Konu Başlığı: Müstakil Sünnetin Delili Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 23 Mayıs 2011, 17:51:10 MÜSTAKİL SÜNNETİN DELİLİ Müstakil sünnet, Allah Teâlâ'mn, bize öğrenip gereğiyle amel etmeyi ibâdet olarak emrettiği bir delildir. Bunu, şu sebep ve deliller göstermektedir: 1- Hz. Peygamber (s.a.v)'in, Allah Teâlâ'dan kendisine gelen her şeyi tebliğ etmede hatadan masum olması, -ki bu masumiyet, mucizelerle sabit olmuştur- Kur'ân'm sükût edip bir hüküm bildirmediği konularda hüküm bildiren sünnetin de bu tebliğin ve ilâhî vahyin içine girdiğini göstermektedir. Şu halde o, Allah'ın katmdakine ve hükmüne uygun olan bir haktır. Bu sıfatta olan bir şeyle de amel vâcibdir. 2- Bu sebeplerden biri de sünnetin hüccet (dinî hükümlerde bir kaynak) olduğunu gösteren âyet-i kerîmelerin genel açıklamalarıdır. Bu tür âyet-i kerîmeleri ikinci bölümde zikrettik. Bütün bu âyet-i kerîmeler, ister Kitab'm hükmünü te'kid, ister kapalı mânâları beyân etsin, isterse müstakil hüküm koysun, bütün sünnet çeşitlerinin, dinde kesin bir delil olduğunu göstermektedir. Öyle ki bunca âyet-i kerîme, üç çeşit sünnetin de delil olduğunu ve müstakil hüküm koyan sünneti devre dışı bırakarak tahsisi getirme ihtimalinin bulunmadığını kesin olarak ortaya koymuştur. Hele, Allah Teâlâ'nın: "Rabbin hakkı için onlar, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden nefisleri hiçbir darlık duymadan tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar,"[766] âyet-i kerîmesi, özellikle müstakil sünnetin delil oluşunu ifade etmektedir. Daha önce de ikinci bölümde, Kur'ân delilini (üçüncü delil) işlerken bu âyetin sebeb-i nüzûlüyle birlikte İmam Şafiî'nin yorumunu zikretmiştik. Sonra da Şâtibî, el-Muvâfakât adlı eserinde bazı âyetleri zikredip kendi anlayışına göre onlarla delil getirilecek yönleri tesbit etmiş, en sonunda onlara itiraz etmiştir. Biz de onun kitabında yazdıklarını zikredip bir değerlendirmesini yapacağız: Şâtibî, önce kendisinin: "Sünnet, ifade ettikleri bakımından Kitab'a dahil olmaktadır," sözünü doğru bulmayan kimsenin, buna delil olarak şu âyet ve açıklamaları öne sürebileceğini zikrediyor: Allah Teâlâ buyurmuştur ki: "Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan idarecilere de itaat edin. Herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, onu (halletmek için) Allah ve Rasûlü'ne götürün. Eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız böyle yapın."[767] Meseleyi Allah Teâlâ'ya götürmek, onu Kitab'a (Kur'ân) arzet-mektir. Peygamber'e götürmek ise hayatta iken kendisine, vefatından sonra da sünnetine arzetmektir. Bir diğer âyette: "Allah'a itaat edin. Peygamber'e de itaat edin, isyandan sakının,"[768] buyuruluyor. Bunların dışında, Peygamber'e itaatin, Allah'a itaatle birlikte zikredildiği âyetleri düşünürsek ortaya şu çıkar: Allah'a itaat, Kitabı'nda zikrettiği emir ve nehiylere uymak; Peygamber'e itaat de Kur'ân'ın dışında getirmiş olduğu emir ve nehiylerine tâbi olmaktır. Çünkü Peygamber'in (s.a.v) getirdiği bütün şeyler Kur'ân'da olsaydı, hepsi Allah'a itaatin içine girer, ayrıca "Peygamber'e de itaat edin," denilmezdi. Bir başka âyette: "Peygamberin emrine muhalefet edenler, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine acıklı bir azab isabet etmesinden sakınsınlar,"[769] buyuruluyor. Bu âyette, özellikle Hz. Peygamber'e uyulması gereken bir şeyden bahsedilmiştir. O da Kur'ân'da zikredilmeyen şeyleri getiren sünnettir. Buna işaret eden bir başka âyet şudur: "Kim Peygamber'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur."[770] Bir başka âyet: '"Peygamber size neyi verirse onu alıp uygulayın; neden sakındırırsa ondan da kaçın."[771] Bütün bu Kur'ân âyetleri gösteriyor ki Peygamber'in (s.a.v) getirmiş olduğu herşey, bütün emrettikleri ve nehyettikleri, hüküm bakımından Kur'ân'da gelenlere katılmıştır. Bu, onun Kur'ân'dan ayrı olduğunu ve ona ek hükümler koyduğunu ortaya koyar. Şâtibî, daha sonra muhatabın sorabileceği bu tür delil ve açıklamalarına şöyle cevap veriyor: "Biz: 'Sünnet, Kitab'ın hükümleri için bir açıklama mahiyetindedir,' dediğimizde şunu anlatmak istiyoruz: Sünnet, Kitab'daki değişik anlaşılma ihtimali olan hükümlerin açıklaması olmak zorundadır ve bunun için ihtimallerden birisini açıklar. Bir mükellef, bu açıklamaya uygun amel ettiğinde Kur'ân'ın emrettiği hususta Allah'a, yaptığı açıklamanın gerektirdiği konuda da Rasûlü'ne itaat etmiş olur. Şayet, Hz. Peygamber'in açıklamasının tersine amel ederse ameli ilâhi murada ters düştüğü için Allah'a isyan etmiş olur. Aynı zamanda açıklamasının gereğine göre amel etmediği için Peygamber'e de isyan etmiş olur. Buna göre Allah'a ve Rasûlü'ne itaatin ayrı ayrı zikredilmesi, mutlak olarak uyulacak şeyin ayrı olmasını gerektirmez. Bu gerekli olmayınca, yukarıdaki âyetlerde, sünnette olan hükümlerin Kur'ân'dan ayrı olduğunu gösteren bir delil bulunmaz. Bilakis Kur'ân ve sünnet, aynı mânâda birleşirler. Bununla beraber isyan ve itaat, iki ayrı yönden kaynaklanabilir. Bunda olmayacak bir şey yoktur. Rasûlullah'ın hükümlerinin Kur'ân'da bulunma meselesi, Allah'ın izni ve yardımıyla, bu konunun peşinden incelenecektir. Soru sahibinin: 'Bu durumda sünnetin, Kur'ân'a ek olarak yeni hükümler koyması gerekmektedir,1 sözüne gelince bu, kabul edilebilir. Fakat bu ek hükümler, bir şerh hükmünde midir? Çünkü şerhte açıklanan kısımları ayrı açıklamak mevcuttur. Yoksa şerh olarak görülmez mi? Veya bu ek hükümler, Kur'ân'da bulunmayan yeni bir şey midir? İşte burada ihtilâf var-dır..."[772] Biz de Şâtibî'ye deriz ki: Senin, Peygamber'e itaati tarif ederken: "Peygamber'e itaat, Kur'ân'ın dışında getirmiş olduğu emir ve nehiylere tâbi olmaktır," şeklindeki açıklamanda, sünnet için yaptığın bu sınırlamayı uygun bulmuyoruz. Bilakis deriz ki: Peygamber'e itaat, getirdikleri ister Kitab'ı açıklasın, ister onu te'kid etsin, isterse müstakil hüküm koysun, bütün emir ve nehiylerine yapışmaktır. Âyet-i kerîme, bütün bu sünnet çeşitlerini kapsamaktadır. Aslında âyetin emrini bütün olarak ele aldığımızda, ortaya şu çıkar: İlk akla geldiği gibi müstakil sünnete yapışmak, "Peygamber'e itaat ediniz," emrine daha evvel açıkça dahil olmaktır. Öyle ki; emrin zahirinden ilk anlaşılan ve tek olarak ayırabileceğimiz, bu tür sünnettir. Ayetleri açıklayan sünnet ise böyle değildir. Çünkü bu, açıklanan ile verilmek istenenin aynısıdır. Buna yapışmak, ona yapışmak gibidir. Kitab'ı destekleyen sünnet de müstakil sünnet gibi değildir. Sünnetin bazı çeşitlerinde Allah ve Rasûlü'ne itaatin aynı hükümde birleşmesi, açıklamamıza bir zarar vermez. Çünkü bizim için mühim olan, Rasûl'e itaatin müstakil sünneti de içine almış olmasıdır. Buna göre iyice düşünüldüğünde, Hz. Peygamber (s.a.v)'e bütün sünnet çeşitlerinde itaat etmenin, kulun Allah Teâlâ'ya itaatinin bir gereği olduğu ortaya çıkacaktır. Yine senin: "Bu, Kur'ân'da gelmeyen bir sünnettir," sözündeki hasrı da kabul etmiyoruz. Çünkü her sünnetin, Kur'ân'dan gelmesi veya aslen Kur'ân'a dayanması şart değildir. "Bu durumda sünnetin, Kur'ân'a ilâve hükümler koyması gerekmektedir," sözündeki ilâveyle sadece müstakil hüküm koymasını kasdediyorsan, bunu doğru bulmuyoruz. Eğer hem müstakil hüküm koyan ve hem de kapalı hükümleri açıklayan sünneti kasdediyorsan bu, doğrudur. "Sünnet, Kitab'ın bir açıklamasından ibarettir," sözünle "Allah ve Rasûlü'ne itaatin ayrı ayrı zikredilmesi, itaat edilen şeyin ayrı olmasını gerektirmez," sözünü ele alalım. Sana sorarız: "Sünnet, Ki-, tab'ın bir açıklamasından ibarettir," sözünle neyi kasdediyorsun? Eğer bununla, bütün sünnet çeşitlerinin Kur'ân'ın bir açıklaması olduğunu kasdediyorsan, işte bizim kabul etmediğimiz ve karşı çıktığımız taraf budur. Hem sen de bu sözünü hiçbir şekilde isbat edemezsin. Senin bu konudaki şüphelerini ve müstakil sünneti, âyetleri açıklayan sünnete dahil etme konusundaki diğer zorlamalarının yersiz ve haksız olduğunu isbat edeceğiz. Gerçek şudur: Şüphesiz, sünnetin bir kısmı Kur'ân'ı açıklar; bir kısmı da müstakil hüküm koyar. Bunu, üçüncü meselede açıklayacağız. Vakıa bu olduğuna göre âyet-i kerimeler, her ikisine de şâmildir. Sünnetin hepsinin böyle olmadığım ancak bir delil ortaya koyabilir. Böyle bir delil de yoktur. Buna göre senin, gerçeğe uymayan bir hataya göre reddiyede bulunman doğru değildir. Eğer yukarıdaki sözünle, sünnetin bir kısmının Kitab'ı açıkladığını kasdediyorsan, bunu kabul ederiz; bu kısma yapışmayı ve Peygamber'e itaate dahil etme çabam da normal görürüz. Bütün sünnet çeşitlerinin âyetin kapsamına girmediğini biz değil, sen söyledin. Öyleyse itirazı bize değil, kendine yönelt ve anlattıklarına nefsini ikna-ya çalış. Yine senin: "Bu gerekli olmayınca âyetlerde, sünnette olan hükümlerin Kur'ân'da bulunmadığını gösteren bir delil yoktur," sözünü ele alalım. Eğer bu sözünle sünnette olan bütün şeyleri kasdediyorsan, bu görüşüne katılamayız. Çünkü âyet-i kerîmeler, bütün sünnetin Kur'ân'da bulunmadığını gösteriyor. Bilakis deriz ki: Sünnetin bir kısmı müstakil hüküm koyar, bir kısmı da Kur'ân'ı açıklar. Peygamber (s.a.v)'e itaati emreden âyetler, her ikisini de içine almaktadır. Ancak bunu sen, kendi kendine yaptığın açıklamada söyledin. Eğer yukarıdaki "sünnette olan hükümler" ifadesiyle, sünnette olanların bir kısmını kasdediyorsan, sözüne delil gösterdiğin şartı kabul etmeyiz. Çünkü Allah ve Rasûlü'ne itaatin ayrı ayrı zikredilmesinden dolayı itaat edilen şeyin ayrı olmasının gerekli olmayışından, âyet-i kerîmenin mutlak ifadesine bakarak, birbirinden farklı ve ayrı iki itaatin çıkması lâzım gelmez. Diğer bir ifadeyle, Kur'ân'ı açıklayan sünnete uymayı Hz. Peygamber (s.a.v)'e itaate dahil etmek, müstakil hüküm koyan sünnete uymanın bu itaatin dışında olduğunu göstermez. Aslında "Peygamber'e de itaat ediniz" emrinde, itaat edilmesi emredilen sünnet, âyetin zahirinden anlaşıldığına göre Kur'ân'ı açıklayan sünnet değil, müstakil hüküm koyan sünnettir. Durum, vakıada da böyledir. Âyetin şümulü de devam etmektedir. Bu sünneti devre dışı bırakmak istediğinde, bunu yapman için delil gerekmektedir. Şayet varsa o delili göstermek, sana düşer. Eğer sen: "Bu âyet-i kerîmeler, vakıada mevcut müstakil sünnete delâlet etmiyor," demek istiyorsan, bunu senin için kabul edebiliriz. Fakat biz, bu âyet-i kerîmelerin -varlığı farz kabul edildiğinde bile- müstakil sünnetin delil olduğunu gösterdiğini görüyor ve iddia ediyoruz. Böyle bir sünnetin var olduğunu, üçüncü meseleyi açıklarken başka âyet-i kerîmelerle tesbit edeceğiz. Hem, aslen bunu: "Rabbin hakkı için onlar, aralarında anlaşamadıkları konularda seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden nefisleri hiçbir darlık duymadan tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar,"[773] âyeti de isbat etmektedir. Sen: "Kur'ân'a ek hükümler koyan sünnet, onun bir şerhi midir? Yoksa başka bir şey midir? Bu konuda ihtilâf vardır," diyorsun. Bildiğin gibi biz, sünnetin sadece bir kısmım ele almıyoruz. Bilakis, âyet-i kerîmelerin de gösterdiği gibi her iki sünneti yani Kur'ân'ı açıklayan ile müstakil hüküm koyan sünneti konu ediyoruz. Sen, âyetlerde işaret edilen sünnetin sadece şerh (açıklama) olduğunu düşünüyorsan, bunu isbat için sana delil gerekir. Burada: "Delilin, iddia edilen hadiseyi kapsadığı ihtilâf konusudur," demek doğru değildir. Asıl ihtilâf ve çekişme konusu, delil değil, bizzat iddia edilen meselenin kendisidir. Bil ki, Miftâhü's-Sünne kitabının sahibi, Şâtibî'yi verdiği cevaplarda yeterli bulmadığı için başka bir cevap vermek istemiş ve şöyle demiştir: "Onun zikrettiklerinde, sünnetin hüküm koymada müstakil olduğunu gösteren bir şey yoktur. Bunu, şöyle açıklayabiliriz: Kur'ân-ı Kerîm, Hz. Peygamber (s.a.v)'in ancak kendisine vahye-dilene uyduğunu ve sadece Allah'ın emir ve nehyettiklerini emredip nehyettiğini bildirmiştir. İlâhî emir ve nehiylerin onun ifade ve açıklamalarıyla ortaya çıktığını nazar-ı itibara aldığımızda, itaatin ona izafe edilmesi, sahih olmaktadır. Bu görüşü, Allah Teâlâ'nın: 'Kim Peygamber'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur,'[774] âyeti de desteklemektir."[775] Sonra müellif, Şâtibî'nin daha önce geçen cevabını, içinde hata bulunmasına rağmen özetlemiş ve şu ilâvede bulunmuştur: "Meseleyi Peygamber'e götürmek, onu sünnetine arzetmektir. Sünneti de ancak Kur'ân için yaptığı açıklamalardır." Biz de kendisine deriz ki: Senin, "Bunun izahı şudur: Çünkü Kur'ân, Hz. Peygamber'in ancak kendisine vahyedilene tâbi olduğunu bildirmiştir," sözünü ele alalını. Allah'a hamdolsun, biz de bunu diyoruz; Kur'ân'a iman ediyoruz ve onun hiçbir şeyinde şüphe etmiyoruz. Fakat bu âyet-i kerîmeler, onlarda sünnetin müstakil oluşuna hiçbir delilin olmadığını ortaya koymaz. Eğer sen, bu âyet-i kerîmelerin sadece Kur'ân'ı açıklayan sünnete işaret ettiklerini deliliyle birlikte isbat edebilir-sen, o zaman âyetlerden: "Hz. Peygamber (s.a.v), ancak Allah Teâlâ'nın Kur'ân'da kendisine emrettiğini emreder, nehyettiğini de nehyeder," sonucunu çıkarabilirsin. O zaman cevabın tamam olur ve Şâtibî'nin cevabına takdim edilmeyi hakeder. Fakat bunu nasıl isbat edebileceksin? Senin, "O'nun sünneti, ancak Kur'ân için yaptığı açıklamalardır," sözüne gelince; bu, bâtıl ve yanlış bir iddiadır. Biz, onun yanlış olduğunu delilleriyle birlikte ortaya koyduk. Artık sen, onu cevap için nasıl ele alıp değerlendirmeye tâbi tutabilirsin? 3- Sünnetin hüküm koymada müstakil olduğunu gösteren delillerden birisi de ister Kur'ân'ı te'kid etsin, ister kapalı mânâlarını açıklasın, isterse tek başına hüküm koyar olsun, bütün bu sünnet çeşitlerinin delil olduğunu isbat eden hadislerin umûmî beyânlarıdır. Meselâ: "Sizin sünnetime yapışmanız gerekir,"[776] sözleri gibi. Onları, ikinci bölümde, dördüncü delili işlerken zikrettik. Bu hadisler, hep birden düşünüldüğünde, bizim için bu konuda kat'iyyet ifade ederler. Bu hadislerden birkaç misal verelim: "Sakın, sizden birisini, koltuğuna yaslanmış bir haldeyken kendisine yapılmasını emrettiğim veya nehyettiğim bir iş geldiğinde: 'Bunu bilmiyorum! Biz, Allah'ın Kitabı'nda neyi bulursak ona tâbi oluruz,'derken bulmayayım."[777] "Dikkat edin! Bana, Kur'ân ve onunla beraber bir misli verildi. Dikkat edin! Karnı tok bir adamın koltuğuna kurularak: 'Siz bu Kur'ân'a sarılın. Onda helâl bulduğunuzu helâl, haram bulduğunuzu haram kılın,' demesi yakındır. Şüphesiz Allah Rasûlü'nün haram kıldıkları, Allah'ın haram kıldıkları gibidir. Dikkat edin! Ehl-i eşek, yırtıcı tırnaklı hayvan ve zimmînin yitik malı haramdır. Ancak yitiğin sahibi ondan vazgeçmişse, o zaman bulana helâl olur. Kim, misafir olarak bir kavme inerse, onların bu misafiri ağırlamaları gerekir. Bundan kaçınırlarsa; misafire, kendisine yetecek yiyecek v.s. ihtiyaçlarını zorla da olsa alarak onları cezalandırma hakkı nardır,"[778] Malumdur ki; ehl-i merkeb ve beraberinde zikredilen şeylerin haramlığı, Kur'ân'da mevcut değildir. Bunların haramlığı, sadece üzerinde durduğumuz müstakil hüküm koyan sünnetle sabittir. Yine: "Bana Kitab'ın bir misli verildi," sözünün zahirinden, ondan ayrı ve müstakil bir şeyin verildiği anlaşılmaktadır. Bunun, bütün sünnet çeşitlerini ihtiva ettiğini kabul etmemizde, bizce bir sıkıntı yoktur. Çünkü bu söz, bütün sünnet çeşitlerinin Allah tarafından verildiğini ve vahyedildiğini isbat etmektedir. Aynı şekilde diğer hadis de Rasûlullah (s.a.v)'ın, Kur'ân'da bulunmayan bütün emir ve nehiylerini terketmenin yasak ve kınanmış olduğunu ifade etmektedir. Bu, onun hükümlerde delil olmasını gerektirir. Bir hükmün Kur'ân'da bulunmayışıyla ilk akla gelen, onun özet veya tafsilâtlı olarak Kitab'da zikredilmemesidir. Bir kimse, bildirdiği hükmün tafsilâtı Kitab'da mevcut değildir, diye Kitab'ı açıklayan sünneti de onda bulunmayan kısma dahil etmeye çalışsa; bu, bizim görüşümüze bir zarar vermez. Fakat bazıları, bu hadislerin sadece Kitab'ı açıklayan sünnet olduğunu söylemeye kalkarsa bu, hatalı, boş ve doğrudan uzak bir çaba olur. Geçen âyetlerde olduğu gibi yukarıdaki hadislerde de bu anlayışı destekleyecek bir delil yoktur. Şâtibî, el-Muvâfâkafda, bu hadislere de âyetlerde yaptığı yorumlara uygun cevaplar vermiştir.[779] Bizim burada kendisine vereceğimiz cevap, yukarıda geçen cevabın aynısıdır. Sözü uzatmaya gerek yok. 4- Sünnetin hüküm koymada müstakil olduğunu gösteren delillerden birisi de bu çeşit sünnetle amelin vâcib olduğuna ve bunun delil olarak kullanılacağına ümmetin icmâ etmesidir. Şöyle ki: Müslümanlar, birtakım fer'î hükümlerde icmâ etmişlerdir. Bu hükümlerin, müstakil hüküm koyan sünnetten başka bir dayanağı da yoktur. Onların, bu tür sünnetle amel etme ve hükmü ona dayandırmanın gerektiği konusundaki icmâları, onun delil olduğu konusunda da icmâ etmiş olmalarını gerektirir. Öyle ki, bu konuda bize muhalif fikir beyân edenler, bu icmâ karşısında, müstakil sünnetin delil olduğunu söylemek ve onun delil oluşundaki icmâya katılmak zorunda kalırlar. Biz, kendilerine üzerinde icmâ edilen fer'î meselelerden birini zikrederek bu konudaki görüşlerini sorduğumuzda, kibirlenip de önceki icmâya muhalefet etmeleri mümkün değildir. Yapabilecekleri tek şey, hakkında icmâ edilen hükmü ikrar ve tekrar etmeleridir. Kendilerine, öncekilerin icmâmın dayanağını sorduğumuzda, onun bizim bahsettiğimiz müstakil sünnete dayandığını itirafa mecbur kalırlar. Her ne zaman böyle bir durumla yüzyüze gelseler, bü-yüklenerek: "Bu, onu Kur'ân için bir açıklama olmaktan çıkarmaz ve buna müstakil hüküm koyan sünnettir diyemeyiz," derler. Onlar, bu tür sünnetin de delil olduğunu kabul ettikten sonra böyle söylemelerinin, bizim görüşümüze bir zararı yoktur. Hem biz, onun müstakil hüküm koyan bir sünnet olduğunu açıklamaya devam edeceğiz. Meselâ, bu tür sünnete dayanan hükümlerden birisi, ninenin vâris olması ve mirasın altıda birisini almasıdır. Bu konuda icmâ-yı ümmet hâsıl olmuştur.[780] Bu hükmün dayanağı, sadece sünnettir; çünkü Kur'ân'da bununla ilgili herhangi bir âyet yoktur. İşte Hz. Ebû Bekir (r.a)!.. Râşid halifelerin ilki ve efendisi, müçtehidlerin imamı, Kur'ân'm delâletlerini, mânâ ve detayını en iyi bilenleri iken bir nine, kendisine mirastan ne kadar alacağını sormuş ve büyük müçtehid, Sahabe topluluğunun önünde, bu konuda Kur'ân'da herhangi bir şey bulamadığını, Rasûlullah'm sünnetinde de bir açıklama bilmediğini açıklamış ve sonra bu konuda insanlara herhangi bir hadis olup olmadığını sormaya başlamıştı. İki kişi bu konudaki hadisi haber verdiklerinde hemen onunla amel etti. Hadiseye şahid olan ve işiten Sahâbe-i Kiram, bütün bunları sükûtle tasvip ettiler. Bu davranışlarıyla, hem bu meselenin hükmünün Kur'ân'da bulunmadığına ve hem de Kur'ân'da hükmü bulunmayan bir meselede bu tür sünnetin, hüküm için delil olduğunda icmâ etmiş oldular. İşte Hz. Ömer (r.a)!.. O da bir ninenin kendisine bu meseleyi sorması üzerine, Hz. Ebû Bekir gibi yapmıştır. Hz. Ömer'den bu tür hadiselerden pek çok rivayetler vardır. Bütün bunlar ortada iken bu kimseler, işi inada bindirerek, müstakil hüküm koyan sünnetin hüccet olduğunu veya vakıada çokça mevcut bulunduğunu, hâlâ inkâr mı edecekler? Kur'ân'm dilini, hükümlerini ve dinin bütün kaidelerini en iyi bilen Hz. Ebû Bekir (r.a)'in sözü ve Sahâbe'nin icmâsı, müstakil sünneti Kur'ân'm bir açıklaması gibi göstermeye çalışan bu adamların sözlerinin dikkate değer olmadığını ve terkedilmeye daha lâyık olduğunu göstermez mi? Sünnetin müstakil olarak ortaya koyduğu hükümlerden bazıları şunlardır[781] : Şuf anın ve musâkat akdinin meşru olması,[782] bir kadını halası veya teyzesiyle bir nikâh altında tutmanın haram oluşu.[783] Ehl-i merkeb etinin haram olması ki; İbn Abdilberr'in zikrettiğine göre bu konuda icmâ oluşmuştur[784] ve bunlardan başka daha pek çok mesele, müstakil sünnetle hükme kavuşturulmuştur. Buna göre, Kur'ân'da hiç değinilmeyen konularda müstakil hüküm koyan sünnetin delil olmasında icmâ bulunduğunu açıklamaya gerek kalmamaktadır. Müslümanların imamlarından her birinin, mutlaka fer'ı hükümlerden herhangi birisinde bu tür sünnete dayanarak bir hükme varmış olması, iddiamızın anlaşılması için yeterlidir. Onların mezhep, kitap ve eserlerini inceleyen herkes bunu görecektir. İmamların bu tutumu, bu tür sünnetle amel etmede ve onun delil oluşundu icmâ ettiklerini gösterir. Her ne kadar sünneti kullandıkları konular farklı olsa da ortak olan nokta, onunla hüküm çıkarılmasıdır. [766] Nisa, 65. [767] Nisa, 59. [768] Mâide, 92. [769] NÛr, 63. [770] Nisa, 80. [771] Haşir, 7. [772] Şâtibî, a7g.e., IV, 19, 20. [773] Nisa, 65. [774] Nisa, 80. [775] M. Abdülaziz el-Hûlî, Miftâhu's-Sünne, 9-10. [776] Ebû Dâvud, Sünnet, 5; İbn Mâce, Mukaddime, 6; Dârimî, Mukaddime, 16. [777] Ebû Dâvud,' Sünnet, h. no: 4605; Tirmizî, İlim, 10; İbn Mâce, Mukaddime, 2; Hâkim, Müstedrek, I, 108. [778] Ebû Dâvud, Sünnet, h. no: 3050; Beyhakî, Sünen, IX, 204. [779] Şâtibî, a.g.e., IV, 20. [780] Bkz. Şevkânî, Neylü'l-Evtân VI, 51; îbn Kudâme, el-Muğnî, VI, 52. [781] Bkz. İbn Kudâme, el-Muğnî, V, 459. [782] Bkz. İbn Kudâme, a.g.e., V, 454. [783] Bkz. İbn Kudâme, a.g.e., VII, 478; Şevkânî, Neylü'l-Evtâr VI, 126. [784] Bkz. İbn Kudâme, a.g.e., XI, 65. |