๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Süneni Ebu Davud => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 03 Mayıs 2012, 20:36:10



Konu Başlığı: Müşriklerle Niçin Savaşılır?
Gönderen: Zehibe üzerinde 03 Mayıs 2012, 20:36:10
95. Müşriklerle Niçin Savaşılır?


 

2640. ...Ebû Hüreyre (r.a.)'den demiştir ki: Rasûlullah (s.a.v.) (şöyle) buyurmuştur:

"İnsanlar, "Allah'dan başka ilah yoktur" deyinceye kadar ken­dileriyle savaşmak üzere emrolundum. Eğer bunu söylerlerse kanla­rını ve mallarını benden korurlar. Ancak tevhid kelimesi hakkı ile olması müstesnadır. Onların (kalbierinde saklamış oldukları küfr ve nifaklarıyla ilgili) hesaplan ise Allah'a aittir."[585]

 
Açıklama

 

îmam Buharı, Sahih'inde îmânı, söz (ikrar) ve fi'l (amel)  diye tanf etmiştir.

Hafız İbn Hacer'in açıklamasına göre, Buhari'nin bu tarifindeki söz­den maksat, "Eşhedü enlfi ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve Rasûluhû" cümlesini dille söylemektir. Yine Buhârî'nin bu ta­rifinde geçen, "amer* den maksat ise, vücûdu bütün organlarıyla yapılan amelle birlikte kalbin ameli, yani tasdikidir. Buhârî bu tarifiyle "Kalbin tasdikiyle birlikte ibadeti de" İmanın bir rüknü saymıştır. Bu şekilde kal­bin tasdikini imanın tarifine sokan ve tasdikin, imanın bir rüknü olduğu­nu binâenaleyh kalbinde tasdik olmayan kişilerde imanın bulunmadığını söyleyen kimseler meseleye Allah'ın ilmi açısından bakan kimselerdir.

İman meselesine bu açıdan bakınca elbette kalbde tasdikin bulunup bulunmaması sözkonusu olur. Fakat meseleye kullar açısından bakınca durum tamamen farklıdır. Çünkü insanlar başkalarının kalbinde tasdikin bulunup bulunmadığına tahkik ve tesbit etme imkanına sahip değillerdir. Binaenaleyh meseleye bu açıdan yaklaşanlar kalbin tasdikini imanın ta'rifi içine almamışlardır. Selef-i salihin ise imanı, "kalp ile tasdik dil ile ikrar ve vücudun tüm organlarıyla ameldir" şeklinde tarif etmişlerdir. Selef bu tarifle amelin imandan bir cüz olduğunu ve amelsiz bir kimsede imanın bulunamayacağını değil de imanın kemâle ermesi için amel şart olduğunu ifade etmek istemişlerdir.

İmanın kemale erip ermemesi sözkonusu olunca da haliyle imanın artıp eksilmesi meselesi de önemli bir mesele olarak kelâm mevzuları ara­sına girmiştir. Neticede iman meselesinde şu görüşler ortaya çıkmıştır;

1. Bazılarına göre iman dil ile ikrar kalp ile tasdiktir.

2. Kerramiye'ye göre sadece dil ile ikrardan ibarettir.

3. Mutezile'ye göre ise dil ile İkrar, kalp ile tasdik ve vücudun diğer organlarıyla amel etmekten ibarettir. Vücudun organları ile ameli imanın tarifine sokan Mutezile ile Selefi salihin aslında bu mevzuda birbirlerinden tamamen farklı düşünmektedirler. Çünkü selefi salihin, amel imandandır derken, imânın kemâle ermesi içîh amelin şart olduğunu kasdetmektedir-ler. Mu'tezile ise, "amel imandandır" derken amelin imanın bir rüknü olduğunu ve amelsiz olan bir kimsenin aynı zamanda imansız bir kimse olduğunu ifade etmek istemektedirler.

İmanın tarifini kalbin tasdiki yönünden ele alan bütün tarifler, aslın­da Allah nezdinde makbul olan imanı ifade etmek için yapılan tariflerdir. Meseleye kullar açısandan yaklaşınca kalbin tasdiki sözkonusu değildir ve sadece dil ile ikrar etmek kullar yanında imanlı sayılmak için yeterlidir. Binaenaleyh dille Allah'a ve Rasûlüne inandığını söyleyen bir kimsenin müslüman olduğuna hükmedilir ve kendisinden putlara tapmak gibi küfre delalet eden bir fiil tezahür etmedikçe kendisine dünyada müslüman mua­melesi yapılır. İkrarı bulunduğu halde büyük günah işleyen kimselere ge­lince kimisi bunların ikrarına bakarak mü'min olduklarını söylerken, ki­misi de meseleyi imanın kemali cihetinden ele alarak, "Bu kimselerin ima­nı yoktur." demişlerdir.

Bazıları da bu kimselerin yaptığı işlerin kâfirlerin yaptığı işlerden baş­ka bir şey olmadığını nazar-ı itibara alarak ve meseleye bu açıdan yaklaşa­rak "Bu kimseler kafirdir" demişlerdir. Meseleyi imanın hakikati cihetin­den ele alan kimseler de, onların kâfir olmadığını söylemişlerdir. Mu'tezile ise, iman ile küfr arasında bir menzil bulunduğunu iddia ederek dille ikrarı bulunduğu halde fası klik yapan kimselerin mü'min sayılmadığı gibi kafir de sayılamayacağım küfür ile iman arasında kalacaklarını söylemişlerdir.[586]

Hz. Peygamber, "Ben em rol undum" sözüyle; "Allah bana emretti"

demek istemiştir. Fakat kendisine emir veren yegâne emredicinin Allah olduğunu, bunu açıklamaya ihtiyaç bile bulunmadığını ifade için birinci cümledeki ifade tarzını, ikinci cümledeki ifade tarzına tercih etmiştir. Hz. Peygamber, "Ben emrolundum" deyince emredenin Allah olduğuna hük-medildiği gibi buna kıyasla bir sahabi de; "Ben emrolundum" dediği za­man emri verenin Rasûlullah olduğuna hükmedilir. Netice olarak tek bir başkandan emir alan kimse, "Bana emredildi" dediği zaman emir verenin onun reisi olduğuna hükmedilir.

Metinde geçen, "Allah'dan başka ilah yoktur deyinceye kadar" cüm­lesini Buhari; "AllahMan başka ilah olmadığına şehadet edinceye, bana ve benim getirdiklerime iman edinceye kadar" şeklinde rivayet etmiştir. Müslim'in bir rivayetinde de aynı ifadeler yer almaktadır. Buhari'nin tbn Ömer'den rivayet ettiği bir hadiste ise; "İnsanlar, Allah'dan başka bir ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın rasûlii olduğuna inanıp namaz kılıncaya ve zekâtı verinceye kadar onlarla savaşmakla emrolundum." şek­linde ifâde edilmiştir.

Bu da gösteriyor ki insanlar sadece "lâ ilahe illallah" demekle kurtu­lamazlar. Müslümanların kendilerine cihad ilân etmeleri, yani kendilerine savaş açmalarından kurtulabilmeleri için Allah'a iman ettikleri gibi, Al­lah'ın Rasûlüne ve onun getirdiklerine de iman etmeleri gerekir. Ancak Hanefi ulemâsından Aynî'nin açıklamasına göre, mevzûmuzu teşkil eden bu hadiste sadece, "la ilahe illallah" dedikleri için islamiyyeti kabul ettikterine hükmedilip malları ve canları saldırıdan masum kalacakları ifade edilen kimseler, putperestlerdir. Çünkü bunlar, "...Onlara Allah'dan baş­ka tanrı yoktur dendiği zaman büyüklük taslarlardı.”[587] âyet-i kerîmesin­de de ifade edildiği gibi kelime-i tevhidi söylemeye yanaşmazlardı. Kelime-i tevhidi söylemeleri Islamiyeti kabul etmeleri anlamına gelirdi. Bu bakım­dan mevzumuzu teşkil eden ve bazı kimselerin sadece kelime-i tevhid ge­tirdikleri için müslümanlıklarına hükmedilerek, kendileriyle savaşmaktan vazgeçileceğini bildiren bu hadis, sâdece Kelime-i Tevhîdi söylemeye ya­naşmayan putperestlerle ilgilidir. Kelime-i Tevhidi söyledikleri halde Hz. Peygamberi tasdik etmeyen ehl-i kitap bu hükme dahil değildir. Onların, müslüman olduklarına hükmedilebilmesi için kelime-i tevhidi söyledikleri gibi, Rasûlullah'ın peygamberliğini ve onun getirdiklerini de tasdik etme­leri gerekir. İşte mevzumuzu teşkil eden hadisin sadece Kelime-i tevhidi içine alan şekli putperestlerle ilgili olduğu gibi, Allah'ın birliğine imanın yanında Hz. Peygambere ve onun getirdiklerine iman etmeyi içine alan rivayetlerde Ehl-i kitapla ilgilidir.[588] Nevevi'nin açıklamasına göre Hattâ-bi ile kadı İyaz'da bu görüştedirler.[589]

İşte yukarıda açıklanan şartlar içerisinde İslam dairesine giren kimse­lerin malları ve canları taarruzdan masundur. Ancak kelime-i tevhidin hakkına tealluk ettiği zaman onların mallarına ve canlarına taarruz edilebi­lir. Kelime-i tevhidin hakkı üç halde onların mallarına ve canlarına tealluk eder:

1. Zina etmeleri halinde,

2. Allah'ın haram kıldığı bir cana kıymaları halinde,

3. Dinden dönmeleri halinde.

Bu durumlarda yaptıklarının cezalarını, bazan mallarıyla bazan da canlarıyla öderler ve müslümanların mükellef oldukları bütün yükümlü­lükleri yerine getirmekle mükelleftirler. Bu hususta sonradan müslüman olan ehli kitapla, sonradan müslüman olan müşrikler arasında herhangi bir fark yoktur. Metinde geçen "onların hesabı Allah'a aittir." cümlesin­de maksat, bazı kimselerin zahirde inanmış göründükleri halde aslında kalplerinde saklamış oldukları küfür, nifak ve gizli yerlerde işlemiş olduk­ları suçlardır. Bunların cezası ahirete kalmıştır. Çünkü insanlar zahire gö­re hükmetmekle mükelleftir. İnsanların kalplerini anlamakla ve gizli halle­rini araştırmakla mükellef değillerdir. Bu bakımdan bu gibi gizli hallerin hesabı Allah'a aittir.[590]

 
Bazı Hükümler

 

1. Müşrikler, "Lâ ilahe illallah" deyinceye kadar onlarla harbedılır.

2. Bir müşrikin Kelime-i Tevhîdi söylemesi müslüman sayılması için yeterlidir.

3. Zahiri ameller makbuldür. Hüküm zahire göre verilir.

4. İslam cemiyetinde suç işleyenler cezalarını mallarıyla ya da canla­rıyla öderler.[591]

 

2641. ...Enes (r.a.)'den demiştir ki: Rasûlullah (s.a.);

"Ben, insanlar; "Allah'dan başka ilah yoktur ve Muhammed onun kulu ve Rasûlüdür" deyinceye ve kıblemize yönelinceye, kes­tiklerimizi yiyinceye ve namazımızı kılıncaya kadar onlarla savaş­mak üzere emrolundum.

Bunu yaparlarsa, onların (kanlarının ve mallarının) hakkı (olan cezaların) dışında kanları ve malları bize haram olur. Müslümanla­rın (lehine) olan (hüküm)Ier, onlarında lehinedir. Müslümanların üze­rinde bulunan (yükümlülük)ler, onlar hakkında da câridir.[592]

 
Açıklama

 

Bir önceki hadisi şerifin şerhinde açıkladığımız gibi, ehli kitabın müslüman sayılabilmesi için sadece "Lâ ilahe illallah" demesi yeterli değildir. Allah'ın varlığını ve birliğini ikrar ettikleri gibi aynı zamanda, Hz. Muhammed'in peygamberliğini ve onun getirdiği hükümleri de kabul etmeleri gerekir. Aski takdirde müslüman olduklarına hükmedilemez.

Mevzu m uzu teşkil eden bu hadis-İ şerifte Rasûl-i zîşan efendimiz, is-lamın bütün hükümlerini ve inanç nizamını kabul edinceye kadar ehli ki­tapla savaşmakla emrolunduğunu ifade etmektedir. Bu hadis-i şerifin met­ninde insanların müslüman sayılabilmeleri için, kelime-i tevhidi söylemele­ri ve Hz. Muhammed'in peygamberliğini tasdik etmeleri gerektiği açıkça belirtilmiştir. Fakat insanlardan kasıt ehl-i kitaptır. Ayrıca hadisin met­ninde geçen; "Bizim kıblemize yönelinceye, kestiklerimizi yiyinceye ve bi­zim namazımızı kılıncaya kadar" cümleleri, müslüman olmak için Allah'a ve Rasûlüne iman etmenin gereğini ifade eder.

Çünkü beş vakit namaz Allah'ın varlığına, birliğine, Hz. Muham­med'in onun elçisi olduğuna inanan kimselere farz olur. ancak bu imanın kalbinde yerleştiği kimselerin namaz kılması sözkonusudur. Her ne kadar yeryüzünde bazı milletlerin namaza benzeyen bazı ibadetleri varsa da her yönüyle namaza benzeyen ve beş vakit icra edilen bir ibadet yoktur. Bu bakımdan "bizim namazımızı kılıncaya kadar" sözü tam manasıyla, "Al­lah'ın varlığına, birliğine, Muhammed'in peygamberliğine inanıncaya kadar" anlamına gelmektedir. Hadis-i Şerifte ayrıca namazın bir mütemmimi ola­rak "bizim kıblemiz" sözü zikredilmiştir.

Bütün bu inançlar ve ibadetle ilgili esasların yanında tamamen islâmî esaslara göre kesilen hayvanların etlerinin yenebileceğini kabul etmek ve dolayısıyla, hayvanları boğazlarken islâmî esaslara göre boğazlamak da müslüman olmanın bir alâmeti sayılmıştır. Bununla, Ehl-i Kitâb'ın müslü­man olabilmeleri ve kendilerinden savaşın kaldırılması için, islâm'ın tüm ahkamını kabul etmeleri istendiği gibi, İslâm'a aykırı olan inançlarını, iba­detlerini ve adetlerini de terketmeleri gerektiği ifade edilmek istenmiştir.[593]

Ayrıca hadis-i şerifte, yukarıda açıkladığımız şartlar dahilinde müslümanlığı kabul eden kimselerin mallarının canlarının korunacağı, ancak bu mallarda ve konularda Allah'ın hakkı bulunduğu, bu haklar ortaya çıkın­ca onlara taarruz edilebileceği ifade edilmektedir. Allah'ın bu hakları, ku­lun müslüman olduktan sonra ölünceye kadar müslümanlığını devam et­tirmesi, Allah'ın çizdiği sınırları gözetmesi, namaz kılması, zekat vermesi, kulların hakkına tecavüz etmemesidir. Eğer irtidat ederse canıyla Öder. Sınırları gözetmezse kendisine had cezası uygulanır. Namaz kılmazsa ceza­landırılır. Zekatı vermezse elinden zorla alınır. Eğer kulların hakkına teca­vüz ederse işlediği suçun cinsine göre cezasını malıyla ya da kanıyla öder.

İşte bütün bu esaslar çerçevesinde Islâmiyeti kabul eden kimseler, dünyada ve ahirette müslümanlann yararlandığı tüm haklardan yararlanırlar. Buna karşılık müslümanlann sorumluluklarını da yüklenmiş olurlar. Bu hususta İslâmiyeti sonradan kabul eden müşriklerle tslamiyeti sonradan kabul eden Ehl-i kitap arasında hiçbir fark yoktur.

Eğer müslümanlığı kabul etmezlerse, müslümanlann taarruzundan emin olamazlar. Bu hadisle ilgili açıklamalardan bir kısmı bir önceki hadis-i şerifin şerhinde geçtiği için burada tekrara lüzum görmedik.[594]

 

2642. ...Enes b. Malik (r.a.)'dan demiştir ki: Rasûlullah (s.a.):

"Ben müşriklerle savaşmak üzere emrolundum..." buyurmuş­tur. (Enes b. Malik sözlerine devamla bir önceki hadisin) manasını rivayet etmiştir.[595]

 
Açıklama

 

Bu hadisle ügih açıklama 2641 numaralı hadislerin şerhinde geçtiğinden  burada  tekrara  lüzum  görmedik.Da­ha ayrıntılı açıklama için 2682 numaralı hadisin şerhine müracaat edilebilir.[596]

 

2643. ...Üsame b. Zeyd'den demiştir ki: "Rasûlullah (s.a.) bizi bir seriyye olarak el-Hurakat (denilen kabileler) üzerine gönderdi. Onlar (bizim kendilerine yaklaşmakta olduğumuzu, bizim kendileri­ne saldırıya geçeceğimizi) hissederek kaçtılar (bunlardan) bir adama yetiştik. Biz üzerine çullanınca adam, "Lâ ilahe illallah (Allah'dan başka ilah yoktur)" deyiverdi. Biz ona, öldürünceye kadar (kılıçla­rımızla) vurduk. Sonra bunu peygamber (s.a.)'e anlattım.

"Kıyamet gününde (bu adamın söylediği) lâ ilahe illallah (keli­mesi) karşısında senin için (yardımcı olabilecek) kim vardır?" bu­yurdu. Ben de:

Ey Allanın Rasûlü b bunu ancak silah korkusuyla söyledi, dedim.

"Bari onun kalbini  arsaydın da (kalbinin) bu sözü korkudan dolayı söyleyip söylemediğini (iyice bir) buseydin. (Yarın) kıyamet gününde "lâ ilahe illallah" (sözü) karşısında senin için (yardımcı olabilecek) kim vardır?" buyurdu. Bu sözü (tekrar tekrar) söyleme­ye o kadar devam etti ki (daha önce) müslüman olmayıp ta o gün müslümanlığa (yeni) girmiş olmamı arzu ettim."[597]

 
Açıklama

 

Hadis-i şerifte sözkonusu edilen hadisenin cereyan ettiği bu savaş hicretin yedinci senesinde vuku bulmuştur. Siyer sahiplerinin rivayetlerine göre bu seriyye emir kumandasında yapılan ve hicretin yedinci senesinde vuku bulan seriyyedir. Ancak Hakim'in iklîlinde bu seriyyenin, hicretin sekizinci senesinde vuku bulan bir seriyye olduğu ve yedinci senedeki seriyyenin başka bir seriyye olduğu bildirilmektedir.

Rivayetin birine göre hazreti Üsâme birinci seriyyeye iştirak etmişti. Bu seriyye Emir Gâlib'in kumandasında idi. İkinci seriyye de ise Hazreti Usame'nin bizzat kumandayı ele aldığı anlaşılmaktadır. Yani bu Huraka seriyyesinde, kumandanın Hazreti Üsame de olduğu Buhari'nin, yine bu seriyyenin hicretin yedi veya sekizinci senesinde vuku bulduğu da Hâkimin rivayetinden anlaşılmaktadır.[598]

Her ne kadar Buhari bu seriyye ile ilgili özel bir bab açmışsa da, seriyyede Hz. Üsame'nin kumandanlık yaptığına delalet eden bir hadis rivayet etmemiştir. "Ey inananlar, Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayın, dinleyin, size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatini gözeterek -sen müzminlerden değilsin- demeyin."[599] ayet-i kerimesi de bu savaşta inmiştir.[600]

îbn-i Hişâm'ın rivayetine göre Hz. Üsame'nin bu savaşta öldürdüğü adamın ismi Mirdas b. Nehlik'dir.

Metinde geçen, "La ilahe illallah (sözü) karşısında senin için (yardım­cı olabilecek) kim vardır?" uyarısı "Eğer Lâ ilahe illallah sözü kıyamet gü­nünde bir insan suretine girerek karşısına çıkarsa o zaman, o kadar güçlü kuvvetli bir düşmanla karşılaşmış olursun ki hiçbir yaratık seni onun elin­den kurtaramaz." anlamında kullanılmıştır. Rasûl-i zişan efendimiz bu sözüyle kelime-i tevhidin değerini, kafirin ağzından bile çıkmış bu yüce ifâdeye karşı gösterilecek saygıyı ve sahibine karşı takınılacak tavrı ifade etmek istemiştir.

Fakat, Hz. Üsame'nin zaten el-Hurakat kabilesini öldürmek üzere gön-dirilmiş olması ve, "Azabımızı gördükleri zaman iman etmeleri onlara fay­da verecek değildir."[601] âyet-i kerimesine bakarak kelime-i tevhid okuma­sının o anda müslüman sayıtabümesi için yeterli olamayacağı zannıyla adamı öldürmüş olması gibi sebeplerle Rasûlullah (s.a.) kendisini mazur görmüş, onu kısas ya da diyet cezalarından biriyle cezalandırmaya lüzum görme­miştir. Metinde geçen "daha önce müslüman olmayıp ta o gün müslü-manlığa yeni girmiş olmamı arzu ettim." temennisi hakkında Kirmanı, "daha önce müslümanlığa girmemiş olmayı temenni etmek nasıl doğru olabilir?" ve bu soruyu yine kendisi şöyle cevaplıyor: "Hz. Üsame bu temennisiyle o güne kadar İslamiyete girmemiş olmayı değil içinde hiçbir günah bulunmayan bir islamî hayat yaşamış olmayı temenni etmiştir." Üsame'nin temennisi bu büyük cinayetten salim kalmak içindir. Yani işle­miş olduğu suçun büyüklüğü karşısında, daha önce müslüman olarak işle­diği salih amelleri küçük görmüş gibidir. Üsame (r.a.)'mn bu temennisi hakikat değil mecazdır. Çünkü hakikatte küfür üzere kalmayı, istemek caiz değildir. O bu sözle Peygamber (s.a.)'in şiddetli tekdirinden son dere­ce korktuğunu ifade etmiştir. Hatta bu hadiseden sonra hiç bir müslümanla mukatele etmeyeceğine yemin etmiş; Sıffın vak'asında Hz. Ali (r.a.)'ye yardım etmemiştir.[602]

 
Bazı Hükümler

 

1. Bir kimse şehâdet getirdikten sonra onu katletmek haram olur. Kanının haram olması için onun şehadet getirmekle ne demek istediğini açıklaması gerekmez, sadece şehâ­det getirmesi yeterlidir.

2. İnsanların fiilleri ve sözleri hakkında zahire göre hükmedilir, için­de sakladığı sırların hesabı ise Allah'a aittir.

3. Kafirlerin kanını dökmek mubahtır.

4. Müctehid, ictihâdındaki hatasından dolayı sorumlu değildir.

5. Hataen adam öldürmenin diyeti yoktur. Bu hadis bu görüşte olan­ların delilidir.

6. Bir müslümanı öldürmek büyük günahlardandır.[603]

 

2644. ...El-Mikdad b.el-Esved'in anlattığına göre kendisi (Hz.Pey-gamber'e);

“Ey Allah'ın Rasûlü! Ben kafirlerden bir adama rastlasam da benimle savaşsa ve kılıçla vurarak ellerimden birini kesse sonra ben­den (kaçıp) bir ağaca sığınsa ve -Ben Allah'a teslim oldum- dese bu sözü söyledikten sonra ben o adamı öldürebilir miyim? Ne buyurur­sun?" diye sormuş. Rasûlullah (s.a.) da;

"Onu öldüremezsin" buyurdu. Ben de;

Ey Allah'ın Rasûlü o benim elimi kesti, dedim. Rasûlullah (s.a.) da;

Onu öldüremezsin. Çünkü eğer öldürürsen o, senin onu öldür­meden önceki yerine geçer. Sen de onun, söylediği o sözü söylemeden önceki yerine geçersin.” buyurdu.[604]

 
Açıklama

 

Ehl-i bid'alten olan hariciler ve onların görüşünde olanlar metinde geçen; "...Eğer öldürürsen, sen de onun o sözü

söylemeden önceki yerine geçersin", anlamındaki cümleleri te'vil ederek, bu cümlelerin; "Eğer sen onu öldürecek olursan onun şehadet kelimesini öldürmeden önceki haline düşersin, yani kâfir olursun.*' manasına geldi­ğini iddia etmişlerdir. Bu hadis-i şerifi, "Büyük veya küçük günah işleyen­lerin kafir olarak ebediyyen cehennemde kalacağı" yolundaki inançlarına delil olarak gösterirler. Gerçekte bu te'vil fasit bir te'vîldir. Çünkü metin­de geçen sözkonusu cümlenin gerçek anlamı şudur: "O kimse bu sözü söylemeden önce kafirdi, dolayısıyla kamnı dökmek helaldi. Eğer bu keli­meyi söyledikten sonra onu öldürecek olursan, bir müslümanı öldürmüş olacağın için kısas cezasına çarptırılarak senin kanının dökülmesi de helâl olur. Bu bakımdan onun bu kelimeyi söylemeden önceki durumuna düş­müş olursun." Ya da diğer bir bakış açısıyla,

"Eğer onu öldürürsen O, sertin onu öldürmeden önceki yerine ge­çer," cümlesi; "Eğer onu öldürürsen bir müslümanı öldürmüş olursun. Onu öldürmeden önce nasıl senin kanını dökmek haram idiyse bu kelime­yi söyledikten sonra aynı şekilde onun kanını dökmek de haramdır. Bu hususta onun bu kelimeyi söyledikten sonraki haliyle, senin onu öldürme­den önceki halin arasında en küçük bir fark yoktur." anlamına gelir.[605]

 
Bazı Hükümler

 

1. Henüz vukua gelmeyen bir hadisenin hükmünü sormak ve cevap vermek caizdir.

2. "Ben Allah'a teslim oldum" gibi, kelime-i şehadetin yerini tutacak bir sözle veya benzeri bir işle islam dinine girilmiş olur.

3. Hüküm zahire göre verilir.[606]

 [585] Buhârî, imân 17; sâlât 28, zekât 1, cihâd 102, itisâm 2, 28, Müslim, imân 32-36,Tirmizi, tefsir sûre 88, Nesâi, zekât 3; İbn Mâce, fîten 1-3; Dârimİ, siyer 10; Ahmedb.Hanbel IV, 8.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/167.

[586] el-Mubârekfûri, Tuhfetii'l-Ahvezî, VII, 333.

[587] Sâffat, (37) 35.

[588] Aynî, Umdetul-kârî, XIV, 215.

[589] Nevevî, Şerhû Müslîm, I, 205-206.

[590] Ayrıntılı bilgi için bk. 2682 numarala hadisin şerhi.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/168-170.

[591] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/171.

[592] Buhârî, imân 17; salât 28, zekât 1, cihad 102, İ'tisâm 2,28, Müslim, imân 32,36; Tirmizi, tefsir sûre 88; Nesâî, zekât 3; Nesâî, iman 9,15; İbn Mâce, fîten 1-3; Dârİmî, siyer 10; Ahmed b.Hanbel, IV, 8.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/171.

[593] Aynî, Umdetü'l-karî, 125.

[594] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/171-173.

[595] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/173.

[596] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/173.

[597] Buharî, meğazî 45, dİyât 2; Müslim, imân 158; İbn Mâce, fîten 1; Ahmed b.Hanbel IV, 339; V, 207.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/173-174.

[598] Edip Eşref, Peygamberimizin ashabı, III, 217.

[599] en-Nisa, (4) 99.

[600] Aynî, Umdetü'1-kârî, XVII, 272.

[601] Gâfir; 85.

[602] Davudoğlu A.Sahih-i Müslim tercüme ve şerhi I, 400.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/174-175.

[603] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/176.

[604] Buhari, diyar 1, meğazi 12; Müslim, iman 155.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/176-177.

[605] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/177.

[606] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 10/177.