๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Tahavi Şerhi => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 07 Ocak 2012, 20:05:52



Konu Başlığı: Basa ve Cezaya İman
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 07 Ocak 2012, 20:05:52
Ba’sa ve Ceza’ya (Amellerin Karşılıklarının Görülmesine) İman


Meâd (öldükten sonra diriliş) Kitab’ın, sünnet’in, aklın ve selim fıtratın delâlet ettiği hususlardandır. Yüce Allah aziz Kitabında ona dair haberler vermiş, bu hususta deliller ortaya koymuştur. Kur’ân-ı Kerîm, surelerinin bir çoğunda onu inkâr edenlerin kanaatlerini reddetmiştir.

Çünkü peygamberler (hepsine salat ve selam olsun) âhirete iman gereğini ittifakla bildirip tebliğ etmişlerdir. Âlemlerin Rabbinin varlığını kabul etmek Âdemoğullarında umumi bir özelliktir ve bu fıtrîdir. Hepsi âlemlerin Rabbini kabul eder. Firavun gibi inat edenler müstesnâ.

Âhiret gününe iman ise böyle değildir, onu inkâr edenler pek çoktur. Muhammed -Sallallahu aleyhi vesellem- de peygamberlerin sonuncusu olduğundan ve onun peygamber olarak gönderilmesi ile Kıyametin kopması, şehadet parmağı ile orta parmağın biribirlerine yakınlığı gibi yakın oluşundan[132] ve o Hâşir ve Mukaffi ünvanlarına sahip olduğundan dolayı, âhiret ile ilgili olarak daha önceki peygamberlerden hiçbirisinin kitabında bulunmayan türden geniş açıklamalarda bulunmuştur.

İşte bundan dolayı kimi felsefe’ciler ve onlara yakın bazıları Muhammed -Sallallahu aleyhi vesellem-den başka bedenlerin tekrar yaratılacağını açıkça ifade eden olmadığı zannına kapılmışlar ve bunu ahiretin bir çeşit hayallendirme, canlandırma ve topluluğa yapılan hitab kabilinden olduğu şeklindeki görüşlerine delil göstermişlerdir.

Kur’ân-ı Kerîm ölüm halinde nefsin dönüşünü, büyük Kıyamet esnasında da bedenin dirilişini birden çok yerde açıklamış bulunmaktadır. Bunlar ise büyük Kıyameti ve bedenlerin yeniden dirilişini inkar ederler ve onlardan kimisi şöyle der: Bunu Muhammed -Sallallahu aleyhi vesellem-den başka hayal ve temsil yolu ile haber veren olmamıştır.

Ancak bu bir yalandır, büyük Kıyamet Âdem’den Nuh’a kadar İbrahim’e, Musa’ya, İsa’ya ve diğer peygamberlere varıncaya kadar bütün peygamberler tarafından bilinen ve bildirilen bir husustur.

Yüce Allah, Adem’in yeryüzüne indirilişini haber verirken şöyle buyurmaktadır: "Buyurdu ki: ‘Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Siz yeryüzünde bir süreye kadar yerleşip, kalacak ve orada geçineceksiniz. Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz. Yine oradan çıkarılacaksınız’ buyurdu." (el-A’raf, 7/24-25)

Lanet olasıca iblis de şöyle demişti: "Rabbim, o halde tekrar diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver. Buyurdu ki: ‘O halde sen kendisine mühlet verilenlerdensin. O belli zamanın gününe kadar." (Sad, 38/79-81)

Nuh -Aleyhisselam- da şöyle demişti: "Ve Allah sizi yerden bir bitki gibi bitirmiştir. Sonra sizi yine oraya iâde edecek ve sizi bir defa daha çıkaracaktır." (Nuh, 71/17-18)

İbrahim -Aleyhisselam- da şöyle demişti: "Kıyamet gününde bana günahımı bağışlamasını ümit ettiğim de O’dur..." (eş-Şuara, 26/82) Yine o şöyle demişti: "Rabbimiz hesabın ayağa kalkacağı gün beni, ana-babamı ve bütün iman edenleri bağışla." (İbrahim, 14/41) Yine şöyle demişti: "Rabbim, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster..." (el-Bakara, 2/260)

Musa -Aleyhisselam-a gelince, Yüce Allah kendisine seslendiğinde şöyle buyurmuştu: "Muhakkak Kıyamet saati gelecektir. Her nefis yaptığının karşılığını görsün diye vaktini gizli tutarım. Ona iman etmeyen ve hevâsına uyan kimse ondan seni alıkoymasın. O takdirde helâk olursun." (Tâhâ, 20/15-16)

Hatta Firavun hanedanından olup iman eden kişi de öldükten sonra dirilişi biliyordu. O, Musa -Aleyhisselam-a iman etmişti. Yüce Allah bize onun şu sözleri söylediğini nakletmektedir: "Ey kavmim! Muhakkak ben sizin için bağırışıp çağırışma gününden korkarım. O günde arkanızı dönüp gideceksiniz ve sizi Allah’a karşı koruyacak kimseniz olmayacaktır. Allah’ın saptırdığını doğru yola iletecek kimse bulunmaz." (el-Mu’min, 40/32-33) O bu şekilde sözlerini sürdürmüş ve nihayet: "Ey kavmim! Bu dünya hayatı ancak bir geçimliktir. Âhiret ise doğrusu asıl kalınacak yurdun ta kendisidir." (el-Mu’min, 40/39) diyecek noktaya kadar gelmişti. Nihayet Yüce Allah’da: "Firavun hanedanını azabın en şiddetlisine sokun (denilecek)" (el-Mu’min, 40/46) diye buyurmuştur. Musa -Aleyhisselam- da şöyle demişti: "Bize hem bu dünyada, hem de âhirette iyilik yaz. Çünkü biz, Sana döndük." (el-A’raf, 7/156)

Yüce Allah (sureye adını veren) İnek (Bakara) kıssasında bize şunu haber vermektedir: "O sebeble: ‘Onun bir parçasıyla ona vurun’ dedik. İşte Allah ölüleri böyle diriltir. Akledersiniz diye size âyetlerini gösterir." (el-Bakara, 2/73)

Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’in bir çok âyet-i kerîmesinde rasûlleri müjdeleyiciler ve uyarıcılar olmak üzere gönderdiğini haber verdiği gibi, cehennem ehli hakkında cehennem bekçilerinin kendilerine şöyle diyeceklerini de bildirmektedir: "Size aranızdan Rabbinizin âyetlerini üzerinize okuyan ve bugününüze kavuşmakla sizi korkutan peygamberler gelmedi mi? Onlar: ‘Evet’ diyecekler. ‘Fakat azab sözü kâfirler aleyhine hak olmuştur.’" (ez-Zümer, 39/71)

İşte bu cehenneme girecek kâfirlerin bazılarının, rasûllerin bugünleri ile karşılacakları hususunda kendilerini uyardıklarına dair bir itiraftır. Kısacası bütün rasûller son peygamberin uyarıp korkuttuğu şekilde günahkarların dünya ve âhirette görecekleri cezaları bildirip korkutmuşlardır. Va’d ve vâid’in (tehdidin) söz konusu edildiği Kur’ân-ı Kerîm’in bütün surelerinde bu husus böylece dünyada da, âhirette de söz konusu edilmektedir.

Yüce Allah peygamberine kendi zatı adına öldükten sonra dirilişin gerçekleşeceğine dair yemin etmesini emrederek şöyle buyurmaktadır: "Kâfirler: ‘Sa’at (Kıyamet) bize gelmeyecek’ dediler. De ki: ‘Hayır, gaybı bilen Rabbim hakkı için elbette o size gelecektir.’" (Sebe’, 34/3); "O gerçek midir? diye senden haber almak isterler. De ki: ‘Evet, Rabbim hakkı için o elbette haktır ve siz Allah’ı âciz bırakacak değilsiniz.’" (Yunus, 10/53); "O kâfir olanlar öldükten sonra asla diriltilmeyeceklerini iddia ettiler. De ki: ‘Hayır, Rabbim hakkı için elbette diriltileceksiniz. Sonra da işlediğiniz mutlaka size haber verilecektir. Hem bu Allah’a göre pek kolaydır.’" (et-Teğâbun, 64/7)

Yüce Allah kıyametin yakın olduğunu da haber vererek şöyle buyurmaktadır: "O saat (Kıyamet) yaklaştı ve ay yarıldı." (el-Kamer, 54/1); "İnsanların hesaba çekilecekleri vakit yaklaştı. Onlar ise gaflet içerisinde yüz çeviricidirler." (el-Enbiya, 21/1); "İsteyen biri inecek azabı istedi o kâfirler içindir. Onu önleyebilecek yoktur." (el-Mearic, 70/1-2) ve daha sonra da şöyle buyurmaktadır: "Çünkü onlar, onu (azabı) uzak gördüler. Biz ise onu yakın görürüz." (el-Meâric, 70/6-7)

Yüce Allah öldükten sonra dirilişi inkâr edenleri kınayarak şöyle buyurmaktadır: "Allah’a kavuşmayı yalanlamış bulunanlar hem en büyük zarara uğramışlardır, hem de doğru yolu bulamamışlardır." (Yunus, 10/45); "Bilin ki o saat hakkında tartışanlar elbette (Haktan) uzak bir sapıklık içindedirler." (eş-Şura, 42/18); "Halbuki âhirete dair bilgileri ardarda (kendilerine) ulaştırılmıştır. Onlar ise ondan yana şüphe içindedirler. Hatta onlar ona karşı kördürler." (en-Neml, 27/66); "Onlar var güçleriyle: ‘Ölecek kimseyi Allah diriltmez’ diye Allah’a yemin ettiler. Hayır öyle değil, bu O’nun gerçekleştirmeyi üzerine aldığı hak bir vaaddir... İnkar edenler de kendilerinin gerçekten yalancı kimseler olduklarını bilsinler diye." (en-Nahl, 16/39); "Elbette Kıyamet mutlaka gelecektir. Bunda hiç şüphe yoktur fakat insanların çoğu iman etmezler." (el-Mu’min, 40/59);

"Biz onları Kıyamet günü körler, dilsizler ve sağırlar olarak yüzü koyun haşredeceğiz, varacakları yer cehennemdir. Alevi yavaşladıkça Biz onlara alevini arttırırız. Bu onların cezasıdır, çünkü onlar âyetlerimizi inkâr ettiler ve; ‘Bir yığın kemik ve ufalanmış toprak olunca mı sahi biz mi yeniden yaratılıp diriltileceğiz?’ dediler. Onlar gökleri ve yeri yaratmış olan Allah’ın kendilerinin benzerini yaratmaya kadir olduğunu görmediler mi? Hem onlar için bir ecel tayin ettik ki onda hiçbir şüphe yoktur. Fakat zalimler küfürde kalmaktan başkasında ayak diretmediler." (el-İsra, 17/97-99);

"Ve dediler ki: ‘Bir yığın kemik ve ufalanmış toprak olduğumuz zaman mı, biz mi yeniden yaratılıp, diriltileceğiz?’ De ki: ‘Taş veya demir olun yahut gönlünüzce büyük kabul ettiğiniz herhangi bir yaratık.’ ‘Bizi kim diriltecek?’ diyecekler. Hemen deki: ‘İlk defa sizi yoktan yaratmış olan.’ Sana kafalarını sallayacaklar ve: ‘O ne vakit olacaktır’ diyecekler. De ki: ‘Yakın olması umulur.’ Sizi çağıracağı gün O’na hamdederek çağrısına uyup geleceksiniz ve ancak pek az bir süre kaldığınızı zannedeceksiniz." (el-İsra, 17/49-52)

Yüce Allah’ın: "Kendi yaratılışını unutarak bize bir misal getirip dedi ki: ‘Çürümüş haldeki kemikleri kim diriltecek?’" (Yasin, 36/78) buyruğundan itibaren surenin sonuna kadar devam eden buyruklar da bu kabildendir.

Şâyet insanların en bilgilisi, en fasihi ve en güçlü anlatıma sahip olanları bu delilden daha güzel yahut buna benzer bir delili veciz oluşları ve delillerin ortaya konulup sağlıklı ve yerinde oluşları bakımından benzer lafızlarla böyle bir şeyi ifadeye kalkışacak olursa, elbetteki buna güç yetiremezdi.

Yüce Allah bu husustaki delilin başına bir cevap gerektirecek şekilde, inkarcı birisinin sorduğu bir soruyu sözkonusu etmiştir. Yüce Allah’ın: "Kendi yaratılışını unutarak" ifadesinde zaten yeterli cevap vardır, gerekli delil ortaya konulmuştur. Eğer Yüce Allah delili pekiştirmek ve daha bir açıklamak murad etmemiş olsaydı, bu bile şüpheyi izale etmek için yeterli olurdu.

O bakımdan Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: " De ki: "Onları ilk defa yaratan kim ise onları diriltecektir." Böylelikle ilk yaratmayı tekrar yaratmaya, birinci var etmeyi ikinci var edişe delil göstermiştir. Çünkü aklı başında olan herkes şunu kesinlikle bilir ki: Bunlardan birisine güç yetiren, ötekine de güç yetirebilir. Eğer ikincisini meydana getirmekten aciz ise, birincisini (yoktan var etmeyi) gerçekleştirmekteki aczi çok daha ileri derecede olmalıydı. Böylece yoktan yaratma, yaratıcının yarattığına muktedir olmasını da gerektirmezdi. Mahlukatı ile ilgili etraflı bilgi sahibi olmasını icab ettirmezdi. İşte bundan dolayı Yüce Allah: "O her türlü yaratmayı en iyi bilendir." (Yasin, 36/79) diye buyurmaktadır.

O ilk yaratmanın her türlü tafsilatını ve cüz’iyatını, maddelerini ve suretini bildiği gibi, ikincisini de bu şekilde etraflı olarak bilir. O’nun ilmi tam, kudreti kamil olduğuna göre çürümüş halleri ile kemikleri diriltmek, O’nun için imkansız olabilir mi?

Daha sonra Yüce Allah karşı konulamaz bir delil ve apaçık bir belge ile durumu daha da pekiştirmektedir. Bu da bir başka inkarcının soru ve cevabını ihtiva etmektedir: Kemikler çürüdükleri takdirde kuru ve soğuk tabiatına geri dönerler. Hayatın maddesi ve hayatı taşıyan varlığın tabiatı ise öldükten sonra dirilişe delil teşkil edecek şekilde sıcak ve nemli olmasını gerektirmektedir. İşte bu ifadede aynı anda hem delil, hem de cevab bulunmakta ve şöyle buyurmaktadır: "O sizin için yeşil ağaçtan, ateş çıkarandır. Hemen ondan ateş yakıyorsunuz." (Yasin, 36/80)

Yüce Allah nemlilik ve soğukluk ile dolup taşan yeşil ağaçtan, son derece sıcak ve kuru olan bu unsuru çıkartmış olduğunu haber vermektedir. Bir şeyi onun zıttı özelliklere sahip olan bir başka şeyden çıkartan, bütün yaratıkların madde ve unsurlarıyla kendisine itaat ettiği ve asla karşı koyamadığı zat kim ise, şu inkârcının kabul edemediği çürümüş kemikleri diriltecek olandır.

Daha sonra Yüce Allah bunu daha büyük ve daha değerli olan bir şeyin daha kolay ve daha küçük olana delâleti yöntemini kullanarak pekiştirmektedir. Akıl sahibi herkes şunu bilir ki: Büyük ve üstün olana güç yetiren bir zat, ondan çok daha aşağılarda olan bir şeye daha bir muktedirdir. Bir kantar ağırlığı taşıyabilen bir kimse, bir okkayı çok daha kolaylıkla taşıma gücüne sahip demektir. İşte bu maksatla Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Gökleri ve yeri yaratan onlar gibisini yaratmaya kadir değil midir?" (Yasin, 36/81)

Böylelikle Yüce Allah, üstünlük ve büyüklüklerine, cisimlerinin azametine, genişliklerine, yaratılışlarındaki akıllara durgunluk veren niteliklerine rağmen, gökleri ve yeri yoktan var edenin, çürümüş olan kemikleri diriltip eski haline geri döndürmeye çok daha ileri çapta muktedir olduğunu haber vermektedir. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Göklerle yerin yaratılması andolsun ki insanların yaratılışından daha büyüktür. Fakat insanların çoğu bilmezler." (el-Mu’min, 40/57) Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Peki göklerle yeri yaratmış ve onları yaratmaktan dolayı yorulmamış olan Allah’ın ölüleri diriltmeye de kadir olduğunu görmezler mi?" (el-Ahkaf, 46/33)

Daha sonra Yüce Allah bu hususu daha bir pekiştirmekte ve bir başka şekilde de açıklamaktadır. O da şudur: Yüce Allah’ın fiili; bir takım araçlarla, bir takım külfetlerle, yorgunluk ve meşakkatlere maruz kalarak iş yapabilen ve o fiili tek başına ve bağımsız olarak yapma imkanı bulunamayan varlığın fiiline benzemez. Böyle bir varlığın mutlaka bir takım aletlere ve yardımcılara ihtiyacı vardır. Halbuki Yüce Allah’ın dilediğini yaratması ve meydana getirmesi için bizatihi o işi irade etmesi ve meydana gelecek olan varlığa da "ol" demesi yeterlidir. O derhal O’nun dileyip, irade ettiği şekilde var olur.

Daha sonra Yüce Allah bu delili herşeyin mutlak egemenliğinin elinde bulunduğunu ve fiiliyle, emriyle dilediği gibi tasarrufta bulunduğunu haber vererek; "Yalnız O’na döndürüleceksiniz." (Yasin, 36/83) buyurarak, sona erdirmektedir.

Yüce Allah’ın şu buyruğu da bu kabildendir: "Yoksa insan başıboş bırakılacağını mı sanır? O dökülen meniden bir damla değil miydi? Sonra o bir sülük gibi yapışan kan pıhtısı olmuş, sonra (Allah onu) yaratmış, düzenlemiştir. Ondan erkek ve dişi iki sınıf yaratmıştır. Bunları yapanın ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi?" (el-Kıyame, 75/36-40)

Böylelikle Yüce Allah insanı emir ve nehy vermeksizin, yaptıkları karşılığında mükafat ve ceza söz konusu olmaksızın ihmal edilmiş bırakmayacağını, hikmet ve kudretinin bunu asla kabil olmadığını belirterek Kıyamete delil göstermektedir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Acaba siz, Bizim sizi boşuna yarattığımızı ve sizin Bize gerçekten döndürülmeyeceğinizi mi zannettiniz?"(el-Mu’minun, 23/115) Surenin sonuna kadar bu gerçeği ifade etmektedir.

Şüphesiz ki insanı nutfeden, sülük gibi yapışan bir kan damlacığına, sonra bir çiğnem ete dönüştüren, daha sonra ona gözler ve kulaklar var edip ona duyu organlarını, güç ve kabiliyetlerini, kemikleri ve çeşitli menfaat araçlarını yerleştiren, güç ve kuvvetini teşkil eden sinirleri ve lifleri koyan, hılkatini son derece sağlam ve muhkem kılıp en mükemmel olan bu suret ve bu şekliyle onu dünyaya çıkartan, nasıl olur da onu ikinci bir defa yaratıp var etmekten aciz olabilir? Yahut O’nun hikmet ve inayeti, onu başıboş bırakıp terketmesini nasıl gerektirebilir? Elbetteki bu O’nun hikmetine yakışmaz ve O’nun kudreti böyle bir şeyi gerçekleştirmekten de acze düşmez.

Şimdi ondan daha vecizi asla mümkün olmayan son derece veciz sözlerle bu akılları hayrete düşüren delillendirmeye, daha açığı asla düşürülemeyen fevkalâde açıklamaya ve hiçbir şekilde daha yakın bir örnek düşünülemeyecek şekilde bu örneğin son derece yakın bir yerden verilmiş olmasına gerçekten dikkat etmek gerekir.

Kur’ân-ı Kerîm’de bu tür delillendirme pek çoktur. Mesela Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey insanlar! Eğer öldükten sonra diriltilmekten yana şüpheniz varsa muhakkak Biz sizi topraktan yarattık. Sonra nutfeden... onda hiç şüphe yoktur ve Allah muhakkak kabirdekileri diriltecektir." (el-Hac, 22/5-7); "Andolsun ki Biz insanı süzülmüş bir çamurdan yarattık... sonra da şüphesiz ki sizler Kıyamet gününde elbette diriltileceksiniz." (el-Mu’minun, 23/12-16)

Yüce Allah ayrıca Ashab-ı Kehf kıssasını, onları güneş hesabıyla üçyüz yıl, kamerî sene hesabıyla üçyüzdokuz yıl nasıl ölü olarak bıraktığını söz konusu etmektedir. Bu kıssada da Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Böylece bulunmalarını sağladık ki Allah’ın (insanları dirilteceğine dair) va’dinin gerçek olduğunu ve Kıyametin kopacağında asla şüphe bulunmadığını bilsinler." (el-Kehf, 18/21)

Selef’in ve akıl sahibi kimselerin büyük çoğunluğunun kabul ettiğine göre, cisimler bir halden bir hale dönüşmektedir. Toprağa dönüştükten sonra Yüce Allah onu yeni bir şekilde yaratmaktadır. Nitekim o, ilk yaratılışında da yeni bir yaratılışa bürünmüştü. Önce o bir nutfe idi, sonra bir kan pıhtısı oldu, sonra bir çiğnemlik et, sonra et ve kemik oldu. Sonra mükemmel ve gayet muntazam bir hılkat halinde onu yarattı. İşte sonradan tekrar yaratmak da böyledir.

Yüce Allah, "acbu’z-zeneb" denilen kuyruk sokumu müstesnâ tamamıyla çürüdükten sonra tekrar onu yaratacaktır. Nitekim Sahih(-i Buharî)de sabit olduğuna göre Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem- şöyle buyurmuştur: "Bütün Ademoğlu çürür, acbu’z-zeneb müstesna. Ademoğlu ondan yaratılmıştır ve terkibi ondan yapılacaktır."[133]

O halde iki yaratış aynı cinsin iki türüdür. Bir bakıma birbirleriyle uyum arzederler ve birbirlerine benzerler. Bir diğer açıdan ise birbirlerinden ayrı ve farklıdırlar.

Meâd (yeniden yaratma) ilkin aynısıdır. Tekrar yaratmanın gerekleri ile ilk yaratmanın gerekleri arasında fark olsa bile bu böyledir. (Çürümeden) geriye kalan acbu’z-zeneb’dir. Bedenin diğer bölümleri ise şekil değiştirir ve dönüştüğü ilk maddeden tekrar yaratılır.

Bilindiği gibi birisi küçük bir kimseyi görse, sonra da onu yaşlanmış haliyle görse bu gördüğü kişinin önceden çocuk olarak gördüğü kişi ile aynı şahıs olduğunu bilir. Halbuki her zaman bir halden bir hale geçmiş bir varlıktır. Diğer canlılar ve bitkilerde de durum böyledir. Bir kişi küçük bir fidanı görse, sonra onu büyümüş haliyle görse bu odur der. Halbuki ikinci yaratmanın nitelikleri bu yaratmanın nitelikleri ile aynı değildir. O bakımdan değişmeye uğrayanlar sadece niteliklerdir, denilemez.

Bilhassa cennet ehli cennete -Buharî ve Müslim ile diğer hadis kitaplarında sabit olduğu üzere- Âdem’in sureti üzere altmış arşın boyunda gireceklerdir. Eninin yedi arşın olacağı da rivayet edilmiştir. İşte bu, çeşitli değiştirici etkenlere maruz olmayacak kalıcı bir yaratılış olacaktır. Dünyadaki bu yaratılış ise bozulan ve çeşitli olumsuz etkenlere (afetlere) maruz bir yaratmadır.

Tahâvî’nin -Allah ona rahmet etsin-: "Kıyamet gününde amellerin karşılıklarının görüleceğine..." şeklindeki ifadesine gelince; Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "(O) din gününün mâlik’idir." (el-Fatiha, 24/3); "O gün de Allah onlara hakettikleri cezalarını bütünüyle verecektir ve Allah’ın apaçık hakkın ta kendisi olduğunu da bileceklerdir." (en-Nur, 24/25)

Din, ceza (karşılık) demektir. Mesela "sen nasıl tedeyyün edersen, sana da öylece diyanet olunur," denilirken sen nasıl karşılık verirsen, sana da öylece karşılık verilir, demektir.

Yüce Allah: "Yaptıklarına ceza (karşılık) olmak üzere..." (es-Secde, 32/17, el-Ahkaf, 46/14, el-Vakıa, 56/24); "Bu (amellerine) uygun bir karşılıktır." (en-Nebe’, 78/26); "İyilikle gelene bunun on misli vardır. Bir günah ile gelen de ancak onun misliyle cezalandırılır. Onlara zulmedilmez." (el-En’âm, 6/160); "Kim iyilikle gelirse ona, ondan hayırlısı vardır. Hem onlar o günde dehşetli bir korkudan yana güvenlik içindedirler. Kim de kötülükle gelirse, yüzleri üzere ateşe dökülürler. ‘İşlediğinizden başkası ile mi cezalandırılırsınız ki?’ (denilir.)" (en-Neml, 27/89-90); "Kim iyilikle gelirse, onun için ondan hayırlısı vardır. Kim de kötülükle gelirse, kötülükleri işleyenlere ancak yaptıklarının karşılığı verilir." (el-Kasas, 28/84) ve buna benzer bir çok buyrukta bu anlam ifade etmektedir.

Peygamber -Sallallahu aleyhi vesellem- de Aziz ve Celil olan Rabbinden şu rivayette bulunduğunu Ebu Zerr el-Ğıfarî -Radıyallahu anh- naklettiği hadisinde bize şöylece bildirmektedir: "Ey kullarım! Bunlar ancak (Sizin karşılığını göreceğiniz) amellerinizdir. Ben onları sizin için tesbit ediyorum, sonra da onların karşılıklarını size eksiksiz olarak vereceğim. Kim bir hayır bulursa, bundan dolayı Allah’a hamdetsin. Kim başka bir şey bulursa, kendisinden başka kimseyi kınamasın."[134]

Yüce Allah’ın izniyle biraz sonra buna dair daha geniş açıklamalar gelecektir.
 


[132] Bk. Buhârî 4936, 5301, 6503; Müslim 295.

[133] Buhârî 4814, 4935; Müslim 2955.

[134] Müslim 2577.