๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Tahavi Şerhi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 06 Ocak 2012, 23:41:18



Konu Başlığı: Evliya’nın Kerameti
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 06 Ocak 2012, 23:41:18
Evliya’nın Kerameti


Kemal sıfatları üç hususa raci’dir: İlim, kudret ve muhtaç olmayış (gani’lik). Bu üç husus kemal şekliyle ancak Allah için söz konusudur. O herşeyi ilmiyle kuşatmıştır. O, herşeye kadir olandır ve O, âlemlere muhtaç olmayandır. Bundan dolayı Yüce Allah şu buyruğuyla peygamberine bu üç hususa sahib olmak iddiasından uzak olduğunu bildirmesini emretmektedir: "De ki: ‘Ben size yanımda Allah’ın hazineleri vardır, demiyorum. Ben gayb’ı da bilmem, şüphesiz ben bir meleğim de demiyorum. Ben ancak bana vahyolunana uyarım.’" (el-En’âm, 6/50)

Nuh -Aleyhisselam- da böyle demiştir. O ulu’l-azm peygamberlerin ilkidir. Allah’ın yeryüzü insanlarına gönderdiği ilk rasûldür. İşte peygamberlerin ve ulu’l-azm’in sonuncusu da, aynı şekilde hususlardan uzak olduğunu belirtmiştir. Buna sebeb ise muhatablarının onlardan;

Kimi zaman: "Sana kıyamet hakkında onun ne zaman kopacağını sorarlar" (en-Naziat, 79/42) buyruğunda olduğu gibi gayb’a dair soru sormaları;

Kimi zaman: "Dediler ki: ‘Bize yeryüzünden bir pınar fışkırtmadıkça asla sana inanmayacağız." (el-İsra, 17/90 vd.) buyruğunda olduğu gibi etkin olmasını;

Kimi zaman da: "Bu nasıl peygamberdir ki yemek yer ve pazarlarda dolaşır... dediler" (el-Furkan, 25/7) buyruğunda olduğu gibi beşer olarak bir takım şeylere muhtaç oluşunu ayıplamaya kalkışmalarıdır.

Rasûlullah onlara, onların istediklerini gerçekleştirme imkanına sahib olmadığını bildirmekle emrolundu. O bu üç hususa Allah’ın kendisine bağışladığı kadarıyla sahib olabileceğini bildirdi. O Allah’ın kendisine öğrettiği kadarını bilir. Allah’ın kendisini muktedir kıldığı şeylere güç yetirebilir ve kesintisiz adete muhalif olan yahut ta çoğu insanların adetlerine muhalif olan işlerden ancak Yüce Allah’ın muhtaç kılmadığı şeylerden müstağni kalabilir. İşte bütün mucizeler ve kerametler bu üç tür hususun dışına çıkmamaktadır.

Diğer taraftan olağanüstü bir olayın şâyet dinde arzulanan bir faydası gerçekleşirse, bu dinen ve şer’an emrolunan salih amellerdendir ve bu tür amel ya vacibtir, yahut müstehabtır. Eğer bununla mübah olan bir husus gerçekleşiyorsa, bu da Yüce Allah’ın şükür gerektiren dünyevî nimetlerinden birisidir. Eğer haram yahut kerahet manasına bir yasağı (nehyi) ihtiva ediyor ise o takdirde bu, azaba ya da buğzedilmeye sebebtir. Kendisine verilen bir takım âyetlerden sıyrılıp, uzaklaşan Bel’âm b. Baurâ buna örnektir. Bu ise ya bir içtihada yönelmek, yahut taklid, yahut akıl ve ilim eksikliği, yahut bir halin etkin olması, acizlik ya da zaruret dolayısıyla olur.

Buna göre olağanüstü haller üç türlüdür: Dinde öğülen hal, yerilen hal ve mübah olan hal. Şâyet mübah olan halde bir fayda varsa, bu bir nimet olur, aksi takdirde hiçbir faydası bulunmayan sair mübahlar gibi olur. Ebu Ali el-Cüzecanî der ki: Sen keramete değil, istikamete talib ol! Çünkü nefsin, keramet talebinde harekete geçer. Rabbin ise senden istikameti ister.

Şeyh es-Sühreverdî de "Avarifu’l-Meârif" adlı eserinde şunları söylemektedir: Bu, bu hususta çok büyük bir esastır. Çünkü kendilerini ibadete vermiş ve bu hususta çok gayret göstermiş pek çok kimse önceden gelmiş, selef-i salih’i ve onlara ihsan edilmiş kerametlerle harkulade olayları işitip durmuşlardır. Bundan dolayı nefisleri sürekli bunların bir kısmını arzulayıp durmuştur. Bunlardan bir parça kendilerine de rızık verilmesini isterler. Hatta böyle bir kimse, böyle bir olağanüstü olaya sahib ve mazhar olamadığı için amelinin sıhhati hususunda nefsini itham eder durur ve kalbi kırık haliyle kalıverir. Eğer bunun sırrını bilselerdi, mesele onlar için basitleşirdi. Yüce Allah bir takım sadık mücahidlere bundan bir kapı açabilir. Bundaki hikmet ise bu kimsenin gördüğü olağanüstü olaylar ile kudretin emaresini yakînen müşahede edip dünyadaki zahidlik ile hevâ’nın gereğini yerine getiren hususların dışına çıkmak hususundaki kararlılığını pekiştirmektir. O halde davasında sadık olan kimselerin izleyeceği yol, nefsin istikametine talib olmaktır, işte bütün keramet budur.

Şüphesiz ki kalplerin bedenlere göre daha büyük bir te’siri söz konusudur. Ancak kalpler salih ise etkileri de salih olur. Bozuk olursa, etkileri de bozuktur. Hallerin etkisi de kimi zaman Yüce Allah tarafından sevilir, kimi zaman da hoşlanılmayan bir şeydir.

Fukahâ batınen başkasını öldüren kimseye kısas’ın vacib olduğu hususunu söz konusu etmişlerdir. Bunlar ise batın ve kalpleriyle kevnî emre tanıklık ederler ve herhangi birilerinin sahip olduğu mücerred, olağanüstü durumu Allah’tan kendisine verilmiş bir keramet sayarlar. Halbuki onlar hakikatte kerametin istikametten ayrılmamak olduğunu, Yüce Allah’ın sevdiği ve razı olduğu hususlarda kendisine muvafakat etmekten daha büyük bir kerameti hiçbir kuluna lutfetmemiş olduğunu bilmezler. O’nun sevip razı olduğu hususlarda, O’na muvafakat etmek ise Allah’a ve Allah’ın Rasûlüne itaat etmek, O’nun dostlarını dost edinmek, düşmanlarına da düşmanlık etmektir. İşte bunlar Yüce Allah’ın haklarında: "Haberiniz olsun ki Allah’ın velilerine hiçbir korku yoktur. Onlar kederlenecek de değillerdir." (Yunus, 10/62) diye buyurduğu Allah’ın velileridirler.

Yüce Allah’ın rahatlık zamanlarında olağanüstü bir halle yahut başkasıyla ya da darlık zamanlarında mübtela kıldığı (sınadığı) hususlara gelince; Bunlar kulun Rabbi nezdinde keramet sahibi olduğundan yahut ta değersiz olduğundan dolayı değildir. Bilakis kimi topluluklar O’na itaat ettikleri takdirde bu olağanüstü halden dolayı bahtiyar olmuşlardır. O’na isyan ettiklerinden de kimileri bundan dolayı bedbaht olmuşlardır.

Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ama insan Rabbi kendisini sınayıp da ona ikramda bulunup nimetler verse: ‘Rabbim beni şereflendirdi, bana lutfetti’ der. Fakat ne zaman onu deneyip, rızkının daraltırsa, bu sefer: ‘Rabbim, beni alçalttı’ der. Hayır..." (el-Fecr, 89/15-17)

İşte bundan dolayı insanlar bu hususlarda üç kısımdırlar: Bir kısmının olağanüstü olay sebebiyle dereceleri yükselir, bir kısmı bundan dolayı Allah’ın azabına maruz kalır, bir kısmı için de bu -önceden de geçtiği gibi mübahlar seviyesinde kalır.