๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Süneni Ebu Davud => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 02 Aralık 2011, 21:38:24



Konu Başlığı: Misvağı Yıkamak
Gönderen: Zehibe üzerinde 02 Aralık 2011, 21:38:24
28. Misvağı Yıkamak


 

52....Anbese b. Saîd el-Kufî dedi ki, bir çok kişi bana Hz. Âişe'-nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Resûl-u Ekrem (s.a.) misvak kullanır sonra da misvakı yıkamam için bana verirdi. Ben de Önce onunla misvâklanır sonra yıkayıp kendisine geri verirdim."[248]  [249]

 

Açıklama

 

Beyhakî bu hadîsi Ebu Dâvud'dan nakletmiştir.Aliyyü'1-Karî, Mirkat'da bu hadis için ceyyid demiştir.

Âişe validemizin (r.a.) kendisine yıkaması için Hz. Peygamber tarafın­dan uzatılan misvakı yıkamadan önce ağzına götürüp dişlerini onunla rais-vaklaması Resûlullah (s.a.)'ın mübarek ağzının değdiği o misvaktan bereket ve şifa umduğu içindir.[250]

 

Bazı Hükümler

 

1. Sahabinin rızası ile başkasına ait misvakın kullaml-ması caizdir. Ancak sünnete uygun olan gen verme­den önce onu iyice temizlemektir.

2. Eşler bazı eşyaları ortaklaşa kullanabilirler.

3. Teberrüken  salihlerin  eşyasını kullanmak meşrudur.[251]

29. Misvak Kullanmak Fıtrat (Yaratılış) İcâbıdır

 

53....Hz. Âişe (r.a.) dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "On şey fıtrattandır:Bıyığın kırpılması, sakalın bı­rakılması, dişlerin temizlenmesi, buruna su çekilip temizlenmesi, tırnaklann kesilmesi, parmak eklemlerinin yıkanması, koltuk altı kıllarının yolunması, eteklerin tıraş edilmesi, Su serpmek (yani neca­setten su ile temizlenmek)”

Râvîlerden Zekeriyyâ diyor ki: Mus'ab şöyle dedi: "Onuncuyu unuttum, ancak bu mazmaza olabilir.”[252]  [253]

 

Açıklama

 

Fltrat insanlığın ilk yaratılışında getirdiği insana has özeüik-lerdir. Masdar-i nevi' olduğu düşünülürse, insanlığa ait bir ya­ratılış nevi olduğu kolayca anlaşılır. Allah, bu özellikleri insan olmak haysi­yetiyle bütün insanların yaradılışlarında esas ve müşterek olarak yaratmıştır. Dıştan tesirlerle fertlerin kazandıkları bir kısım özel seciyye ve huylar değil­dirler. Meselâ insanoğlunun iki gözünün bulunması asıldır. Fakat bununla beraber anadan kör olarak doğanlar da bulunabilir. Fakat körlük umumi­yetle insanların yaratıldığı fıtrat-ı asliyye değildir. Ferdin hilkatindeki bo­zuklukları aslî hilkatle karıştırmamak lâzımdır. Nasıl insan nevi için böyle bir aslî yaratılış kanunu varsa, organların yaratılışında da bir gaye vardır. Yaratılışın gayesi yaratıcıyı tanımak, gözün yaratılış gayesi hakkı hakikati görmek; midenin acıkmasının hikmeti, bedene lüzumlu gıdayı te'min edip hayatın devamını sağlamayı hatırlatmaktır. Yoksa mide, zehir yutmak, ya da bir zevk uğruna tıkabasa doldurulmak için yaratılmış değildir. O zaman fıtrat bozulmuş, dalâlete (sapıklığa) düşülmüş olur.

Hadis-i şerifte gecen fıtrat kelimesine ulemâ iki şekilde mânâ vermişlerdir:

1. Ekseri âlimlere "bu kelime ile kast edilen sünnettir" demişlerdir. Yani bu kelime ile kast edilen "Onların yoluna oy"[254]  âyet-i kerimesinde uyul­ması emredilen ve Peygamberlerin hiç bir değişikliğe uğratmadan uygulaya geldikleri "tevhid, iman, ikan, istikâmet, salah, fazilet, ihsan, kitab hikmet, nübüvvet" gibi akla ve delile dayanan ve körü körüne taklidden uzak olan hidâyet yoludur.[255] Bu görüş, hadis-i şerifin vurûduna (gelişine) daha uy­gun olduğu için cumhuru ulema tarafından benimsenmiştir.

2. Allah (c.c.) katında değişmeyen dini esaslardır. Dini muhafaza, nesli ' muhafaza, aklı muhafaza, malı muhafaza, nefsi muhafaza ve imanın altı esası

gibi.

3. Hz. İbrahim aleyhisselâmm ve onun neslinden gelen Peygamberlerin sünnetleridir. "Bıyıkları kesmek, sünnet olmak, etek tıraşı ile koltuk altlarını tıraş etmek, tırnak kesmek, sakal koymak gibi" Buradaki lafzı “ba’z” ifâde ettiğinden İbn Hacer bu fıtratın zikredilenden ibaret ol­madığım İbnü'l-Arabî'nin bunun otuz kadarını saydığını kaydediyor.[256]

Bunlarla ilk görevlendirilen Hz. ibrahim olmuştur. Bu husus âyet-i ke­rimede şöyle beyân edilmiştir: "Hani İbrahim'i Rabbi bir takım kelimelerle (emirlerle) imtihan edip de o bunları tamamen yerine getirince "seni insan­lara imam (rehber) yapacağım" buyurmuştu"[257] 

İbn Abbas (r.a.)'ın beyânına göre, Cenab-ı Hak Hz. İbrahim'e bazı emir­ler vermiş, Hz. İbrahim bunları hakkıyla yerine getirince Cenab-ı Allah "Seni insanlara imam yapacağım" buyurmuştur.

Ümmet-i Muhammed de diğer ümmetler gibi bu emirlere uymakla mü­kellef olmuştur. Nitekim ümmet-i Muhammed'in bu mükellefiyeti şu âyet-i Kerimede açıkça beyan buyurulmuştur:

"Sonra sana, "Muvahhid olarak İbrahim'in dinine uy, o hiç bir zaman müşriklerden olmadı" diye vahyettik.[258]

Ulemâdan bazılarına göre, Allah'ın Hz. İbrahim'e emredip de Hz. İb­rahim'in yerine getirmeye muvaffak olduğu emirlerin sayısı otuzdur. Bun­lardan onu Tevbe Sûresinin 112. âyetinde olan âyetlerde, onu Ahzab Suresinin 35. âyetinde, onu da Mü'minûn suresinin 1. âyetinden beşinci âyetine kadar olan kısımlarda ve Mearic Suresinde 22-34 numaralı âyetleri arasındadır.

Abdurrezzak'ın Ma'mer tarikiyle İbn Tâvûs'tan rivayet ettiği bir hadis-i şerife göre, İbn Abbâs: Bu emirler on adettir. Beşi başta, beşi de cesettedir. Başta olanlar, bıyıklan kesmek, mazmaza, istinşak, misvak, saçları ayırmaktır. Cesette olanlar da, tırnak kesmek, kasıkları kazımak, sünnet olmak, koltuk altlarını traş etmek, taharetlenmektir. Âyetin zahirine en uygun olan görüş de budur.[259] demiştir.

Bıyıklan kırpmak, sakal salmak, Hanefî ulemâsından Aynî'nın beyanı­na göre bıyıkları keserken sağdan başlamak müstehabtır. Kendi kesebildiği gibi, başkalarına da kestirebilir. Fakat soltuk altını ve kasıkları ancak ken­disi tıraş edebilir.

Tahâvî'nin beyânına göre ise, bıyıklan kesmek iyi ise de kökünden tı­raş etmek sünnettir, kırpmaktan yani kısaltmaktan daha iyidir, bu İmam-ı  Azam ve Ebû Yusuf'un görüşüdür.[260]

Mâlikler ise, bıyıkları, kökünden kazımayı uygun görmemişlerdir.

Bıyıkları kesmekten maksat, üst dudaklarını kırmızısı görününceye ka­dar, sarkan kısımları kesmektir. İmam Mâlik, "Bıyıklarım kesenlerin tazir edileceklerini bunun bir bid'at olduğunu" söylemiştir.

Şafii Mezhebinde de esas olan üst dudağın üzerinden sarkan kısımları kesmektir.

Kısacası hadis-i şeriflerde bazan "kazıyınız" bazan da "kesiniz" tabir­leri geçmekte, bunun ikisiyle de amel edilebilmektedir. Nitekim Hanefi ule­masının da görüşü budur. Hanefîlerden bazıları ve İbn Hazm, bıyığı kesmek farzdır, demişlerdir. Delil olarak da "Kim bıyığını kesmezse bizden değildir"[261]  hadisini göstermişlerdir.

Sakal: "Sakalları uzatınız" emrinin hükmü farzdır. Te'vil etmek için bir karîne mevcut değildir.

Hanefilere göre: Hanefî mezhebinin görüşleri Durrü'l-Muhtar'aa şöyle zikrolunmaktadır: "Erkeklere sakal kesmek haramdır"

Hidâye şerhi Nihâye'de sakalın bir tutamdan fazlasının kesilmesinin vacip olduğu zikrolunmaktadır. Fethü'l-Kadîr'de ise, şu bilgiler verilmektedir. "Ka-dınlaşan erkeklerin ve bazı mağriblilerin yaptığı gibi sakalın bir tutamdan az bırakılmasını hiç bir âlim, "sünnet yerine geldi" şeklinde mutalea etme­miştir. Sakalın tamamen kesilmesini ise fukahanın cumhuru ruhsat kabul et­memiştir."[262]

Nihâye müellifi de sakaldan bir tutamdan fazlasının kesilmesinin vâcib olduğunu söyler. Tirmizî'nin de Cami'inde rivayet ettiği gibi, "Hz. Peygamber sakalının eninden ve boyundan alırdı."[263]

Malikî mezhebinde de sakal kesmek haramdır. Eğer sakalı kısaltmak çirkinlik meydana getiriyorsa, kısaltmak da haram olur.

Şafii mezhebinden imam Nevevî ve îmam Râfîî, sakalı traş etmenin mek­ruh olduğundan bahsederler. Fakat bazı fukahâ, "imam Şafii'nin el-Umm isimli eserinde haram olduğuna dair açık ifâdesinin bulunması bu iki âlimin verdikleri hükme ters düşmektedir" demişlerdir. Ancak Şafiî fukahasının bu  iki yetkili imamının görüşlerine, başka bir görüş tercih edilemiyeceğinden, mezheb içinde şeyhayn lâkabı ile tanınan bu iki imamın görüşüne göre, Şafiî Mezhebi'nde sakal kesmek mekruhtur.

Hanbelîlere göre de sakal kesmek haramdır. Ancak onlardan bîr kısmı, sakalı kesmenin haram olduğu görüşünün en kuvvetli bir görüş olduğunu zikrederek bunun dışında Hanbelî imamlara ait başka görüşler bulunduğu­na işaret ederken, diğer bazıları da Sakal kesmenin haram olduğunu yegâne görüşmüş gibi zikretmektedirler. Sakalların fazla uzayıp da çirkin bir man­zara arzetmeleri halinde yanlarından ve sarkan kısımlarından kesilebileceği hakkında ittifak vardır. Kesmenin haddi hususundaki görüş, bir kabzadır. Bir kabzayı geçen kısımlar kısaltılabilir.

Netice: Sakal kesmek haramdır. Fakat çirkin bir hal almamasına da dik­kat etmek gerekir. 4198-4200 numaralı hadislerin şerhinde bu konuyu tek­rar ele alacağız, inşaallah.

Tırnaklar, parmaklara zarar vermemek şartıyla dipten kesmek müstehaptır. Tırnalc kesilirken tertibe riâyet olunacağına dair hadislerin hiç birin­de bir kayıt yoktur. Nevevî, Müslim Şerhi'nde tırnakların kesiliş sırasını şöyle tarif etmiştir: Evvelâ sağ elin şehâdet parmağı, sonra orta parmak, sonra yanındaki yüzük parmağı, sonra küçük parmak kesilecek, ondan sonra da baş parmak kesilmelidir. Bu müstehaptır. Sol elde ise, küçük parmaktan baş­layarak şehâdet parmağına doğru gidileceğini bildirmiştir.

Ayak tırnakları kesilirken sağ ayağın küçük parmağından başlayarak sıra ile ötekilere gidilecek. Sol ayakta ise baş parmaktan başlayarak atlan-' madan sırasıyla hepsi kesilecektir. Ancak, her ne kadar imam Nevevî bu ter­tibin Müstehap olduğunu söylemişse de, îbn Dakiki'1-tyd haklı olarak "bu tertibin müstehab olduğuna dair hiç bir delil yoktur” demiştir.[264]

Aynı şekilde Birgivî merhum Kırk Hadis Şerhi'nde bu hususta ve tırnak kesmenin zamanı üzerinde hayli durmuşsa da sağlam bir kaynak gösterme­miştir.

Görülüyor ki, bu hususta kadın-erkek genç-ihtiyar ayırımı yapılmamış­tır. Hal böyle iken günümüzde bir çok hanımların moda ve süs diyerek tır­nak uzatmalarının İslâm âdabı ile bağdaşan bir hareket olmadığı, tırnak altında bir takım kirlerin birikebileceği hatta kir olmasa bile manzaranın çok kerih olduğu gözden kaçmamaktadır.

Hele müslüman örfüne göre, mutfağa giren, yemek yapan kadınların misafirleri üzerindeki menfi te'sirî düşünülürse tırnak uzatmanın hoş bir du­rum olmadığı, karı-koca arasındaki sevgi bağının zayıflamasına vesile ola­bileceği anlaşılacaktır. Ayrıca yavrularına ilk dini eğitimi vermesi beklenen annelerin bu gibi hallerle genç kızlarımıza kötü Örnek olması, anneden bek­lenen İslâmî görevlere de ters düşmektedir.

İslâmiyet kadınların kocalarından başkasına karşı süslenmesini yasak kıldığına göre, uzun tırnakların karı-koca arasında sevgi bağlarım zayıflat­maya vesile teşkil edeceğinden meşru bir zinet olarak mütalaa edilmesi müm­kün değildir.

Savaş sırasında düşman heybetli görünmek maksadıyla erkekler tırnak uzatabilirler. Bunun dışında, ister süslenmek, ister bir başka maksatla olsun tırnak uzatmak İslama göre haramdır.

Hadis-i şerifte geçen  tabiri çeşitli şekillerde açıklanmış­tır. Aslında bu kelimeyi Vekî’ , taharet diye tefsir etmiştir.

Bazılarına görede su kullanarak bevlin akıntısını kesmek demektir. Böyle tefsir edildiği zaman, istibrâ şekilleri içine gireceğinden yukardaki şerh ga­yeye daha uygun görülmektedir.

Berâcim: Parmak boğumlandır. Maksat, buralar kirin birikebileceği yer­ler olduğundan, insan vücudundaki bütün boğum ve kıvrımların temizlen­mesidir ve bu sünnettir.

Âne'den kast edilen ise, erkek ve kadınların (etek) mahrem yerlerindeki kıllardır.

Bunun haftada bir defa yapılması uygun olmakla beraber, kırk günü aşmaması gerekir. Zira Hanefî fakihleri kırk günü aştığı takdirde tahrimen mekruh olacağını söylemişlerdir. Nitekim Hz. Enes îbn MâhVin rivayet et­tiği hadis-i şerifde[265] bunu ifâde etmektedir. Traştan maksat, kılların izâle edilmesidir. Bunun jilet, macun, nevra ve vücuda zarar vermeyecek herhan­gi bir ilâçla yapılmasında da mahzur yoktur.

Özellikle etek kıllarının pislik ve mikrop toplaması dolayısıyla deri altı haşerelerinin meydana gelmesine sebeb olacağı İçin tedavisi güç durumlar mey­dana getireceği dikkate alınırsa, İslâm'ın bu hususta gösterdiği titizliğin önemi açıkça anlaşılacaktır.

Gidörek yaygınlaştığı bilinen etek traşı olmamanın ne tıbben ne de di­nen tasvib edilmediğinin belirtilmesine rağmen, bunda ısrar edilmesi körü körüne bir batı taklitçiliğinden başka birşey değildir. Bu da bir fayda sağla-mayıp aksine zarar getirdiğinden ve bir sünneti terke sebeb olduğundan ha­ramdır.

Koltuk, altlarını yolmak: Aslında traş etmekle de sünnet yerine gelirse de Aynî'nin beyânına göre, gücü yetenler için yolmak daha iyidir. Acı çekenlerse, traş ederek bu sünneti yerine getirirler. İşe sağdan başlamak mus-tehaptır. Gazalî merhum "başlangıçta yolmak zor gelirse de sonra kolaylaşır, acı çekilmez” demiştir. Gerek etek, gerekse koltuk altlarının temizliğinde ateşle kılları yakmak doğru değildir. Hele zor işlerde çalışıp terleyen, sonra da yı­kanamayan kişilerin buralarım traş etmemeleri halinde meydana gelecek ko­kular, karı-koca arasında bulunması gereken ülfet ve yakınlığa gölge düşürebilecektir. Bunun için sık sık bu temizliğin yapılması gerekir.[266]

 

Bazı  Hükümler

 

1. Hadis-i şerif, sözü geçen on işin yapılmasının dinî bir görev olduğunu gösterir.

2. Bunlar yalnız ümmet-i Muhammed'e ait olmayıp, diğer bütün pey­gamberler ve ümmetleri için de sünnettir.

 

54.... Musa b. İsmail'in Muhammed b. Ammâr'dan, Davûd b. Şebîb'in ise Ammâr b. Yâsir'den[267]  naklen bildirdiklerine göre Resûlüllah (s.a.) şöyle buyurmuştur:

"Muhakkak ki ağza ve buruna su çekmek peygamberlerin sün-netindendir."[268]

Ammâr b. Yâ'sir Önceki hadisi aynen nakletti, ancak "sakal bı-rakmak"tan söz etmedi ve "sünnet olma"yı ekledi.Ve"intikasu’l-ma”  yani istincâ yerine de "intidah" kelimesini kullandı.

Ebû Davud dedi ki: (Seleme tbn Muhammed hadisinin) bir ben­zeri tbn Abbas'dân da rivayet edilmiştir. Fakat tbn Abbâs (r.a.): "Beş tane sünnet vardır ki beşi de baştadır" demiş ve saçları ortadan ayır­mayı bunlar arasında saymış, sakalları uzatmaktan hiç bahsetmemiştir.

Ebû Dâvud dedi ki: Hammad hadisinin benzeri Talk b. Habtb, Mücâhid Bekr b. Âbdillah el-Müzenî'den de nakledilmiş fakat bunlar sakal bırakmaktan bahsetmemişlerdir.

Muhammed b. Âbdillah b. Ebt Meryem’ in Ebû Seleme vasıtasıy­la Ebû Hüreyre'den rivayet ettiği (merfû’) hadiste ise, sakal uzatmak sözü geçmektedir.

İbrahim en-NehaVden de Muhammed b. Âbdillah hadisinin ben­zeri rivayet edilmiş, sakal uzatmak ve sünnet olmaktan bahsedilmiş­tir.[269]   [270]

 

Açıklama

 

Hadis-i Şerifte geçen, aynı zamanda müellif Ebû Davud'un  şeyhleri (nocalan) oıan Mûsâ b. İsmâîl ve Dâvud b. Şebîb'in  farklı rivayetlerine işaret edilmektedir.

Buna göre (Seleme'nin, babası Muhammed'den rivayet ettiğine göre) hadis roürsel demektir. Çünkü Muhammed, sahâbî değildir. Davud'un de­diği gibi, Seleme'nin dedesi Ammâr'dan rivayet ettiği kabul edilirse, hadis munkatı' demektir. Çünkü Seleme dedesini görmemiştir.

Hadis-i şerifte geçen meselenin izahı bundan Önceki hadis-i şerifte geç­mişti. Ancak burada karşımıza yeni bir mesele olarak sünnet olma konusu çıkıyor. Bu mes'elenin hükmü mezheb imamları arasında ihtilaflıdır.

Ebû Davud'un Ammâr b. Yasir veya oğlu Muhammed'den rivayet etti­ği bu hadisi yine aynı kişilerden tbn Mâce'de tam olarak: "Mazmaza istin-şak, misvak, bıyıklan kırpma, tırnak kesme, koltuk kıllarını yolma, eteği bıçakla traş etme, parmak boğumlanın yıkama su serpme (intidâh) ve sün­net olma fıtrattandır" şeklinde rivayet etmiştir.

İmam Şafiî ve taraftarlarının büyük çoğunluğuna göre sünnet olmak ka­dın ve erkeklere farzdır. Aynı zamanda bu görüş Atâ'nın, İmam Ahmed'in ve Mâlikiyye'den bazı imamların görüşüdür.

Ebû Hanife Hazretlerinden gelen bir rivayete göre, sünnet olmak farz değil vacibtir. Mezhebinde meşhur olan görüşe göre ise, lslâmın alâmetin­den sayılan bir sünnettir, terki halinde yetkililerce kuvvete baş vurulup ihya­sı sağlanır.

Sünnetli olarak doğan çocuğu tekrar sünnet etmek çok acı verecekse, olduğu gibi bırakılır. Sünnetlenmeye dayanamayan kimseler de hâli üzere bırakılırlar. Bir kimse sünnetlendiği zaman kabuğun yandan fazlası kesil-mişse sünnet yerine gelmiş sayılır. Fakat ancak yarısı veya daha azı kesile-bilmişse yeniden kesmek lâzımdır.[271]

İmâm Mâlik'e göre sünnet olmanın hükmü: Erkekler hakkında sünnet kadınlar hakkında ise mendubdur. Bir kısım âlimler de sünnet olmadıkça yeni İslama giren kişinin müslümanlığının noksan olacağına, sünnetsizin na­mazının caiz olmayacağına, kestiğinin yenilmeyeceğine, Kabe'yi tavaf ede­meyeceğine hükmetmişlerdir.[272]

Bir hadis-i şerifte de : "İslam'a girince küfür tüyünü at, sonra sünnet  ol" diye emredilir.

Sünnetin zamanı hususunda görüşler çeşitlidir. Bu hususta bazı hadis­ler doğumun yedinci gününü sünnet günü tayin etmekle beraber ulemânın ekserisi bunu müstehab manasında anlayarak belli bir gün tayini gerekme­diği, hele süt emen çocuğu sünnetlemenin vacib olmadığı hükmüne varmış­lardır. Bazıları ise, çocuğu namaz için düğmenin bile on yaşından önce olamayacağına bakarak, bulûğdan Önce çocuğu sünnet etmenin haram ola­cağı kanaatine varmışlardır.[273]

Mâverdî'ye göre sünnet için iki vakit mevcuttur:

1. Vücûb vakti, ki bulûğ çağıdır;

2. Müstehab olan vakit, bu da bulûğdan önceki vakittir.

Bu mevzuda Menhel yazarı: "Şafiîlere göre çocuğu bulûğ çağına erme­den önce sünnet ettirme velisi üzerine farzdır; doğumunun ilk haftasında sün­net ettirmek müstehabtır" diyor.

Ebû Hanife Hazretleri bu mevzuda sükûtu tercih etmiş, "bu hususta malumatım yok*' demiştir. İmam Ebû Yûsuf ve Muhammed hazretlerinden de bu hususta bir rivayet yoktur.Bu yüzdendir ki, Hanefi mezhebinde bazı kaynaklarda, 7, 9,10,12 yaşlan ve bulûğ zamanı sünnet vakti olarak zikre­dilir, özetleyecek olursak Hanefi mezhebine göre sünnet doğumun 7. gü­nünden bulûğ çağına kadarki zaman içinde yapılabilir.

Kişinin abdestten sonra üzerine su serpmesi ise, üzerinde göreceği her­hangi bir ıslaklıktan dolayı kalbe gelecek vesveseyi önlemek İçin eteğine ha­fif su serpmektir. Bazılarına göre de bu, taharetlenmektir.[274]

[248] Bu hadisi KUtÛb-i sitte müelliflerinden Ebû Davucfaan başkası rivayet etmemiştir.

[249] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 99-100.

[250] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 100.

[251] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 100.

[252] Müslim, tahâre 56; Tirmizî, edeb 14; Nesâî, Ziynet 1; İbn Mâce, tahâre 8; Afamed b.Hanbel, VI.137.

[253] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 100-101.

[254] el-En'am (6), 90.

[255] M. Hamdi Yazır, Hık Dini Kur'ftn Dil I, 1974; Âlusî, Ruhul-Meftnî, VII, 316-317.

[256] 1bnu'l-Hacer, FethıTI-Bâıi. XII, 458-459.

[257] el-Bakara(2), 124.

[258] en-Nahl (16), 123.

[259] Kurtubî, el-Câmi' U ahUmi'l-Kur'ftn, II, 97-98.

[260] Aynî, Umdeto'1-KMri, XXII, 44.

[261] Tirmizî, edeb 16; Nesâî tahâre 12; Ziyne 2; Ahmed b. Hanbel IV, 36, 368, V, 410.

[262] İbnu'l-Humam, Fethü'l-Kadîr, II, 77.

[263] Tirmizî, edeb 17.

[264] Nevevî, Şerhu Sahlh-i Müslim, III, 149.

[265] İbn Mâce, tahâre 8.

[266] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 101-106.

[267] Ammâr b. Yâsir b. âmir b. Mâlik: Künyesi Ebtt'l-Yakazan'dır. Ashab-i Kiramın ileri gelenlerindendir. Bedir dahil bütün gazalara iştirak etmiştir. İslama ilk giren bahtiyar­lardandı;. Annesi Sümeyye, Mahzum oğullarının kölesi idi. Bir gün Sümeyye, Ebû Cehl ile İslâmiyet mevzuunda münakaşa ederken Ebû Cehl'in câhiliye damarına dokunacak sözler söylediği için Ebû Cehl elindeki mızrağı onun mahrem yerine saplayarak şehid etti. Müşrikler Ammâr'a da ezâ ederlerdi. Onun bütün ailesi ezâ ve musibete uğradı. Bir kere Ammâr, Resûl-İ Ekrem'e bu halini arzetmişti. Resûl-i Ekrem onu ve bütün ha-neüanmı cennetle müjdelemişti. Bir gün müşriklerin dayanılmaz işkenceleri ve ısrarları karşısında onları memnun edecek sözler söyleyerek kendini kurtarmıştı. Bu durumu Re-sûlullah'a arz edince, Nebiyy-i Ekrem (s.a.):

—  Kalbin nasıl? buyurmuş, Ammâr da:

— İmanın verdiği huzurla dolu, Ya ResÛlellâh, cevabını vermişti. Bu defa Resûl-i Ekrem (s.a.):

— Ammâr sana tekrar böyle muamelede bulunurlarsa, sen de onların dediğini yap, demiştir. Bunu müteakiben de: "O ki Allah'a İman ettikten sonra kalbi imanla dolu ve imanın verdiği huzur ile doymuş olduğu halde Allah'ı inkâra mecbur olacak olursa bundan dolayı hesaba çekilmeyecektir" (Nahl Sûresi, 106) âyeti kerimesi nazil olmuş­tur. Medine mescidinin inşasında herkes birer taş taşırken onun iki taşı birden taşıdığını gören Resûlullah, onun başını okşamış: "Vah vah Ammâr, seni asi bir topluluk öldürecek'1 demişti. Nitekim bu haberin bir mu'cize olduğu Hz. Ammâr'ın Sıffîn har­binde Hz. Ali safında, şehid edilmesiyle ortaya çıktı. (37 Hicrî.)

Vefatı anında 94 yaşında idi. Kendisinden 62 hadis rivayet edilmiş bunun ikisini Buhârî ve Müslim müştereken üçünü sadece Buharı birini de yalnız Müslim rivayet et­miştir. (Geniş bilgi için bk. İbn Sa'd Tabakflt 111,176; tbn Ebî Hatim, d-Cerh ve'l-ta'dU, VI, 389; Ebû Nuaym, Hilyetu'l-evlİyfi, I, 139-143, Hatîb Tarlhu Bagdad I, 150-153; tbnu'I-Esîr, Üsdu'l-gâbe, IV, 129; Zehebî, A'lâmunnübelfl, I, 406-428; İbn Hacer el-Isflbe, II, 513; Tehzlbu't-Tehrfb, VII, 408; lbiiu'1-lmâd, Şezerfttn'z-zebeb, 1,45; Ansa-rî Asr-ı Saadet, II, 163-173.).

[268] İbn Mâce, tahâre 8; Ahmed b. Han bel, IV, 264.   

[269] İbn Mâcc, tahâre 8.

[270] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 106-108.

[271] BotolmckM 1, 136.

[272] Tuhfedu'rahvezî, VIII, 35.

[273] Fcthı'1-Mri, XII, 463.

[274] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 108-110.