๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Sünnetin Delil Oluşu => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 31 Mayıs 2011, 18:07:32



Konu Başlığı: Geçmiş Büyüklerin Hadislerin Rivayetine Dikkat Ettiklerini Göste­ren Nakiller
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 31 Mayıs 2011, 18:07:32
GEÇMİŞ BÜYÜKLERİN HADİSLERİN RİVAYETİNE DİKKAT ETTİKLERİNİ GÖSTEREN NAKİLLER

İmam Beyhakî, MedhaV&e, Halid b. Yezid'in şöyle dediğini nakleder: "ALLAH Rasûlü (s.a.v)'nün hadislerine hürmet etmek, Al­lah'ın Kitabı'na hürmet etmek gibidir."[431]

Beyhakî, bu sözü şöyle değerlendirir: Halid, bu sözüyle hadisin lâyık olduğu yerin bilinmesi, hürmetinin büyüklüğü ve uyulmasının farz olması hususlarında Rur'ân'a benzetildiğini anlatmak istemiştir. Çünkü ALLAH Teâlâ: "ALLAH'a itaat edin, Peygambere de itaat edin,"[432]  buyurmaktadır.

Beyhakî, Süleyman et-Teymî*den nakleder: Süleyman, de­miştir ki: Ben, Ebû Osman, Ebû Nadre, Ebû Miclez ve Hâlid el-Eşec, beraber hadisleri ve sünnetleri müzâkere ediyorduk. İçimizden birisi:

"Kur'ân'dan bir sûre okusaydık daha faziletli olurdu" dedi. Bu­nun üzerine Ebû Nadre, şöyle dedi:

"Ebû Said el-Hudrî: 'Hadis müzâkeresi, Kur'ân okumaktan daha faziletlidir,'dedi."[433]

İmam Suyûtî (911/1505), Miftâhu'l-Cenne kitabında, bu söz için şu değerlendirmeyi yapmıştır: "Bu, İmam Şafiî'nin de dediği gibi; ilim taleb etmenin, nafile namazdan daha faziletli olmasından kaynaklanmaktadır. Çünkü sadece Kur'ân okumak, nafile bir ibâdettir. Hadislerin öğrenilip ezberlenmesi ise farz-ı kifâyedir. Al­lah, en iyisini bilir."[434]

.." -.Yine Beyhakî nakleder: Süfyan es-Sevrî, demiştir ki: "Niyeti güzel bir kimse için hadis Öğretmekten daha güzel bir amel bilmiyorum.”[435]

İbnu'I-Mübârek ise şöyle der: "ALLAH Teâlâ'nın rızasını arayan kimse için hadis öğreniminden daha faziletli bir şey bilmiyorum."[436]

A'meş, Dırar b. Mürre'nin şöyle dediğini nakleder: "Hadis âlimleri, abdestsiz olarak hadis rivayet etmeyi hoş görmezlerdi."[437]

İshak b. Rabî anlatır: "A'meş, abdestsizken hadis rivayet et­mek istediğinde, teyemmüm alırdı."[438]

Beyhakî ve İbn Abdilberr, Katâde'den naklederler: "Rasûlullah (s.a.v)'ın hadislerini ancak abdestli iken okumamız müstehâb (güzel ve sevap) görülürdü,"

İbn Abdilberr, Şu'be'den nakleder: "Katade, Rasûlullah'ın hadislerini ancak abdestli iken rivayet ediyordu."[439]

İmam Mâlik naklediyor: "Cafer b. Muhammed ancak abdest­li iken hadis rivayet ediyordu."[440]

Ebû Mus'ab anlatıyor: "Mâlik b, Enes, ALLAH Rasûlü'nün ha­dislerini ancak abdestli iken rivayet ediyordu. Bunu, hadislerin mev­kii ve şerefinin yüceliğini göstermek için yapıyordu."[441]

Tabarânî, Ebû Hâzim'den, Sehi b. Sa'd es-Saidî'nin şu örnek hâlini nakleder: Sehi, kavminden birtakım insanlarla oturmuş, ken­dilerine hadis anlatıyordu. İçlerinden bazıları da birbirine dönmüş, başka şeylerden bahsediyorlardı. Bunu gören Sehi, kızdı ve:

"Şunlara bak! Ben, onlara Rasûlullah (s.a.v)'tan bahsediyorum, onlar da dönmüş birbirleriyle konuşuyorlar. Vallahi, sizin aranızdan çıkacağım ve bir daha yanınıza dönmeyeceğim," dedi. Kendisine:

"Nereye gidiyorsun?" dedim.

"Gidip ALLAH yolunda cihad edeceğim," dedi.[442]

Beyhakî, İmam Mâlik'ten nakleder: Said b. Müseyyeb, hasta yatağında uzanmış yatarken, yanma bir adam gelip hadis sordu. Sa­id, doğrulup oturdu ve hadisi söyledi. Adam:

"Sizi rahatsız etmek istememiştim," deyince İmam:

'Tattığım halde, sana Rasûlullah (s.a.v)'tan hadis nakletmeyi uygun görmedim," dedi.[443]

İbn Abdilberr, Abdurrahman b. Ebî Zinad'dan nakleder: "Sa'd b. Müseyyeb'e, hasta yatağında yatarken Rasûlullah (s.a.v)'tan bir hadis zikredildi. Hemen yanındakilere: 'Beni oturtu­nuz, uzandığım halde, Rasûlullah (s.a.v)'tan bir hadis nakletmeyi hoş karşılamam,' dedi.'[444]

Beyhakî, İsmail b. Ebî Üveys'ten nakleder: "İmam Mâlik, hadis rivayet etmek istediğinde abdest alır, divanın ortasına oturur, sakalını tarar, vakar ve heybetle yerleşir, sonra hadis rivayet ederdi. Bu davranışının sebebi sorulunca: 'ALLAH Rasûlü'nün (s.a.v) hadisini yüceltmeyi seviyorum ve ancak huzur içinde, abdestli olarak rivayet etmek istiyorum,' derdi. İmam, yolda yürürken veya ayak üstü yahut acele bir işi varken hadis rivayet etmeyi uygun bulmazdı: 'Rasûlullah (s.a.v)'tan rivayet ettiğimi, düşünüp anlayarak rivayet etmeyi seviyorum,' derdi."[445]

Abdullah b. Mübarek anlatıyor: "İmanı Mâlik'in yanınday­dım, hadis rivayet ediyordu. O arada bir akrep gelip kendisini tam onaltı kere soktu. Mâlik'in acıdan rengi değişiyor, fakat zorlanarak sabrediyor, Rasûlullah (s.a.v)'ın hadisini bölmüyordu. Rivayet işi bi­tip insanlar dağılınca, yanına vardım:

'Hazret! Bu yaptığına hayret ettim, ' dedim. O da:

'Evet, ben bunu Rasûlullah (s.a.v)'ın hadislerine olan hürmetim­den dolayı yaptım,' dedi."[446]

Bişr b. Haris naklediyor: "Bir zât, yürürken İbnu'l-Mübârek'e bir hadis sordu. İmam, adama: 'Bu halde hadis nakletmek, ilmin hürmetine uygun düşmez,'dedi."[447]

Lâlekâî, es-Sünne kitabında, İbn Abbas'tan nakleder: İbn Abbas (r.h): "O gün, nice yüzler ağarır, nice yüzler de simsiyah kara­rır," âyetindeki[448] ağaran yüzlerin; sünnet ehli kimselerin yüzü ol­duğunu, kararan yüzlerin de bid'at ehlinin yüzü olacağını söylemiş­tir.

Lâlekâî, yine İbn Abbas'tan nakleder: "Sünnete çağıran ve bid'attan sakındıran bir hadis âlimine bakmak ibâdettir."

Dârimî, Hasan el-Basrî'den, onun şu sözünü nakleder: "Sün­net ehli insanlar, önceleri, halk içinde en az sayıda olan kimselerdi. Bugün ve gelecekte de insanlar içinde sayıca en az olacak onlardır. Onlar, konfor ve rahata düşkün olanlarla lükse dalmamış, bid'atçı-lara kapılıp bid'atlara bulanmamış, sünnet üzere yaşamaya sabrede­rek Rablerine kavuşmuşlardır."[449]

Lâlekâî, İbn Şevzeb'in şöyle dediğini nakleder: "ALLAH'ın ibâdete başlayan bir gence, sünneti öğretecek birisini dost etmesi, kendisine bahşettiği ilk ve en büyük bir nimettir."[450]

Yine aynı müellif, Eyyûb es-Sahtiyânî'den nakleder: "Al­lah'ın, kendisine sünnetleri bilen bir âlimi nasib etmesi, gençler ve İslâm'la yeni tanışanlar için büyük bir saadettir."[451]

Hammad b. Zeyd anlatır:

"Eyyûb es-Sahtiyânî'ye hadis ehlinden birinin vefat haberi ulaştığında, üzerinde çok etki yaptığı görülürdü. İbâdet ehli bir kim­senin vefat haberi ulaştığında ise böyle bir etkilenme görülmezdi. Hazret: 'Hadis ehlinden birinin vefat haberini aldığımda, sanki vü­cut azalarımda?! birini kaybetmiş gibi olurum,'derdi."[452]

Aşağıdaki rivayetler, Suyûtî'nin, Miftâhu'l-Cenne adlı eserinde zikredilmiştir. Eyyûb es-Sahtiyânî, der ki: "Sünnet ehlinin ölmesi­ni arzulayanlar, ağızlarıyla ALLAH'ın nurunu söndürmek istemekte­dirler."

Yine Lâlekâî, Fudayl b. Iyâz'm şöyle dediğini nakleder: "Al­lah Teâlâ'nın öyle kulları vardır ki, onlarla yeryüzünü ihya eder. On­lar, sünnet ehli âlimledir."

Müellif, Süfyan es-Sevrî'den de şu nakli yapar: "Sünnet (ha­dis) ehline hayırla muamele edin. Çünkü onlar, garip kimselerdir."

Nasr b. el-Makdisî, el-Hucce'de, Süfyan es-Sevrî'nin şöyle dediğini nakleder: "Melekler göklerin, ehl-i hadis de yeryüzünün manevî bekçileridir."[453]

Ahmed b. Hanbel'e: 'Yeryüzünde ALLAH'ın ebdâl (seçkin ve se­vilmiş velî) kulları var mıdır?" diye soruldu. İmam: "Evet," dedi. "Peki kimdir onlar?" denilince: "Eğer onlar ehl-i hadis değilse, ben, ALLAH'ın bir velî (ebdâl) kulunu bilmiyorum/3 dedi.[454]  Bunu, Makdisî, adı geçen kitabında nakletmiştir.

İmam Şafiî (r.h), der ki: "Her ne zaman hadis ehlinden birini görsem, ALLAH Rasûlü (s.a.v)'nün ashabından birini görmüş gibi olu­yorum"[455]  Nakil, Beyhakfnindir.

el-Makdişî, İbrahim b. Musa'dan nakleder: İbrahim'e, Rasû-lullah (s.a.v)'m: "Ümmetimin son zamanlarında bir topluluk buluna­cak; onlara, öncekilere verilen sevaplar kadar sevap verilecektir. On­lar, kötülükleri reddedip fitne çıkaranlarla savaşırlar,"[456] sözünün, kime işaret ettiğini sordular.

"Onlar, ehl-i hadistir. Çünkü halka, 'Rasûlullah (s.a.v), şunu yapın, şunu da yapmayın buyurdu/ diye tebliğde bulunacaklardır," dedi.

İbnu'l-Mübârek (181/797), der ki: "Kıyamete kadar, ümmetim­den bir grup, hak üzere bulunmaya devam edecek; kendilerine karşı gelenlerin muhalefeti onlara zarar vermeyecektir/'[457] hadisinde an­latılanlar, benim görüşüme göre hadis âlimleridir.[458]

Makdisî, İbnu'l-Medînî'nin, bu hadis hakkında şöyle dediğini nakleder: "Hz. Peygamber (s.a.v)'in sözünde anlatılanlar, hadis âlimleridir. Rasûlullah'ın yolunu takip edenler ve bâtıl fikir ve fırka­lara karşı sünneti müdafaa edenler onlardır."[459]

Yine Makdisî, İmam Buhârî'den şunu nakleder: İbn Abdul­lah'ın kapısında üç veya dört kişi hadis almak için bekliyorduk. Bize dedi ki: "Ümmetimden bir grup, hak üzere bulunmaya devam edecek; onları güçsüz bırakmak isteyenler, kendilerine bir zarar veremeye­ceklerdir," hadisinden kasdedilenlerin, sizler olduğu kanaatindeyim. Çünkü tüccarlar ticaretle, sanat ehli mesleğiyle, hükümdarlar mem­leketleriyle uğraşırken siz, Rasûlullah'ın sünnetini ihya ediyorsunuz.[460]

Hâkim, Ma'rifetü Ulûmi'l-Hadîs adlı eserinde, Mûsâ b. Harun'un şöyle dediğini nakleder: İmam Ahmed'e: "Ümmetimden bir grup, hak üzere kalmaya devam edecektir," hadisindeki grubun, kim­ler olduğu sorulunca: "Din düşmanları karşısında mansur ve muzaf­fer olan bu taife, hadis âlimleri değilse, başka kimlerin olduğunu bil­miyorum/' dedi.

Bu konuda şöyle söylenir: "Kim, sözünde ve fiilinde sünneti ken­dine âmir yaparsa devamlı hak konuşur."

İmam Ahmed b. Hanbel, yukarıdaki hadisin şerhinde, "Kıyamet gününe kadar ilâhî tevfik ve yardıma mazhar olan bu taife, hadis âlimleridir ve hadisle amel edenlerdir." demekle, ne güzel söy­lemiştir. Bunların yanında, sâlihlehn yoluna giren, geçmiş selefin haberlerine uyan, Rasûluîlah (s.a.v)'ın sünnetlerine sarılarak, bid'at ehli ve sünnet muhalifi kimseleri saf dışı bırakan kimselerle, ilim için dağ, tepe, yol katetmeyi nefsî arzu ve keyiflere tercih eden, ilim ve hadis ehline tahsis edilmiş meskenlerde kitaplardaki sıkıntılarla haz duyan ve bunu bir nimet sayan, hadis ve haberleri toplarken iki lokma ve bir eski hırkayla kanaat eden, şehvetine mağlup nefislerin düştüğü dinsizlik tehlikesinden ve buna bağlı olarak bid'at, hevâya uyma, bâtıl fikir ve haktan sapma gibi âfetlerden kaçıp kurtulan, mescidleri ev, dirseklerini yastık, boş buldukları yerleri yatak yapan kimseler de bu bahtiyar gruba girmeyi haketmiştir.

Yine Hâkim, bu sözün peşinden, Hafs b. Gayyas'tan şunu nak­letmiştir: "Babamdan duydum. Kendisine: 'Hadis âlimlerine ve ne halde olduklarına bakmıyor musun, haklarında ne dersin?' diye so­rulunca: 'Onlar, dünyada yaşayanların en hayırlılarıdır,' dedi."

Hâkim, Ali b. Haşrem'den nakleder: Ebû Bekir b. Iyas'ı din­ledim. Diyordu ki: "Ben, hadisçilerin, insanların en hayırlıları olma­larını ümid ediyorum. Çünkü onlardan birisi, benim kapımda durur ve benden hadis yazar. Eğer o, gitse ve: 'Ebû Bekir, bana bütün ha­dislerini nakletti' dese, bunu yapardı. Fakat onlar, yalan söylemez­ler. Kimden, ne kadar, ne aldılarsa, onu naklederler."

Bu rivayetten sonra Hâkim, şu değerlendirmeyi yapar:

"Ebû Bekir b, Iyas'ın: 'İnsanların en hayırlıları hadisçilerdir/ sözü tamamen doğrudur. Nasıl doğru olmasın ki; gerçekten hadisçi-ler, dünyayı tamamen arkalarına atmışlar, gıdalarını hadis yazmak, konuşma ve sohbetlerini muhaliflerle uğraşmak, istirahatlarını müzâkere, boya ve süslerini mürekkep, uykularını az uzanarak din­lenmek, yastıklarını çakıl taşları yapmışlardır. Bütün engel ve zorluklar, onların yanında bir saadet; asıl aradıklarını bulamadıktan sonra rahatlık, onlar için bir sıkıntıdır. Akılları, sünnetin tadıyla mesrur, kalbleri hâllerine rıza içinde ma'murdur. Sevinçleri, sünnet­leri öğrenmek; keyifleri, ilim meclislerinde birikmektir. Onlar, bütün ehl-i sünneti kardeş, bid'at ve küfür ehlini düşman edinmişlerdir."

Yine Hâkim, bu değerlendirmenin peşinden, Ebû İsmail Mu-hammed b. İsmail et-Tirmizî'den şunu nakleder: Ebû İsmail de­miştir ki:

Ben ve Ahmed b. Hasan et-Tirmizî, Ebû Ahmed b. Han-bel'in yanındaydık. Ahmed b. Hasan, kendisine: "Ya Ebâ Abdul­lah! İbn Ebî Füteyle'ye, Mekke'de hadisçilerden bahsettiler, o da: 'Hadisçiler kötü bir topluluktur,' dedi." deyince Ahmed b. Hanbel, ayağa kalktı; elbisesini silkeleyerek: "Zındık, zındık, zındıktır o adam!" deyip eve girdi.

Hâkim, Ebû Nasr Ahmed b. Selâm el-Fakih'in, şöyle dediği­ni nakleder: "Dinsizlere, hadis dinlemekten ve isnadını rivayet et­mekten daha ağır ve daha sevimsiz gelen hiçbir şey yoktur."

Sonra Hâkim, der ki: "Biz, eserlerimizde ve çevremizde gördük ki, bazı dinsizlik ve bid'at ehlinden sayılan kimseler, hadiste anlatı­lan ilâhî yardıma ulaşmış bu taifeye hakaret gözüyle bakmaktadır­lar. Bunlar da Haşaviyye grubudur."

Şeyh Ebû Bekir Ahmed b. İshak el-Fâkih'i, bir adamla münazara ederken dinledim. Şeyh, hadis rivayet ediyordu. "Bize fa­lanca rivayet etti," dedi. Karşısındaki adam:

"Bırak şu, 'Bize falanca rivayet etti,' sözlerini... Ne zamana ka­dar böyle deyip duracaksın?" dedi. Bunu duyan Şeyh Ebû Bekir:

"Kalk ey kâfir! Bundan sonra sana evime girmek helâl değildir," diye çıkıştı. Sonra bize dönüp:

"Bu zamana kadar hiç kimseye: 'Evimize girme!' demedim. An­cak şu zındığa demek zorunda kaldım," dedi.[461]

Dârîmî, Ebû Hureyre'den rivayet eder: "Ben, geceyi üçe bölü­yorum: Bir bölümünde uyurum, diğer bölümünde gece ibâdeti yapa­rım. Bir diğer bölümünde de Rasûlullah (s.a.v)'ın hadislerini düşü­nür, müzâkere ederim."

Hasan el-Basrî (110/727), der ki: "Ey hadis âlimleri! Ümmetin arasına dağdın. Çünkü siz, sayıca az olan insanlarsınız."

Yahya b. Maîn, der ki: "Dört kimse var ki onlardan, hayır ve kemâlât beklenmez:

1- Yol bekçisi,

2- Kadı tellâlı,

3- Bid'atçı,

4- Yazı yazıp da hadis öğrenmek için yolculuk yapmayan."

Bu sözü, Hâkim, Marifetü Ulûmi'l-Hadis adlı eserinde naklet-

miştir.                                                                    '

Câbir b. Abdullah (r.a) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.v)'tan bizatihi işitmediğim bir hadisi, ashâbdan birinin duyduğunu haber aldım. Bu zât, Şam'daydı. Bir deve satın aldım. Azığımı hazırlayıp yola çıktım. Bir ay yolculuktan sonra Şam'a vardım. Yerini sordum ve buldum. Bir de baktım ki o zât, Abdullah b. Üneys (r.a) imiş. Ya­nına varıp:

"Rasûlullah (s.a.v)'tan işitmediğim, zulümlerle ilgili bir hadisi, senin, Efendimizden duyduğun haberi bana geldi. Bu hadisi duyma­dan, senin veya benim vefat etmemden korktum; söylesene hadis ne idi1?" dedi. Abdullah b. Üneys de:

"Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu işittim," dedi ve şu hadisi nakletti:

"insanlar, çıplak, sünnetsiz ve elleri bomboş olarak hasredilir­ler. Sonra ALLAH Teâlâ, onlara, yakın ve uzakta olanların işitebileceği bir sesle: 'Hesap görücü benim. Tek Hâkim benim. Cehenneme gire­ceklerden hiçbir kimse, cennetlik birisindeki hakkını almadan Ce­henneme girmeyecektir. Cennete gireceklerden bir kimse de cehen­nemlik birisinin kendisinde alacağı varsa - bir tokat bile olsa- onu kendisinden almadan Cennete giremeyecektir,' diye, nida edecektir." Biz:

"Ey ALLAH'ın Rasûlü! Biz oraya çıplak, sünnetsiz ve eli boş ola­rak geleceğiz. Bu, birinin diğerinden hak alması nasıl olur?" dedik. Rasûlullah (s.a.v):

(iBu, ya hak sahibine diğerinin sevabından veya verecekliye, ala­caklının günahından yüklemek suretiyle olur," buyurdu.[462]

Nasr b. Merzûk, der ki: Amr b. Ebî Seleme'yi şöyle derken işittim: Evzâî'ye dedim ki: "Ya Ebâ Amr! Dört gündür yanındayım, senden sadece otuz hadis dinledim!" Evzâî: "Sert, dört günde otuz hadisi az mı buluyorsun? Câbir b. Abdullah, bir hadis için Mısır'a yolculuk yaptı. Bir deve satın alıp Ukbe b. Amirce gitti ve tek bir ha­disi sorup geri döndü. Sen ise dört günde otuz hadisi az buluyorsun! dedi.[463]

Ata b. Ebî Rabah anlatıyor: Ebû Eyyûb (r.a), Rasûlullah (s.a.v)'tan işittiği bir hadisi, Ukbe b. Amir'e (r.a) sormak için Mısır'a yolculuğa çıktı. Mısır'a geldiğinde, o zaman, oranın emîri olan Mesle-me b. Muhalled el-Ensârî'nin evine geldi. Kendisine geldiğini ha­ber verdi. Mesleme, hemen dışarı çıkarak Ebû Eyyûb ile kucaklaş­tı. Sonra ona: "Ya Ebâ Eyyûb! Seni buraya getiren sebep nedir?" di­ye sordu. O da: "Rasûlullah (s.a.v)'tan işittiğim bir hadisi, ben ve Ukbe dışında bilen kalmadı. O hadisi sormaya geldim. Yanıma bir adam ver de bana evini göstersin," dedi. O da birisini gönderdi. Uk-be'nin evine vardılar; haber verildi ve hemen dışarı çıktı. Ebû Eyyûb'un boynuna sarıldı ve kendisine: "Ya Ebâ Eyyûb! Seni bura­ya getiren nedir?" diye sordu. O da: ''Rasûlullah (s.a.v)'tan işittiğim bir hadis... Mü'minin ayıbını örtmekle ilgili bu hadisi, seninle ben­den başka bilen kalmadı. Şu hadisi tamamıyla bir söylesene," dedi. Ukbe şöyle dedi: "Evet, Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu işittim: 'Kim, dünyada mü'min kardeşinin ayıbını örterse, ALLAH da kıyamet günü onun ayıbını örter,' buyurdu." Ebû Eyyûb (r.a): "Doğru söyle­diniz," dedi. Ayrılıp bineğinin yanma gitti ve Medine'ye dönmek üze­re hayvanına bindi. Mesleme b. Muhalled, Ebû Eyyûb'a hediye göndermişti. Hediye ancak Mısır'ın Ariş beldesinde kendisine ulaşa­bildi. [464]

Said b. Müseyyeb, demiştir ki: "Ben, tek bir hadis için günler­ce yol teperdim."[465]  Dârimî, benzeri bir sözü, Bûsr b. Abdul­lah'tan, şu lafızlarla rivayet eder: "Tek bir hadisi duyabilmek için bir şehirden diğer bir şehire yolculuk yapardım."[466]

Ebu'l-Aliye ise şöyle der: "Ashâb-ı Kirâm'dan nakledilen bir hadis duyardık; fakat tam kesinlik kazandırmak için bineklerimize atlayıp bizzat kendilerinden işitmedikçe rahat etmezdik."[467]

Buhârî ve Müslim, Salih b. Hay el-Hemedânî'den rivayet ederler. O, demiştir ki: Şa'bî'nin yanındaydım. Horasanlı birisi, ona: "Biz, Horasan'da, kişi cariyesini âzad edip sonra onunla evlenirse bunu, birisinin deveyi ALLAH yolunda kurbanlık verip sonra da ona binmesine benzetiyoruz, sen ne dersin?" diye sordu. Şa'bî, adama şöyle dedi:

"Ebû Bürde b. Ebî Mûsâ, hana, babasının: 'Rasûlullah (s.a.v), buyurdu ki: Şu üç kimseye iki kat sevap verilir:

1-  Yanındaki cariyesini güzelce eğitip terbiye eden ve sonra da âzad edip evlenen kimse.

2- ALLAH'a (c.c) ve efendisine karşı görevlerini tam yerine getiren köle.

3-  Ehl-i kitabdan olup kendi peygamberine iman eden ve Rasûlullah'a yetişince de onu tasdik ve takip eden kimse,' dediğini nakletti."[468]

Daha sonra Şa'bî, soruyu sorana şöyle der: "Bu hadisi herhangi bir zahmet çekmeksizin ve karşılık ödemeksizin al. Önceleri kişi, bun­dan daha azı için Medine'ye kadar yolculuk yapardı."[469]


[431] Beyhakî, Medhal, 392.

[432] Mâide, 92.

[433] Medhal, 306-37.

[434] Suyûtî, Miftâhu'l-Cenne, ter. Sünnetin İslâm'daki Yeri, 103.

[435] Medhal, 309.

[436] Medhal, 309.

[437] Medhal, 393; îbn Abdilberr, Beyâni'l-İlim, II, 198.

[438] Medhal, 393; İbn Abdilberr, a.g.e., II, 198.

[439] İbn Abdilberr, a.g.e., II, 199.

[440] İbn Abdilberr, a.g.e., II, 199.

[441] İbn Abdilberr, a.g.e., II, 199; Ebû Nuaym, Hilye, VI, 318.

[442] Heysemî, Mecmâu'z-Zeuâid, I, 155,

[443] Medhal, 392.

[444] İbn Abdilberr, a.g.e., 199; Ebû Nuaym, HtZye, II, 179.

[445] Beyhakî, Medhal 392; Ebû Nuaym, a.g.e., VI, 318.

[446] Beyhakî, Medhal, 394.

[447] Beyhaki, Medhal, 393.

[448] Âl-iİmran, 106

[449] Suyûtî, Miftâhu'l-Cenne, 62 (Kahire, 1985).

[450] Suyûtî, a.g.e., 65.

[451] Suynti, a.g.e., 65.

[452] Ebû Nuaym, Hilye, III, 9.

[453] Hatib, Şerefu Ashâbi'l-Hadis, 44.

[454] Hatib, a.g.e., 50.

[455] Beyhakî, Medhâl, 391;Hilye,JK, 109.

[456] Ahmed, Müsned, IV, 5, 62, 375.

[457] Buhâri, î'tisâm, 10; Müslim, İman, 274; Ebû Dâvud, fiten, 1.

[458] Hatib, Şeref, 26.

[459] Hatib, Şeref, 10.

[460] Hatib, Şeref, 52.

[461] Hâkim'den yaptığımız bu rivayetler için bkz. Hâkim, Ma rifetü Ulûmi'l-Hadis, 2-4.

[462] Buhârî, Edebu'l-Müfred, Bâbu'l-Muâneka, Müsned, III, 495; Hâkim, Müstedrek, II, 427-428; İbn Abdilberr, Beyâni'l-İlim, I, 93; Hatib, er-Rıhle, (thk. Nureddin Itr.J 111.

[463] Hâkim, Marifelü Ulûmi'l-Hadis, 8.

[464] Müsned, W, 153-159; Heysemî, Mecmâu'z-Zevâid, I, 134; Hatib, er-Rıhle, 118-120,

[465] Beyhakî, Medhâl, 278; İbn Abdilberr, a.g.e., I, 94.

[466] Dârimî, Mukaddime, 47; İbn Abdilberr, a.g.e., I, 95.

[467] Dârimî, Mukaddime, 47,

[468] Buhârî, İlim, 31, Itk, 14; Müslim, îman, 241; Ebû Dâvud, Nikâh, 5- İbn Mâce Nikâh 42; Dârimî, Nikâh, 46.

[469] Suyûtî, Miftâhu'î-Cenne, 45; Hâkim, Ma'rifetü Ulûmi'l Hadis, 7.