Konu Başlığı: İnsanlar Arasında Peygamberlerden Üstün Yoktur Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 06 Ocak 2012, 23:43:31 İnsanlar Arasında Peygamberlerden Üstün Yoktur Tahâvî -Allah ona rahmet etsin-, vahdet-i vücut’çuların ve cahil mutasavvıf’ların kanaatlerinin reddine işaret etmektedir. Yoksa istikamet ehli olan kimseler ilme tabi olmayı, şeriata tabi olmayı tavsiye ederler. Yüce Allah bütün insanlara peygamberlere tabi olmayı farz kılmıştır. O şöyle buyurmaktadır: "Biz gönderdiğimiz herbir peygamber’i Allah’ın izniyle kendisine itaat edilsin diye gönderdik. Şâyet kendilerine zulmettiklerinde sana gelib de Allah’tan mağfiret dileselerdi... Aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar." (en-Nisa, 4/64-65); "De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin, günahlarınızı bağışlasın. Allah Ğafur’dur, Rahim’dir." (Al-i İmran, 3/31) Ebu Osman en-Neysaburî dedi ki: Sünnet’i nefsine söz ve fiilleriyle tatbik eden bir kimse hikmet ile konuşur. Nefsine hevâ’yı hakim kılan kimse ise bid’at konuşur. Bir ilim adamı da şöyle demiştir: Kim sünnet’ten bir şey (bilerek) terkederse bu ancak nefsindeki bir kibirden dolayıdır. Durum gerçekten de dediği gibidir. Zira bir kimse eğer Allah Rasûlünün getirmiş olduğu emre tabi olmuyor ise o, nefsinin iradesiyle amel ediyor demektir. Dolayısıyla Allah’tan gelen bir hidayet olmaksızın hevasına uyan bir kimse olur. Bu ise nefsin aldatmasıdır ve bu da kibirden kaynaklanır, bu hal; "Allah’ın peygamberlerine verilen gibi bize de verilmedikçe asla iman etmeyeceğiz." (el-En’âm, 6/124) diyenlerin sözlerinin bir dalını teşkil eder. Halbuki; "Allah, peygamberliğini kime vereceğini çok iyi bilendir." (el-En’âm, 6/124) Bu kabilden olanlardan pek çok kimse ibadetteki olanca gayret ve riyazetiyle, nefsini arındırmakla, peygamberlerin ulaştığı mertebeye -onların yollarını izlemeksizin- ulaşabileceklerini zannederler. Hatta onlar arasından artık peygamberlerden daha üstün olduğunu zannedenler de bulunur. Yine aralarından: Peygamberler ve Nebîler Allah’a dair bilgiyi, Hatemu’l-Evliya (velilerin sonuncusu)nun nurundan alırlar, diyen ve kendisinin Hatemu’l-Evliya olduğu iddiasında bulunan da var. Böyle bir ilim ise aslında Firavun’un söylediği sözün bizzat kendisidir. O da şudur: Şu görülen varlık alemi bizatihi vacib’tir (varlığı zorunludur.) Onun ondan ayrı bir yaratıcısı yoktur. Hatta böyleleri: Bu bizzat Allah’tır, derler. Firavun inkârı büsbütün açığa, ortaya koymuştu. Fakat Firavun içten içe Allah’ı onlardan daha iyi bilip, tanıyan bir kimseydi. Çünkü o bir yaratıcının varlığını kabul ediyordu, bunlar ise yaratılmış olan bu varlık alemini, yaratıcının varlığı zannettiler, İbn Arabî ve benzerleri gibi. Zahir hükümleriyle şeriatın değiştirilmesine imkan olmadığını görünce, şöyle demeye koyuldu: Peygamberlik sona ermiştir, fakat velilik sona ermemiştir. O öyle bir velilik iddiasında bulundu ki, nubuvvetten de daha büyük, peygamber ve rasûllerin sahib oldukları makamlardan da daha üstündür. Hatta (onlara göre) peygamberler velilikten istifade ederler, nitekim şöyle demiştir: "Nubuvvet makamı bir berzah’ta (ara bir yerde)dır. Rasûl’den biraz üstte, fakat veli’den aşağıdadır." Bu ise şeriatı altüst etmektir. Çünkü velilik, takva sahibi bütün mü’minler için sabittir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Haberiniz olsun ki Allah’ın velilerine hiçbir korku yoktur, onlar kederlenecek de değillerdir. Onlar iman edip, takvalı davrananlardır." (Yunus, 10/62-63) Nubuvvet ise velilikten daha özel bir makamdır. Risalet te, nubuvvetten daha özeldir. Nitekim daha önceden buna dikkat çekilmişti. Yine İbn Arabî "Fususu’l-Hikem" adlı eserinde şöyle demektedir: Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem- nubuvveti kerpiç’ten yapılmış bir duvara benzetti. Bu duvarın bir kerpiç’lik yer dışında tamamlandığını gördü. İşte o kerpiç’in yeri onun idi. Hatemu’l-Evliya (velilerin sonuncusu)nın da bu rüya’dan mutlaka bir payı vardır. O da peygamber’in kendisine ait temsili gördüğü gibi görür ve Hatemu’l-Evliya kendisini o duvarda iki kerpiç’in yerinde görür. Nefsinin o iki kerpiçin tabiatını kazandığını görür. Böylelikle duvarı tamamlar. Onun iki kerpiç olarak görmesini gerektiren sebeb de şudur: Duvar, bir kerpiç gümüşten, bir kerpiç altındandır. Gümüşten olan kerpiç onun zahir ve ona tabi olan ahkam’ı temsil eder. Nitekim o suretin zahirinde ona tabi olur görüneni sır’da (gizli halde) Allah’tan alır. Çünkü o (Hatemu’l-Evliya) durumu gerçek mahiyetiyle gördüğünden bunu (temsili duvar’ı) da böyle görmesi kaçınılmazdır. Bu ise bâtın’da altın olan kerpiç’in yeridir. Çünkü o rasûl’e vahiy getiren meleğin aldığı madenin kaynağından alacağını alır. İşte bizim işaret ettiğimiz bu hususu anladı isen, sen faydalı bilgiyi elde etmiş oldun demektir. |