๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Sünnette Çocuk Eğitimi => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 07 Ekim 2010, 22:46:08



Konu Başlığı: İlîm Talebi Ve Tahsili Konusunda İslam Alimlerinin Çocukluk Yılları
Gönderen: Ekvan üzerinde 07 Ekim 2010, 22:46:08
VIII. İlîm Talebi Ve Tahsili Konusunda İslam Alimlerinin Çocukluk Yılları:



İslâm büyüklerinin hayat hikayelerini anlatmak, çocuğun uyan­masında, duygularının yanısıra akıl ve düşünce sisteminin harekete geçirilmesinde rol oynar. Bu yol, çocuk eğitiminde uygulanan nebevî metodlardan birisidir. Aynı zamanda bu, çocukların ileri seviyede ilmî bir geleceğe doğru yürümelerinde bir nevi katalizör özelliği taşımaktadır, işte çocuklara bu yapının kazandırılmasında çekirdek ol­ması düşüncesiyle bazı örnek biyografileri sunacağız. Bilindiği üzere, daha önce İbn Abbâs gibi Kur'an ve hadis ezberinde enteresan örnekler verilmişti. Burada ise şunları ilave etmek istiyoruz:

1. Süfyân b. Uyeyne:

Ahmed b. Nadr el-Hilâlî'nin babası anlatıyor: Süfyan b. Uyeyne'nin meclisinde idim. Süfyan, mescide giren bir çocuğa baktı. O me­cliste bulunanlar, yaşı küçük olduğu için Süfyan'ı küçümsüyorlardı. Bu­nun üzerine Süfyan: "Daha önce siz de böyleydiniz. Allah size lütfetti"[498] dedi ve devam etti: Ey Nadr! Henüz on yaşımda, boyum beş karış, yüzüm dînâr gibi, elbiselerim küçük, kollarım kısa, eteğim bir parça ve ayakkabım fare kulakları gibi iken benim, Zührî ve Amr.b. Dînâr gibi muhtelif alimlere gidip geldiğimi, onların arasında çivi gibi otur­duğumu, hokka-divitimin bir ceviz, kalemliğimin bir muz, kalemimin bir badem gibi (küçük) olduğunu bir görseydin! Ben meclise girdiğimde orada bulunanlar, "Şu küçük hocaya yol açın" derlerdi. Bu hatırasını anlattıktan sonra Süfyan tebessüm etti ve güldü.

Ravi Ahmed diyor ki: Babam da tebessüm etti ve güldü.[499]

2. Mâlik b. Enes:

Malik diyor ki: Anama "gidip hadis ve ilim yazacağım, ne dersin?" dedim. O da bana: "Gel de ilim elbiselerini giydireyim" dedi. Bunun üzerine o bana en güzel elbiselerimi giydirdi ve başıma sarık sardı. Son­ra da "işte şimdi git, oku ve yaz!" dedi.

Yine anası der ki: "Rabîa'ya git, ilminden önce onun edebini öğren!"[500]

3. imam Şafiî:

Allah kendisinden razı olsun imam Şafiî diyor ki: Benim maddi imkanım hiç yoktu. Henüz çocuk yaşlarımda

-onüç yaşımdan daha küçükken- ilim tahsiline başladım Divana gider, yazı yazabilmek için  orada kullanılmış kağıtların çıkmasını beklerdim.[501] Buvaytî'nin naklettiğine göre imam Şafiî, henüz çocukken Mâlik b. Enes'in ilim meclisinde bulunuyordu. Derken fetva sormak Üzere bir adam Mâlik'e geldi ve:

"Ben, şu bülbül hiç sessiz kalmaz, devamlı öter diye Üç talak ile yemin etim" dedi. Mâlik:

"Yeminini bozmuş oldun! diyerek cevap verdi. Adam gittikten sonra Şafiî, Mâlik'in birkaç arkadaşına yönelerek "Bu fetva gerçekten yanlıştır" dedi. Durum Malik'e bildirildi. Mâlik'in meclisi oldukça hey­betliydi, hiçbir kimse ona cevap vermeye ya da onu reddetmeye cesaret edemezdi. Bazan zabıta müdürü gelerek, ilim meclisinde imam Mâlik'in başında dururdu. Derken Malik'e:

“Şu çocuk senin verdiğin fetvanın yanlış olduğunu iddia ediyor! dediler. Malik:

“Bunu nereden söyledin/çıkardın? dedi. Şafiî:

“Şu kıssayı Peygamber'den (s.a.v.) bize rivayet eden sen değil misin? dedi ve devam etti: Fâtıma bint Kays (s.a.v.) Peygamber1 e (s.a.v.) "Ebû Cehm ile Muâviye bana evlenme teklifinde bulundu" deyince, Pey­gamber (s.a.v.) "Ebu Cehm, sopasını onsuzundan yere koymaz. Muâviye ise fakirdir, maddi imkanı yoktur" demişti. Şimdi soruyorum, Ebu Cehm'in sopası hiç devamlı omuzunda olur mu? Peygamber (s.a.v.) bu­nunla ekser hâli kasdetmiştir. Bunun üzerine Mâlik, Şafiî'nin ilim ve muhakeme gücünü öğrenmişti. Şafiî diyor ki: Medine'den çıkmak iste­diğimde, vedalaşmak üzere Mâlik'in yanına gitmiştim. Ayrılacağım za­man bana şunları söyledi: "Yavrum, Allah Teâlâ'dan kork! Allah'ın sana verdiği bu nuru günahlarla söndürme." imam Mâlik "nûr" ile ilmi kas-dediyordu. Çünkü Mevlâ, "Allah bir kimseye nûr vermemişse artık onun nuru  olmaz"[502] buyurmaktadır.  Bu  rivayette  kuş  "bülbül" şeklindedir. Başka bir rivayette "kumru" geçmektedir.[503]

4. Ahmed b. Hanbel:

Ahmed b, Hanbel, henüz küçüklüğünde Kur'an'ı ezberlemiş, oku­ma ve yazmayı öğrenmişti. Sonra o yazı yazmak için divana yönelir ve kendi kendine şöyle derdi:

"Ben henüz ondört yaşımda küçük bir çocukken önce mektebe son­ra divana gider gelirdim." Ahmed b. Hanbel, çocukluğunda olgun ve mümtaz bir yetişme tarzının izlerini taşıyordu. Ediplerden birisi "Ben çocuklarıma birtakım masraflar yapıyor, yetişmeleri için eğitmek üzere özel hocalar getirtiyorum ama onların iflah olduklarını göremiyorum. Fakat yetim bir çocuk olan Ahmed b. Hanbel'e siz bir bakın, nasıl başarılı oluyor?" diyerek onun ilim, edep ve güzel haline hayranlığını gizleyemiyordu.[504]

5. Ebu Yûsuf(İmam Ebû Hanife'nin arkadaşı ve öğrencisi):

Ebu Yusuf anlatıyor: Ben hadis ve fikıh öğreniyordum. Maddi du­rumum da zayıftı. Birgün ben Ebu Hanife'nin yanında iken babam gel­di. Hemen beni alıp götürdü ve bana şöyle dedi: "Yavrucuğum! Ebu Hanife ile o kadar dolaşma! Çünkü onun ekmeği kızarmış; hali vakti yerindedir. Sen ise geçim için çalışmaya muhtaçsın." Bunun üzerine ben de babama itaat etmeyi tercih ederek derslerin çoğundan uzak kaldım. Derken Ebu Hanife beni göremeyince araştırmış ve soruşturmuştu. Ben de tekrar onun meclisinde bulunmaya karar verdim. Bu gecikmeden sonra ona gittiğimin ilk günü bana "Bize gelmekten seni engelleyen birşey mi var?" dedi. Ben "Geçim derdi ve babama olan itaat" dedim ve oturdum. Orada bulunan insanlar dağılınca Ebu Hanife bana bir kese vererek "Bununla ihtiyacını gör" dedi. Baktım, kesede yüz dirhem vardı. Ebu Hanife bana "ilim halkasından ayrılma. Bu parayı harcayıp bitir­diğin zaman bana haber ver!" dedi. Ben de artık halkaya devam ettim. Bir müddet geçince bana yine yüz dirhem verdi. Sonra geçimimi üzerine aldı. Ben ona hiçbir ihtiyaç bildirmedim ve hiçbir şeyimin bittiğini de söylemedim. Adeta o ihtiyacı hisseder ve gerekli şeyin tükendiğini bilir­di. Nihayet malım çoğaldı ve artık ihtiyaç duymadım."

Ali b. el-Ca'd'ın rivayetine göre Ebu Yusuf diyor ki: "Babam ibrahim b. Habîb vefat etti. Ben küçük yaşımda bir yetim olarak anamın himayesinde kaldım. Derken anam beni hizmetçi/işçi olarak bir çamaşırcının yanına verdi. Ben ise çamaşırcıyı bırakıp Ebu Hanife'nin halkasına uğruyordum. Onun meclisline oturuyor ve ders dinliyordum. Anam da hemen arkamdan ders halkasına geliyor, kolumdan tutarak beni çamaşırcıya götürüyordu. Ebu Hanife bana ilgi gösteriyordu. Çünkü o bende ilim öğrenmeye karşı bir aşk ve heyecan görüyordu. Ben anamın arzusunu yerine getirmeyip durmadan Ebu Hanife'ye gidince birgün Ebu Hanife'ye şöyle dedi:

"Bu çocuğu bozan sensin. Hiçbir şeyi olmayan yetim bir çocuktur. bu. Ben onun karnını el örgülerimle/işlerimle doyuruyorum. Onun, ken­disini idare edebilecek ve. kendisine bakabilecek küçük bir kazanç yolu­nun olmasını istiyorum." Bunun üzerine Ebu Hanife kadına: "Git, sen saçmalıyorsun be kadın! ilim öğrencisi olan bu çocuk, fıstık yağıyla yapılmış paluze yemiştir" dedi. Kadın da hemen ayrıldı ve Ebu Ha­nife'ye "Sen akılsız ve bunak bir ihtiyarsın" dedi.

Ebu Yusuf diyor ki: Sonra ben Ebu Hanife'den ayrılmadım. O malıyla beni destekliyor, geçimimi üstleniyor ve hiçbir ihtiyacımı bırakmıyordu. Netice itibariyle Allah bana ilim lütfetti ve beni yükseltti. Nihayet bana kadılık görevi verildi. Halife Harun Reşid ile ot­uruyor ve sofrasında onunla birlikte yemek yiyordum. Birgün Harun Reşid'e paluze takdim edilmişti. Bana "Ye bundan Yakup (Ebu Yusuf) ye! Çünkü bize hergün böylesini yapmazlar" dedi. Ben: "Bu nedir ey mü'nıinlerin emiri?" dedim. O da: "Bu, fıstık yağıyla yapılmış paluzedir" dedi. Tabîi ben buna güldüm. Bunun üzerine bana: "Neden güldün?" dedi. Ben: "Hayırdır. Allah emiru'l-mü'minîne ömür versin" dedim. O: "Hayır, mutlaka bana söyleyeceksin" dedi ve ısrar etti. Ben de hadiseyi başından sonuna kadar anlattım. Halife bunu ilginç buldu ve şöyle dedi: "Vallahi ilim insanı yükseltir, din ve dünya saadetini temin eder."

Halife, Ebu Hanife'yi rahmetle andıktan sonra da şöyle dedi: "O, başındaki gözüyle göremediğini akıl gözüyle, yani basiret ve firasetiyle görürdü."[505]

6. Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî:

Mücâşî b. Yusuf anlatıyor: Medine'de imam Mâlik'in yanında bu­lunuyordum. O, insanlara fetva veriyordu. Derken imam Ebu Ha­nife'nin öğrencilerinden henüz genç yaşta olan Muhammed b. Hasan imam Mâlik'in yanına geldi. Bu hadise, onun, imam Mâlik'ten Muvatta' adlı eserini rivayet etmesinden önce oluyordu. Muhammed Malik'e:

“Mescidin dışında su bulamayan cünüp kimse hakkında ne der­sin? dedi. Mâlik:

“Cünüp mescide giremez, cevabını verdi. Muhammed:

“Nasıl öyle olur? Namaz vakti gelmiş, o da suyu görüyor! dedi. Bunun üzerine Malik "Cünüp mescide giremez" sözünü gene tekrarla­maya başladı. Muhammed soru üzerinde çok durunca, Malik ona:

“Peki bu konuda sen ne dersin? dedi. O:

“Teyemmüm eder ve mescide girer. Sonra suyu mescidden alır, dışarı çıkar ve boy abdesti alır, cevabını verdi. Malik:

“Nerelisin sen? diye sordu. Muhammed:

“Yere işaret ederek "Buralıyım" dedi ve sonra kalktı. Orada bulu­nanlar, bu, Hanife'nin arkadaşı ve öğrencisi Muhammed b. Hasan'dır, deyince Malik:

“Muhammed b. Hasan nasıl yalan söyler, o kendisinin Medineli olduğunu söyledi? dedi. Orada bulunanlar, Muhammed'in yere işaret ederek "buralıyım" dediğini hatırlatınca Malik:

“Bu cevap bana ötekinden daha harika ve daha müthiş geldi, dedi.[506]

7. Ibnu'l-Cevzî:


İmam Îbnu'l-Cevzî, ilme başladığı sıralarda, düçar olduğu sıkıntılardan ve onlara karşı gösterdiği övgüye değer sabrından bahse­derken diyor ki: ilim öğrenmenin zevk ve lezzeti içerisinde ben, iste­diğim ve arzuladığım şeylerden dolayı, bana baldan daha tatlı gelen sıkıntılarla karşılaşıyordum. Çocukluk çağımda yanıma kuru ekmekleri alarak hadis talebine çıkardım. Bağdat'taki İsâ nehri'nin kenarına otu­rurdum. Çünkü bu kum ekmekleri ancak suyun yanında yiyebilirdim. Her lokma alışımda üzerine bir de su içerdim. Himmet ve gayretimin gözü, ilim tahsilinin lezzetinden başka birşey görmezdi. Nihayet bu himmet bende meyvesini verdi. Artık ben Rasûlüîlah'ın (s.a,v.) hadisini, şemail ve âdabını, sahabe ve tabiînin hallerini çok duymak ve çok rivayet etmekle tanınmıştım."

Yine Ibnu'I-Cevzî şöyle devam ediyor: Ben tek ilim ve disiplinle yetinmedim. Aksine fikıh ve hadis dinlerdim. Zâhid ve sufilerin sohbet ve meclislerine katılırdım. Sonra lügat okudum. Rivayette bulunan, vaaz ve nasihat edenlerden hiçbir kimseyi terketmedim. Gelen yabancıların yanlannda olur ve faziletleri seçerdim. Hadis dinlemek için hocaları dolaşırdım. Beni geçen olmasın diye koşmaktan nefesim kesilirdi. Sa­bah olurdu yiyecek birşeyim olmazdı, akşam olurdu yine yiyecek birşeyim olmazdı. Allah beni hiçbir zaman bir mahluka boyun eğdirmedi. Eğer hallerimi açsaydım, bunlar çok uzun sürerdi.[507]

8. Ibn Sînâf

İbn Sînâ, on yaşma vardığında Kur'an'ı ve edebiyatı iyi derecede öğrenmiş, usûl-i din, matematik, ve cebir'den birçok şeyler ezberlemiş mantık ilmini Euclid[508] ve Mecistî'yi[509] okumuş ve hocası filozof Ebu Abdillah en-Nâtilî'yi kat kat geçmişti. Bununla beraber o, fıkıh için İsmail ez-Zâhid'e gider gelirdi. Tabiat ve ilahiyat gibi ilimlerin tahsi­liyle meşgul olurdu. Allah da ona ilimlerin kapılarım açtı. Sonra tıp il­mine heves etti. Bu konuda yazılmış olan kitapları inceledi. Para kazan­mak için değil, öğrenmek ve öğretmek için muayene ve tedavi etti. Tıbbı o kadar öğrendi ki, kısa zamanda gelmiş geçmiş tabipleri geçti. Bu alan­da eşsiz ve benzersiz duruma geldi. Bu ilmin üstadlan, tıbbın çeşitli konularını, tecrübeye dayanan muayene ve tedavi yöntemlerini öğrenmek üzere ona gider gelirdi. O sırada yaşı onaltı civarında idi. ilimle meşgul olduğu esnada, tam olarak bir gece bile uyumadı. Gündüz yalnız mütalaa ile meşgul oldu. Kendisine bir mesele müşkil geldiğinde abdest alır, camiye gider ve namaz kılardı. O zor meseleyi kolay­laştırması, girift ve kapalı yönlerini açması için Allah'a duâ ederdi, ilminde, amelinde, zekasında ve yazdığı eserlerde asrının nadirlerin-dendi. Muhtelif ilimlere ait olmak üzere büyük-küçük yüze yakın eser yazdı. Allah Teâlâ ona rahmet eylesin![510]


IX. Îlim Ve Kur'an Ehlî, Rasûlüllah'a (s.a.v.) Hizmet Aşkıyla Tutuşan Mücahid Bîr Çocuğa Örnek:

 

Zeyd b. Sabit anlatıyor: Buas harbinde ben altı yaşımda idim. Bu, hicretin beş yıl öncesine tekabül ediyordu. Derken Rasûlüllah (s.a.v.) Medine'ye geldi. O sırada ben onbir yaşımda idim. Beni Rasûlüllah'a (s.a.v.) götürerek dediler ki: "Hazrec kabilesinden olan bu çocuk 16-17 sûre okuyabilmektedir." Ben de Peygamber'e (s.a.v.) onları okudum. Be­dir ve Uhud'a katılmam için bana izin verilmedi ama Hendek'e katıldım." İbn Ömer diyor ki: Zeyd b. Sabit hem Arapçayı hem de İbraniceyi iyi yazıyordu. Rasûlüllah (s.a.v.) ile beraber Zeyd b. Sâbit'in ilk iştirak ettiği harp Hendek idi. O esnada onbeş yaşındaydı. O gün Zeyd, kazıdan dolayı yığılan toprakları taşıyan mtislümanlar arasındaydı. Rasûlüllah (s.a.v.) "Ne güzel çocuk!" diyerek onu takdir etmişti. O gün uyku basınca Zeyd uyumuştu. Derken Umara b. Hazm gelerek onun silahım almıştı ama o bunun farkında değildi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) "Ey uyku babası, uyudun nihayet silahın git­ti!" dedi ve devam etti. "Bu çocuğun silahının nerede olduğunu bilen var?" Umara b. Hazm "Ben almıştım yâ Rasûlallah!" dedi ve silahı yer­di. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) mü'minin korkutulmasım, ciddi ol­arak ya da oyun ve şaka yoluyla eşyasının alınmasını yasakladı."