๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Tahavi Şerhi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 13 Ocak 2012, 20:47:36



Konu Başlığı: Karinelerle Haber Verenin Doğruluğunun Bilinmesi
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 13 Ocak 2012, 20:47:36
Karine’lerle, Haber Verenin Doğruluğunun Bilinmesi


Haber veren kimsenin doğru ya da yalan söylediği beraberinde bulunan karinelerle bilinebildiğine göre bir kimsenin kendisinin Allah’ın rasûlü olduğu iddiası nasıl bilinemez? Böyle birisinin doğru mu söylediği, yalan mı söylediği nasıl anlaşılamaz? Bu hususta çeşitli delillerle doğru söyleyen yalancıdan nasıl ayırt edilemez?

Bundan dolayı Hatice Radiyallahu anha’nın, Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem-in vahiy kendisine geldiğinde söylediği şu sözlerinde tamamen doğru olduğunu biliyordu: "Ben, bana bir kötülük olacağından korktum. O: Asla, Allah’a yemin ederim ebediyyen Allah seni rüsvay etmez. Çünkü şüphesiz ki sen akrabalık bağlarını gözetir, doğru konuşur, bitkin kimseyi bineğin üzerinde taşır, misafire ikram eder, yoksula kazandırır, hak’kın musibetlerine karşı (başkalarına) yardımcı olursun, demişti."[39]

O kastî olarak yalan söylemekten korkmamıştı. O kendisinin yalan söylemediğini biliyordu. Onun korkusu kendisine kötü bir şeyin arız olacağından dolayı idi. İşte bu ikinci konumu da reddedecek şeyleri Hatice Radiyallahu anha söz konusu etti. Bu ise onun tabiatında bulunan üstün ahlaki değerler ve güzel karakterleri idi. Yüce Allah’ın övülmeye değer ahlakî özellikleri fıtratında yerleştirdiği, yerilen ve kötü huylardan tenzih ettiği bir kimseyi asla mahcup etmeyeceği de Yüce Allah’ın bilinen bir sünnetidir.

Nitekim Necaşî de, Muhammed -Sallallahu aleyhi vesellem-in haber verdiği hususlara dair huzurunda bulunanlardan soru sorup da onlardan Kur’ân okumalarını isteyip, kendisine Kur’ân okumaları üzerine şunları söylemişti: "Şüphesiz ki bu ve Musa’nın getirdikleri elbetteki aynı aydınlığın kaynağından gelmektedir."[40]

Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem- Varaka b. Nevfel’e gördüklerini haber verdiğinde de böyle olmuştur. Varaka, hristiyanlığa girmişti. İncil’i de Arapça olarak yazardı. Hatice -Radıyallahu anh- ona dedi ki: "Amcacığım, kardeşinin oğlunun söylediklerini bir dinle. Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem- gördüklerini ona bildirince şunları söylemişti: İşte bu Musa’ya vaktiyle gelen Namûs’un (Cebrail’in) kendisidir."[41]

Bizans Kralı Hirakl (Heraklieus) da aynı durumdadır. Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem- kendisini İslâma davet etmek üzere bir mektup yazdığında, o da o vakit oralarda bulunan Arapların getirilmesini istemişti. Ebu Sufyan da Kureyş’e mensup bir grup ile birlikte, bir ticaret kervanı ile Şam’a gelmişti. Hirakl onlara Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem-in durumu ile ilgili sorular sordu. Ebu Sufyan’a sorarken, diğerlerine de yalan söyleyecek olursa onu yalanlamalarını emretti. Böylelikle onlar susmak suretiyle Ebu Sufyan’ın vermiş olduğu haberlere muvafakat ettiklerini göstermiş oldular.

Onlara sordu: Ataları arasında hükümdar var mıydı? Hayır, dediler.

Peki bundan önce bu sözü söyleyen bir kimse olmuş muydu? Diye sordu. Yine: Hayır, dediler.

Onlara: Aranızda soylu birisi midir? Diye sordu. Onlar, evet dediler.

Onlara: Bu sözlerini söylemeden önce onu yalancılıkla itham ediyor muydunuz? Diye sordu. Onlar: Hayır, hiç yalanını tesbit etmedik, dediler.

Onlara: İnsanların zayıf ve güçsüzleri mi yoksa ileri gelenleri mi ona uydu? Diye sordu. Ona zayıf kimselerin uyduğunu söylediler.

Onlara: Peki ona uyanlar artıyor mu, eksiliyor mu? Diye sorunca, arttıklarını söylediler.

Dinine girdikten sonra beğenmediğinden ötürü dininden çıkan bir kimse oluyor mu? Diye sordu. Hayır, dediler.

Onunla hiç savaştınız mı? Diye sorunca da, evet dediler.

Aralarındaki savaşın durumunu da sorduğunda şöyle dediler: Bazen biz yeniliyoruz, bazen biz ona galip gelebiliyoruz.

Onlara: Hiç antlaşmasını bozuyor mu? Diye sordu. Bozmadığını söylediler.

Size neyi emrediyor? Diye sorunca da şöyle dediler: Bir ve tek olarak Allah’a ibadet etmemizi, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamamızı emretmekte, atalarımızın taptıklarından uzak durmamızı söylemekte, bize namazı, doğruluğu, iffetli olmayı, akrabalık bağlarını gözetlemeyi buyurmaktadır.

İşte bunlar toplam olarak on sorudan fazladır. Daha sonra onlara sorduğu bu sorulardaki delilleri açıklayarak şunları söyledi:

Ben size: Ataları arasında bir hükümdar olup olmadığını sordum. Bana: Hayır, dediniz. Ataları arasında hükümdar bulunsaydı, ben atasının hükümdarlığının peşine düşmüş, diyecektim.

Onun bu sözlerini ondan önce aranızda başka bir kimse söyledi mi? Diye sordum size, Siz: Hayır, dediniz. Derim ki: Eğer bunu ondan başka birisi daha önceden söylemiş olsaydı, bu da kendisinden önce söylenmiş sözü tekrarlayan bir adamdır, diyecektim.

Size: Bu sözlerini söylemeden önce onu yalancılıkla itham ediyor muydunuz? Diye sordum. Siz: Hayır, dediniz. Derim ki: İnsanlara karşı yalan söylemeyen bir kimse kalkıp ta Allah’a karşı yalan söylemez.

Size: İnsanların güçsüzleri mi ona uyuyorlar, yoksa ileri gelenleri mi? Diye sordum. Siz: Güçsüzleri, dediniz. İşte -işin başında- peygamberlere uyanlar onlar olur.

Sonra şöyle dedi: Size: Ona uyanlar artıyor mu, eksiliyor mu? Diye sordum. Siz: Hayır, artıyorlar dediniz. Tamamlanıncaya kadar imanın durumu budur.

Size: Dinine girdikten sonra beğenmeyerek dininden aralarından dönen oluyor mu? Diye sordum. Siz: Hayır, dediniz. İşte iman böyledir. Onun huzuru kalplere karıştı mı kimse artık ondan nefret etmez.

İşte bu, doğruluğun ve hakkın alâmetlerinin en büyüklerindendir. Yalan ve batıl’ın işin sonunda ortaya çıkması kaçınılmaz bir şeydir. O vakit, o işin arkasından gidenler dönerler ve baştan beri ona girmeyenler de ondan uzak kalırlar. Yalan ancak kısa bir süre revaç bulur, sonra ortadan kalkar.

Yine ben size: Sizinle, onun arasında savaşın durumu nedir? Diye sordum. Siz: Değişken olduğunu söylediniz. İşte peygamberler böylece sınanırlar ve sonunda akıbet onların olur.

(Devamla) dedi ki: Size antlaşmalarında durmamazlık ediyor mu? Diye sordum. Siz: Hayır, dediniz. İşte peygamberler hep böyledir. Onlar antlaşmalarını bozmazlar.[42]

Hirakl, peygamberlerin adetlerini, Allah’ın onlar hakkındaki sünnetlerini kimi zaman Allah’ın onları zafere kavuşturup kimi zaman onları sınadığını, onların sözlerinde durmamazlık etmediklerini bildiğinden bu alametlerin rasûllerin alametleri olduğunu da bilmişti. Yüce Allah’ın peygamberler ve mü’minler hakkındaki sünnetinin bollukla ve darlıkla onları sınamak olduğunu da bilmişti. Böylelikle şükür ve sabır derecelerine ulaşmaları sağlanmaktadır.

Nitekim, Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem-den gelen sahih hadiste şöyle buyurulmuştur: "Nefsim elinde olana yemin ederim ki Allah mü’min hakkında bir kaza takdir buyurdu mu mutlaka o, o mü’min için hayırlıdır ve bu ancak mü’min için böyledir. Ona bir bolluk isabet ederse şükreder, bu onun için bir hayır olur. Yine ona bir darlık ve sıkıntı isabet ederse sabreder, bu da onun için bir hayır olur."[43]

Yüce Allah, Uhud gününde düşmanlarına zafer verişindeki hikmeti Kur’ân-ı Kerîm’de beyan ederek şöyle buyurmaktadır: "Gevşemeyin ve üzülmeyin. Siz eğer mü’minler iseniz muhakkak üstünsünüz." (Al-i İmran, 3/139)   Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Elif, Lam, Mim. İnsanlar iman ettik demeleri ile bırakılıverileceklerini ve imtihan edilmeyeceklerini mi sandılar?" (el-Ankebut, 29/1-2) ve buna benzer Yüce Allah’ın yarattıklarındaki sünnetine ve akılları hayrete düşüren hikmetine delil teşkil edebilecek pek çok âyet ve hadis daha vardır.

(Herakliyus) devamla dedi ki: Ve ben size onun neleri emrettiğini sordum. Bana: Allah’a ibadet etmenizi, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamanızı emrettiğini, size namaz kılmanızı, zekat vermenizi, doğruluğu, iffetli olmayı, akrabalık bağlarını gözetmeyi emrettiğini ve size atalarınızın tapındıklarını yasakladığını söylediniz. İşte bunlar bir peygamberin vasıflarıdır.

Ben bir peygamberin gönderileceğini biliyordum, fakat bu peygamberin aranızdan çıkacağını zannetmiyordum. Onun yanında olmayı, ona ulaşabilmeyi candan arzulardım. Eğer bir hükümdar olmasaydım, şüphesiz yanına giderdim ve eğer onun söyledikleri gerçek ise pek yakında şu ayaklarımın bastığı yerlere sahip olacaktır.

Bu sözlere muhatap Ebu Sufyan b. Harb idi. O zamanlar o Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem-e insanlar arasında en ileri derecede düşmanlık ve kin besleyen kâfir bir kimse idi.

Ebu Sufyan b. Harb dedi ki: Yanından çıkarken arkadaşlarıma şunları söyledim: Bu Ebu Kebşe’nin oğlunun işi artık gerçekten ilerlemiş bulunuyor. Gerçek şu ki Sarıoğullarının hükümdarı artık onu ta’zim ediyor. Ben o andan itibaren Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem-in işinin ortaya çıkıp, üstünlük sağlayacağına inanıp durdum ve nihayet Allah, İslam’ı benim hoşuma gitmiyorken bulunduğum yere kadar soktu.[44]

Bilinmesi gereken hususlardan birisi de şudur: Kalpte bir takım hususların toplamı ile bazı haller ortaya çıkabilir ve bunların bir bölümü ile bu hususlar birbirinden ayırt edilemez. Hatta kimi zaman insan tokluk, suya kanmışlık, şükür, sevinç ve gam gibi halleri bir takım hususların bir arada bulunması sonucu bir anda elde edebilir, diğer taraftan bunların bir bölümüne de sahip olmayabilir. Ancak onların bir bölümü bu işin bir kısmını da gerçekleştirebilir.

İşte bir haber ile ilim sahibi olmak ta böyledir. Haber-i vâhid, kalpte bir tür zan hasıl eder. Arkasından bir başka haber daha gelir ve nihayet bu ilim ifade edecek noktaya kadar ulaşır, sonunda artar ve güçlenir. İşte doğruluğa ve yalana dair delillerle benzerleri de bu şekildedir.

Yine Yüce Allah peygamberlerine ve mü’minlere lütuf ve ihsanlarına delâlet edecek, diğer taraftan onları yalanlayanlara verdiği cezayı gösterecek bir takım eserleri dünyada bırakmış bulunmaktadır. Tufan’a dair mütevatir haberler ile Fir’avun’un ve askerlerinin suda boğulmasına dair haberler gibi. Şanı Yüce Allah eş-Şuarâ suresinde Musa, İbrahim, Nuh ve onlardan sonra gelen peygamberlerin kıssalarını tek tek söz konusu ettikten sonra herbir kıssanın sonunda şunları söylemektedir: "Şüphesiz ki bunda bir âyet (delil) vardır. Fakat çoğu iman etmediler. Şüphe yok ki Rabbin Aziz’dir, Rahim’dir." (eş-Şuarâ, 26/67-68)
Özetle; yeryüzünde ben Allah’ın rasûlüyüm, diyen bunlara bir takım kimselerin tabi olduğuna, bir takım kimselerin muhalefet ettiğine, Allah’ın rasûllere ve mü’minlere yardım ettiğine, güzel akıbeti onlara tahsis edip düşmanlarını cezalandırdığına dair bilgi mütevatir bilgilerin en üstünü, en açığıdır.

Bu hususlara dair haberlerin nakledilmesi, geçmiş İran hükümdarları, Hipokrat, Calinos, Batlamyus, Sokrat, Eflatun, Aristo ve onlara tabi olmuş tıp ve felsefe bilginlerine dair nakledilegelmiş haberlerden daha açık, daha kat’î ve güçlü delillere dayalıdır.

Bugün bizler peygamberlerin, onlara dost ve düşman olanların durumları ile ilgili bilgileri, tevatür yolu ile bildiğimize göre kesin olarak onların da doğru söyleyen ve hak üzere kimseler olduklarını da pek çok yönden bilebilmekteyiz:

1- Onlar ümmetlere kendilerinin muzaffer olacaklarını, diğerlerinin ise ilahi yardımdan mahrum kalıp, güzel akıbetin de kendilerinin olacağını haber vermişlerdir.

2- Gerçekleşen şekil bilindiği takdirde Yüce Allah’ın onlara nasıl yardım ettiği ve düşmanlarını da nasıl helak ettiği açıkça anlaşılır. Firavun’un suda boğulması, Nuh kavminin suda boğulması ve diğer halleri bilindiği takdirde; peygamberlerin de doğru söyledikleri anlaşılır.

3- Peygamberlerin getirdikleri şeriatleri ve bu şeriatlerinin teferruatını bilen bir kimse, onların insanların en bilgilileri olduklarını açıkça anlar. Cahil ve yalancı birisinin böyle bir şeyi ortaya koyamayacağını, onların getirdikleri şeriatın rahmet, maslahat, hidayet ve hayrı ihtiva ettiğini, bunların insanlara kendilerine faydalı olacak şeyleri gösterip, zararlı olacak şeylerden de onları alıkoymak istediklerini anlar. Bütün bunlar ise ancak insanlara en ileri derecede hayır ve faydalıyı gerçekleştirmeyi gözeten, son derece merhametli ve iyi bir kimseden sadır olduğunu açıkça ortaya koyar.

Hiç şüphesiz Muhammed -Sallallahu aleyhi vesellem-in peygamberliğine delil teşkil eden mucizeleri ve bunları etraflı bir şekilde açıklamanın yeri burası değildir. Beyhakî ve buna benzerleri bu hususta özel ve bağımsız eserler yazmışlardır.


[39] Buhârî 3, 4953, 6982; Müslim 160; Müsned, VI, 153, 232.

[40] Müsned, I, 201-203; V, 290-292.

[41] Buhârî 3, 4953, 6982; Müslim 160; Müsned, VI, 153, 232.

[42] Buhârî 7, 51, 2681, 2804, 2941, 2978, 3174, 4553, 5980, 6260, 7196, 7541; Müsned, I, 262, 273.

[43] Müslim 2999; Müsned, IV, 332.

[44] Az önce geçen hadisin devamidir.



Konu Başlığı: Ynt: Karinelerle Haber Verenin Doğruluğunun Bilinmesi
Gönderen: Ceren üzerinde 05 Temmuz 2018, 03:38:40
Esselamu aleyküm. Rabbım razı olsun bilgilerden kardeşim....


Konu Başlığı: Ynt: Karinelerle Haber Verenin Doğruluğunun Bilinmesi
Gönderen: Sevgi. üzerinde 20 Mart 2021, 02:24:37
Aleyküm selam. Bilgiler için Allah sizlerden razı olsun kardeşim. Rabb'im ilmimizi artırsın inşaAllah


Konu Başlığı: Ynt: Karinelerle Haber Verenin Doğruluğunun Bilinmesi
Gönderen: Mehmed. üzerinde 22 Mart 2021, 20:18:36
Ve aleykümüsselam Rabbim paylaşım için razı olsun