanınızdır.

Hiç şüphesiz Allah Alimdir (bilendir), Habîrdir (haberdar olandır)."[392]

Bu, Allah'ın kitabında insanların neseplerine nisbetle övülmediğine veya yerilmediğine dair tek âyet değildir. Kur'an kişileri iman ve takva yönünden över, küfür, fasık­lık ve isyan sebebiyle de kötüler.[393] Kişileri onların soylarına, ülkelerine veya yaşadıkları zamana göre değerlendir­mez. İnsanın değerini ortaya koyan şey, ne onun hangi soydan geldiği ve ne de neye sahip olduğudur. Kişinin de­ğer ölçüsü, onun kendi özgür iradesiyle yaptığı tercihler ve ortaya koyduğu davranışlardır.

Bu âyet üç önemli gerçeğe işaret etmektedir:

a- Bütün insanların aslı birdir,

b- Soyların ve ırkların farklı oluşu yanlızca tanışabil­mek içindir,

c-
Üstünlüğün ölçüsü takvadır. Kimin takvası daha çok ise o Allah katında daha üstündür.

Yüce Allah'ın emir ve yasaklarına saygı gösteren bir kimse, elbette Rabbine, kendisine, ailesine, çevresindeki­lere ve bütün insanlığa karşı görevlerini en iyi şekilde ye­rine getirecek ve görevindeki başarısı nisbetinde de Al­lah'ın katında derecesi yüksek olacaktır. Bunu en iyi tak­dir edecek ve bilecek olan da Allah'tır. Onun için âyet;

"Şüphesiz Allah her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olandır." cümlesiyle bitiyor.

Allah (cc) katında üstünlüğün şu veya bu milletten ve­ya soydan gelmekle sağlanamayacağını en açık gösteren gerçeklerden biri de, kıyamet günü hesap vermek üzere toplanan insanların aralarında ırklarına göre bir ayrım ya­pılmayacağıdır.[394]

"Böylece Sûr'a üfürüldüğü zaman artık o gün araların­da soylar (veya soybağları) yoktur. Ve (üstünlük unsuru olarak soyluluğu) soruşturmazlar da.

Artık kimin tartısı ağır basarsa, işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

Kimin de tartısı hafif gelirse, işte onlar da kendi nefis­lerini hüsrana uğratanlar, cehennemde de ebedî kalacak olanlardır."[395]

Denildi ki: "İslâm, Farslı Selman'ın derecesini yükselt­ti, Kureyş'in önde gelenlerinden Ebu Leheb'i ise alçalttı.”[396]

Peygamberimiz de şöyle buyurmuştur:

"Allah (cc) sizden cahiliyye devrinin kibrini ve atalar­la övünme âdetini giderdi. Allah'a göre, soyu ne olursa ol­sun iki grup insan vardır. Onlar da, muttaki Müslüman ve asi günahkârdır. Hepiniz 'dem'in çocuklarısınız; dem de topraktan yaratılmıştır."

Cabir (r.a), Kurban Bayramı'nın ortasında, Mina'da Peygamberimizin bir hutbesine şahit olmuş: "O bir deve­nin üzerinde olduğu hâlde şöyle dedi:

'Ey insanlar, dikkat ediniz, Rabbiniz bir olan Allah'tır (cc). Dikkat ediniz, babalarınız da birdir. Dikkat ediniz, Arab'ın Arap olmayana bir üstünlüğü yoktur. Siyah (ırk­tan) olan da kırmızı (ırktan) olana, takvanın dışında üstün değildir. Tebliğ ettim mi?' Orada olanlar dediler ki:

'Evet.' Bunun üzerine;

'Burada olanlar olmayanlara tebliğ et­sinler.' buyurdu."[397]

Ebu Hureyre (r.a) şöyle rivayet ediyor:

Peygamber (s.a.v)'e; "İnsanların en keremlisi kimdir?" diye soruldu. Buyurdu ki:

"Onların en keremlisi (üstünü) en takvalı olanlarıdır." Dediler ki:

"Ey Allah'ın elçisi, biz bunu sormuyoruz." Peygamber tekrar dedi ki:

"Nebi olan Allah'ın dostu (İbrahim'in) oğlu, peygamber oğlu, pey­gamber oğlu Peygamber Yusuf’tur." Dediler ki:

"Yâ Rasûlullah (s.a.v) bunu da sormuyoruz." Buyurdu ki:

"Arabın ya­pısından mı soruyorsunuz?"

"Evet" dediler. Bunun üzeri­ne:

"Eğer arılarlarsa, cahiliyyede seçkin olanlarınız, İslâm'­da da seçkin olanlarınızdır." diye cevap verdi.[398]

Allah Teâla'ya göre halkın en keremlisi (en üstün ola­nı), Allah'ın zikrinden dili ayrılmayan kimsedir. Çünkü o Allah'ın emrini yerine getirmede ve yasaklarından kaçın­mada ittika eder, O'nu hatırlar, O'nun huzurunda olduğunun şuurundadır. Takva, cennete girmeyi, cehennemden kurtulmayı gerekli hâle getirir. Bu da Allah'ın muttaki kullarına bir ücretidir.[399]

Abdullah b. Amr anlatıyor: Peygamber'e;

"En efdal in­san kimdir?" diye soruldu. O da;

"Kalbi temiz, dili doğru sözlü olan herkes." dedi. Orada olanlar;

"Doğru sözlülüğün ne demek olduğunu biliyoruz, kalbi temiz olmak nedir?" diye tekrar sordular. Peygamber;

"O, Allah'tan ittika eden tertemiz kalptir. İçinde günahı yoktur, zulüm yoktur, kin yoktur, hased yoktur." buyurdu.[400]

Kalp imanın yerleştiği yerdir. İnkâr veya kabul kalpte olur. Takva bilincinin yeri de kalpdir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v) kalbini göstererek; "İşte takva buradadır." der­ken buna işaret ediyordu. Şekillerin, giyilen elbiselerin, sahip olunan servetlerin, ya da elde edilen makamların ne değeri olabilir ki?

Bir hadiste şöyle buyuruluyor:

"Allah (cc) sizin mallarınıza ve şekillerinize bakmaz, fakat O sizin kalplerinize ve amellerinize bakar."[401]

Abdullah b. Ömer (r.a), Rasûlullah (s.a.v)'ın Mekke'nin fethi günü şöyle söylediğini rivayet ediyor:

"Ey insanlar, Allah (cc) sizden cahiliyyenin kibirini ve atalarla övünme ahlâkını giderdi. İnsanlar iki kimse gibidirler: Birr sahibi (iyilik eden), muttaki ve kerim (değerli); diğeri ise, günaha dalan, şaki (günahları sebebiyle bedbaht) ve değersiz olan. İnsanlar 'dem'in çocuklarıdır, dem ise topraktandır." Sonra Hucurât 13. âyeti okudu."[402]

Ebu Said el-Hudrî (r.a)'den rivayetle, Peygamberimiz (s.a.v)'e;

"İnsanların en faziletlisi kimdir?" diye soruldu. Buyurdu ki:

"Malıyla, canıyla Allah yolunda cihad eden mü'min."

"Sonrakim?" denildi.

"Vadilerden bir vadide Al­lah'tan ittika eden ve insanlara kötülüğü dokunmayan mü'mindir." diye cevap verdi.[403]

Bütün bunlara rağmen insanlar her dönemde atalarıyla övünmeyi, soylarından dolayı üstünlük taslamayı, seçil­miş ırka mensup oldukları, başkalarından daha üstün ol­dukları iddialarını terk etmemişlerdir. Özellikle yirminci asır, ırkçılığın, ulus eksenli ideolojilerin çağı olmuştur denilebilir. Bu hastalıktan Müslümanların bile tamamen kurtulamayacaklarını Peygamberimiz (s.a.v) şöyle açıklıyor:

"Ümmetimin tamamen terk edemeyeceği dört cahiliyye âdeti vardır. Bunlar: Asaletle övünmek, başkalarının soyuna dil uzatmak, yıldızlar aracılığıyla yağmur istemek ve ölünün arkasından feryad ederek ağlamak."[404]

Muttaki Müslümanların Allah (cc) katındaki derecele­ri elbette inkarcı kâfirlerden daha yücedir. Onların maka­mı 'âlâ-yı ılliyyîn (yücelerin en yücesi)'nde, inkarcılar ise 'esfel-i sâfilîn (aşağıların en aşağısı)' dediler. Mü'minler ahirette izzetin ve kerametin doruğunda, kâfirler ise zille­tin ve sıkıntının çukurundadırlar.[405]

"İnkâr edenlere dünya hayatı çekici kılındı (süslendi). Onlar, iman edenlerden kimileriyle alay ederler. Oysa Allah'tan ittika edenler, kıyamet günü onların üstündedir. Allah dilediğine hesapsız rızık verir.”[406]

 
14- Mü'minler Takva Hususunda Yardımlaşırlar:
 

Allah'a iman edenler ve İslâm'ı din ve yaşama biçimi olarak seçenler, insanlar arasında güzelliklerin (ma'rufun) yerleşmesini, çirkinlik ve kötülüklerin (münkerin) azal­masını isterler. Bu konuda çalışanlara, çaba harcayanlara destek olurlar. Onlarla beraber hareket ederler. Ellerinde­ki her türlü imkânla hayırlı işlere, insanlara faydalı faaliyetlere arka çıkarlar. Bunu da takva bilinci ile yaparlar. Birbirlerine her şart ve durumda takva ahlâkı ile, ya da takvaya uygun işlerde yardım ederler.

Bu konuda Kur'an şöyle diyor:

"Birr (iyilik) ve takva (Allah'tan korku; korunma) hususunda yardımlaşın; günah ve sınırı aşma konusunda yardımlaşmayın. Gerçekten Allah (ceza ile) sonuçlandır­ması pek şiddetli olandır."[407]

Takva, birre ulaşan ve ona vesile olan yoldur, insanla­rın biraraya gelmelerinden ve ilişki kurmalarından maksat, birr ve takva hususunda yardımlaşma olmalıdır. Toplum fertlerinden her biri diğerine bu şekilde bilgi ve davranış olarak yardım etmelidir. Zira kul tek başına, kendi sınırlı gücü ve az ilmiyle böylesine önemli bir görevi yerine geti­remez. Allah'ın hikmetinin bir gereği olarak, insan cinsi­nin bazısı bazısı için âdeta destekçi ve yardımcıdır.[408]

Maverdî diyor ki: "Allah (cc) birr (iyilik) konusunda yar­dımlaşmayı ve takva ile kendisine yakın olunmasını tavsiye ediyor. Çünkü takvada Allah'ın rızası vardır. Birrde ise in­sanları hoşnut etme anlayışı bulunur. Kim bir iş de Allah'ın rızasını ve insanlara iyilik etmeyi biraraya toplarsa, şüphesiz onun saadeti tamam olur ve üzerindeki nimet genişler."

İbni Huveyz, 'Ahkâm' isimli eserinde diyor ki: "Birr ve takva hususunda yardımlaşma çeşitli şekillerde olabi­lir. Âlime, insanlara ilmiyle faydalı olması ve onlara ilim öğretmesi vaciptir. Bir zengine, insanlara malıyla yardım etmesi ve Allah yolunda cömert olması vaciptir. Müslü­manların birbirlerine karşı bir el gibi olmaları da onların üzerine vaciptir."[409]

Müslüman, toplum içerisinde diğer insanlara İslâm'a göre birr olan işlerde yardımcı olur. İnsanları takva bilinci­ne davet eder. Onların takvalarını artırıcı çalışmalara öncü­lük yapar. Buna karşın günah olan amellerin işlenmesine önayak olmaz. Masiyet (günah) sayılan davranışların yapıl­masına hiçbir şekilde zemin hazırlamaz. Düşmanlıkların artmasına, insanlar arasında anlaşmazlığa, kavga ve fitne çıkmasma sebep olacak davranışlardan kaçınır, bunları körüklemez. Dostluklara taraf olur, dostlukları artırır, insan­ları dostluklara davet eder. Sözleriyle, davranışlarıyla, eser­leriyle veya elindeki yetki ile hiçbir şekilde Allah'a isyana aracı olmaz, bunlara sebep olucu bir konumda bulunmaz.

İşte böyle bir ahlâk, böyle bir bilinç insanların bütün maslahatlarını (onların faydalarını), birbirleriyle olan ilişkilerindeki güzellikleri içerisine alır. Yine kendileriyle Rableri arasında olması gereken tazimi ve kulluk bilinci­ni kapsar. İnsan şu iki durumda dikkatli olmalıdır:

a-
Allah ile olan ilişkilerindeki görevler,

b- İnsanlarla olan ilişkilerindeki görevler.

İnsanlarla olan ilişkiler, yardımlaşma, konuşma ve benzeri şeyler, Allah rızasına ve O'na itaate uygun olmalı­dır -ki bu da kulun amacı ve kurtuluşudur-. Onlardan baş­kasında saadet yoktur: Onlar da birr ve takvadır.[410]


[321] Alâk: 96/11-12.

[322] Tirmizî, Birr/62, Hadis no: 2004, 4/363. İbni Hibban ve Beyhakî, nak. Et-Terğîb ve't-Terhîb, 3/356.

[323] İbni Mace, nak. H. El-Bennâ, T. İ. ve Fatiha Tefsiri, s. 71.

[324] Ebu Davud, Sünne/5, Hadis no: 4607, 4/201. Tirmizî, İlim/16, Hadis no: 2676, 5/44. Müsned, 2/325, nak. Şamil İsi. Ans. 6/100.

[325] İbni Mace, Ticarât/2, Hadis no: 2144, 2/720. Zevâid'de bu hadisin senedinin zayıf olduğu söyleniyor. Ancak bir benzerini İbni Hibban Sahih'inde iki kanaldan riva­yet etmekledir.

[326] Tirmizî'den,Riyazü’s-Salihîn, s. 51, Müsned, 5/251. nak. A. Ferîd, Takva, s. 20.

[327] Fetih: 48/2.

[328] Siret Ansiklopedisi, çev. Heyet, İst. 1988, 1/78-79.

[329] Tirmizî, Zühd/2, Hadis no: 2305,4/551. Tirmizî, bu hadis için 'garip'tir diyor. Bir benzeri için bak. İbni Mace, Zühd/24, Hadis no: 4217, 2/1410.

[330] Tirmizî, İlim/19, Hadis no: 2683, 5/49.

[331] Müslim, nak. Riyazü's-Salihîn, s. 51.

[332] Nesâi, I'deyn/19, 3/152. Darimî, Salât/224, Hadis no: 1618, 1/316. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 100-105.

[333] Ankebût: 29/16

[334] Şuarâ: 26/106-l08. Ayrıca bak. Mü'minun: 23/23, Nûh: 71/3.

[335] Şuarâ: 26/124-126.

[336] Şuarâ: 26/142-l44.

[337] Şuarâ: 26/161-163.

[338] Şuarâ: 26/177-179.

[339] Saffat: 37/124.

[340] A'raf: 7/65.

[341] Şuarâ: 26/184.

[342] Nisa: 4/l.

[343] Mü'minûn: 23/31-32.

[344] Şuara: 26/10-11.

[345] Âl-i İmran: 3/50. Bir benzeri için bak. Zuhruf: 43/63.

[346] Maide: 5/112. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 105-108.

[347] Enbiya: 21/90.

[348] H. el-Bennâ, F. Tefsiri, s. 71.

[349] A. Ferîd, Takva, s. 23.

[350] Y. Kandehlevî, Hayatü’s-Sahabe, Beyrut. 1406-1986, 3/97.

[351] Y. Kandehlevî, H. Sahabe, 3/97.

[352] Y. Kandehlevî, H. Sahabe, 3/98.

[353] Tirmizî, Kader/17, Hadis no: 2155, 4/457.

[354] A. B. Hanbel, Kitabu'z-Zühd, Beyrut, 1414-1994, s. 548. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 108-110.

[355] Âl-i İmran: 3/102.

[356] C. Amûlî, Kur'an'da Keramet, çev. H. Kırlangıç, İst. 1995, s. 44.

[357] nak. îbni Teymiyye, Velayet Risalesi, ter. Heyet, İst. 1998, s. 60.

[358] Elmalılı, Teftir. 2/405.

[359] Teğâbun: 64/15-16.

[360] Bakara: 2/286. En’am: 6/102. A'raf: 7/42, Mü'minûr: 23/62.

[361] Mevdudî. Tefhim, 6/356.

[362] Elmalılı, Tefsir, 2/406.

[363] Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 110-114.

[364] İnşikâk:8/6.

[365] C. Amulî, K. Keramet, s. 54-55.

[366] S. Kutub, Tefsir, 1/197.

[367] Bakara: 2/197, (Buhari, Hacc: 22/6, 2/165. Ebu Davud, Menâsik/4, Hadis no: 1730, 2/131).

[368] R. Rıza, T. Menar, Mısır, 1368, 1/229.

[369] Beydavî, Tefsir, 1/111.

[370] Hacc: 22/37.

[371] Maide: 5/27.

[372] C. Amûlî, K. Keramet, s. 59.

[373] H. El-Bennâ, T. İ. ve Fatiha Tefsiri, s. 71.

[374] C. Amûlî, K. Keramet, s. 123.

[375] Elmalılı, Tefsir, 2/55.

[376] C. Amûlî, K. Keramet, s. 83-84. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 114-118.

[377] A'raf: 7/26.

[378] A. Ferid, Takva. s. 25.

[379] Beydavî, Tefsir, 1/335.

[380] İbni Kesir, Muh. Tefsir, 2/12. Bağavî, Tefsir, 2/155.

[381] Elmalılı, Tefsir, 4/28. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 118-121.

[382] İsra: 17/70.

[383] Mü'minûn: 23/14.

[384] Alâk: 96/l-5.

[385] Müsned 2/381. nak. Ş. İslâm Ans. 1/68.

[386] Özetle, C.Amûli, Kur'an'da Keramet, çev. H. Kırlangıç, İst. 1995. s. 18-20.

[387] Vakıa: 56/77.

[388] Hucurât: 49/13.

[389] Özetle, C. Amûlî, a.g.e., s. 39-41.

[390] Tirmizî, Tefsir/50-Hucurat, Hadis no: 3271, 5/390.

[391] İmam-ı Mâlik, Muvatta, Cihad/35, (Tenvir'i-Havâlik), 2/19. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 121-125.

[392] Hucurat: 49/13.

[393] İbni Teymiyye, et-Tefsim'1-Kebir, 4/42.

[394] M. Güngör, Kur'an'ın Penceresinden Bakış, İst. 1995, s. 93.

[395] Mü'minûn: 23/101-103.

[396] A. Ferid, Takva, s. 28.

[397] Müsned, 5/411. Mecmau'z-Zevâid, 3/266. nak. İbni Teymiyye, Iktızâu' Sırati'l-Mustakîm,  Kahire, trh. s. 137. S. Havva, el-Esas fî's Sünne, 10/377.

[398] Buharı. Bid’u’l-Halk/, 4/179.

[399] İbni Kayyim el-Cevziyye, el-Vâbilu's Sayyib, Kahire, trh. s. 68.

[400] İbni Mace, Zühd/24, Hadis no: 4216, 2/1409.

[401] Müsned, 2/285, nak. M. Güngör, K. P. Bakış, s. 95.

[402] Tirmizî, Tefsir/50, Hadis no: 3270, 5/389.

[403] Buhari, Cihad/2, 4/18. Tirmizî, Fezâil'l Cihad/24, Hadis no: 1660, 4/168. Nesâî, Cihad/7, 6/10.

[404] Müslim, Cenâiz/29, Hadis no: 934, 2/644. Tirmizî, Cenâiz/23, Hadis no: 1001, 3/325.

[405] Sabûnî, Safvetü't Tefâsir, 1/134.

[406] Bakara: 2/212. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 125-130.

[407] Maide: 5/2.

[408] İbni Kayyım, Zâdu'l Muhacir, Kayrosıtî 1991. s. 10.

[409] A. Ferîd, Takva, s. 30.

[410] A. Ferîd, Takva, s. 31. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 131-132.






Konu Başlığı: Ynt: Takva Peygamberin de tavsiyesidir
Gönderen: Kayin üzerinde 25 Mayıs 2013, 09:16:37
İnsanlarla olan ilişkiler, yardımlaşma, konuşma ve benzeri şeyler, ALLAH rızasına ve O'na itaate uygun olmalı­dır -ki bu da kulun amacı ve kurtuluşudur-. Onlardan baş­kasında saadet yoktur: Onlar da birr ve takvadır.


Konu Başlığı: Ynt: Takva Peygamberin de tavsiyesidir
Gönderen: Zehra 8/C üzerinde 13 Ekim 2015, 18:55:33
Takva kalbin ve ruhun gıdasıdır. Kalpler ve ruhlar onunla yaşar. Onunla kuvvetlenir, nurlanır. Paylaşım için ALLAH RAZI OLSUN...


Konu Başlığı: Ynt: Takva Peygamberin de tavsiyesidir
Gönderen: Ceren üzerinde 13 Ekim 2015, 19:41:57
Aleykümselam.Takvalı olmak Allaha sonsuz tevekkul etmek,ona sonsuz bağlanmaktır.Peygamber efendimiz de ,takvayı tavsiye edip,Allaha sonsuz tevekkulde olmamızı buyurur.Rabbim bizleri her anımızda tevekkul eden ve tevekkul ehli olan kulların yolunda giden kullardan eylesin inşallah...


Konu Başlığı: Ynt: Takva Peygamberin de tavsiyesidir
Gönderen: besiye 8 üzerinde 13 Ekim 2015, 20:01:59
Teşekkür  ederim    bizlerle paylaştığınız icin


Konu Başlığı: Ynt: Takva Peygamberin de tavsiyesidir
Gönderen: sultan aktay üzerinde 15 Ekim 2015, 16:17:49
selamun aleyküm
takva demek allahu teala ya bağımlı olmak demektie ona tevvekül duymak demektir
paylaşım için allah sizlerdenb razı olsun
bu konu hakkında beni bilgilendirdiğiniz için
çok teşekkür ederim


Konu Başlığı: Ynt: Takva Peygamberin de tavsiyesidir
Gönderen: Sevgi. üzerinde 22 Mart 2018, 03:49:47
Aleyküm Selam. Takva kalbin ve Ruhun gıdasıdır. Mevlam bizleri Peygamberimizin tavsiyesine hakkıyla uymayı nasip buyursun. Çğnki Peygamberimiz bizlere her yönüyle mükemmel örnektir


Konu Başlığı: Ynt: Takva Peygamberin de tavsiyesidir
Gönderen: sedanurr üzerinde 22 Mart 2018, 08:11:01
Ve aleykumselam Rabbim bizleri takva ehli eylesin


Konu Başlığı: Ynt: Takva Peygamberin de tavsiyesidir
Gönderen: Mehmed. üzerinde 09 Mart 2021, 16:22:17
Ve aleykümüsselam Rabbim bizleri Peygamberimiz in yolundan ayırmasın Rabbim paylaşım için razı olsun