๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Takva Bilinci => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 26 Ekim 2010, 11:27:16



Konu Başlığı: İnfak ve takva ilişkisi
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 26 Ekim 2010, 11:27:16
8- İnfak ve Takva İlişkisi:
 

"Allah'a ve Rasûlüne iman edin. Sizi kendileri hak­kında halifeler kılıp harcama yetkisi verdiği şeylerden in­fak edin. Artık sizden kim iman edip infak ederse, onlar için büyük bir ecir vardır."[543]

Kur'an, insanlara iyilik yapmayı ve onlara güzel dav­ranmayı emrettikten sonra Allah'ın büyüklük taslayıp kibirlenenleri sevmediğini söylüyor. İşte böyleleri cimrilik yaparlar, başkalarına da cimriliği emrederler ve Allah'ın kendilerine verdiği nimetleri gizlerler.[544]

Burada dinin iki önemli temeli yer alıyor: Allah'ın emrine itaat ve O'nun kullarına merhamet etme.

Allah'ın emrine itaat, huşu' (saygıyla eğilme) ve teva­zu ile olur. Bu da takvanın aslıdır. Allah'ın kullarına mer­hamet ise ancak onlara ihsan etmekle mümkündür. Bu ikisi de namazın ve zekâtın gerçeğidir. Çünkü namaz, Al­lah için boyun eğmek, O'na tevazu göstermek, O'nun önünde kendini küçük görmektir. Bütün bunlar da övün­menin, kendini büyük görmenin zıddıdır. Zekât ise insan­lara faydalı olma, onlara iyilikte bulunma amacını taşır. Bu da cimriliğin zıddıdır. [545]

Kur'an, başkalarına iyilik etmeyi, muhtaç olanlara ge­rekli şeyleri vermeyi takva ile beraber anıyor ve bu gibi davranışları övüyor.

"Fakat kim verir ve ittika ederse ve en güzel olanı doğrularsa, biz de onu kolay olan için başarılı kılacağız."[546]

Muttaki olanların en önemli özelliklerinden biri de mallarını Allah yolunda, bollukta ve darlıkta, gerekli yer­lere infak etmeleridir.[547]

Kur'an birri tarif ederken onun, itikad esaslarını ka­bul ettikten sonra, malı seve seve yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara ve benzeri muhtaç kimselere vermek, sözde durmak ve her zaman sabredip kararlılık göstermek olduğunu söylüyor. Daha sonra da bütün bu amelleri ya­panların sadık (doğru) ve takva sahibi kimseler olduğunu ilave ediyor.[548]

Mutakkiler, mallarını Allah yolunda seve seve harcar­lar. İnfak, imanı bir görevdir ve takvanın sonucudur. Allah yolunda malını gerekli yerlere infak etmenin hedefi de şu­dur: Hırsın, cimriliğin, mal karşısındaki zaafın, kendini düşünmenin bencilliğinden kişiyi kurtarmaktır. Hırsa ve cimriliğe esir olanlar, mallarını infak etmekten sakınırlar. Takvanın öğrettiği infak ahlâkı ise, ruhu mal sevgisinden, dünyalıklara kul köle olmaktan azad eder. Burada söz ko­nusu edilen şey, mal sevgisi üzerindeki ruhî değerlerdir. Takva sahibi kimse, mala olan sevgisine rağmen, onun üzerindeki sevgisini Allah için salıverir. Böylece insanın başını öne eğdiren hırs zilletinden onu kurtarıp özgürlüğe yükseltir.

Kendi nefsinin aşırı tutkularının kölesi olanlar, başka­larının da, başka şeylerin de kölesi olabilirler. Kendi hevâlarına (istek ve tutkularına) sınır koyabilenler, dış ha­yatlarında da hürriyet içinde yaşayabilirler.

İnfak ahlâkı, hem insandaki hırsı, cimriliği, yalnızca kendini düşünme anlayışını ortadan kaldırır, hem insanla­ra yüce bir duygu kazandırır, hem muhtaç insanların ihti­yaçlarının karşılanmasını sağlar, hem de İslâm'ın toplum­sal yardımlaşma hedefi gerçekleşmiş olur.[549]

 

9- Af ve Takva İlişkisi:
 

Af ve bağışlama, meşru hakkından vazgeçme veya onu teberru etme, Kur'an'ın tavsiye ettiği bir davranıştır. Hakkı olduğu hâlde birşeyi almamak, ya da infak konu­sunda muhtaç olanlara fazlasıyla bağışta bulunmak, ya da kendisine kötülük edenden intikam almayıp bağışlamak, Allah'ın muttaki kulunu bağışlamasına sebep olacak­tır.[550] Kur'an, kararlaştırılmış bir mehire rağmen gerdek gerçekleşmeden boşanan kadınların mehrin yarısına sahip olacaklarını söylüyor ve şunu ilâve ediyor:

"Sizin tümünü (veya fazlasını) bağışlamanız (af) tak­vaya daha yakındır..."[551]

Takva sahiplerinin bir özelliği de şudur:

"Onlar, bollukta da darlıkta da infak edenler, öfkeleri­ni yenenler ve insanlardaki (haklarından) bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah muhsinleri sever."[552]

Af, bağış, hoş görmek ve intikam duyguları taşıma­mak; bunların hepsi insanlar arasındaki ilişkileri güzelleştirir. Kalpler arasındaki yakınlaşmayı sağlar. Bunları yapa­bilenler de iyilik sahibi muhsinlerdir.

Takva bilinciyle hareket edenler, Allah'ın affedici olu­şunu örnek alırlar: "Bir hayrı açıklar ya da gizli tutarsanız veya bir kötülüğü bağışlarsanız, şüphesiz Allah, affedici­dir, gücü yetendir."[553]

"Ey iman edenler, gerçek şu ki, sizin eşlerinizden ve çocuklarınızdan bir kısmı sizler için (birer) düşmandırlar. Şu hâlde onlardan sakının. Yine de affeder, hoş görür (ku­surlarını yüzlerine vurmaz) ve bağışlarsanız, artık elbette Allah bağışlayandır, merhamet edendir."[554]

Kur'an Peygamberimize şöyle emrediyor:

"Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslâm'a) uy­gun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir."[555]

İnsanlarla ilişkilerde öncelikle hoşgörü ve kolaylık ta­rafı gözetilmeli. Nefislere zor gelecek, zorluk verecek şey­leri istememek, şiddet ve zorluk taraftarı olmamak gere­kir. Ayrıca affedici olmak, eksiklere, kusurlara bakmamak takvaya daha uygundur. [556]

 

10- Sıdk ve Takva İlişkisi:
 

'Sıdk' sözlükte, yalanın (kizbin) zıddı olan doğruluk­tur. Söz vermede veya başka bir konuda doğru olmayı, ke­lâmın (sözün) bütün çeşitlerinde sözünde durmayı ifade eder.

'Sıdk', haber verilen ile saklanılan şey arasındaki uy­gunluk, kişinin içinin ve dışının aynı olmasıdır. Bu şart­lardan birisi olmazsa, sıdk (doğruluk) gerçekleşmez.

Kur'an, Peygamberlere ve Hz. Muhammed'e indiril­miş olan vahyi kabul etmeyi 'tasdik' (doğrulama), onu yalanlamayı da 'tekzib' (yalanlama) kelimeleriyle ifade edi­yor. Bu anlamda İslâm'ı din olarak kabul eden kimseler, 'sadık' kişilerdir. Onlar, hem 'Elest Bezm'inde' verdikleri sözlerini yerine getirirler, hem doğru sözlü Peygamber'i tasdik ederler (doğrularlar), hem de gelen vahyin doğrulu­ğuna dilleri ve kalpleriyle inanırlar, sözlerinde ve fiillerin­de doğru olurlar.

'Sadık' kimse, sözünde duran kimsedir. Onun içi ve dı­şı birdir. Yalan söylemez, hile yapmaz, kimseyi aldatmaz, işini düzgün yapar. Gittiği yol doğru bir yol, özü (kalbi) ise 'sadık'tır. İçinde yalana, hileye, düşmanlığa, üçkağıtçılığa, fitneye ve münafıklığa (iki dinli olmaya) yer yoktur. Onun imanı sağlam olduğu gibi, sözü de doğrudur, işi de.

'Sıdk' sahibi olmaya 'sadâkat' denir. Sadık kimseler, aynı zamanda 'sadâkat' sahibi kimselerdir.

Allah'a ve O'nun Rasûlüne hakkıyla iman edenler, Al­lah katında 'sıddîk'ler ile şehidlerdir.[557]

Sabredenler, sadık olanlar, kunut yapanlar (boyun bü­kerek ibadet edenler), muttaki olanlar, seherlerde Rablerine günahlarından dolayı istiğfar edenler, övülmeye lâyık insanlardır.[558]

Allah (cc), bütün insanları kendisinden korkup sakın­maya ve sadık kimseler ile beraber olmaya davet ediyor:

"Ey iman edenler, Allah'tan ittika edin ve sadık kim­selerle beraber olun."[559]

Allah (cc), dünyada iken sadık olanların, İslâm'ı, Kur'an'ı ve onu tebliğ eden Peygamber'i tasdik edip tam bir bağlılıkla ibadet edenlerin mükâfatını verecektir.[560] 'Sıdk'tan uzak kalan iki yüzlü münafıkların hakkı ise azaptır.[561]

İman edenler, 'sıdk' sahibi sadıklardır. Onlar, Allah'ın katından gelen 'sadık' bir daveti 'tasdik' ettiler ve 'musaddık/doğrulayan, doğru kimse' oldular. Kur'an onları şöyle övüyor:

"Mü'min olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Al­lah'a ve Rasûlüne iman ettiler, sonra hiç şüpheye düşme­den Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler. İşte onlar, sâdık (doğru) olanların ta kendisidir."[562]

Allah'a ve Peygamberine her konuda itaat edenler, iyi insanlarla, Allah'ın kendilerine değer verdiği seçkinlerle beraberdirler. Arkadaşların en iyileri de onlardır:

"Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat ederse, işte onlar, Al­lah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sadık olan­lar (doğrulayanlar), şehidler ve salihlerle beraberdirler. Ne iyi arkadaştır onlar."[563]

Cafer-i Sâdık (r.a) şöyle diyor:

"Şu dört huy kimde varsa, Allah (cc) onun ayağı güna­ha yakın olsa bile (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir: Sıdk (sözde ve amelde doğruluk), haya, güzel ahlâk ve Al­lah'ın nimetlerine şükür."[564]

Hz. Ali (r.a)'nin şöyle dediği rivayet olunuyor:

"Peygamberler ancak doğru sözle (sıdkla) ve emanetle­ri yerine vermek görevi ile beraber gönderildiler."[565]

Peygamberimizin 'sıdk'la ilgili sözünü tekrar hatırla­yalım:

"Sıdk (doğruluk) kişiyi birre, birr ise insanı cennete gö­türür. Kişi doğruluğa devam eder ve sonunda sadıklardan (doğrulardan) olur..."[566]

Kur'an sözü doğru ve sağlam yapma konusunda da şöyle diyor:

"Ey iman edenler, Allah'tan ittika edin ve sözü doğru olarak söyleyin. Ki O (Allah), amellerinizi ıslah etsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat ederse, artık o en büyük kurtuluşla kurtulmuştur."[567]

 

11- Takvaya Yakışan Davranış: Adalet
 

Kur'an, Mekke'nin Fethi'nden sonra eski düşmanları­na karşı Müslümanları uyarıyor:

"Ey iman edenler, adaletli şahitler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutanlar olun. Bir topluluğa olan kininiz, si­zi adaletten alıkoymasın. Âdil olun, o, takvaya daha ya­kındır. Allah'tan ittika edin (korkup sakının). Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır."[568]

Kur'an daha önce de Müslümanlara, onları Mescid-i Haram'dan alıkoyanlara öfkeleri sebebiyle saldırmayı yasaklamıştı. Bu âyette ise daha yüce bir anlayışı görüyoruz. Bu, nefse ağır gelse de başkalarına tecavüz etmeme emrin­den daha ileri bir aşamayı, kin ve nefret duyulsa bile ada­letli olmayı emrediyor. Bu önemli bir tavırdır, üstün bir prensiptir. 'Başkalarına tecavüz etmeyin' emri kolaydır. Çünkü bu, tecavüzden el çekmekle son bulan olumsuz bir fiildir. Ancak ikinci emir çok daha zordur. Çünkü o, kin ve nefret duyulanlara karşı bile adaleti ve doğruluğu öngö­rerek nefse ağır gelen işler yaptıran olumlu bir faaliyettir.

"Allah'tan ittika edin. Şüphesiz Allah yaptıklarınız­dan haberdardır."

İnsan ruhu, bu emre yapışıp Allah (cc) ile ilgi kurma­dan, başka bütün amaçları bırakıp sadece O'nun rızası için çaba gösterme bilincine kavuşmadan, Allah korkusunu hissetmeden veya O'nun her şeyi bildiğine inanmadan böylesine yüce bir seviyeye ulaşamaz.

Kur'an, ister Müslüman olsun, ister olmasın, ister ya­kın olsun, ister yabancı olsun, herkese adaletle davranılmasını kendisine inananlara emrediyor. Hatta bir toplum­dan nefret edilse, arada bir düşmanlık ve husumet bulun­sa bile adaletten ayrılmayı yasaklıyor. Bunu da takva bi­lincine bağlıyor. Böyle bir ahlâk, ancak Allah'ın rızası gö­zetilerek kazanılabilir. Kur'an, karşılıklı ilişkilerin sadece Allah rızası temeline dayandırılmasını istiyor.[569]

Allah'ın koyduğu ölçülere uyarak adaletle hareket eden, O'na itaat etmiş olur. Allah'a itaat etmek de takvânın gereğidir. Adaletin zıddı zulümdür. Yani eşyayı ait ol­duğu yere koymamak, insanların haklarını elinden almak ve günah işleyerek nefse yazık etmektir. Zulmedenler ay­nı zamanda Allah'a isyan içindedirler. Allah'a isyan eden­ler, takva bilincinden yoksun kalanlardır. Müslümanlar, İslâm'ın ölçülerine takva bilinciyle uyarak başkalarına ve kendi nefislerine zulmetmezler. Onlar, zalimlerin ilâhî ce­zayı hak ettiklerini bilirler.

Takva aynı zamanda toplumsal ve kişisel dengenin de sebebidir. Muttaki, bu dengeyi kuran, ya da bu dengenin bozulmasından çekinen kimse demektir. Adalet, bu den­geyi sağlamanın, eşyayı ve haklan yerine koymanın adı­dır. Allah'a karşı sorumluluk bilinci duyarak davrananlar, insanlara ait haklara riayet ederler, eşyayı ait olmadığı ye­re koyarak, ya da yanlış yerde kullanarak zulme, israfa ve taşkınlığa sebep olmazlar. Takvaya yakışan davranış, den­geli olmak her konuda, herkese ve her şeye karşı adaletli olmak ve haktan ayrılmamaktır.[570]

 

12- Veli Olmanın Şartı: Takva
 


'Veli' kelimesinin kökü 'velâ'dır. Bunun masdarı da Velayet'tir. Velâ ve velayet, sözlükte, arada birşey bulun­madan bitişiklik, yanyana olma ve yaklaşma manasına ge­lir. Bu anlamdan hareketle 'velayet' kavramına, arkadaş­lık, niyet, yer, zaman, din ve nisbette, yardımda, inançta tam bir yakınlık anlamları verilmektedir.

'Velayet', aynı zamanda bir işi yüklenme, emirlik, ri­yaset (yönetim ve yetki), yardım işini üzerine alma, destek olma demektir.[571]

Buna göre veli (çoğulu 'evliya'), dost, yardımcı, işi yüklenen, en yakın sorumlu, sırdaş, candan sevip destek olan anlamına gelir.

Kur'an'da 'veli' sıfatı, insanlar, putlar, şeytan, tağut ve Allah (cc) hakkında kullanılmaktadır.

Allah'ın güzel isimlerinden biri de 'el-Veliyy'dir. Bu­nun anlamı, yardım eden, insanların ve evrenin işlerini üzerine alan demektir. Kimileri bunu, 'seven ve yardım eden' şeklinde açıklamışlardır. 'Veli' kelimesi doğrudan doğruya sevgi anlamı taşımasa bile bu, veli olmanın gere­ği sayılır. Birine yardım etmek veya onun işini üzerine al­mak sevgi ile yakından ilgilidir.

"Allah (cc), kullarını gözetir, (onlara) nimet verir. Do­layısıyla O, hamd edilmeye lâyık bir velidir (dosttur)."[572]

'Velayet' gerçeğini anlamış olan iman sahibi kimse, gerçek ve değişmez 'veli' olarak Allah'ı tanır.[573] Bu şuura eren bir mü'minin, Allah'ın dışındaki kimselerle kuracağı dostlukta hareket noktası, Allah'a ait velilik ölçüsüdür. Yani o, ancak Allah'a veli olanlarla velilik bağını kurar.

"Sizin veliniz, ancak Allah, (O'nun) Rasûlü, rükû' edi­ciler olarak namaz kılan ve zekâtı veren mü'minlerdir."[574]

"Allah, mü'minlerin velisidir (dostu ve yardımcısıdır). Küfredenlerin velisi ise tağuttur."[575]

Allah (cc) mü'minlerin velisi olduğu gibi, mü'minler de Allah'ın velisidirler. Şüphesiz ki Allah (cc), hiçbir za­man kullarının yardımına, velayetine, ya da onların ilgisi­ne muhtaç değildir. Buradaki veliliği, dost, seven, yakın olan manalarında anlamak daha uygun olur.

Kur'an şöyle diyor:

"Haberiniz olsun, Allah'ın velileri (evliyaullah) için korku yoktur, onlar mahzun da olacak değillerdir."[576]

Bu büyük müjdeye kavuşacak olan 'evliya/veliler' kimlerdir?

Cevabı bu âyeti takip eden ikinci âyet veriyor:

"Onlar iman edenler ve Allah'tan ittika edenler (O'na karşı sorumluluk bilinci duyanlar) dir. Müjde dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah'ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük kurtuluş budur."[577]

Yani Allah (cc), emirlerine itaat ederek kendisini veli edinenleri, onlara ikram ederek kendine veli edinir. Çün­kü onlar, imanda bulunurlar ve Rablerine karşı sorumlu­luk bilinci ile hareket ederler.[578]

Amr b. As'ın (r.a) rivayetine göre Peygamberimiz (s.a.v) de şöyle buyurmuştur: "Falanca soydan olanlar benim evli­yam (velilerim) değildir. Allah'ın velileri, ancak salih (Al­lah'a hakkıyla ibadet eden) mü'minlerdir."[579]

Peygamberimiz (s.a.v) yine bir başka hadisinde kendi velilerinin muttakiler olduğunu haber veriyor:

"Benim velilerim ancak takva sahipleridir."[580]

Ölçü; iman ve takva. Kim hakkıyla iman eder, imanı­nı şirk veya riya gibi şeylere bulaştırmazsa ve arkasından da salih amel işleyerek Kur'an'ın tanımladığı takvaya ula­şırsa, işte böyleleri Allah'ın velileridir.

Kur'an, 'veli' kelimesini hem olumlu hem de olumsuz anlamda kullanmaktadır. Allah (cc), mü'minlerin veli­si/dostu ve yardımcısıdır. Rabbimiz (cc), iman edip takva sahibi olan kullarını kendine 'veliler/evliyaullah' olarak se­çiyor. Demek ki mü'minler için, sıradan bir veli olmak de­ğil, Allah'ın velilerinden, evliyaullahtan olmak önemlidir.

Mü'min, İslâm'a bütün benliği ile iman edendir. O, bütün bir hayatını takva üzere yaşamak durumundadır. İman, takvalı olmayı gerektirir. Buna göre, Allah'ın razı olduğu bütün muttaki mü'minler evliyadır, Allah'ın velisidirler. Allah (cc) da onların mevlâsıdır.

Şu hadis konuyu biraz daha açıklıyor:

Peygamberimiz'e, Allah'ın velileri kimlerdir, diye so­rulmuş, O da şöyle demiştir:

"Onlar öyle kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah hatırlanır, zikredilir."[581]

Takva sahibi mü'minler, Hakk'ın canlı şahitleridir. Onlar, İslâm'ın güzelliklerini pratik hayatlarında gösterir­ler. Onlar İslâm'ı öylesine güzel yaşarlar ki, onlara bakıldı­ğı zaman Rabbimiz'in ve O'nun verdiği nimetler hatırlanır.

Görüldüğü gibi, veli veya evliyadan olmanın şartı, özel bir sınıftan olmak, ya da olağanüstü özelliklere sahip bulunmak değil, takvadır. Yani Allah'ın velileri, muttaki Müslümanlardır.

Bilindiği gibi, İslâm'da ruhbanlık ve özel bir sınıf sta­tüsü olmadığı gibi kimsenin de Allah katında bir imtiyazı (ayrıcalığı) yoktur. Üstünlük, derece ve sevap kazanma öl­çüsü yalnızca takvadır. Kimin ne kadar takvalı olduğunu da sadece Allah (cc) bilir.[582]

 

13- Tebliğ: Takva Önderi Olmak
 

Tebliğ, bir anlamda insanlara takvayı haber vermek­tir. Allah'a karşı sorumluluk bilinci ile hareket etmenin tadını, faydasını, sonuçlarını diğer insanlarla paylaşmak, onları iyiliğe, güzelliğe, mutluluğa çağırmaktır.

Müslüman, aynı zamanda dinin tebliğcisidir. O, İslâ­m'ı elinden geldiği kadar yaşar, kendi hayatında İslâm'ın insanlara öğrettiği güzelliklere ulaşır, sonra yaşayışla diğer insanlara örnek olur. Başkaları, onun yaşantısında İslâm'ın davet ettiği üstünlükleri ve iyi hâlleri görürler.

Allah'a karşı sorumluluk bilinci ile hareket edenler, takva bilincini sadece kendileri için istemezler. Onlar, di­ğer insanların da bu bilince ulaşarak takva yolunda ilerle­melerini, dünya ve ahiret kurtuluşunu kazanmalarını, dinde onların da kendilerine kardeş ve veli olmalarını ar­zu ederler. Bunun için İslâm'ı tebliğ ederler, öğüt verirler, nasihatte bulunurlar. Ma'rufu emrederler, münkerden sa­kındırırlar. Onlar, kendileri takva bilincine ulaştıkları gi­bi, aynı bilinç ile hareket eden muttakilere imam (önder) olmak üzere dua ederler. Kendileri gibi takva bilincini kuşanmış kişiler yetiştirmek ve onların çoğunlukta olduğu toplumlar oluşturmak amacını taşırlar. Bu, şüphesiz onlar için şerefli bir görev ve ulvî bir amaçtır.[583]

Muttakilerin, Allah'ın âyetleriyle alay eden inkarcıla­ra karşı tavırları da bu amaca yöneliktir:

"İmdi, mesajlarımız hakkında ileri geri konuşan kim­selere rastladığın zaman, bu kimseler başka konulara geçinceye kadar onlardan uzak dur ve eğer şeytan sana (yap­man gerekeni) unutturursa, hiç değilse, hatırladıktan son­ra, artık açıkça zulmeden böyle bir topluluğun içinde yer alma; çünkü Allah'a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar, onlardan hiçbir şekilde mesul değillerdir. Böyleleri, sadece (günahkârlara) nasihatta bulunmakla yükümlü­dürler; belki böylece berikiler ittika ederler."[584]

Muttakiler, günahkârların hatalarından sorumlu de­ğildirler. Onların görevi, gerekirse bir hatırlatma, bir öğüt vermedir. Mü'minler, Allah'ın âyetlerine dil uzatan inkar­cıların yanında bulunmak zorunda kalırlarsa, kendileri in­kâr, küfür ve günahlardan korkup sakınırlarsa, onların ha­talarından sorumlu olmazlar. Ancak onların yaptıklarının doğru olmadığını uygun bir dille anlatmaları gerekir.[585] Belki onlar da Allah'tan ittika etmeyi öğrenirler.[586]

 

14- Takıyye:
 

'Takıyye', 'takva' kelimesinden türemiş, onunla ilgi­li bir korunma ve sakınma ahlâkıdır. Canı, malı, ırzı, dini düşmanın zararından korumak için ondan sakınmak de­mektir.

'Takıyye', güçlü olan bir düşmandan gelecek tehlikeden, her türlü üstün değerleri korumak için başvu­rulan bir tedbirdir. Değerleri ciddî anlamda tehdit altında ve tehlike karşısında olan bir Müslüman, bunlardan kur­tulmak ve zarara uğramamak için imanını ve durumunu gizleyebilir. Kur'an buna izin vermektedir.

Böyle bir 'takıyye', takvanın gereklerindendir. 'Takıy­ye' de, takva gibi kişinin kendini ve bağlı olduğu Müslü­man toplumu elem ve zarar verecek şeylerden koruyup sa­kınması demektir.

Peygamberimiz (s.a.v)'in, Mekke hayatında müşrikle­rin işkencelerine uğrayan bazı sahabelere 'takıyye' izni verdiğini biliyoruz. Bunun en canlı örneği, müşrikler tarafından gözünün önünde babası ve annesi öldürülen Ammar ibni Yasir'dir.

Yapılan işkencelere dayanamayan Ammar (r.a), müş­riklerin istediği sözleri söyler ve ölümden kurtulur. Sonra ağlayarak Peygamberimiz (s.a.v)’e gelir, O'nun hakkında kötü ko­nuştuğunu ve onların ilâhlarını övdüğünü söyler. Peygam­berimiz (s.a.v) ona şöyle sorar:

"Peki o anda kalbinde ne hisset­tin?" O da kalbinin imanla dopdolu olduğunu söyleyince, Peygamberimiz (s.a.v), aynı durumla karşılaştığı zaman yine öy­le yapmasını tavsiye eder.[587]

Şu âyet bu durumu desteklemektedir:

"Kim imanından sonra Allah'a (karşı) küfre sapıp da kalbi imanla tatmin olduğu hâlde baskı altında zorlanan hariç-küfre göğsünü açarsa, işte onların üstünde Allah'tan bir gazap vardır ve büyük azap onlarındır."[588]

'Takıyye'ye izin veren âyetin sonunda bir uyarıya yer verilmektedir. Her ne kadar gerektiği yerde 'takıyye' ruhsatına başvurulsa da, asıl ittika edilmesi, kendisinden çekinilmesi gereken Allah'tır. İlginçtir, aynı kökten gelen 'takıyye' ve 'takva' yanyana kullanılıyor.

"Mü'minler, mü'minleri bırakıp kâfirleri dost edinme­sin ve bunu her kim yaparsa Allah'tan ilişiği kesilmiş olur. Ancak onlardan bir korunma (takıyye) yapmanız baş­ka. Bununla beraber, Allah sizi kendisinden sakınmanız hususunda uyarıyor. Gidiş, sonunda Allah'adır."[589]

'Takıyye' sadece bir ruhsattır. Yukarıda söz konusu edilen durumlarda ona başvurabilir. Ancak diğer âyetlere baktığımız zaman Kur'an'ın, kuvvetli ve düşmanlara karşı hazırlıklı olmayı, cihad etmeyi, Allah yolunda canı ve malı harcamayı teşvik ettiğini, mü'minlerin önceki Müslüman­lar gibi imtihan edileceklerini söylediğini görmekteyiz.

'Takıyye' ruhsatı, hiçbir zaman bir çıkar, maddî bir karşılık veya makam için iki yüzlü davranmak, kıvırmak, ciddiyetsiz ve ilkesiz olmak anlamına gelmez. O, Müslü­manlara karşı kullanılan bir aldatma silahı değil, hasımlardan gelebilecek bir tehlikeye karşı takva bilinci ile sa­kınma ruhsatıdır.[590]

 

14- Takva Bilinciyle Gerçekleşenler: İman, İbadet, İhsan
 

Kişi, inanılması gerekli olan esaslara iman eder. Böy­lece ibadetin gereğini yapar. Çünkü ibadetin başlangıcı Allah'a Rab olarak inanmak ve O'ndan gelen hükümleri iti­raz etmeksizin benimsemektir. Allah'ı ve O'ndan gelenle­ri şüphe etmeksizin kabul etmenin anlamı, onların doğru olduğuna inanmak ve onlara uymaya söz vermektir. İman esaslarını pratik hâle getirmek, ahlâk edinmek, emredi­lenleri yapmak, yasaklananları yapmamak ibadettir.

İnsan bu anlayışla Rabbine ibadete devam ettikçe tak­vaya ulaşır. Takva bilinci, insanı Allah'ın teklifleri karşı­sında dikkatli yapar. Bu dikkatle hareket eden mü'min, kulluğunu eksiksiz yapmaya çalışır.

"Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki ittika edebilesiniz (korkup sakmabilesiniz)."[591]

"Bunlar, Allah'a ve Ahiret Günü'ne iman eder, ma'ruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır.

Onlar hayırdan her ne yaparlarsa elbette ondan yok­sun bırakılmazlar. Allah muttakileri bilendir."[592]

Kur'an, insanları muttakiler için hazırlanan cennete davet ettikten sonra, onların darlıkta ve bollukta infak ettiklerini, öfkelerine sahip olduklarını, insanları affedebildiklerini söylüyor ve Allah'ın muhsinleri (iyi, güzel davra­nışta bulunanları) sevdiğini ekliyor.[593]

İnfak etmek, öfkeye kapılmamak, insanlara güzel dav­ranmak, iyilik yapmak; bütün bunlar ibadettir. Allah'ın salih amel işleyenlere cenneti hazırladığına inanan Müs­lümanlar, takva bilinci ile kulluk yaparlar ve ihsan ahlâkı ile davranırlar.

"Şüphesiz muttaki olanlar, cennetlerde ve pınarlardadır; Rablerinin kendilerine verdiğini alanlar olarak. Çünkü onlar, bundan önce ihsanda (güzel davranışlarda) bulunanlar­dı."[594] Hem davranışları güzeldi, hem de işlerini ihsan an­layışı ile yaparlardı. Bundan dolayı da ilâhî ödülü hak ederler. Bu ödülleri, sevinerek, yüzlerinde aydınlıklar ol­duğu hâlde alırlar.

Takva bilinci, onların bu imanını güçlendirir. İbadet­lerini hakkıyla yerine getirerek ihsan derecesine ulaşmala­rını ve birbirine bağlı olan iman, ibadet ve ihsan faaliyeti­ni gerçekleştirmelerini sağlar.[595]


[543] Bakara: 2/177.

[544] Özetle, S. Kutub, Tefsir, 1/161.

[545] Âl-i İmran: 3/120.

[546] Hadid: 57/7.

[547] Nisa: 4/36-37.

[548] İbni Teymiyye, et-Tefsiru'l Kebir, Beyrut, trh. 3/242.

[549] Leyl: 92/5-7. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 185-187.

[550] Bak. Bakara: 2/3, 177, Âl-i İmran: 3/134.

[551] Bak. Bakara: 2/177.

[552] Özetle, S. Kutub, Tefsir, 1/159-160.

[553] Nûr: 24/22.

[554] Bakara: 2/237.

[555] Âl-i İmran: 3/134.

[556] Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 187-188.

[557] Nisa: 4/149.

[558] Teğâbûn: 64/l4.

[559] A'raf: 7/199.

[560] Hadid: 57/19.

[561] Al-i İmran: 3/17.

[562] Tevbe: 9/119.

[563] Ahzab: 33/35.

[564] Ahzab: 33/24.

[565] Hucurât: 49/15.

[566] Nisa: 4/69.

[567] Nuru's Sakaleyn'den nak. M. H. Hakcı, Hodsâzî, Kum 1363, s. 69. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 189-191.

[568] Aynı eser, s. 70.

[569] Buhari, Edeb/69, 8/30, Ebu Davud, Edeb/ Hadis no: 4989, 4/297.

[570] Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 192-193.

[571] Ahzab: 33/70-71. Ayrıca bak. Nisa: 4/9.

[572] Maide: 5/8. Ayrıca bak, Maide: 5/2.

[573] Özetle, S. Kutub, Tefsir, 2/852.

[574] Cevheri, es-Sihah Tacu'1-Lüga, 6/2528-2530, Firûzâbâdî, Kamusu'l Muhit, 4/404, İsfehânî, Müfredat, s. 837.

[575] Şura: 42/28.

[576] Al-i İmran: 3/68.

[577] Maide: 5/55.

[578] Bakara: 2/257.

[579] Yunus: 10/62.

[580] Yunus: 10/63-64.

[581] Beydavî, Tefsir, 1/440.

[582] Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 194-197.

[583] Bakınız; 'Muttakilerin Önder Olma İstekleri' başlığı.

[584] En’am: 6/68-69.

[585] Ebu Davud, Fiten/1, Hadis no: 4242, 4/94.

[586] Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 197-199.

[587] Dürrü’l-Mensur, 4/370. nak. Elmalılı, 4/495.

[588] En'am: 6/68-69.

[589] S. Ateş, Tefsir, 3/169.

[590] Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları:199-201

[591] Y. Kandahlevî, Hayatü's Sahabe, Beyrut, 1406-1986, 1/245, Elmalılı, Tefsir, 5/263.

[592] Nahl: 16/106.

[593] Âl-i İmran: 3/28.

[594] Bakara: 2/21.

[595] Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 201-202.





Konu Başlığı: Ynt: İnfak ve takva ilişkisi
Gönderen: Mehmed. üzerinde 08 Mart 2021, 18:54:31
Esselamu aleyküm Takva ya götüren her şeye sarilmaliyiz Rabbim bizleri hak yoldan ayırmasın


Konu Başlığı: Ynt: İnfak ve takva ilişkisi
Gönderen: Sevgi. üzerinde 11 Mart 2021, 02:07:41
Aleyküm selam. Rabb'im bizleri takvalı olan kullarından olabilmeyi nasip etsin inşaAllah