๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Süneni Ebu Davud => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 06 Şubat 2012, 19:26:47



Konu Başlığı: Mekke Hareminde Bazı Fiillerin Yasaklanması
Gönderen: Zehibe üzerinde 06 Şubat 2012, 19:26:47
89. Mekke Hareminde Bazı Fiillerin Yasaklanması

 

2017. ...Ebû Hüreyre (r.a.)'den; demiştir ki: Allah (c.c.) kendi elçisin'e Mekke'nin fethini nasibedince Peygamber (s.a.) halkın için­de ayağa kalkıp Allah'a hamd-ü senada bulunduktan sonra şöyle buyurdu:

"Gerçekten Âllah(c.c) Fil Ordusunun Mekke(ye girmek)den men etmiş fakat Resulü ile mü1 mini eri Mekke'ye girmeye muzaffer kılmıştır. Allah teâla Mekke'yi sadece bana mahsus olmak üzere, gündüzün bir saatinde helâl kılmıştır. Sonra O (yine) kıyamete kadar haram (kıhnrmş)dır. Ağacı kesilemez kaybolan eşyası(m almak) helâl olmaz, ilân edecek olan kimsenin dışında kaybolan eşyası(m almak hiç kimse için) helâl değildir." Bunun üzerine Abbâs -Yahutta el-Abbas (Abbas kelimesinin "el" takısı ile mi yoksa el takısından tecrid edilerek mi rivayet edilmiş olduğunda râvi şüphe ediyor);

Yalnız, izhir müstesna (değil mi) ya Resûlallah? Çünkü evleri­miz ve kabirlerimizi için (lâzım olmakta)dır, dedi. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de:

"Yalnız izhir müstesna!" buyurdu.

Ebû Dâvûd dedi ki: (Bu hadisi) el-Velid'den Îbnu'l-Musaffa da (rivayet etti ve hu rivayetine şunları da) ilâve etti:

Bunun üzerine Yemen'li bir zât olan Ebu Şah ayağa kalkarak:

Ya Resûlullah! Bunu bana yazınız, dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem.de,

"(Bunu) Ebu Şah için yazınız" buyurdu. (Velid dedi ki)

Ben Evzâî'ye (Hz. Peygamber) "Ebû Şah için yazınız" sözüyle neyi kastediyor? diye sordum da (Evzâî, Ebû Şah'm); Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den işitmiş olduğu şu konuşmayı (yazınız anlamınadır)" diye cevap verdi.[294]

 

Açıklama
 

Bilindiği gibi Mekke hicretin 8. Yılında (M.630'da) fethedilmiştir.Resûl-i Ekrem Efendimiz  Mekke'ye  girmeye muvaffak oldu. Allah'ın nasibettiği bu zafer karşısında devesinin üze­rinde şükür secdesi yapan Peygamberin ilk işi Kabe'yi tavaf etmek oldu. "Hak geldi bâtıl zail oldu. Çünkü bâtıl yok olmaya mahkûmdur." mana­sına gelen âyet-i kerimeyi okuyarak Kabe'yi putlardan temizledi. Fethin ikinci günü[295] Allah'a hamd^ü sena ettikten sonra orada toplanan Mekke'lilere mühim bir hutbe irâd etti. Bu hitabesinde Allah'dan başka mâbûd bulunmadığını, Allah'ın kendisine yardım ederek düşmanlara gâlib getir­diğini ve kendisine vâdettiği fethi gerçekleştirdiğini açıkladı. Bütün gurur­lanmaların ve kuruntuların geçmiş kan davalarının boş ve hükümsüz oldu­ğunu, Kabe'ye ait hizmetlerin eskiden olduğu gibi yine devam edeceğini bildirdi. Câhiliyyet gururu ile avunmanın, geçmişlerle kuru kuru Övünmenin yerinde olmadığını, bütün insanların Hz. Âdem soyundan geldiğini, O'nun da topraktan yaratıldığını söyledi. Bu arada "Gerçekten Allah Fil Ordusunu'Mekke(ye girmek)den menetmiştir." diyerek Fil hâdisesini ha­tırlatmıştır. Bilindiği gibi fil vakası Peygamberimizin doğumundan aşağı-yukarı elli gün önce Muharrem ayının çıkmasına on üç gün kala olmuştur. Tahr-i Kâinat Efendimiz ise 571 yılı 20 Nisanına rastlayan 12 Rebîülevvel Pazartesi günü tan yeri ağarırken dünyaya gelmiştir.[296]

Fil olayı şu şekilde cereyan etmiştir: Ebrehe, Habeş hükümdarının Yemen valisi idi ve Hıristiyandı. Arabların hac mevsiminde Mekke'deki Beyt'i Kabe'yi ziyarete hazırlandıklarını görünce, "Bu ev neden yapılmış­tır?" dedi. "Taştan yapılmıştır" dediler, "Ne ile örtülmüştür?" diye sor­du. "Yemen alacası ile örtülmüştür." dediler.

Ebrehe Hz. İsa adına yemin ederek "Ben size Kabe'den daha güzelini yapacağım" dedi ve Kayser'e bir mektub göndererek San'a'da muhteşem bir kilise yaptırmak istediğini bildirip kendisinden yardım istedi.

Kayser Ebrehe'ye ustalarla tepe camları ve su mermerleri gönderdi. Ebrehe beyaz, kırmızı, sarı ve siyah su mermerlerinden yaptırdığı kiliseyi altın ve gümüşle de süsledi. Kapılarım altun levhalarla kaplattı. Altın çivi­leri mücevherlerle biribirinden ayırttı. Kapısını büyük bir yakutla süsledi ve ona kapıcılar tayin etti. Kilisede öd ağacı yakılarak duvarları miskle sıvandı. Kilise tamam olunca Ebrehe, Habeş hükümdarına bir mektup ya­zarak: "Hükümdarım! Ben senin için San'a 'da benzeri görülmedik bir kilise yaptırdım arabların haccını buraya çevirmedikçe durmayacağım." dedi ve dediğini de yaptı. Her tarafa propagandacılar gönderdi: Arabları San'a kilisesini ziyarete davet etti. Hıristiyanlığı benimseyen Arab kabile­lerinden bazı kimseler gelip kiliseyi ziyaret etmeye ve hatta orada ibâdetle meşgul olmaya başladılar.[297]

Arablardan biri Ebrehe'nin bu fikrini öğrenmek üzere bir gün kiliseye giderek içerisine pislemiş ve bu pisliği duvarlarınada sıvamıştı. Kabe'ye giden ve onu tazim edenlerden birinin kendi kilisesine karşı bu hareketi reva görmesi Ebrehe'yi son derece öfkelendirdiğinden Ebrehe Kabe'yi yık­maya yemin etmişti.

Bunun üzerine Ebrehe kuvvetlerini hazırlayarak hareket etmiş ve bu kuvvetlerini fillerle de takviye etmişti.

Onun bu hareketinden haberdar olan Arablar ona mukavemet için hareket etmişler. Yemen'den çıkan Zü Nefr adındaki Arab onun tarafın­dan mağlub ve esir edilmiş, ondan sonra aynı maksatla Ebrehe ordusuna karşı çıkan Nufeyl b. Hâbib el-Has'amî'de aynı akıbete uğramış, Ebrehe başka bir mukavemetle karşılaşmadan Tâif i de geçmiş ve yolda rastladığı arablar ona yol göstermeden başka çare bulamamışlardı. Tâif den itibaren Ebrehe'ye yol gösteren Ebu Rigâl Ebrehe'ye Tâif le Mekke arasında bulu­nan el-Mugammis'e kadar kılavuzluk etmiş ve orada ölmüştür. Arablar hâlâ oradan geçerken Ebû Rigâl'in kabrini taşlarlar.

Ebrehe Mugammis'e inince Habeşlilerden fil kumandam Esved b. Maksûd'u keşif kolu olarak bir süvari bölüğü ile Mekke'ye gönderdi. Bunlar Mekke'ye kadar sokularak Kureyş ve sairenin mallarını ve bu arada Kureyş'in büyüğü olan Abdulmuttalib'in de 200 devesini sürüp karargâha getirdiler.

Daha sonra Ebrehe Himyeriler'den birini Mekke'ye göndererek, "Ku-reyş'in reisiyle görüşmesini ve ona kendisinin harp için değil, yalnız Beyt'i yıkmak için geldiğini buna karşı koyan bulunmazsa harp olmayacağını bildirmesini" emretmiş. Abdulmuttalib Ebrehe'nin bu elçisine: "Biz de harbedecek değiliz. Bu ev Allah'ın evidir, onu Allah'ın dostu İbrahim inşâ etmiştir. Bunu ancak Allah himaye edebilir, yoksa bizim bu evi yıkmağa gelene karşı duracak kuvvetimiz yoktur" diye cevap vermişti. Bunun üze­rine Ebrehe'nin elçisi Abdulmuttalib'in kendisine refakat etmesini istemiş. O'nu Ebrehe'nin ordugâhına götürmüştür. Abdulmuttalib buradan Yemen'li ZûNefr'i sormuş, Zü Nefr kendisi gibi ölümü bekleyen bir esirin bir diye­ceği olmadığını, fakat Ebrehe'nin filini güden Enis'in kendi ahbabı oldu­ğunu söyienıiş, Enis'e Abdulmuttalib'i tanıtarak O'nu Ebrehe ile görüş­türmesini istemiş Enis Ebrehe'ye Abdulmuttalib'in Kureyş'in reisi olduğu­nu bildirerek huzuruna kabul edilmesini rica etmiş Neticede Ebrehe Ab­dulmuttalib'i kabul etmiş. Abdulmuttalib heybetli ve vakur bir zat idi. Ebrehe Onu i'zâz ederek ne istediğini sormuştu. Abdulmuttalib de kendi­sine ait 200 devenin iadesini istedi. Ebrehe onun bu talebine hayret ederk, "Senin vakur bir adam olduğunu görerek sana hürmet etmiştim. Halbuki sözlerin seni gözümden düşürdü. Çünkü sen Ebâ ve ecdadının dinine mer­kez teşkil eden Kabe'yi ihmal ederek yıkılmasıyla ilgilenmiyor ve yalnız kendi develerini düşünüyorsun" dedi. Abdulmuttalib de şu karşılığı verdi:

O develerin sahibi benim, o evin sahibi ise, Allah'dır. Onu korur.

Bunun üzerine Ebrehe Abdulmuttalib'in develerini iade edip o da bu develeri Kabe'ye adayarak Kabe'nin civarına bırakmıştır.[298]

Nihayet AhdulrmıttaHb Ebrehe askerlerinin tecâvüzlerine uğramamak için Mekke'den çıkıp dağların tepelerine ve aralıklarına çekilmelerini Mek-k .e'İilere emretti. Bundan sonra yanında Kureyşten bazıları olduğu halde Kabe'ye gitti Kabe'nin kapısının halkasına yapıştı ve;

"İlâhî bir kul bile evini barkını korur sen de buraya konmuş, doku­nulmazlığı tehlikeye düşmüş olanları haçlılara karşı koru, onların haçları ve kuvvetleri yarın senin kuvvetine asla galebe çalam ayacaktır.

Eğer sen onları bizim kıblemizle başbaşa bırakıverecek olursan, o da senin bileceğin bir iştir.

Onlar ülkelerinin cemaatlerini bir de fili çekip getirdiler. Senin Beyt'i ne sığınmış olan halkını düzenleriyle yağmalamak için cehaletlerinden se­nin koruna yürüdüler. Senin kudretini ve ululuğunu hiç düşünmediler..." diyerek münacaat etti.

Abdulmuttalib'le yanındakiler Allah'a yalvardıktan sonra dağ başla­rına çekildiler. Ebrehe'nin Mekke'ye girince ne yapacağını gözetlemeğe başladılar.

Sabah olunca Ebrehe Mekke'ye girmeye hazırlandı ve askerini düzene koydu. Mahmud adını taktıkları fili de hazırlayıp 17 Muharrem Pazar günü Mekke'ye doğru yönelttiler.

Mekke'ye gelirken Ebrehe'ye karşı koymak istemiş yenilmiş ve yol göstermek şartıyla canını kurtarmış olan Nüfeyl b. Has'amî bir aralık filin yanına sokuldu kulağını tuttu ve "Mahmud çok, sağ-selâmet geldiğin yere dön! Sen Allah'ın dokunulmaz kıldığı memlekettesin," dedi ve hemen ko­şa koşa dağa çıktı.

Fil birdenbire yere çöküverdi. Onu ayağa kaldırmak için zorladılar. Teberlerle başına vurdular, dövdüler, yine kaldıramadılar. Çengeller içine aldılar ötesini berisini çektiler, sivri uçlu ağaç sokup burnunu kanattılar yine de kaldıramadılar. Yüzünü Yemen'e doğru çevirdikleri zaman koşu­yordu, yüzünü Şam'a doğru ya da doğuya doğru çevirdikleri zaman hep koşuyor fakat yüzünü Mekke'ye çevirince çöküvermekteydi. Tam bu sıra­da yüce Allah onların üzeri,ne deniz tarafından kırlangıçlar ve belesan'a benzeyen pek çok kuşlar saldı. Her kuş biri gagasında ikisi iki ayağında nohuttan küçük mercimekten büyük üç taş yüklenmiş bulunuyordu. Bu taşlar onlardan kime rastlarsa, onu helak ediyordu.

Ebrehe'nin askerleri oraya buraya kaçışmaya başladılar. Geldikleri yolu tutmak istiyorlardı. Yemen yolunu göstersin diye hep Nüfeyl'i soruşturu­yorlardı.

NüfeyHn bir şi'ri:

Nüfeyl, bu hâdise hakkında söylediği şiirinde şöyle der:

"Nereye kaçacaksın? Takib eden Allah. Esrem (Ebrehe) ise mağlup, gâlib değil.

Ey Rüdeyna, Sana bizden selâm. Biz sabahleyin erkenden sizi sevin-, dirdik. Sizden birisi geceleyin bir ateş parçası almak için bize gelmişti ama gücü yetmedi, alamadı.

Ey Rüdeyna, Muhassab vadisinde bizim gördüğümüz şeyi sen de gör­müş olaydın, şaşar, beni mazur görür, fikrimi över, kaybedilmiş olan şey­lerden dolayı ümitsizliğe düşmezdin.

Ben kuşları görünce Allah'a şükrettim. Taşlar üzerimize doğru atıl­mağa başlayınca korktum!..

Herkes Nüfeyli soruyor, "Habeşlilere yol göstermek bana düşen bir borç imiş gibi."

Ebrehe ve askerleri kaçışıyorlar ve her yolda düşüyorlar, her sığındık­ları yerde helak ve yok oluyorlardı. Ebrehe de cesedinden vurulmuştu. Onu Muhassab vadisinden yanlarında çıkardılar. Vücudu parmak ucu ka­dar parçalar halinde dökülüyordu. Her parça döküldükçe arkasından ce­rahat irin ve kan akıyordu. Nihayet onu öylece San'a'ya kadar götürdü­ler. Bir kuş yavrusu gibi kalmış kalbi parçalanıncaya kadar ölmemişti.

Mahmud adındaki fii, sağ kalmıştı.

Filin seyisinin ise, iki gözü görmez, ayakları tutmaz olup sürünerek Mekke'de halkdan yiyecek dilendiği görülmüştü. Bundan sonra yüce Al­lah bir de sel gönderdi. Habeşlilerin kalanlarını sürükleyip denize döktü.[299]

İbn Kesîr'in de ifade ettiği gibi Allah teâlanın o sene Kureyş'lileri Hıristiyanlara karşı koruması onları o sene dünyaya gelecek olan Resûl-i Ekrem'in Peygamberliğini kabule hazırlamasından başka bir şey değildir. Diğer bir ifade ile Fil Olayı Fahr-i Kâinat Efendimiz için "İrhas" kabilin­den bir olaydır. Bilindiği gibi, Peygamber olacak bir zattan Peygamberli­ğinden önce olağanüstü bazı hallerin zuhuruna "irhas" denir, bu haller o zatın Peygamber olmasına alâmettir.

Cenab-ı Hak Fil Vak'asıyla sanki Beyt-i Şerifini her türlü saldırılar­dan korumak istediğini ve bunu niçin de yakında bir Peygamber göndere­ceğini ihtar ediyor ve aslında Kureyş müşrikleriyle hıristiyanlar arasında bir fark olmadığını da ilân ediyordu.

Hadis ulemâsından Hattâbî de bu hâdise ile ilgili görüşlerini açıklar­ken şöyle diyor: "Bazı inkarcıların "Madem Allah Kabe'yi o kadar koru­mak istermiş de Haccâc-ı Zâlim gibi bazı kimselerin mancınıklar kurarak Kabe'yi taş ve ateş yağmuruna tutmalarına niçin engel olmamış?" gibi sözlerine temas ederek "Câhiliyye dönemi insanları ancak gözle görüp elie tuttuğunu anlayabilen kimseler olduklarından bunun ötesinde kalan ha­dislerden bir mana çıkarabilecek seviyede kimseler değillerdi. Bu sebeble Allah Teâla göze hitabeden böylesine çarpıcı ve etkileyici bir olayı onların önlerinde sergiledi. İslâm hakikatleri ve deliller anlaşıldıktan sonra, bu gibi göze hitabeden alâmetlere ve delillere ihtiyaç kalmamış ve hatta müslümanların sabrını ve sebatlarını ortaya çıkarmak için tabi tutulmuş ol­dukları imtihanda onların müvuffakıyyetlerini belgelendirmek için zaman zaman bazı zâlimlere müslümanların Kabe'ye ve diğer mukaddes emânet­lere saldırma imkânı vermiştir."

Metinde geçen "Fakat Resulü ile müminleri buna muzaffer kılmıştır" cümlesine bakarak, cumhuru ulemâ ve Hanefi ulemâsı Mekke'nin kılıç zoruyla fethedildiğine hükmetmişlerdir.

"Sadece bana mahsus olmak üzere (Mekke) gündüzün bir saatinde helâl kılınmıştır" cümlesinde geçen "saat"ten maksat, "60" dakikalık bir zaman değildir. Mekke'nin fetih günü güneşin doğmasından ikindi nama­zının kılınmasına kadar devam eden süredir. Resûl-i Ekrem Efendimiz Mek­ke'ye girdiği zaman:

"Ey Müslümanlar! Artık silâhlarınızı kullanmaktan vazgeçiniz. An­cak Beni Bekirlerin yaptıklarından dolayı Huzaalara ikindi namazına ka­dar izin verilmiştir." buyurdu.[300]

Nihayet ikindi namazını kıldıktan sonra onlar da silahlarını bıraktı­lar. Ertesi gün Huzaa'dan bir adam Müzdelife'de Bekir oğullarından biri­ni öldürdü. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.) ayağa kalkarak şöyle buyurdu:

"Hiç şüphesiz insanların en taşkını Allah'ın Hareminde adam öldü­ren, yahut kendi katilinden başkasını öldüren, ya da câhiliyet öcünü al­mak için adam öldürendir" buyurdu.

O sırada adamın birisi ayağa kalktı:

Filan benim oğlumdur. Cahiliye çağında, onun anası ile yatıp kalk­mıştım, dedi.

Peygamberimiz hutbesine şöyle devam etti:

"İslâmiyette insanın babasından ve baba tarafından akrabasından baş­kasına intisap etmesi diye bir şey yoktur. Cahiliye çağının kötü işleri sili­nip gitmiştir. Doğan çocuk döşeğin sahibine aittir. Zânî için esleb vardır.[301]

"Esleb nedir?" diye sordular. Peygamberimiz; "Taş (yani zarar ve mahrumiyet) demektir" buyurdular.

Buradaki "taş'.' kelimesini bazıları recim olarak anlamışlarsa da yan­lıştır. Zina edenin zinadan doğacak çocuğu üzerinde bir hakkı yoktur, demektir. Araplar "taş vardır" şeklindeki ifadeyi "haybet ve hüsran" an­lamına darb-i mesel olarak kullanırlar.[302]

Sonra hutbesine şöyle devam etti: "Parmakların her birisinde diyet onar onar devedir. Kemiği görünen derin yaralardan her birisinde diyet beşer beşer devedir. Sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar na­maz yoktur. İkindi namazından güneş batıncaya -kadar da namaz yoktur. Kadın ne halasının ne de teyzesinin üzerine nikahlanıp bir araya getirilebi­lir. Kocasının izni olmadıkça kocasının malından birşey vermesi için helâl ve caiz değildir."[303]

Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inden naklettiğimiz bu hadis-i şerifler gösteriyor ki Resûl-i Ekrem Efendimiz konumuzu teşkil eden Ebû Dâvûd hadisindeki hutbeyi Fethin birinci günü değil, ikinci günü irad etmiştir.

Resûl-i Ekrem için Fetih Günü verilen sabahtan ikindiye kadar Mek­ke'de savaş yapma izni, o gün ikindi namazı kılındıktan sonra sona er­miş ve bir daha Mekke'de savaşmak kıyamete kadar haram kılınmıştır. Buhârî'nin Ebû Şüreyh el-Adevî'den naklen rivayet ettiği bir hadis-i şerif de şu anlamdadır: "Mekke'yi Allah harem kılmıştır insanlar değil. Binae­naleyh Allah'a ve âhiret gününe iman eden hiç bir kimse orada kan dök­meyi ve onun ağaçlarım kesmeyi helâl görmesin."[304] Allah'ın Mekke'yi harem kılması demek oraya hürmet etmeyfvâcib kılması, oranın halkıyla savaşmayı, oraya sığınanları rahatsız etmeyi yasaklaması ve onları emni­yete alması demektir. Nitekim Allah Teâlâ hazretleri bu hükmünü Kur'an-ı Keriminde şöyie ifade etmektedir: "Kim oraya girerse güvenlik içinde olur"[305] Bu hüküm Allah'ın hükmüdür. Mutlak hüküm ve. irade sahibi­nin koyduğu bir kanundur. Bu hükmün konulmasında herhangi bir beşerî irâde v,e aklın etkisi yoktur. Buhârî'nin rivayet ettiği, "Mekke'yi Hz. İb­rahim harem kıldı ve orası için duâ etti. Medine'yi de ben Harem kıldım ve orası için ben dua ettim.”[306] anlamındaki hadis-i şerifin bu gerçeğe ay­kırı olduğu iddia edilemez. Çünkü Hz. İbrahim Mekke'yi harem kılarken yani Kabe'nin hürmet edilmesi vâcib bir yer olduğunu ilan ederken, kendi görüşüne değil» Allah'tan aldığı emre uymuştur. Ayrıca Hz. İbrahim'in Mekke'yi harem kılması, Hz. İbrahim'in, "Allah'ın Kabe'yi harem kıldı­ğını insanlar arasında ilk defa açıklaması" anlamına da gelebilir.

Konumuzu teşkil eden Ebü Dâvûd hadisinde, Mekke'de kaybedilen malların sahihlerine duyurmak için ilan etmek gayesi dışında hiç bir mak­satla bulundukları yerden alınamayacakları da ifâde ediliyor. Halbuki Mekke dışındaki kayıpları uygun görülen bir süre içerisinde ilân ettikten sonra sahipleri ortaya çıkmadığı takdirde onlar hesabına tasadduk etmekte her hangi bir sakınca yoktur.

İzhîr Güzel kokulu bir ottur. Yaylalarda sıcak ve kuru yerlerde ve vadilerde yetişir. Mekke'Iiler bunu evlerin çatılarında ve mezarları kerpiçle örerlerken kerpiç aralarında kalan açıklıkları kapatmakta kullandıkları gi­bi yakıt olarak da kullanmışlardır.

Resûl-i Ekrem'in izhîr bitkisini Hz. Abbâs'ın teklifiyle helâl kıldığı söylenemez. Çünkü bir şeyi haam veya helâl kılmak ancak Allah'a ve dolayısıyla Resûlü'ne mahsustur, binaenaleyh Resûl-i Ekrem'in Mekke bit­kileri içerisinde izhir bitkisinin kesilmesini veya koparılmasını helâl kılma­sı ya o anda Hz. Abbâs'ın sorusu üzerine Allah'ın ilham etmesi neticesin­de olmuştur ya da b anda Cebrail aleyhisselâmın inmesi ve ondan aldığı talimat üzerine olmuştur. Ayrıca Cenab-ı Hakk'ın daha önce kendisine "Eğer birisi senden izhir bitkisinin helâl kılınmasını isteyecek olursa onu helal kıl" şeklinde vahy etmiş olması da mümkündür. Bu bitkinin halkın ihtiyacından dolayı zaruret icabı helâl kılındığı da söylenemez. Çünkü; "Zaruretler kendi miktarlarına takdir olunurlar (Mecelle 22) kaidesince bu bitkiye duyulan ihtiyaç sona erince onun yine haramlığa dönüşmesi gerekirdi. Öyleyse bu bitki aslında helaldir. Nitekim bu bitkinin mutlak mubah olduğunda icmâ' vardır.[307]

 

Bazı Hükümler
 

1. Cuma hutbesinin dışındaki hutbelere de hamdu sena.ile başlamak meşrudur.

2. Allah teâta ve tekaddes hazretleri Mekke ehlini kötü niyetli kimse­lerin tuzaklarından ve zâlimlerin saldırısından korumuştur.

3. Allah teâla sadece Resûl-i Ekrem'ine mahsus olmak üzere Mekke'­de savaş yapmayı Mekke'nin Fethi gününde bir süre helâl kılmıştır.

4. İzhîr bitkisinin dışında Mekke'nin bitkilerini ve ağaçlarını kesmek ya da koparmak haramdır.

5. Mekke'nin bitkilerini kesmenin haramlığı konusunda, o bitkinin kendi' kendine yetişmesi ile bir insan eliyle yetiştirilmiş olması arasında bir fark olmadığı gibi kesen kimsenin ihramlı veya ihramsız olması arasın­da da bir fark yoktur. İmam Şafiî bu görüştedir. Ulemânın büyük çoğun­luğuna göre ise bu haram sadece kendi kendine yetişen bitkiler için insan­lar tarafından yetiştirilmiş olan bitkilerin kesilmesinde haramlık söz konusu değildir.

Mekke'de yetişen ağaçlan kesen kimseye verilecek cezanın cinsi ve miktarı konusu da ulemâ arasında ihtilaflıdır. Ebû Hanife hazretlerine göre bu kimseye bir kurban değerinde fidye lâzım gelir. İmam Şafiî ile İmam Ahmed'e göre ise, büyük ağaçlar için bir sığır, küçük ağaçlar içinse bir koyun gerekir. İmam Mâlik ile Atâ ve Ebû Sevr'e göre ise, Mekke'nin ağaçlarını ya da bitkilerini kesmeden dolayı bir fidye lâzım gelmezse de bu yasağı çiğneyen kimse günah işlemiş olacağından tevbe etmesi gerekir. Maliki ulemâsından İbnu'l-Arabî'nin ifâdesine göre ulemâ harem sınırları içinde bulunan ağaçları kesmenin haram olduğunda ittifak etmişlerdir. An­cak İmam Şafiî ağaç budaklarından misvak kesmekte sakınca görmemiş­tir. Yine İmam Şafiî ağaca zarar vermemek şartıyla yapraklarını ve mey­vesini toplamakta bir sakınca görmemiştir. Atâ ile Mücâhid de bu görüş­tedirler. Sözü geçen bu iki ilim adamı ile İmam Şafiî Harem sınırlan içeri­sindeki dikenleri kesmeyi de caiz görmüşlerdir. Çünkü diken tabiatı cihetiyle insanları rahatsız edici olduğundan Harem sınırlan içerisinde öldü­rülmelerine izin verilen delice, karga, fare, akreb ve yırtıcı köpeğe benze­tilmiştir. Ulemânın büyük çoğunluğuna göre ise, Harem sınırları içerisinde kalan dikenleri kesmek de haramdır. Çünkü İbn Abbâs'dan gelen bir hadis-i şerifte "Fetihden sonra (artık Mekke'den Medine'ye) hicret yoktur. (Bun­dan sonra) Mekke'den yalnız cihad kastiyle ve (faziletlere erişmek) ni­yetti) ile çıkılabilir. Binaenaleyh (devlet tarafından) cihada davet olundu­ğunuzda hemen icabet ediniz. Allah bu Mekke'yi gökler ve yerler yaratıl­dığı günden beri hürmet edilmesi gerekli olan bir şehir kılmıştır. Burası Allah teâlâ'nın haram kılması sebebiyle kıyamete kadar hürmet edilmesi gereken bir yerdir. Benden önce burada savaş yapılması kimseye helâl kı­lınmamıştır. Benim için de yalnız bir günün gündüzünden belli bir süre helal kılınmıştır. (Artık bundan sonra) burası Allah'ın haram kılması se­bebiyle kıyamet gününe kadar muhteremdir hürmet edilmesi gereken yer­dir; diken(ler)i de kesilmez"[308] diye buyurmuştur.

Şafiî ulemâsının bazısı da Harem sınırları içerisinde bulunan dikenleri kesmenin haram olduğu görüşünü savunmuşlardır. el-Mutevelli ile Nevevî de bu görüşün isabetli olduğunu söylemişlerdir. Bu görüşte olan ulemâya göre Harem dahilinde bulunan dikenleri kesmenin haram olduğuna dair nass bulunduğu halde kıyasa baş vurarak haram olmadığı hükmüne var­mak, ilmî değerden yoksundur. Çünkü hakkında nass bulunan bir mesele­de içtihada izin yoktur.[309] Hatta Harem sınırlan içerisindeki dikenleri kes­menin haram olduğuna dair nass olmasa bile, yine de delil bulmak müm­kündür. Çünkü "Harem sınırları içerisinde bulunan ağaçların, bitkilerin pekçoğunu kesmek haram olduğuna göre dikenleri kesmek de haramdır" diye bir hüküm çıkarılabilir. Hele dikeni delice, karga, fare, akrep ve yırtıcı köpeğe kıyas ederek onu kesmenin caiz olduğu hükmüne varmak ise, tamamen yanlıştır.

Hanbelî ulemâsından İbn Kudâme'ye göre, "İnsanların eli değmeden kendiliğinden kırılıp düşen ağaç dallarından ve kopup düşen ağaç yaprak­larından faydalanmakta herhangi bir sakınca yoktur. İmam Ahmed'de bu görüştedir. Bu konuda ulemâ arasında her hangi bir ihtilaf yoktur"[310] Ha­nefî ulemâsından Aynî de bu konuda şunları söylüyor: "İlim adamları Harem sınırları içerisinde insan eliyle yetiştirilmiş olan bakla ve ekin gibi bitkileri koparmayı caiz görmüşlerdir."[311]

6. Yine Mekke sınırları içerisinde bulunan av hayvanlarını ürkütmek haramdır. Çünkü bu ürkütme korkuyla kaçan hayvanın telefine sebeb ola­bilir. Söz konusu hayvanları ürkütmek haram olunca, onları avlamanın da haram olduğunu söylemeye lüzum yoktur.

Hanbelî ulemâsından İbn Kudâme'nin açıklamasına göre, vücudunun bir kısmı haram sınırları içerisinde bir kısmı da haram sınırları dışında bulunan bir hayvanı o halde iken avlayan kimsenin de o hayvanın değeri kadar bir fidyeyi tasadduk etmesi gerekir. Ebû Sevr ile re'y taraftarları da bu görüştedirler. Bu hayvanları ürküterek kaçınp da kaçarken bir yere çarparak telef olmalarına sebebiyet veren bir kimse de o hayvanın kıymeti kadar fidye öder. Hayvanın bu şekilde ölmesine sebeb olan kimse kurmuş olduğu tuzağıyla veya ağıyla hayvanın ölümüne sebeb olan bir avcıya ben­zetilmiştir. Fakat ürken hayvan sükûnet bulduktan sonra kendisine isabet eden bir darbe ya da benzeri bir sebeble ölecek olursa ürküten kimseye bu hareketinden dolayı herhangi bir ceza lâzım gelmez. İmam Ahmed ile Ebû Sevr bu görüştedirler. Nitekim Hz. Ömer'den rivayet edilen şu haber de hu gerçeği ifade etmektedir.

"Bir gün Hz. Ömer cübbesi üzerindeki bir güvercini uçurur, o güver­cin gibi yüksekçe bir yere konar, o anda orada bulunan bir yılan da fırsatı değerlendirip güvercini yakalar ve midesine indirir. Bunun üzerine Hz. Ömer gidip bu durumu Hz. Osman'la Nâfi b. Abdi'1-Haris'e anlatır. On­lar da Hz. Ömer'in fidye olarak bir koyun tasadduk etmesi lâzım geldiğini söylerler."[312]

Hz. Ömer'in bu hadisesine benzer bir olayı da İbn Ebi Şeybe şu mâ­nâya gelen lâfızlarla naklediyor: "Bir evin üzerinde durmakta olan bir güvercin Hz. Ömer'in eli üzerine pislemişti. Hz. Ömer onu uçurdu o da ileride bulunan bir evin üzerine kondu, orada bulunan bir yılan da onu yakalayıp yedi. Bunun üzerine Hz. Ömer kendi üzerine bir koyun değerin­de fidye takdir etti."

Bu hadisenin bir benzeri Hz. Osman'dan da rivayet olunmuştur. Biz 1849-1852 numaralı hadislerin şerhinde bu mevzu ile ilgili yeterli açıkla­mayı yaptığımızdan burada tekrar ayrıntılara girmeye lüzum görmüyoruz.

7. îlan etme niyyeti olmadan Mekke'de bulunan bir yitiği yerinde nalmak caiz olmadığı gibi uygun görülen bir süre içerisinde ilân edildikten sonra sahibi bulunmadığı için onun adına tasadduk etmek de caiz değil­dir. Ulemânın büyük çoğunluğu bu görüştedirler. Oysa Mekke dışında bu­lunan yitikler belirli bir süre ilân edildikten sonra sahipleri çıkmadığı tak­dirde onlar hesbına tasadduk edilirler.

Mâlikî ulemâsıyla, Şafiî'lerden bazılarına göre ise, Mekke'de bulunan yitikler de uygun görülen bir süre içerisinde ilân edildikten sonra diğer memleketlerde bulunan mallar gibi sahipleri hesabına tasadduk edilebilir­ler. Ebü Dâvûd hadisinde Mekke'de bulunan yitikleri ilân etme niyyeti dışında yerlerinden almanın yasaklanmasından maksat, onları ilan etmeye özel bir itina gösterilmesini istemekten başka bir şey değildir. Çünkü yitik sahibi bir süre sonra memleketine döner ve çoğu zaman da bir daha Mek­ke'ye gelme imkânı bulamaz, dolayısıyla yitiğinin kimin eline geçtiğinden haberdâr olması zorlaşır. İşte bu sebepten Mekke'de bulunan bu yitiklerin çok mübalağalı bir şekilde ilânını istemekten başka birşey değildir.

Bu konuda İbnu'l-Münir'de şunları söylüyor: "Çoğu zaman Mekke'­de yitik bulan bir kimse onun sahibini bulmaktan ümidini keser. Hatta sahibi de onu bulmaktan ümidini keser. Bu sebeble yitiği, bulan kimse onu ilâna bile lüzum görmeden tasadduk etmeye kalkar. îşte hadis-i şerif­te ilan etme niyyetinin dışında Mekke'de bulunan yitikleri kimsenin ala­mayacağı ifade edilmekte, böyle yanlış bir kanaate kapılan kimseler uya­rılmak ve orada bulunan yitiklerin diğer memleketlerde bulunan yitiklere nisbetle daha titiz ve canlı bir şekilde ilan edilmeleri sağlanmak istenmek­tedir."

8. Hadisleri yazı ile tesbit etmek, icmâ ile caizdir.[313]

 

2018. ...İbn Abbâs (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre (Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem) şu (bir önceki hadiste Mekke'niriha-rem kılınışı) hadise(si ile ilgili sözleri) içerisinde (şu cümleyi de) söy­lemiştir: "(Mekke'nin) Yaş otu da kesilmez."[314]

 

Açıklama
 

Metinde geçen  kelimesi "yaş ot" anlamına gelir. Burada özellikle yaş otun zikredilmiş olması Mek­ke'nin kuru otlarının kopartabileceğine işarettir. Şâfiîlerden rivayet olu­nan iki görüşten en sahih olanı da budur. Çünkü kuru ot, ölü av mesabe­sindedir. Hanbelî ulemâsından İbn Kudâme diyor ki: "Lakin hadiste iz-, hir'in istisna edilmesi kuru ot koparmanın da haram kılındığına işarettir. Ebu Hureyre'den gelen rivayetlerin birinde "Mekke'nin kuru otu da koparılamaz" buyurulmuş olması da bunu gösterir"[315]

 

Bazı Hükümler
 

Mekke’nin yaş otlarını kesmek haramdır. İmam Malik  ile  Küfe uleması,  Ebu  Hanıfe ve  imam Muhammed bu görüştedirler. Aynı zamanda bu görüş İmam Ahmed'den rivayet olunmuştur. İmam Şafiî ile İmam Ahmed'in diğer bir görüşüne göre ise, hayvanların maslahatı için yaş otların hayvanlara otlatılmasında bir sakınca yoktur. Halkın tatbikatı da böyledir. Kuru otlara gelince bun­ların kesilmesinde ya da koparılmasında herhangi bir sakınca söz konusu değildir.

Hadis ulemâsından Hattâbî, Şafiî mezhebinin bu konudaki görüşünü şöyle ifade ediyor: "Kuru otlara bakılır; eğer koparıldığı zaman yerine yenisi gelecekse, onları koparmak caizdir, yerine yenisinin gelmesi müm­kün değilse, koparılamaz. Ağaç yaprakları da böyledir. Yerine yenisi gel­mesi mümkün olmayan bir kuru otu ya da yaprağı koparan kimseye ise, fidye lâzım gelir.[316]

 

2019. ...Âişe (r.anhâ)'dan; demiştir ki: Ben Resûl-i Ekrem'e hi­taben:

Ya Resûlullah, biz Minâ'da seni güneşten koruyacak bir ev yahut bir bina yapalım mi?" dedim de (bana);

"Hayır, orası önce gelenin devesini çökertme yeridir" buyurdu.[317]

 

Açıklama
 

Minâ'da Resûl-i Ekrem'in barınması için yapılan çadır güneşin hararetinden korunmak için yeterli olmadığın­dan Hz. Peygamber için kendisini güneşin yakıcı sıcaklığına karşı koruya­bilecek şekilde sağlam bir ev yapmak isteyenler olmuşsa da Resûl-i Ekrem Efendimiz halkın kendisini örnek alarak Minâ'ya bir çok evler yapacakla­rını bunun neticesinde de orada bir darlık meydana geleceğini, dolayısıyla halkın Minâ'da kurban kesme, cemrelere taş atma gibi fiilleri yapmakta zorluk çekeceklerini düşünerek "hayır orası önce gelenin devesini çökert­me yeridir" buyurmak suretiyle buna izin vermemiş ve oranın tüm halk için ayrılmış bir yer olduğunu hiç bir yerinin hiçbir kimseye devamlı ola­rak tahsis edilemeyeceğini bildirmiştir.[318]

 

Bazı Hükümler
 

Minâ'da herhangi bir kimsenin barınması için ev-bark  yapmak caiz değildir.Ancak  ne yazık  ki günümüzün müslümanları Resûl-i Ekrem'in sünnetine muhalefet ederek Minâ'da ev yapma yarışına girmişlerdir. La havle vela kuvvete illâ billâh. "Resûl-i Ekrem orada devamlı kalmayacağı için kendisine bir ev yapılma­sına izin vermemiştir," diye hadisi te'vil etmek doğru değildir. Çünkü bu şekilde bir te'vil, ancak Resûl-i Ekrem'in orada ev yapılmasını meneden massına aykırıdır.[319]

 

2020. ...Ya'Ia b. Ümeyye (demiştir ki: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Harem dâhilinde gıda maddeleri karaborsacılığı yapmak ora­da zulüm yapmaktır."[320]

 

Açıklama
 

İhtikâr (karaborsa); birşeyi azaltarak kıymet kazanması için saklamak demektir.

Fıkıhta ise, "insanların ve ehlî hayvanların yiyecek içeceklerini ve ha­yat için zarûrû malları satın alıp kıymetleri yükselir diye kırk gün saklamak" demektir. Binaenaleyh ihtikâr dinimizce haram kılınmıştır. İhtikârın kirk gün ile sınırlandırılması ihtikârcıya verilecek cezanın gerçekleşmesi ile ilgi­lidir. Yoksa bir gün bile ihtikâr yapan kimse günahkâr olur. Bu hüküm her memleket için geçerlidir. Ancak bu suç Harem-i Şerîf içerisinde işlene­cek olursa cezası daha da büyük olur. Bu sebeple Allah t'eâlâ ve tekaddes hazretleri Kur'ân-ı Keriminde "Kim orada zulm ile ilhada yellenirse biz ona pek acıklı bir azab tattırırız." buyuruyor.[321]

Metinde geçen "ilhâd" kelimesi lügatte "hak"dan sapmak anlamına gelirse de, burada zulüm anlamına kullanılmıştır. Çünkü Mekke arazisi ziraate elverişli olmadığından orada bulunan kimseler rızık-te'mininde fev­kalade güçlük çekmektediler. Bu sebeble orada yapılan karaborsacılık tam manâsıyla .zulümdür.

Bu hadis, senedinde Cafer, Umâre, Musa gibi kimlikleri meçhul kişi­ler bulunduğundan zayıftır.[322]

[294] Buhârî, ilim 39, cenâiz 76; büyü 27; diyât 8; sayd 8, 9 megâzî 51; Müslim, hac 446; Tir-mizî, hac 1, diyât 13; Nesaî, menâsik 111, 120; İbn Mâce, menâsik 103, dârimî, buyu1 60; Ahmed b. Hanbel, I, 253, II, 238, 256, III, 23, 238, 336, 394; IV, 31, 32; VI, 385.

     Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/489-490.

[295] M. Asım Koksal, Hz. Muhammed ve İslâmiyet (Medine Devri), VIII, 292.

[296] M.Asım Koksal, Diyanet Dergisi, Özel Sayı, IX, 1970.

[297] M.A.Köksal, Hz. Muhammed (Mekke Devri) 38-39.

[298] Eşref Edip, Asr-ı Saadet, (Peygamberimizin ashabı) I, 84-86.

[299] M.A. Koksal, Hz. Muhammed, (Mekke Devri), 42-43.

[300] Ahmed b. Hanbel, II, 207.

[301] Ahmed b. Hanbel, II, 179.

[302] İbnu'1-Esir, en-Nihâye fibarîbİ'l-Hadis, I, 343; A. Davudoğl.u, Sahîh-i Müslim Tercemesi ve Şerhi, VII, 386.

[303] Ahmed b. Hanbel, II, 207.

[304] Buhârî, cezâüssayd 8.

[305] Ali İmran (3), 98

[306] Buhârî, buyu 53.

[307] Ferhü'1-Bârî IV, 321.

     Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/490-497.

[308] Buhârî, cezâüssayd 8.

[309] bk. Mecelle, md. 14.

[310] İbn Kudâme, el-mugnî, III, 350.

[311] Aynî, Umdetu’l-Kârî, X, 189.

[312] İbn Kudâme, el-Mugnî, III, 514-515.

[313] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/497-500.

[314] Buhârî, cezâu's-sayd 9, 10; buyu' 28; lukata 7; cizye 22; diyât 8, Müslim, hac 445, 447, 464; Nesâî, hac 110, 120; Dârimî, buyu' 60; Ahmed b. Hanbel, I, 119, 253, 259; Beyha-kî, es-Sünenü'1-kübrâ, V, 195.

     Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/500-501.

[315] A. Davudoğlu, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, VII, 119; tbn Kudame, el-Mugnî, III, 351.

    Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/501.

[316] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/501.

[317] Tirmizî, hac 51; İbn Mâce, menâsik 52; Dârimî, menâsik 87, Ahmed b. Hanbel, VI, 187, 207.

     Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/501-502.

[318]    Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/502.

[319] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/502.

[320] Feyzu'l-Kadîr, I, 182, (hadis no: 232, 233).

    Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/503.

[321] el-Hac (22), 25.

[322] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 7/503.