๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Sunuş => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 10 Ekim 2011, 11:40:39



Konu Başlığı: Editörden
Gönderen: Zehibe üzerinde 10 Ekim 2011, 11:40:39
Editörden



Mayıs 2006 89.SAYI

Sabahattin AYDIN kaleme aldı, SUNUŞ bölümünde yayınlandı.

Yayıncılığın diğer alanlarında olduğu gibi, ülkemizde “dinî” yayıncılığın da belli gelenekleri var. Ve bu geleneğin kimi arızalı tarafları… Dinden bahseden hemen hemen bütün yayınlara sinen “sentetik” bir dil ve anlatım tarzı, kapaktan sayfa tasarımına kadar kendini belli eden “kişiliksiz” bir teknik üslup, hep bu arızalı tarafın yansımaları…

Herkesin anlayacağı bir örnekle konuyu daha da açacak olursak, şu “İnanç Dünyası Estetiği”ni ele alabiliriz. Bilirsiniz, İnanç Dünyası diye dinî içerikli bir TV programı vardı, belki hâlâ devam ediyordur. Orada Kur’an tilaveti sırasında şelaleler, çiçekli bahçeler, hızlı çekim bulutlar ve özellikle kocaman kırmızı çiçeklerin usaresini emen arı kuşları gösterilirdi. Görüntü arada bir kubbe tezyinatına ve mihrap mukarnaslarına, bir de hafızın ağzına doğru odaklanırdı. Böylece işe güya bir estetik katılmış olurdu. Gerçi harf mahreçlerini bulmak için şekilden şekile giren bir ağız nasıl estetik olabilirdi, bu neden gösterilirdi hiç anlayamadık ama bu program kendince bir “görsel gelenek” doğurmaya yetti.

Dinî yayıncılıkta bu çiçekli-böcekli görüntü geleneği sadece televizyonla sınırlı kalmadı, basılı yayınlara da sıçradı. Önce bazı dergiler buna öncülük etti, sonra bu şekilde cicili-bicili kitaplar gelmeye başladı. Fakat, “Niye böyle yapıyoruz, böyle yapınca anlattığımız şeyleri daha mı güzelleştirmiş oluyoruz?” diye sorgulanmadı. Hele de “Acaba bunun başka bir yolu yok mudur, geleneksel estetiğimiz bu işi nasıl çözmüş, o çözümler bugün nasıl yeniden üretilebilir?” diye uğraşılmadı. Birileri aklı öyle erdiği için bir şeyler yaptı, başka birileri de ucuzundan kolayından kopyaladı, kullandı.

Dikkatli bakınca pek çok alanda görebileceğiniz bu gelenek meselesine değinmemizin sebebi, Nisan sayımızda dinî dergiciliğin bir geleneğine uymamış olmaktan kaynaklanan eleştiriler... Geleneğe göre dini dergilerin Kutlu Doğum Haftasına büyük önem vermeleri şarttır ve Semerkand bu şartı yerine getirmemiştir!

Peşinen söyleyelim, bu bilinçli bir tercihtir. Zira 1989 yılından beri düzenlenmekte olan bu hafta üzerinde ciddi şekilde düşünmek, bu kapsamda düzenlenen etkinliklerin vardığı yeri ve etkilerini tartışmak gerektiğine kaniyiz. Mesela şu soruları soralım: Bir zatı doğumuyla ve vefatıyla anmak, o kişinin daha ziyade ve öncelikle bir “tarihi şahsiyet” olarak algılanmasına yol açmaz mı? Efendimiz s.a.v. tarihin bir döneminde dünyayı teşrif etmiş ve sonra vefat etmiştir ama bizim için bir tarihi şahsiyet olmanın çok ama çok ötesindedir. O bizim imanımızın, kimliğimizin, varlığımızın, kültürümüzün ayrılmaz, eksilmez, eskimez, vazgeçilmez bir unsurudur; çok aslî bir unsurudur. O kadar ki varlığımız O’nun varlığı ile anlam kazanır. Dolayısıyla O’nun adına yapılacak bütün etkinliklerde bu telakkinin bozulma, değişme, dönüşme riskini dikkate almak gerekir. Hele de 14 asır boyunca yapılmamış bir şey söz konusu ise, keşfetme heyecanından önce ihtiyat esas olmalıdır. 

Bir diğer soru; modern tüketim kültürü bütün değerleri araçsallaştırma, mümkün olan her şeyi bir “marka” ve endüstri haline getirme eğilimindeyken, Kutlu Doğum etkinliklerini bu ticari kirlenmeden nasıl koruyacağımıza dairdir. Kandil simidi bile bu meyanda kekremsi bir tat bırakırken, neyle karşı karşıya olduğumuz iyi düşünülmelidir.

Bir başka soru; şov, riya, ihlâs odaklı sorulabilir. Bir diğeri, bid’at odaklı olabilir… Cevaplanması gereken soru çok yani. İşte biz de Kutlu Doğumla alakalı bir şey yazmadık. Geleneğe uymadık. Bilmem siz ne dersiniz…

Bu sayımızda ayın konusunu, “Tüketirken Tükenmek”i okurken bu dediklerimizi de hatırlamanızı isteriz.

Haziran sayımızda buluşmak üzere inşallah…