๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Süneni Ebu Davud => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 08 Aralık 2011, 21:09:58



Konu Başlığı: İmanda Artma Ve Eksilmeyi Reddedenler
Gönderen: Zehibe üzerinde 08 Aralık 2011, 21:09:58
İmanda Artma Ve Eksilmeyi Reddedenler

 

İmanın artma ve eksilmesini kabul etmeyen hanefi alimlerinden "Ali el-Kari (v. 1014/1606), İmam Ebu Hanife'nin "el-Fıkhu'I-Ekber" adlı akaid risalesine yazdığı şerhte, bu mevzuya geniş yer ayırır. Ona göre iman, mü'minen bih (iman edilen şeyler) açısından artmaz, eksilmez. Çünkü tasdik gerçekleşmemiş olursa zan ve tereddüt ifade eder. Zan da itikadi konularda delil olmaz. İmam, Ebu Hanife'ye göre ise imanın art­ması, inanılacak hususların artması ile mümkün olur. Bu durum ise Hz. Peygamberin zamanından başka zamanlarda düşünülmez. Zira o devirde miislümanlar önce Allah'ın varlığına inandılar, sonraları ayetler indikçe diğer hususlara da iman ettiler. İşte imanın artması diye yapılan tevil bu olsa gerekir.

İmanın artmadığına ve eksilmediğine dair imanı Ebu Hanife "el-Vasiyye" adlı risalesinde şu mantıklı izahı yapar: "İman artmaz, eksilmez. Çünkü imanın artması ancak küfrün noksanlaşması ile, imanın eksilmesi de ancak küfrün artması ile düşünülebilir. Bir şahsın aynı anda hem mü'min hem de kâfir olması batıl bir düşünce şeklidir."

Bu açıklamalardan anlaşılacağı gibi imanın kemiyyet olarak, yani tas­dik edilen şeylerin ve tasdikin hakikati itibariyle artması ve eksilmesinin imkansız olduğu anlaşılmaktadır. Zira iman esaslarından birini kabul et­meme durumunda, iman gerçekleşmemektedir. Fakat imanın keyfiyyet olarak yani kuvvetli, zayıf ve kamil olması, ifade ettiği yakîn derecelerinin "ilme'l-yakîn, hakka'l-yakîn" gibi değişik olması neticesi farklılık arzettiği bir gerçektir. Ali el-Kari'nin (v. 1014/1606) dediği gibi inananla­rın imanlarının farklı oluşu, aynı varlığa bakan değişik gözlerin o varlık hakkındaki görüşlerinin farklı oluşu gibidir.

İman, yakîn ifade etme yönüyle de farklılık gösterir. Çünkü yakın ehlinin derecelen muhteliftir. "Ayne'l-yakîn" mertebesi "ilme'l-yakîn" mertebesinden üstün olduğundan, görerek inanan kişinin imanı, düşünerek ve haber alarak bilgi edinen ve bu bilgi ile iman eden kişinin imanından daha kuvvetlidir. Bunun içindir ki, Hz. İbrahim (a.s.) Ölüleri nasıl dirilttiğini göstermesini Allah'tan istemiştir. Ayet-i kerimede buyurulduğu gibi Allah Teâla'mn: "İnanmadın mı?" sorusuna Hz. İb­rahim: "(Gözümle de görerek) kalbim mutmain olsun diye"[344] cevabını vermiştir. Aynca "Haber gözle görmeye benzemez."[345] Yine güneşin do­ğuşunu tasdik etmekle, ahirete ait bir esası tasdik etmek arasında da fark olduğu aşikardır. Görüldüğü gibi, iman kuvvet ve zayıf olma yönünden artmakta ve eksilmektedir.

Ameller, insandan bir parça kabul edilecek olursa, imanın artması ve eksilmesi düşünülebilir. Eğer tasdik manasında ele alınırsa iman bu du­rumda artmaz, eksilmez. Bu şuna benzer: İnsan başıyla artar denilemez. Çünkü baş, insanın parçasıdır. Onsuz insan düşünülemez. Fakat sakalın uzamasıyla artar denilebilir. Çünkü sakal, insan için bir rükün değildir. Yine namaz rükû ve secde ile artar denilemez. Çünkü bunlar namazın as-lındandır. Ama namazın sevabı, sünnetle artar, denilebilir.

İmanın ziyadeleşmesi, sözüyle kalpte meydana gelen aydınlığın ve nu­run, yani imanın semerelerinin artması da kasdedilmiş olabilir. Nitekim iki ayrı kişinin imanının kalpteki pırıltısının farklı oluşu, aynı cins iki ağa­cın meyvelerinin farklı oluşu gibidir....

İmanın artmasının ve eksilmesinin imkânsızlığını söyleyenlerce Kur'ân-ı Kerim'deki "Bir sûre indirildiği zaman, içlerinden kimisi ,Bu (sûre) hangimizin imanını arttırdı? derler. İman etmiş olanlara gelin­ce, (her inen sûre) daima onların imanını artırmıştır."[346] "O mümin­lerin yüreklerine imanlarını katmerli bir iman ile artırmaları için kuvvet indirendir"[347] mealindeki ayetler imanın kuvveti ile te'vil edil­miştir.[348]

 

4680... İbn Abbas'dan (rivayet edilmiştir) dedi ki: Peygamber (s.a.) (namazda) Ka'be'ye yönelmeye başlayınca (sahabeden bazıları):

"Ey Allah'ın Rasulü (şimdi içimizden daha önce hep) Beytü'1-Makdis'e doğru namaz kılarken vefat etmiş olan kimselerin hali ne olacaktır?" dediler. Bunun üzerine yüce Allah: "Allah, sizin imanınızı (daha önce kılmış olduğunuz namazlarınızı) boşa çıkarıcı değildir"[349] âyet-i keri­mesini indirdi.[350]

 

Açıklama
 

Metinde geçen "iman'1 kelimesi namaz anlamında kullanılmıştır. Namazdan "iman" diye bahsedilme-sinin sebebi namazın imanın kemalinden olmasıdır. İmanın kemali söz konusu olunca, akla kemale ermeyen iman gelir. Öyleyse kişilerde iman farklıdır. Bir önceki hadis-i şerifte de açıkladığımız gibi, iman keyfiyet yönünden artar da eksilir de. İşte bu hadisin bab başlığıyla ilgisi burasıdır.

4676 ve 4677 numaralı hadis-i şeriflerin şerhinde açıkladığımız gibi ehl-i sünnet uleması namazı ve diğer amelleri imanın semeresi ve kemali ile ilgili görmektedirler. Biz de hadisin izahını bu görüşe göre yaptık.

Namazı ve diğer amelleri imanın bir cüzü, gören Haricilerle Mutezililere göre ise burada namazdan, iman diye bahsedilmesi namazın imanın bir cüzü olmasındandır ve bu durum imanın kemmiyet yönünden artıp ek-silebileceğine delalet eder.

Bir önceki hadisin şerhinde de açıkladığımız gibi bu görüşün isabetsiz­liği son derece açıktır.[351]

 

4681... Ebu Ümame'den (rivayet edildiğine göre) Rasûlullah (s.a.) (şöyle) buyurmuştur:

"Kim (sevdiğini) Allah (rızası) için sever, (verdiğini) Allah (rızası İçin ) verir, (vermediğini de) Allah (rızası için) vermezse, imanı (m) ke­male erdirmiş olur."[352]

 

Açıklama
 

Bu hadis-i şerif "ameller imanın bir cüzü değil îmanı kemale erdiren sebeplerdir. Ve iman bu gibi sebepler sayesinde artar, bu gibi sebepler bulunmayınca da zayıflar" di­yen ehl-i sünnet alimlerinin delilidir.[353]

 

4682... Ebu Hureyre'den (rivayet edildiğine göre) Rasûlullah (s.a.) (şöyle) buyurmuştur:

"Müminlerin iman bakımından en olgun olanları ahlâk bakımın­dan en güzel olanlarıdır."[354]

 

Açıklama
 

Ahlâk, huy demektir. Ahlâk-ı hamide (iyi huy) ve "ahlâk-ı zemime" (kötü huy) olmak üzere iki kıs­ma ayrılır. Ahlak-ı hamîde sıkıntı ve musibetlere sabretmek, eza ve cefa­lara tahammül etmek, insanlara iyilik etmek, sevgi beslemek şefkat ve merhametli olmak gibi enbiyâ, evliya ve sahillerin huylarıdır.

Ahlâk-ı zemîme, ise bu huyların tersi olan huylardır. Hasan-ı Basri (r.a.)'nin açıklamasına göre; güzel ahlakın aslı insanlara iyi muamele et­mek, insanların sıkıntılarım gidermeye çalışmak ve güler yüzlü olmaktır. Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerif güzel ahlakın kuvvetli bir imanın mahsulü olduğunu ve ahlak güzelliğinin imanın derece ve kuvveti nisbetinde arttığını ifade etmektedir ki, bu imanın derecesinin de insandan in­sana değiştiği, hatta her şahısta zaman zaman artıp eksilmeler olabileceği anlamına gelir. Hadisin bab başlığıyla ilgisi de burasıdır.[355]

 

4683... (Âmir) babası Sa'd İbn b. Vakkas'dan (rivayetle) dedi ki: Pey­gamber (s.a.) (müellefe-i külûbden) bazı kimselere (ganimet mallarından bir şeyler) verdi (müellefe-i kulübden olmayan) bazı kimselere ise, (bu mallardan hiç) birşey vermedi. Bunun üzerine Sa'd: "Ey Allah'ın rasulü (ganimet mallarından) falana, falna (bir şeyler) verdin. Falana ise (hiç) bir şey vermedin. Oysa, o (vermediğin kimse diğerlerine nisbetle daha olgun) bir mü'mindir" dedi. (Hz. Peygamber de) "Yahut da müslümandır (di­yebilirsin)" dedi. (Sa'd) bu soruyu üç defa tekrarladı. Peygamber (s.a.) de (her defasında): "Yahut da müslümandır (diyebilirsin)" dedi. Sonra da" "Ben (verilmediği takdirde) yüzleri üstüne ateşe düşecekleri korkusuy­la (bu mallardan) bazı kimselere veriyorum. Bana onlardan daha se­vimli olan kimseleri de (haklarında böyle bir tehlike sezmediğim için) bırakıyorum, onlara hiç bir şey vermiyorum" buyurdu.[356]

 

Açıklama
 

Bu hadis-i şerif "amel imandan cüz değildir, ancak imanı kuvvetlendiren sebeplerdendir. Binaenaleyh iman amellerle artmaya devam eder" diyen ehl-i sünnet mezhebinin deli­lidir.

Hadisin bab başlığıyla ilgili olan tarafı burasıdır. Hadis-i şerifte geçen (ev=veya) kelimesi kendinden önce geçen "mümindir" cümlesinin yanlış olduğunu ifade için değil, kendinden önceki cümleden ve mevzudan yeni bir cümleye ve konuya geçildiğini ifade için (yani idrab için) gelmiştir. Bu bakımdan bu cümleden, mü'min olan bir kimseye "müslüman", müslüman olan bir kimseye de "mümin", demlemeyeceği anlamı çıkarılmaz. Çünkü hadis-i şerif, zahiren müslüman olduğu bilinen bir kimseye mümin denmesinin yanlış olduğunu değil, onlara muslini de denilebileceğini ifa­de etmekte ve muslini demenin daha uygun olacağına işaret etmektedir. Çünkü kalpteki iman gizli, ameller de aşikârdır.

İşle bu hadis-i şerife dayanarak, Hanefi-Maturidi ekolü mensupları, iman ile Islamin biribirini tamamladıklarını savunuyorlar. Bu gruba göre. iman içten bağlanış, İslam ise teslimiyet, itaat ve boyun eğiştir. Bu da emir ve yasaklara dikkat etmekle gerçekleşir, bu durumda iman ile İslam bir­biriyle yakın alakası olan iki kavram olup biri diğerinin tamamlayıcısı du­rumundadır. Bu anlayış tarzı ile "iman Islamin aynıdır" diyen Mutezi­lenin anlayış tarzı arasında fark vardır. Zira Mu'tezileye göre iman ile İs­lam bir tek kavramdır. Maturidilere göre ise iman ve İslamın biri birlerini bütünledikleri ve hüküm yönünden ayrılmaz oldukları kabul edilir.

İman ile İslam kavramlarının biribirinden farklı kavramlar olduğunu kabul eden ehl-i sünnet kelamcılan ise Eşarilerdir. Maturidilerden en-Ne-sefi (v, 508/1115) ile Ali el-Kari (v. 1014/1606) de iman ile İslardın fark­lı iki mefhum olduğunu, çünkü imanın içten boyun eğme, İslamın da dış­ta boyun eğme manasına geldiğini, imanın kalbin, İslamın da organların işi olduğunu söylemişlerdir.[357]

Hadis-i şerifin bab başlığıyla ilgisi, Hz. Peygamberin müellefe-i kulü­bün kalplerini kazanmak ve imanlarını arttırmak için onlara diğer müslümanlardan daha fazla ganimet vermesidir. Çünkü bu hareket, imanın art­ma ve eksilme kabul ettiğine bir delildir.[358]

 

4684... ez-Zührî "De ki: Siz inanmadınız. Fakat İslam olduk de­yin."[359] ayet-i kerimesi hakkında şöyle dedi: "Biz (bu ayetin) İslamın kelime-i şehadet (getirmek) olduğu, imanın da bununla amel etmek olduğu anlamına geldiğine inanırdık."[360]

 

Açıklama
 

Bu hadis-i şerif, şehadet kelimelerini okumanın. yani dil ile ikrarın “İslam” demek, kalblc diğer or­ganların da bu ikrara muvafık bir hal ve davranış içerisinde saJih ameller işlemelerinin de iman demek olduğunu ifade etmektedir. Bu bakımdan da bu hadis, iman ile amel ayrı ayrı şeylerdir, diyenlerin delilidir. Zührî de bu görüştedir.

Ancak; "Musa dedi ki: "Ey kavmim eğer siz Allah'a iman ettiyse­niz (O'na ihlas) ile teslim olmuş müslümanlar iseniz, artık ancak Al­lah'a güvenip dayanın" (Yunus (10), 84);

"Siz ayetlerimize iman edecek kimselerden başkasına (söz) dinle­temezsiniz. İşte müslüman olanlar, onlardır."[361] ve;

"Derken orada nıü'minlerden kim varsa çıkardık. Fakat orada müslümanlardan bir ev halkından başkasını bulamadık."[362] ayet-i kerimelerinde aynı grup insanlardan bazan mü'min, bazan da müslim diye bahsedilmesi iman ile İslamın farklı şeyler olmadıklarını ortaya koy­maktadır. Bir önceki hadisin şerhinde de açıkladığımız gibi Maturidi alimlerinin büyük bir kısmı da bu görüştedir.

Fakat her iki halde de İslamın, yani amellerin kuvvet bakımından ima­nın artmasına yardımcı olması söz konusudur. Ki bu hadisin bab başlığıy­la ilgili tarafı burasıdır. Çünkü amellerin imanı takviye etmesi, imanın kuvvet bakımından artma ve eksilme kabul etmesi demektir.[363]

 

4685... (Âmir b. Sa'd'ın) babasından (yani Sa'd b. Ebî Vakkas'dan ri­vayet edilmiştir): Peygamber (s.a.) ganimet mallarını halka bölüştürmüş-tü. (Bazı kimselere çok mal verdiği halde bir müslümana hiç vermemişti) Bunun üzerine ben, (Ey Allah'ın rasulü)! Falan kimseye de versen. Çün­kü o mü'rnindir, dedim. "Yahut ta muslinidir, Ben bir adama başkası bana ondan daha sevimli olduğu halde, (cehenneme) yüz üstü düşece­ği korkusuyla bağışta bulunurum (Bu sayede onun kalpteki imanının artmasına yardımcı olurum. Diğerinin imanına güvendiğim için ona ba­ğışta bulunma ihtiyacı duymam)1' buyurdu.[364]

 

Açıklama
 

Bu hadisle ilgili açıklama 4683 numaralı hadisin şerhinde geçti.[365]

 

4686... (İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre) Peygamber (s.a.) (şöy­le) buyurmuştur:

"Benden sonra dönüp birbirinizin boyunlarını vuran kâfirler ol­mayınız."[366]

 

Açıklama         
 

Hattabi (r.a.)'nin açıklamasına göre metinde geçen "küffâr" kelimesi iki manaya gelebilir:

a) "Setr= örtmek" anlamında kullanılmış olabilir. Bu manaya göre hadisin meali şöyledir:

Baştan ayağa silahla örtülmüş, yani donatılmış, kişiler haline gelip birbirinizin boynunu vurmayınız.

b) Çeşitli fırkalara ayrılıp da birbirlerinin boyunlarım vuran kâfirler haline gelmeyiniz. Kâfirler, dünya için biri birleri ne saldırıp, birbirlerinin boyunlarını vururlar.

Mü'minlerse, kardeş olduklarından birbirlerinin kanlarını korumakla mükelleftirler.

Fakat çeşitli fırkalara bölünüp birikirinize düşerseniz kafirlere benzemiş olursunuz.

Hadisin bab başlığıyla ilgisini sağlayan bu ikinci manadır. Çünkü bu ikinci manaya göre, müslümanların imanları artıp ekşitebilir. İmanları za­yıfladıkça aralarında buğz, kin. haset ve kavga artar, halleri kafirlerin ha­letine benzer.[367]

 

4687... İbn Ömer (r.a.)'den (rivayet edildiğine göre) Rasülullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:

"Bir müslüman diğer bir müslünıanin kâfir olduğunu söylerse (ba­kılır); eğer (kafir dediği kimse gerçekten) kâfirse (bu sözün vebalinden kurtulur. Fakat kâfir) değilse kendisi kâfir olmuştur."[368]

 

Açıklama
 

Bir takım müslüman kişi ve grupların mezhep, görüş ve meşrebleri farklı olduğu veya belli konu­larda kendi görüşlerini benimsedikleri için diğer müslüman kişi ve grup­ları tekfir ettikleri bir gerçektir.

Böyle bir hüküm verildiğinde durum ne olacaktır. Alimlerin çoğunlu­ğu, mevzuumuzu teşkil eden bu hadis-i şerife dayarak "müslüman olduğu bilinen bir kimseye te'vilsiz ve mutlak olarak kafir diyen bir kimse küfre düşer" demişlerdir. Çünkü bir müslümana kafir diyen kimse, İslamı küfür­le isimlendirmiş, hak dini küfür ve batıl görülmüştür.[369] Ayrıca bir müs­lümana "kafir" diyen kimse mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte de açıklandığı gibi ya doğru söylemiştir veya yalan söylemiştir. Doğru söylemişse tekfir ettiği şahıs kafir olur. Eğer yalan söylemişse müslüman olan kardeşini tekfir ettiğinden küfür kendisine döner ve kendisi kafir olur.[370]

Buharı ile Müslim'in rivayet ettikleri diğer bir hadis-i şerifte de: "Kim bir insanı "kafir" diye çağırır veya öyle olmadığı halde; Ey Allah düş­manı!'* derse bu sözü kendi aleyhine döner"[371] yani kendisi kafir olur, Duyurulmaktadır.

Her ne kadar, bu- ve bunun gibi hadisler, müslümanı tekfir edenin ka­fir olacağını belirtiyorlarsa da kelam alimleri zikrettiğimiz hadislerin ahad oldukları için mütevalir haberler gibi kesinlik ifade etmediklerini ileri sür­müşler, bu sebeple bu hadislerin kişileri tekfir edenin tekfir edilmesinde delil olarak kullanılamayacağı görüşünü benimsemişlerdir.

Yukarıdaki hükümler, taklid ve taassubla herhangi bir ietihad ve te'vi-le dayanmaksızın müslümanı tekfir eden içindir. Herhangi bir kasıt ol­maksızın ietihad ederek müslüman kardeşinin Hz. Peygamberi yalanladı­ğını söyleyip onu tekfir etmesi ise küfür değil hatadır.[372]

Aralarındaki bir geçimsizlik sebebiyle kan kocadan biri, diğerine "kâ­fir" dese çoğunluğa göre kafir olmaz, kadın da kocasından ayrılmaz.[373]

Bu tip meselelerde tercih edilen görüş "Kızgınlık, hırçınlık, sövme gi­bi sebeplerle, eşlerden biri diğerine kâfir demişse, kâfir olmaz." şeklinde­dir. Çünkü gadap halindeki şahsın psikolojik durumu, bu sözü mantığı ile düşünerek söylemediğinin bir delilidir. Yani deli ve sarhoş gibidir. Ayrı­ca kalben de eşinin kafir olduğuna inanmamaktadır. Eğer aklı başında iken, eşinin kafir olduğuna inanır ve bu inancını dile getirirse hanefi fet­va kitaplarından ez-Zâhiriyye'de belirtildiği gibi kafir olur.[374]

Yukarıdaki misalde olduğu gibi bir kimse çocuğuna: "Ey kafiroğlu, ey mecıısi oğlu" vb. gibi sözler söylese bir kısım alimlere göre bu kimse kafir olursa da çoğunluk kafir olmadığı görüşündedir. Tercih edilen görüş de budur.[375] Çünkü bunu söyleyen düşünmeden ağzına geleni söylemiş, bu sözün sonucunu düşünmemiştir.[376] Bu sebeple hadis sarihleri, mevzumuzu teşkil eden bu hadisi "bir müslümanı tekfir eden kimse hakkında, bu tekfirinin kendisine dönmesinden korkulur" diye te'vil etmişlerdir. Bu hadis-i şerif, imanın artıp eksiîebileceğini söyleyen Maturidi ulemasının lehine bir delildir. Bu hadisin bab başlığıyla ilgili yönü de burasıdır.[377]

 

4688... Abdullah b. Amr'dan (rivayet edildiğine göre) Rasûlullah (s.a.) (şöyle) buyurmuştur;

"(Şu) dört şey kimde bulunursa o (kimse) an duru münafıktır.

Kimde de bunlardan bir nesne varsa onu bırakincaya kadar kendi­sinde münafıklıktın huy var demektir:

1- Konuşunca yalan söylemek

2- Verilen sözü tutmamak

3- Va'dinden dönmek

4- Ara açılınca (eski dostunun hakkında) fena sözler sarf etmektir.[378]

 

Açıklama
 

Hadis-i şerif, sözü geçen dört huydan biri, kimde bulunursa, o kimsenin, bir tane nifak alameti taşıdığına dördünü birden haiz olanın ise münafık sayılabileceğine delalet ediyor. Zahirine bakılırsa bu hasletlerin dördü de kendisinde bulunan bir kimse müslüman bile olsa münafık sayılmak icabeder. Halbuki bunların bir tanesi olsun kendisinde bulunmayan müslüman azdır.

Bu sebeple, ulema hadisin manasında ihtilaf etmişlerdir. İmam-ı NevevFnin açıklamasına göre ulemanın ekserisi ve müdekkık ilim adamları şöyle açıklamışlardır: Bu hasletler, münafıkların hasletleridir. Bina­enaleyh, bunlardan biri ile vasıflanan bir müslüman onlara benzedi­ği için kendisine mecazen münafık denmiştir. Çünkü nifak, içindekinin aksini meydana çıkarmaktır. Bu hal sözü geçen huyların sahibinde de var­dır. Yalnız onun nifakı kendisi ile konuşan ondan va'd alan, ona emniyet eden ve kavgaya girişen kimse hakkındadır. Yoksa İslamda münafık sa­yılan, içi kafir dışı müslüman olan kimselerden değildir.[379]

Münafık lafzı, nifaktan alınmıştır. İbn Side'nin beyanına göre, nifak, bir vecihten İslama girip, bir vecihten çıkmaktır. Bu kelime "Nafikatü'l-yerbu= Ova sıçanının deliği" tabirinden alınmıştır. Ova sıçanının yer al­tında iki deliği olurmuş, Bunların biri yeryüzüne tamamıyla açık, diğeri kapalı fakat kafasıyla vurunca açılıverecek kadar bulımurmuş. Bu deliğe "nafikaa" denilirmiş. Hayvan onu daima gizler; ötekinden girip çıkarmış. Avcı "kaasia" denilen açık deliğe gelirse, o nafikayı açarak kaçarmış. İş­te ova sıçanı nasıl naafikayı gizleyip, kaasıayı meydanda tutarsa münafığa da küfürünü gizleyip imanını gösterdiğinden, yahut şeriatın bir kapısın­dan girip öteki kapısından çıktığından kendisine bu isim verilmiştir.

Bazıları münafık kelimesinin "Nefak"dan alındığını söylerler. Nefak yer altındaki kanal (tünel) demektir. Böyle bir kanalın sahibi onda nasıl gizlenirse münafık ta İslam perdesi arkasında gizlendiği için ona bu isim

verilmiştir.

Hasılı münafık başkalarına içindekinin aksini gösteren kimsedir. Istı­lahta münafık içinden kâfir olup dışından müslüman görünen kimse­dir. Eğer bu renkli görünüş iman hususunda ise nifakı küfürdür. İman hu­susunda değilse amel nifakıdır. Bunda fiil ve terk dahildir. Bugün zmdikı da aynı şekilde izah ediyorlar. İmam-ı Malik'ten rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a.) devrindeki nifak bugünkü zındıklıktır.

Nifakın hakikatini anlayabilmek için onun taksimatını bilmek şöyle ki: Kalbin dört hali vardır:

1-  Delile dayanan mutlak itikad. Bu ilimdir.

2-  Delile dayanmayan mutlak i'tikad, Mukallidin itikadı gibi.

3- Gayr-i mutabık itikad (Gerçekle ilgisi olmayan inanç).

4-  Kalbin itikaddan hâli oluşu Dilin ise üç hali vardır:

1-  İkrar

2-  İnkâr

3- Sükût

Bunların toplamından aşağıda sıralayacağımız oniki kısım meydana gelir:

1- Kalble bilerek dille ikrar. Eğer bu ikrarı, sahibi kendi ihtiyarıyla ya­parsa o kimse hakiki mirinindir. Cebren yaparsa zahire göre kafirdir.

2- Kalble bilerek, dille inkar. Bu inkar cebri ise sahbi müslüman, İhti­yarî olursa kafir-i muaniddir.

3-  Kalble bilgi hasıl, fakat dille ikrar veya inkârdan hali olmak. Eğer bu sükût istikrahı ise o kimse hakiki mü'mindir, ihtiyari olarak susarsa ih­tilaflıdır. Mesela bir kimse Allah'ı delili ile bildikten sonra diliyle ikrara vakit bulumadan ansızın ölse. o kimse kesin olarak mü'mindir. Fakat Allah'ı delil ile bildikten sonra kendi ihtiyarı ile ikrar etmezse İmam Ga­zali onun da mü'min olduğunu söylemiştir.

4-  Mukallidin i'tıkadı ya ikrar ya inkar yahud da sükut ile olur. Şayet kendi ihtiyarıyla ikrarda bulunursa bu ikrar mukallidin imamdır ve bazı muhaliflere rağmen sahihtir.

5-  Eğer mukallidin ikrarı, izdirarî olursa, mesele birinci surete teferru eder. Orada böylesi için zahire göre kafirdir dediğimize göre; buradakine de münafık hükmünü vermek icabeder.

6-  Mukallidin sükut etmesi, ihtiyari ve izlırari hailenle aynen üçüncü kısım hükmündedir.

7-  Mukallid kalbden inkar eder de diliyle ikrarda bulunur, fakat bu ik­rarı cebri olursa kendisine münafık hükmü verilir.

8- Kalbden inkar ettiği halde, kendi ihtiyariyle ikrarda bulunursa buna küfr-i inadî derler ki, nifakın bir kısmıdır.

9- Hem kalbden hem de diliyle Allah'ın inkar eden kafir olur.

10- Kalbi hali olan bir kimse kendi ihtiyariyle ikrarda bulunursa küfür­den kurtulur. Mecburen ikrar ederse küfretmiş sayılmaz.

11-  Kalbi hali olup diliyle inkar eden kimsenin hükmü onuncu kısmın aksinedir.

12-  Hem kalbi hem dili hali bir kimse tetkik, te'emmül müddetini geçirmişse tekfiri vacib olur. Münafıklığına hükmedilmez.

Bu taksimden anlaşılır ki münafık dışı içine uymayan kimsedir.[380]

 

4689... Ebu Hureyre'den (rivayet edildiğine göre) Rasûlullah (s.a.): "Zina eden kimse zina ederken mü'min olarak zina edemez. (Hır­sızlık yapan kimse) hırsızlık yaparken mü'min olarak hırsızlık yap (a)maz (Şarap içen de) şarabı içerken mü'min olarak içmez ve Tevbe (kapısı) ona açıktır" buyurmuştur."[381]

 

Açıklama
 

Bu hadis-i şerif, zina hırsızlık ve şarap içmek gibi büyük günahlardan birini işleyen kimsenin dinden çıktığını söyleyen Haricilerin delilidir.

Hattabi (r.a.)'nin açıklamasına göre. Hariciler bu hadisi, kendi inanç­ları doğrultusunda te'vil ederek, bu hadisin kendilerini te'yid ettiğini id­dia etmişlerdir. Helal olduğuna itikat etmedikçe, büyük günahlardan biri­ni işleyen kimsenin, dinden çıkmadığını söyleyen ehl-i sünnet ulemasın­dan bazılarına göre bu hadiste geçen: "Mü'min olarak zina etmez, hır­sızlık etmez, şarap içme/" cümleleri haber cümlesi şeklinde gelmiş "in­şa" cümleleridir. Yani "mü'min olarak zina etmesin, hırsızlık etmesin, şarap içmesin. Çünkü bu fiilleri işlemek müslümanlnra yaraşmaz."

anlamında kullanılmıştır.

Yine ehl-i sünnet ulemasından bazılarına göre de bu hadis-i şerifte ge­çen: "Mü'min olarak bu suçu işlemez" anlamındaki cümleler "Müslim, müslümanlarin elinden ve dilinden salim kaldığı kimsedir" mealindeki 2481 numaralı hadis-i şerifle, "emanete riayet etmeyenin imanı yok­tur"[382] hadisinde ve; "komşusu, serinden emin olmayan kimse, mü'inin değildir"[383] hadisinde olduğu gibi.

Yahut da bu hadis-i şerifte büyük günah işlenirken kalmadığından bah­sedilen, imanın kendisi değil kemali ve faziletidir. Yani kişi bu günahları işlerken imanın kemali kalmadığı ifade edilmek istenmektedir.

Bir başka ifadeyle "Bu suçlan işleyen kişinin imanı onları işlerken ka­mil değildir. Böyle bir mü'minin durumu eli, ayağı, burnu ve kulağı olma­yan aciz insan gibidir.[384]

Eş'ariler ise hadisi; "Bu günahları işleyen kimse bu işi helal görerek ya­parsa imandan çıkmış olur" diye te'vil etmişler ve bu te'vilin gerekli oldu­ğunu, aksi takdirde Hz. Peygamberin: "Allah'dan başka hiçbir ilah olma­dığını söyleyip te bu sözü üzere ölen herkes cennete girer. Zina ve hırsız­lık yapmış bile Olsa"[385] hadisi ile telifinin imkansızlığını söylemişlerdir.[386] EI-Amidi, Mutezile ve Haricilerin mevzumuzu teşkil eden hadis hakkın da yapmış oldukları te'vil için şu cevabı vermiştir:

"Bu hadisteki mü'min kelimesi, "iman"dan değil "eran" kelimesinden alınmıştır. Bu durumda hadisteki mana "zina eden kişi Allah'ın azabından emin değildir" şeklindedir. Aynı hadisi zina yapan kişi bu işi yaparken mü'min olma vasfını kaybeder, fiilden sonra mümin vasfı geri döner, şek­linde de te'vili yapılmıştır.[387] Nitekim bir numara sonra gelecek olan ha­dis-i şerif bu görüşü desteklemektedir.[388]

 

Bazı Hükümler
 

1- Büyük günahları işleyen kimse, bu günahlardan dolayı imandan çıkmaz.

2- Büyük günahlar için tevbe kapısı, ölünceye kadar açıktır. Nevevî'nin açıklamasına göre bu mevzuda icma vardır.[389]

 

4690... Ebu Hureyre (r.a.) Rasûlullah (s.a.)'ın şöyle buyurdu(ğunu) söylemiştir:

"İnsan zina edince iman kendisinden çıkarak (başının) üstünde bir bulut gibi olur (orada bekler durur). Zinadan çekilince iman da ona dö­ner."[390]

 

Açıklama   
 

Bir önceki hadisin şerhinde de açıkladığımız gibi zina eden kimseden, zina yapmakta olduğu sırada imanın çıkıp uzaklaş­masından maksat, ehl-i sünnete göre imanın kendisi değil, kemali ve nu­rudur. Haricilere göre ise imanın kendisidir. Nitekim bir önceki hadisin şerhinde ayrıntılı olarak açıklamıştık. Bu durum imanın keyfiyet bakımın­dan eksilip artabildiğini göstermektedir ki, hadisin bab başlığıyla ilgisi de buradadır.[391]

[344] Bk. Bakara (2) 260.

[345] Bk. Ahmed b. Hanbel, I. 215: Âclûni, Keşfü'1-Hafa, II, 168.

[346] Tevbe (9). 124.

[347] Feth  (48) 4.

[348] Bk. Kılavuz Ahmed Saim, İman-Küfür Sınırı, 46-48.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/461-462.

[349] Bakara (2). 143.

[350] Tirmizi, Tefsir 2/4.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/463.

[351] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/463.

[352] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/463-464.

[353] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/464.

[354] Buharı, edeb 38, 39; Tirmîzî. redâ 11. îman 6; İbn Mace, zühd 31: Dârimi, rikak 74; Ahmed b. Hanbel. II, 185, 250, 369. 403. 467. 469. 472. 403. 481. 527; V, 89. 99; VI, 47, 99.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/464.

[355] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/464.

[356] Buharı, iman 19, zekat 53: Müslim, iman 150: zekat 131.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/464-465.

[357] Kılavuz, Ahmed Saim, İman-Küfür Sınırı, 43.

[358] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/465-466.

[359] Hucurat (l9), 14.

[360] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/466.

[361] Neml (27), 81.

[362] Zariyat (51) 35.

[363] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/466-467.

[364] Buhari, iman 19; zekat 53; Müslim. iman, 150; zekât 131.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/467.

[365] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/467.

[366] Buhari ilim 43; hacc; 132; meğazi 77; etlâhi 5. edeb 95: hudud 9: fiten 8; tevhit 24; Müslim, iman 118-120; kasame 29: filen 50: Tirmizi, filen 28; Nesâi. tahrim 29; İbn Mace, filen 5; Darimî, menâsik 76: Ahmed b. Hanbel, 1,230,402; 11,85,87; 104: 111,477: IV 76, 351. 358. 363. 366; V. 37. 39. 44, 45, 49, 68. 73.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/468.

[367] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/468.

[368] Buharı,.feraiz 29; Müslim, iman 26-27: Tirmizi, iman 16: Çuvalla, kelam I; Ahmed b. Hanbel. II, 18, 44. 47. 124.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/468-469.

[369] Gazzâli. Faysalatu’t-Tefrika, 81,el-Heytemî, ez-Zevacir I. 30, II, 125. Kılavuz, A. Saim, İman Küfür Sınırı, s.150.

[370] Ibn Manzûr. Lisanü'1-Arab. V. 146.

[371] Buhari ferâiz 29; Müslim, iman 27.

[372] Bk. el-Gazzali, Faysalu’t-Tefrika, 8.

[373] Bk. el-Felavâ el-Hindiyye II. 278; Kılavuz. A, Saim, İman-Küfür Sınırı. 151.

[374] Bk. el-Fetavâ el-Hindiyye II, 278.

[375] Bk. el-Hindiyye II, 278.

[376] Bk. Kılavuz A. Saim, İman-Küfür Sının 151.

[377] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/469-470.

[378] Buhari. iman 24; mezâlim 17; cizye 17; Tirmizi, iman 14; Nesâi. iman 20, Ahmed b. Hanbel II. 189. I98, 200.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/470.

[379] Bk. Davudoğlu A.. Selamet Yollan, IV. 389.

[380] Davudoğlu Ahmed, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi,  I. 313.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/471-473.

[381] Buharî mezâlim 30; eşribe 1: hudud 1.2.14: Tirmîzi. iman 11: Nesai, kastime 49; sârik 1; eşribe 46; İbn Mace, fiten 3; Dârimi, eşribe 11; Ahmed b. Hanbel, II, 243. 317, 376. 386.479; III 356: VI. 139.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/473.

[382] Bk. Ahmed b. Hanbel, III, 135, 154, 210, 251.

[383] Buhari, edeb 29; Müslim, iman 73: Tirmizi, kıyame, 60; Ahmed b. Hanbel, 1. 387: II. 288, 336,373: III. 154: IV. 31. VI, 385.

[384] Bk. ez-Zebidi, Şerhü'1-İhya, II. 254 vd.

[385] Buhari. tevhid. 33; Rikak 15: istizan 30; Müslim, iman 40; Tirmizi, iman 18.

[386] Bk. Âmidi,  Ebkârü'I-Efkâr: 264, Bakıllâni, et-Temllîd 369; el-İnsaf, 173.

[387] Bk. Kılavuz A. Silim, İman-Küfür Sınırı s. 36.

[388] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/473-474.

[389] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/474.

[390] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/474-475.

[391] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/475.



Konu Başlığı: Ynt: İmanda Artma Ve Eksilmeyi Reddedenler
Gönderen: Ceren üzerinde 27 Haziran 2018, 20:42:48
Esselamu aleykum. Rabbim bizlerin imanini noksansiz ve her daim eyleyen islam yolunda allahın emri neticesinde hakkiyla yaşayıp imanı artan ve kurtuluşa erisen kullardan eylesin inşallah. ..


Konu Başlığı: Ynt: İmanda Artma Ve Eksilmeyi Reddedenler
Gönderen: Sevgi. üzerinde 17 Ekim 2023, 06:14:04
Esselâmu aleyküm Rabbim bizleri her zaman rızasına uygun şekilde yaşayan kullarından eylesin inşaAllah


Konu Başlığı: Ynt: İmanda Artma Ve Eksilmeyi Reddedenler
Gönderen: Mehmed. üzerinde 23 Ekim 2023, 00:43:14
Ve aleykümselam Rabbım gereği gibi inanmayı nasip eylesin Rabbim paylaşım için razı olsun