๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Sünnet ve Bidat => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 30 Aralık 2011, 19:17:35



Konu Başlığı: Giriş
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 30 Aralık 2011, 19:17:35
Giriş


Tarih boyunca bütün toplumlarda daima kendisiyle karşılaşılan olgu, din'dir. Din fıtrîdir ve evrenseldir. Bu olguyu insan doğuştan (fıtratında-yaratılışında) getirir, ama onu tezahürleri farklı olabilir. İnsanla beraber var olan ve onun benliğini etkileyen bu yüce olgunun (din duygusu) nasıl olması gerektiğini de Allah, insanlara gönderdiği elçileri vasıtasıyla bildirmiştir.

İslâm bilginlerine ait din tarifleri, Kur'an-ı Kerim ve İs­lâm inançları gözönünde bulundurularak yapılmıştır. Seyyid Şerif el-Cürcânî: "Din akıl sahiplerini Peygamberin bildirdiği gerçekleri benimsemeye çağıran ilâhî bir kanundur"[2] şeklinde tarif etmektedir. Zebîdî: "Din akıl sahibi insanları kendi tercihleriyle bizzat hayırlı olan şeylere götü­ren ilâhî bir kanundur"[3] diyerek el-Cürcânî'nin tarifini biraz farklı ifadelerle dile getirmiştir. Tehânevî'nin tarifi ise biraz farklıdır: "Din akıl sahiplerini kendi iradesiyle şimdiki halde (dünyada) salâha, gelecekte (âhirette) felaha, sevkeden Allah tarafından konmuş ilâhî bir kanun­dur"[4] M. Hamdi Yazır, bu klasik tarifleri dik­kate alarak, din ve İslâm kelimeleri arasındaki uyuma dikkat çekerek şöyle der: "Din de insanlar arasında ihtilaf ve çekiş­meleri önleyerek müsâlemeyi temin eden bir kanundur. Dinde yalnız insanlar arasında değil, insanlarla Allah arasında da bir ahid ve barışıklık (selam) vardır. Bu sayede hâlik'in iradesiyle mahlûkun (yaratılmışın yani insanın) iradesi arasında bir uygunluk sağlanmış olur."[5] Hulâsa din, fertleri mukaddes duygu, ortak şuur ve vicdan etrafında birleştiren bir âmil olduğu gibi toplumları yükselten, onların gelişmesini sağlayan kurumdur. Din aynı zamanda ahlâkî bir müessese olarak insanlara yön veren en mükemmel kanunlar ve en sıkı nizamlardan daha kuvvetli bir şekilde kişiyi içten kuşatan, kucaklayan ve yönlendiren bir disiplindir.[6]

Allah tarafından tesbit edilmiş bu dinin nasıl uygula­nacağı, yine bizzat O'nun tarafından seçilmiş ve kendilerine Rasül veya Nebî dediği elçiler (Peygamberler) vasıtasıyla in­sanlara bildirilmiştir. Sadece bildirilmekle kalmamışlar, örnek olup, dinin uygulama esaslarını, kendi hayatlarında en güzel bir şekilde göstermişlerdir. Nitekim Peygamberimiz için de Kur'an'da "Usvetün hasenetün" en güzel örnek tabiri kulla­nılmıştır.[7]

Bu durumda din denilince şu dört unsurun birlikte düşünülmesi gerekmektedir:

1- Allah ve O'nun mutlak hâkimiyeti ve tevhidi,

2- Allah'ın insanlara dünya ve âhiret saadetini temin edecek buyrukları,

3- İlâhî buyrukları insanlara tebliğ eden elçi (Peygamber)

4- Bu buyrukları tebliğ edip yaşayan, yorumlayan ha­yata geçiren peygamberin yaşam tarzı (sünneti).

Bu dört unsur İslâm tarihi boyunca hiç ihmal edil­memiş, beraberce yorumlanıp uygulanmaya çalışılmıştır. Bu demek değildir ki her şey toz pembedir. Hayır, zaman içinde, bu dört unsurdan birine veya bir kaçına önem verilip, diğerlerine daha az önem verildiği, hatta peygamber ve sün­neti mefhumunun dikkate alınmaması gerektiği ifade edilmiş, bu konuda ekol oluşturulmuştur.[8]

İslâm yaşayan ve yaşanan bir din; İslâm medeniyeti yaşayan bir medeniyettir. Temel dayanakları ise birbirinden ayrılmaz iki unsur Kur'an ve Sünnet. Tarih boyunca bütün müslümanlar bu iki kaynağı daha iyi nasıl anlar da Allah'a karşı görevlerimizi yapmış, dünya ve âhiret saadetini ka­zanmış oluruz düşüncesinin mücadelesini vermişlerdir. Aranan hep Kur'an ve Sünnet eksenli bir din anlayışıdır. Bu ideal anlayış uğraşında bazen uç noktalarda seyredenler de olmamış değildir. Dün olduğu gibi bugün de aynı ideal anlayış içinde gayretler sarfedilmektedir. Özellikle peygamber ve onun sünneti konusunda çok şey söylenmekte ve yazılmak­tadır. Her bir yazılan yazı, söylenen söz yeni düşünce dünya­larının kapısını aralamakta, böylece konu canlılığını korurken "gerçek", tekrar tekrar tescil edilmektedir. Konuşulan ya da tartışılan noktanın odağında bulunan asıl öge "peygamber" kavramıdır. Peygamber nasıl bir şahsiyettir? İnsan mıdır, melek midir yoksa nedir? İnsan ise bütün duygu, düşünce, kişilik ve benlik olarak sokaktaki insandan farksız mıdır yoksa farklı yönleri olmalı mıdır? Bütün bunlara bağlı olarak O'nun getirdikleri ve O'ndan sâdır olan davranışlar ve o dav­ranışların değeri konuları tartışılan hususlardır. Bu tartışma­ların nihâî amacı ise Kur'an'ı daha iyi anlamak, sünneti daha iyi kavramaktır.

Şüphesiz az bir Kur'an bilgisine sahip olan kimseler peygamberin bir melek olmadığını ve O'nun bir insan olduğunu, gerek fizik olarak gerekse his ve duygular olarak diğer insanlardan ayrı olmadığını bilirler. Bilinmesi gereken bir başka husus da, hatta en önemlisi O'nun insanlar içinden seçilmiş olmasıdır. Bunun altının çizilmesi gerekir. Peygam­berler, Allah'ın insanlar arasından kendi emirlerini onlara tebliğ etmek için seçtiği şahsiyetlerdir. Yani peygamberler, diğer insanlara göre artı değerleri olan insanlardır. Ama bu artı değerler de yetmez, Allah tarafından seçilmiş olmak esası da vardır. Peygamberlik kesbi değil vehbidir (çalışarak kazanılmaz Allah   vergisidir, O'nun seçmesi gerekir). Seçilmiş olmak üstün meziyetlerle donanmış olmayı gerektirir. Hz.  Peygamber'in  "Beni  Rabbim  terbiye etti, terbiyemi ise güzel yaptı"[9]  sözlerinin işaretinden de anlaşıldığı gibi, peygamberler ilâhî terbiye ve murakabe altındadırlar. Bunun yanında insanî özellikleri vardır, diğer insanların ihtiyaç duydukları şeylere onlar da ihtiyaç duyarlar yani melek değildirler, insandırlar ama bu insanilik hiç bir zaman sıradanlık değildir.

Konuya bu perspektiften bakıldığı zaman ifrat ve tefrite düşmeden peygamber ve peygamberin sünnetini değerlen­dirmede orta yol bulunmuş olacaktır.

Geçmişten günümüze tartışılan bir başka husus tebliğ edilen, sünnetle yorumlanan İslâm'la (Dinle), yaşanan İslâm arasında, çeşitli toplum katmanları arasındaki çelişkilerdir. Hangisi İslâm? Halkın yaşadığı mı, Kur'an ve sünnetle anlatı­lan mı? Tabiki Kur'an ve sünnetle anlatılan, İslâm'dır. Kur'an'ın mevsûkiyeti ve güvenilirliği tartışılmaz. Bu konuda hiç kimsede ufak bir şüphe yok ancak, Hz. Peygamber'e ait sün­netin bize intikal edişi, sahih sünnet arasına bazı farklı ifade­lerin sokuluşu, peygamberi -haşa- bir masal kahramanı ha­line vardıracak ifrat ve tefrid noktalara gitmeyi kolaylaştıracak durum arzetmesi; böyle bir görüntünün toplum genelinde inanç haline dönüşmesi, problemin bir başka sebebidir. İşin bu noktaya gelmesi ise, İslâm'ı kabul eden toplumlarda, İslâmî şuurlanma tam olamayınca, dinî eğitim yetkili kaynak­lardan verilmeyince, toplumun şuuraltında gizlediği o maşerî vicdan ve onu besleyen örf ve gelenekler ön plana çıkmak­tadır. Onların ne derece dinî olup olmadığını test edecek dinî bilgiden de yoksun olununca karşımıza, din haline getirilmiş bir gelenek ortaya çıkıveriyor. Bu gün görülen kargaşa dinî kültür mü, kültürel din mi? onun kargaşasıdır. Bu şekilde şuuraltındaki bazı kültürel değerlerin, bazen de şahsî menfaat veya siyasî maksatlarla uydurulmuş sözlerin sahih hadislerin arasına kasıtlı kasıtsız sokulmuş olması problemi daha da artırmaktadır.

Böyle problemler yumağı içinde şu sünnettir bu bid'attır tartışmaları ise sürüp gitmektedir. Toplumun bir ke­simi eğitimsizliğin ve dinî cehaletin sonucu hurafelere dü­şerken, bir kesimi de toplumun yapısını pek fazla önemsemeden keskin tavırlar almak suretiyle tekfir etme derecesine varan anlayışlar içinde görülmektedir. Bunun yanında pey­gamberin Allah tarafından seçilmiş olmasının gereği olarak bulunan bazı özellikler reddedilerek beşerilik vasfı öne çıkarı­lıp, peygamber ve O'nun sünnetine karşı tavır alan düşünce­ler ortaya çıkmaktadır. Günümüz insanı bu ikilem arasında gidip gelmektedir. Biz bu çalışmamızda kavram ve mahiyet olarak sünnet ve bid'at kavramlarının teorik bir araştırma­sını yapmaya gayret ettik. [10]


[2] Ta'rîfat, din mad.

[3] Tâcu'I-Arûs, din mad.

[4] Keşşaf, II, 305.

[5] Hak Dini Kur'an Dili, II, 1062.

[6] Günay, Tümer, DlA, 9/312-320, "din" mad­desi özetlenerek

[7] Ahzab: 33/21.

[8] Ehl-i Kur'an ekolü gibi.

[9] Camiu's-Sagir, ha. no: 310

[10] Ali Çelik, Kavram ve Mahiyet Olarak Sünnet ve Bid’at, Beyan Yayınları, İstanbul, 1997: 13-17.



Konu Başlığı: Ynt: Giriş
Gönderen: Ceren üzerinde 13 Mart 2014, 02:10:41
Bilgiler için Allah razı olsun.Gerçekten hepimizin bilinçlenmesi gereken bir konu gerçekten.Bu devir de hepimizin hataya düştüğü bir konu.


Konu Başlığı: Ynt: Giriş
Gönderen: Rabia nur kaplan 8.D üzerinde 13 Mart 2014, 14:30:21
Ve aleyküm selamun rahmetullahi;
Çok iyi bilgiler sağolun...
Paylaşım içn teşekkürler...