๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Süneni Ebu Davud => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 06 Aralık 2011, 22:44:40



Konu Başlığı: Menfaat Karşılığında Kocanın Karısını Boşaması
Gönderen: Zehibe üzerinde 06 Aralık 2011, 22:44:40
17-18. Hul'u (Menfaat Karşılığında Kocanın Karısını Boşaması)

 

2226. ...Sevbân'dan; demiştir ki: "Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; "Zorunluluk olmadan boşanmaya kalkan bir kadına cen­net kokusu haramdır" buyurdu"[275]

 

Açıklama
 

kelimesi, sözlükte soymak, çekip çıkarmak manalanna gelir.  Istılahta ise,, "kadının bir bedel karşılığında evlilik bağından kurtulması" demektir. Hul'u kelimesi maddi bağla­rı izâle hususuna kullanıldığı gibi manevî bağların izâlesinde de kullanılır. Meselâ bir elbiseyi soyup çıkarmak için hul'u kelimesi kullanıldığı gibi nikah bağım çözmek için de hul'u kelimesi kullanılır. Eşler aralarındaki yakın ilgiden dolayı birbirlerinin elbisesi mesabesinde bulunduklarından bu manevî elbiseyi üzerlerinden soyup çıkaran dinî muameleye "hulu" adı verilmiştir.

Hul'u eşler birbirleriyle anlaşamadıkları ve her birisi diğeri için çekil­mez bir yük haline geldiği zaman onları içinde bulundukları cehennemi hayattan kadını kurtarmak için meşru kılınmıştır. Çünkü erkek böyle bir durumda karısını boşayarak ondan kurtulabilirse de kadının böyle bir şansı her zaman için mevcut değildir. İşte kadına da böyle bir şans vermek için hul'u meşru kılınmıştır. Bu sayede kadın anlaşamadığı kocasından kurtu­lur. Erkek de ondan alacağı meblağ ile maddî zararını telâfi edip tekrar evlenme imkanını elde eder.

Şurasını da unutmamak gerekir ki hul'u'da eğer geçimsizlik erkekten geliyorsa, kadından bir meblağ alması, kazaen caiz ise de diyâneten helâl değildir. Eğer geçimsizlik kadından geliyor ise kocanın mehir olarak verdi­ği meblağdan fazlasını alması kazaen caiz ise de diyâneten mekruhtur.[276]

Hul'u, kitap, sünnet icma-i ümmet ile sabittir. Kitaptan delili "...ka­dınlara vermiş olduğunuz, birşeyi geri almak helâl değildir, meğer ki kan ve koca Allah'ın çizdiği sınırlara (karşılıklı haklara) riâyet edememekten korkarlar. Şayet onlann ilahî sınırlara riâyet edemeyeceklerinden korkar-sanız -zevcenin- kurtulmak için bir şey vermesinden ikisi için de günah yoktur."[277] âyet-i kerimesidir. Sünnetten delili ise, şu hadis-i şeriftir; Sa­bit b. Kays'ın karısı Rasûlullah (s.a.)'e gelerek şöyle dedi:

Ey Allah'ın Rasûlü, Sabit b. Kays'ın ne dinine ne de huyuna bir-diyeceğim var, fakat müslümanlıkta küfrân-i nimetten (veya küfür derece­sinde bir hata işlemekten) çekmiyorum. Rasûlullah (s.a.) sordu:

"Bahçesini geri verecek misin?"

Evet diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.) Sabit'e}

"Bahçeyi kabul et ve onu boşa",[278] buyurdu.

Metinde geçen "cennet kokusu haramdır" cümlesi, hul'u talebinde bulunan bir kadının cennet kokusunu duymaktan mahrum kalacağı mana­sına gelebileceği gibi cennet kokusunu ilk duyan salih mü'minlerden ola­mayacağı manasına da gelebilir.

Eşler arasında geçimsizlik zuhur ettiği zaman aralarını bulmak üzere iki tarafın akrabasının araya girip onları anlaştırmak üzere çaba gösterme­leri sünnettir, fakat bu çabalar da semeresiz kalırsa, o zaman talak veya hul'u yoluna başvurularak evlilik hayatına son vermeleri caizdir. Nitekim "Eğer (karı kocanın) aralarının açılmasından endişe duyarsanız erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin, bunlar arayı düzeltmek isterlerse, Allah onlann arasını bulur. Çünkü Allah herşe-yi bilendir, haber alandır"[279] buyrulmuştur. Eğer hakemler bu teşebbüslerinde kadın ya da erkekden birinin zulm yaptığını tesbit ederlerse, onun bu zul­müne engel olurlar ve eğer onu zulmünden vazgeçirmenin imkânsız olduğu­nu görürlerse, buna engel olması için hâkime müracaat ederler. Hâkim vekâletlerini almadıkça onlann nikâhına son veremez. Hasan el-Basrî ile Ha­nefi uleması, imam Ahmed ve Şafiî bu görüştedirler.[280]

 

2227. ...Habibe bint Sehl el-Ensâriyye'den rivayet olunduğuna göre, kendisi Kays b. Şemmâs'ın nikâhlısı imiş. Rasûlullah (s.a.) sabah (namazın)a çıkınca onu alaca karanlıkta kapısının önünde bul­muş ve;

"Kimdir o" demiş, (Habibe de):

Ben Habîbe bint Sehlim, karşılığını vermiş. (Rasûl-i Ekrem);

"Neyin var?" diye sormuş. (Habibe de) kocası hakkında;

Sabit b. Kays ile ben(im evli kalmamıza imkân) yoktur, demiş. Sabit b. Kays gelince Rasûlullah (s.a.) ona;

"Bu habibe bint Setlidir (senin hakkında) Allah'ın söylemesini istediği herşeyi söyledi," buyurmuş. Habibe;

Ey Allah'ın Rasûlü, (mehir olarak) verdiklerinin hepsi yanım-dadır, (dilerse geri verebilirim) demiş. Rasûlullah (s.a.) de, Sabit b. Kayşa;

"(mehir olarak verdiklerini) Ondan (geri) al" buyurmuş. Bu­nun üzerine Sabit (verdiklerini) ondan almış, Habibe de (kocasın­dan ayrılarak) ailesinin yanında kalmış.[281]

 

Açıklama
 

Hul', hal' kelimesinden alınmış soymak anlamında isim yapılmıştır.Mânâ ile isim arasındaki münâsebet, karı ile kocasının birbirlerine manen elbise mesabesinde olmasındandır. Birinin diğerinden ayrılması, elbisenin vücuttan çıkarılmasına benzetilmiştir. Fı­kıh dilinde kadının aralarında anlaşacakları mal veya para karşılığında kocasından boşanmasını sağlamasıdır.

Yukarıda verilen tariften de anlaşılacağı üzere Hul' talakın bir nevi­dir. 'Çünkü boşama bir mal karşılığı olduğu gibi, mal karşılığı olmaksızın da olabilir. Bir bedel ve mal karşılığı olmaksızın yapılan boşamaya talalç denir. Bir ivaz (bedel) karşılığı yapılan boşamaya da hul' denilir. Boşa­mak bâzan caiz, bazan de mekruh, bazan müstehab gibi değişik hükümler aldığı gibi hul* da böyledir. Eşler arasında şiddetli geçimsizlik çıkması ve­ya birbirine karşı yükümlü bulundukları haklara riâyet etmemeleri gibi haller için hulu' meşru kılınmıştır.[282]

 

Bazı Hükümler
 

1. Bir kimsenin karısına mehir olarak verdiği malların tümü karşılığında anlaşarak karısını boşa­ması caizdir. Ancak bir kimsenin karısını bir bedel karşılığında boşamak durumunda kaldığı zaman talak karşılığında alabileceği malın miktarı üze­rinde ulema ihtilaflıdır. Hanefî ulemasına göre eğer geçimsizliğe sebeb olan kadınsa kocanın vereceği talak karşılığında kadından daha önce vermiş olduğu mehirden daha fazla mal alması caizdir. Delilleri ise;

"Eğer erkek ve kadının Allah'ın sınırlarında duramayacaklarından kor-karsanız o zaman kadının (ayrılmak için) verdiği fidyede ikisine de bir günâh yoktur"[283] âyeti kerimesiyle "...eğer kendi istekleriyle o nıchrin bir kısmını size bağışlarlarsa onu da afiyetle yeyin"[284] âyet-i kerimesidir. Yine hanefi uleması bu görüşlerine sünnetten bir delil olarak da şu hadis-i şerifi gösterirler;

Ebu Ubeyde'nin kızı Safiye'nin azatlı cariyesi şöyle dedi; "Ben her şeyimi kocama vererek boşandım. Bunu Abdullah b. Ömer hoş karşıladı"[285] Evlâ olan daha önce verilmiş olan mehirden fazlasını alma­maktır. Çünkü şu hadis-i şerif bu gerçeği ifâde etmektedir; Bir kadın Pey­gamber (s.a.)'e gelerek kocasını şikâyet etti. Hz. Peygamber de O'na

"Sen ona vereceği talak karşılığında sana mehir olarak verdiği bah­çeyi iade etmeye razı olur musun?" diye sordıu. Kadın;

"Evet daha fazlasını da verebilirim karalığını verdi. Rasûluîlah da

"Fazlasına gelince hayır" buyurdu.[286]

Eğer geçimsizlik erkekten geliyorsa, kadından bir meblağ alması ka­zaen caiz ise de, diyâneten helâl değildir. Çünkü Allah teâla "...onlardan birine (evvelki eşinize) yüklerle mal vermiş olsanız dahi verdiğinizden hiç birşeyi geri almayın"[287] buyurmuştur. Hanefi ulemasının görüş budur.

İmam Mâlik ile Şafiî ve cumhura göre ise, mehr-i musemmâdan fazla meblağ almakta hiçbir sakınca yoktur. İmam Ahmed'e göre ise, mehr-i musemmâdan fazla meblağ almak mekruhtur. Delili ise biraz önce naklet­tiğimiz hadiste geçen "fazlasına gelince, hayır"[288] cümlesidir.

2. Hul'u talak değil, feshdir. Çünkü eğer talak olsaydı kadınla hiç cinsî münâsebette bulunulmayan bir temizlik döneminde ve kadının rızası aranılmaksızın sadece erkeğin arzusuyla vaki olurdu. Oysa hul'u'da bu-şartlar aranmaz. İbn Abbas (r.a.) bu görüştedir. Kitabdan delili ise, "bo­şama iki defadır (bundan sonra kadını) ya iyilikle tutmak ya da güzelce salıvermek (lazım)dır."[289] âyet-i kerimesinden sonra, "Allah'ın sınırların­da durmayacaklarından korkarsanız, o zaman kadının (ayrılmak için) ver­diği fidyede ikisine de bir günah yoktur"[290] anlamındaki hulu' âyetinin zikredilmesi bu âyet-i kerimeden sonra da "erkek (üçüncü kez) boşarsa artık bundan sonra kadın bir başka kocaya varmadan kendisine helal olmaz"[291] mealindeki talak âyeti kerimesinin zikredilmesidir. İbn Abbas (r.a.)'a göre eğer huP fesh değil de talak olsaydı, o zaman bu âyetlere göre talak sayısı dörde çıkardı. Bu ise, Kur'an-ı Kerimin genel mevzuatına aykırıdır.

İmam Ahmedile İshak, Ebu Sevr de bu görüştedirler. Bu görüş imam Şafiî'den de rivayet olunmuştur. Hz. Ali ile Hz. Osman ve İbn Mesud'a göre Hulu' ile bir bâin talak" vâki olur. Hasan el-Basrî ile İbrahim en-Nehaî, İbnu'l-Müseyyeb, Süfyân es-Sevrî, Hanefi ulemâsı, imam Malik, el-Evzâî de bu görüştedirler. İmâm Şafiî'nin iki kavlinden en sahih olanı da budur.

Delilleri ise şu hadiş-i şeriflerdir:

1. "Peygamber (s.a.) hulu'u bir bâin talak kabul etti"[292]

2. Ümmü Bekre hulu' yaparak kocası Abdullah b. Useyd'den ayrıl­mıştı. Sonra Osman (r.a.) bunu geçerli kıldı ve "bu bir bâin talak sayılır ancak ne çeşit bir ayrılma istediğini kocasına açıkça belirtirse, o belirttiği şekilde ayrılık gerçekleşmiş olur", buyurdu.[293] Daha sonra Ashâb-ı Kiram da Hz. Osman'ın bu görüşü üzerinde icma etmişlerdir.

Hanefi ulemasına göre hulu' nefsi satmaktır. Ve bu hulu' kelimeleriy­le yapıldığı zaman kadının kocasına bir meblağ vermesi söz konusu edil­mese bile, bir bâin talak sayılır. Herhangi bir meblağı da dile getirerek "talakı satmak" kökünden türeyen kelimelerle yapılan hulu' anlaşması ile de bir bâin talak vâki olur. Bilindiği gibi bâin talak vaki olduktan sonra o kadın artık kocasının hâkimiyetinden kurtulmuştur.

Kadın istemediği takdirde eski kocası bir daha ona dönemez, kadın kocasının yeniden kendisine dönmesine razı olsa bile, hayatlarını birleştirebilmeleri için yeniden nikâh kıymaları ve dolayısıyla mehir tayin etmele­ri gerekir.

Metinde geçen "Habibe de ailesinin yanında kaldı" cümlesi, karısını hulu' yoluyla boşayan bir kimsenin ona oturacak bir ev bulmakla mükel­lef olmadığına delalet etmektedir. İmam Mâlik'e göre ise, hulu' vaki ol­duktan sonra erkeğin kadına nafaka temin etme görevi sona erdiği gibi, kadının erkeğe ve erkeğin kadına vâris olmak hakkı da sona erer. Çünkü hulu bâin talaktır. Bâin talakın miras hakkını ortadan kaldırdığında ise ittifak vardır. Ancak kocası iddet süresinde onun mesken ihtiyacını temin etmekle mükelleftir. Çünkü kadına mesken ihtiyacını temin etmek aynı zamanda Allah'ın hakkıdır. Bu hakkı kadından kimse hiçbir zaman alamaz.

Hanefî ulemâsına göre eğer hulu' muamelesi muhâlea babından gelen fiillerle yahut mehrden başka bir meblağ karşılığında icra edilirse, o za­man kadın nikah bağıyla kocasından elde ettiği bütün haklarını kaybeder.

Eğer hulu' bir meblağ karşılığında vaki olmamış ve hulu' kökünden gelen müfâ'ale babından bir fiil kullanılmamışsa, İmam Ebu Hanife (r.a.)'ye göre kadının- nikâh bağıyla kocasından elde ettiği haklarından hiç birisi kaybolmaz. İmam Ebu Yusuf ile İmam Muhammed'e göre ise, bu şekilde vâki olan ayrılmalarda kadının kocasıyla birlikte anlaşarak vazgeçtiği hak­ları düşer. Bunların dışında hiçbir hakkı düşmez.[294]

 

2228. ...Aişe (r.anha)'den rivayet edildiğine göre Habibe bint Sehl, Sabit J). Kays'm nikâhı altında iken (sabit bir gün) onu döv­müş ve bir tarafını kırmış. Bunun üzerine (Habibe) sabahleyin onu Peygamber (s.a.)'e şikâyet etmiş. Peygamber (s.a.) de Sabit'i çağırıp:

"Onun mehrinin bir kısmını alarak kendisini boşa" buyurmuş. Bunun üzerine (Sabit);

Bu caiz olur(mu?) ya Rasûlallah! diye sormuş (Rasûl-i Ekrem);

"Evet" cevabım vermiş. (Sabit de);

Ben ona mehir olarak iki bahçe vermiştim ve şu anda bunlar onun elinde bulunuyor demiş. Bunun üzerine Peygamber (s.a.);

"Onları al da onu boşa" buyurmuş. O da (öyle) yapmıştır.[295]

 

Açıklama
 

Bu hadis-i şerifte "Hz. Habibe'nin kocasını Rasûl-i Ekrem'e şikâyetine sebeb olarak kocasının onu dövmesi gösterilirken, Buhârî'nin rivayetinde geçen "Ey Allahm Rasûlu, Sabit b. Kays'ın ne dinine ne de huyuna bir diyeceğim var. Fakat müslümanlıkta küfrân-i nimetten (veya küfür derecesinde bir hata işlemekten) çekmiyorum"[296] cüm­lesi Hz. Habibe'nin kocasını, kendisini dövdüğünden değil de başka bir sebepten dolayı şikâyet ettiği anlaşılmaktadır. Fakat bu durum iki hadis arasında bir çelişki olduğunu göstermez. Çünkü Hz. Habibe'nin kocasını Rasül-i Ekrem'e şikâyeti müteaddit defalar vuku bulmuştur. Zira kocası çok çirkin ve kısa boylu bir adamdı. Bu yüzden Hz. Habîbe ondan ayrıl­mak istiyordu. Buhârî'nin rivayetinde anlatılan şikâyet sebebi Hz. Habi­be'nin kocasının çirkin ve kısa boylu oluşudur. Nitekim şu hadis-i şerif de bunu açıkça ifâde etmektedir: "Habibe bint Sehl, Sabit b. Kays b. Şemmâs'ın nikahı altında idi. Sabit kısa boylu, çirkin bir adamdı. Habîbe: Ya Rasûlallah! Vallahi eğer Allah korkusu olmasaydı, kocam Sabit yanıma girdiği zaman yüzüne tükürürdüm, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) kadına;

"Sabit'in vaktiyle mehir olarak sana verdiği bostanını kendisine geri verir misin?" diye sordu kadın:

Evet veririm, dedi. Bunun üzerine kadın bostanı Sabit'e geri verdi.

Bundan sonra Rasûlullah (s.a.) Sabit ile Habîbe'yi birbirlerinden ayırdı"[297]

 

Bazı Hükümler
 

Bir kadın kocasının çirkinliğinden dolayı huzursuz olursa, bir mal karşılığında boşanma tale­binde bulunması caizdir. Fıkıh ulemasının tümü bu görüştedir. Delilleri ise mevzumuzu teşkil eden bu Ebû Dâvud hadisiyle şu âyet-i kerimedir: "Eğer erkek ve kadının Ali ahin sınırlarında duramayacaklarından kork ar­sanız, o zaman kadının (ayrılmak için) verdiği fidyede ikisine de bir günah yoktur"[298]

Bu âyet-i kerimedeki hitab, hâkimlerle karı ile koca arasındaki geçim­sizliği önlemek ve aralarını İslah etmekle görevli kimselerdir. Âyet-i keri­mede geçen "Allanın sınırlarında duramamak" ifâdesinden maksat, kadı­nın kocasının haklarını küçümseyerek onları yerine getirmekten kaçınması ve kocasına itaat etmemesidir. Hz. İbn Abbas ile imam Mâlik ve cumhur ulema bu görüştedirler. Şa'bi'ye göre ise, Allah'ın sınırlarından durama-malarıridan maksat, Allah'a itaat etmemeleridir.

Fâide: Hulu'un vukuunun şartlan aynen talakın vuku'unun şartlan gibidir. Bu şartlar şunlardır:

1. Zevcin talaka ehil yani mükellef (âkil, baliğ) ve mutayakkız olması şarttır. Binaenaleyh çocuğun, mecnûnun, uyuyanın talakları vâki olmaz.

2. Zevcenin sahih nikâh ile nikahlanmış ya da talaka müsait olması şarttır. Binaenaleyh bir kimsenin kendi nikahlısı olmayan yabancı bir ka­dın hakkında vereceği talak muteber olmayacağı gibi hurmet-i müsâhare-den veya eşler arasında kefâet bulunmayışından dolayı nikâhı feshedilerek İddet beklemekte olan bir kadın hakkında da vaki olmaz.

3. Talâkın bir lafza mukarin olması şarttır. Binaenaleyh sadece niyyet etmekle talak husule gelmez.

4. Talakın istisnadan yani inşallah demekten hâli olması şarttır.

5. Talakın zevceye hakikaten veya manen tevcih ve izafe edilmesi şarttır. Binaenaleyh bir kimse zevcesine hitaben "seni boşadım" veya gıyabında "zevcemi boşadım" yada ismini anarak falancayı boşadım dese, talak vâ ki olur. İşte hulu yoluyla boşanmak isteyen kadında da bu şartların bulunması gerekir. Ancak hulu ile talak arasında lâfız, farkı vardır.

Yani birinde talak lafzıyla talak anlamına gelen lâfızlar kullanılırken hulu'da "hulu' " kökünden gelen ya da hulu' manasını ifâde eden keli meler kullanılır ve bir de hulu' da erkeğin kadına bir bedel ödemesi sö; konusudur. Talakta ise, bedel sözkonusu değildir. Fakat hulu'nun vâk: olması için bedeli zikretmesi şartı yoktur. Hulu'un rüknü, eğer hulu' biı bedel karşılığında yapılıyorsa veya müfaale babından hulu' kökenli biı kelime veya "ibra" kökenli bir kelime kullanılarak icra ediliyorsa, o za­man hulu'nun rüknü mazı sîgasıyla meydana gelecek icab ve kabulden ibarettir. Ancak "hala'tuki; Seni hulu' yoluyla boşadım" şeklinde hulu' asıllı sülasi fiillerle ve talak niyetiyle yapılan bedelsiz hulu'larda kabul bu­lunmasa bile.ayrılık vâki olur. Çünkü her ne kadar bu gibi bedelsiz ayrı­lıkların ismi hulu' da olsa, bunlar aslında talaktan başka bir şey değiller­dir. Dolayısıyla bu talakların vukuu için kabule ihtiyaç yoktur. Binaena­leyh "hulu" ve "muhâlea" kökünden gelen fiillerin her ikisiyle de talak vaki olur. Ancak erkeğin kadına vermiş olduğu mehri geri alabilmesi için "muhalea" babından gelen bir fiil kullanması gerekir.[299]

 

2229. ...tbn Abbas (r.a.)'dan rivayet olunduğuna göre "Sabit b. Kays'ın karısı Sabiteden hulu' olmuş ve bunun üzerine Peygam­ber (ş.a.) onun iddetini bir hayz (süresi) olarak tayin etmiştir.[300]

Ebû Dâvud dedi ki: "Abdurrezzak da bu hadisi Ma'mer, Amr b. Müslim ve îkrime senediyle Peygamber (s.a.)'den mürsel olarak rivayet etmiştir.[301]

 

Açıklama
 

İmam Tirmizî bu hadis hakkında şunları söylüyor: "Bu hadis hasen-garibdir. İlim adamları, hulu' suretiyle bo­şanan kadının iddet müddetinde ihtilâf ettiler. İlim adamlarının çoğu "hulu' olan kadının iddet müddeti boşanmış kadının iddet süresi kadardır" di­yorlar Süfyan es-Sevrî ve Kufe'lHerin kavli budur. Ahmed ve İshak da bu görüştedirler. Peygamber (s.a.)'in ashabından ve sonrakilerden bazı ilim adamları ise "Hulu' olan kadının iddet süresi bir hayızdır" demekte­dirler. İshak diyor ki;

"Her kim bu görüşte ise, bu kuvvetli bir görüştür".[302]

 

Bazı Hükümler
 

1. Hulu' feshdir, talak değildir. Biz fıkıh ulemasının bu mevzudaki görüşlerim 2227 numaralı ha­disin şerhinde açıkladık.

Gerçek olan şudur ki, hulu' fesh değil, talaktır. Çünkü Allah teâla hulu' hükümlerini "boşanma iki defadır"[303] ayet-i kerimesinden sonra zik­retmiş ve hulu' ayetlerindeki zamirleri talaka göndermiştir. "Şayet erkek ve kadın Allah'ın sınırlarında duramayacaklarından korkarlarsa başka"[304] âyet-i kerîmesiyle "eğer erkek ve kadının Allanın sınırlarında duramaya­caklarından korkarsamz o zaman kadının (ayrılmak için) verdiği fidyede ikisine de bir günah yoktur"[305] âyet-i kerimesinde olduğu gibi, bu iki âyet-i kerimede geçen bütün zamirler âyetin baş tarafında geçen talak meselesine dönmektedirler. Nitekim Rasul-i Ekrem efendimiz de;

"Bahçeyi kabul et ve onu boşa"[306] hadisinde hulu'dan talak diye sözetmiştir. Eğer eşler hulu' vuku bulduktan sonra anlaşırlar da iddet içer­sinde birbirlerine dönmek isterlerse ve koca bu maksatla almış olduğu ma­lı geri verecek olursa, dört mezhep imamına göre de bu caiz olmaz. Hulu' ister fesh sayılsın, ister talak sayılsın, erkeğin hulu' yaptığı karısına döne-bilmesi için yeniden nikâh kıyması gerekir. Ulemanın ekseriyetinin görüşü de budur.

2. Hulu' yapılan bir kadının iddeti bir hayız süresidir. Hulu'nun fesih olduğunu söyleyen ulemanın görüşü budur. Fakat hulu'nun talak olduğunu iddia eden ulemaya göre ise, hulu yapılan bir kadının iddet süresi de talakla olduğu gibi üç hayız (veya temizlik) süresidir.[307]

 

2230. ...İbn Ömer (r.a.)'den; demiştir ki: "Hulu yapılan bir kadının iddeti bir hayız süresidir."[308]

 

Açıklama
 

Bir önceki hadisin şerhinde yaptığımız açıklamalar bu eser için de geçerlidir. Tekrara lüzum görmüyoruz. An­cak burada şu hususa temas etmekte fayda varır: Allâme el-,Bâcûrî "yapıl­ması zarurî olan bir fiili yapmamak üzere üç talak üzere yemin eden bir kimsenin bu yeminden kurtulması için karısına hulu' yapmasının caiz olduğunu" söylemişse de, bazı ulema bunun hiç bir delile dayanmayan bâtıl bir iddia olduğunu söylemişlerdir. Hanbefi ulemasından İbnu'l-Kayyim bu görüşü tenkid ederken şunları söylüyor: "Allah nikahı feshetme hakkı­nı insanların keyf ve arzusuna bırakmamıştır. Karı-koca bir arada yaşa­dıkları sürece, Allah'ın sınırlarını koruyamayacaklarından endişeye düş­tükleri zaman nikahı feshetme hakkı doğar. Yine bu gibi hallerde kişinin karısını bir bedel karşılığında boşaması meşru olur. Sünnet bunu emret­mektedir. Bunun aksine hareket ne Rasûl-i Ekrem zamanında ne de ashâb-ı kiram ve tabiîn zamanında caiz görülmüştür. Böyle bir uygulama dinen bâtıl sayılan bir hileden başka bir şey değildir.

Böyle bir hilenin meşruluğunu mezheb imamlarından hiçbirisi de sa­vunmamıştır. Muteahhirîn ulemasından bazılarının bu gibi hileler ihdas ettikleri ve hatta tamamen kendi eserleri olan bu gibi hileleri mezhep imam­larına isnad ettikleri görülmüşse de bu isnadların hiç birisinde doğruluk payı bulunmamaktadır.[309]

[275] İbn Mâce, talak 21; Tirmizî, talak 11; Dârimî, talak 6; Beyhakî, es-Sünenü'1-kübrâ, VII, 316; Hakim, el-Müstedrek, II, 200.

    Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/451.

[276] Ö.N. Bilmen, Istılâhat-ı Fıkhiyye, II, 270.

[277] el-Bakara (2), 229.

[278] Buharî, talak 12; Nesâî, talak 34.

[279] en-Nisâ (4), 35.

[280] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/451-452.

[281] Nesâî, talak 34; Ibn Mâce, talak 22; Muvatta, talak 31; Beyhakî, es-Sünenü'1-kübrâ, VII, 312.     

    Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/453.                                       

[282] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/454.

[283] el-Bakara (2), 229.

[284] en-Nisa (4), 4.

[285] Muvatta, talak 32.

[286] Zeyâî, Nasbu’r-râye, III, 344.

[287] en-Nisa (4), 20.                                     

[288] Zeylaî, Nasbu'r-râye, III, 344.

[289] el-Bakara (2), 229.

[290] el-Bakara (2), 229.

[291] el-Bakara (2), 230.

[292] Darekutnî, Sünen, IV, 46; Beyhakî, es-Sünenü'1-kübrâ, VII, 316.

[293] Zeyiaî, Nasbu'r-râye, III, 243.

[294] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/454-456.

[295] Beyhakî, es-Sünenü'1-kübrâ, VII, 315.

   Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/456-457.

[296] Buharı, talak  12; Nesaî, talak 34; îbn Mace, talak 22.

[297] İbn Mace, talak 22.

    Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/457-458.

[298] el-Bakara (2), 229.

[299] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/458-459.

[300] Tirmizi, talak 10; Muvatta, talak 32-33; Hakim, el-Müstedrek, II, 206.

[301] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/459-460.

[302] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/460.

[303] el-Bakara (2), 229.

[304] el-Bakara (2), 229.

[305] el-Bakara (2), 229.

[306] Buhari, talak  12.

[307] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/460-461.

[308] Sadece Ebû Dâvud rivayet etmiştir.

   Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/461.

[309] İbnu'ly-Kayyim,  İ'lâmü'l-muvakkiîn, III, 218-219.

     Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 8/461.