๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Süneni Ebu Davud => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 31 Ocak 2012, 14:16:15



Konu Başlığı: Hz. Peygamberin Yakınlarının Hissesi
Gönderen: Zehibe üzerinde 31 Ocak 2012, 14:16:15

19-20. Humus (Beştebir) Payın Ve (Hz. Peygamberin) Yakınlarının Hissesinin Sarf Edilecekleri Yerler


 

2978... Cübeyr b. Mutim(in) haber verdi(ğine göre) kendisi, Os­man b. Affan (r.a) ile birlikte (Hz. Peygamberin) humustan (ayırdığı bir payı) Haşim oğullarıyla, Muttalib oğullan arasında paylaştırdığı­nı konuşarak Rasûlullah'ın huzuruna varmışlar. (Cubeyr b. Mutim söz­lerine şöyle devam etmiştir) "Ben: Ey Allah'ın Rasûlü (sen humusun bir kısmını) kardeşlerimiz Muttalib oğullarına dağıttın da bize (ondan) hiçbir şey vermedin. Oysa bizim sana olan yakınlığımızla onların ya­kınlığı aynıdır" dedim. Peygamber (s.a) de: "Haşim oğullarıyla, Mut­talib oğullan aynı şey (gibi) dir" buyurdu. Cübeyr (rivayetine devam­la şöyle) dedi: (Hz. Peygamber) bu humustan Haşim oğullarıyla Mut­talib oğullarına verdiği gibi, Abdüşems ve Nevfel oğullarına vermedi. (Zührî) dedi ki: Ebû Bekir humusu aynen Rasûlullah (s.a) gibi bölüş­türürdü, fakat Rasûlullah (s.a)'in (kendi) yakınlarına vermiş olduğu hisseyi, onlara vermezdi. Ömer b. el-Hattab, humustan onlara hisse verirdi. Hz. Ömer'den sonra Osman da (onlara humustan pay verirdi.)[182]

 

Açıklama
 

Bilindiği gibi Hz. Osman, Abdüşems oğullarmdandır. Cübeyr b. Mutim ise Nevfel oğullarmdandır. Abdüşems ile Nevfel, Haşim ve Muttalib de Peygamberimizin dördüncü dedesi Abdi Menafin oğul­larıdır. Peygamberimiz, Haşim'in torunlarındandır. Bu hadisin ravisi Cü­beyr b. Mutim ise, Nevfel'in torunlarındandır. Nitekim bu hadis-i şerif bir başka yoldan da "Biz (Hz. Peygambere) -Ey Allah'ın Rasûlü senin neslin olan Haşim oğullarının faziletini inkâr etmiyoruz. (Binaenaleyh humustan onlara bir hisse vermenin hikmetini anlıyoruz). Ancak Muttalib oğullarına humustan bir hisse veripte bize vermemenin sebebi nedir? -diye sorduk" anlamına gelen lafızlarla rivayet olunmuştur. Öyle anlaşılıyor ki, Hz. Peygam­ber Enfâl sûresinin kırkbirinci âyetine uyarak Hayber ganimetlerinin beşte birinde kendi yakınları olan Haşim oğullarıyla, Muttalib oğullarına hisse ver­diği halde onlar derecesinde yakınları olan Abdüşems oğullarıyla Nevfel oğul­larına vermeyince, Abdüşems oğullarından Hz. Osman (r.a) ile Nevfel oğullarından Cübeyr b. Mutin bu durumu aralarında müzakere ederek Hz. Peygamberin huzuruna varmışlar ve "Ey Allah'ın Rasûlü, bu ganimetler­den Enfâl sûresinin kırkbirinci âyetine uyarak yakınların olan Muttalib oğul­larıyla, Haşim oğullarına bir pay verdiğini biliyoruz. Oysa bizim neslimiz olan Abdüşems oğullan ile Nevfel oğulları da sana aynen Muttalib oğulları ile Haşim oğulları kadar yakındır. Hal böyleyken bizim neslimize de bir pay vermeyişinin sebebi nedir?" diye sormuşlar. Rasûl-ü Zişan Efendimiz de on­lara kısaca "Haşim oğullarıyla Muttalib oğulları aynı şey (gibi)dir" buyur­mak suretiyle, bu tutumunun hikmetini açıklamış oldu. Hz. Peygamber, bu kısa açıklamasıyla, Muttalib oğullarıyla, Haşim oğullarının, gerek cahiliy-yet devrinde ve gerekse İslamiyet devrinde biribirlerinden hiç ayrılmadıkla­rını ve her zaman İslamiyetin hizmetinde bulunduklarını, Abdüşems oğullarıyla Nevfel oğullarının Kureyş kafirlerinin Haşim oğullarına karşı ken­dileriyle hiçbir alışveriş yapmamak üzere aldıkları boykot kararma katıla­rak kafirler, safında yer aldıklarını çok veciz bir şekilde dile getirmiş ve Muttalib oğullarıyla Haşim oğullarını Abdüşems oğullarıyla Nevfel oğulla­rına tercih etmesindeki hikmeti çok güzel bir şekilde açıklamıştır.

İmam Şafiî ve İmam Ahmed'e göre ganimetlerden ayrılan humusun beşte biri Hz. Peygamberin yakın akrabalarından olan Haşim oğullarıyla Mutta­lib oğullarına verilir. Bu hususta fakirle zengin eşittir. Sözü geçen hisse ara­larında "mislü hazz-ıl-ünseyeyni" esasına göre ikili bir taksim edilir. İmâm Mâlik'e göre, bu taksim, devlet başkanının reyine kalmıştır. Dilerse Haşim oğullarıyla Muttalip oğullarının tümü arasında bölüştürür, dilerse bazısına verir bazısına vermez. Dilerse bu iki kabiliye vermez de başkalarına verir.

Hanefîlere göre, bu hisse sadece Haşim oğullarıyla Muttalib oğullarına verilir. Ancak onların fakirleri ile yetimleri, yolda kalmış olanları, fakir, ye­tim ve yolcu olmayanlarına takdim edilir.[183] Yani biz Hanefîlere göre, Ha­şim oğullarının zenginleri bu mallardan bir pay alamazlar.[184] Bilindiği gibi Muttalip oğullarının durumu da böyledir. Hz. Ebû Bekir'in kendi devrinde bu hisseyi Haşim oğullarıyla Muttalip oğullarına vermeyip başkalarına ver­mesi, bu iki kabilenin oldukça zengin durumda olup, başkalarının daha muh­taç olmayışlarındandır.[185]

 

2979... Said b. El-Müseyyeb'den demiştir ki: Cübeyr b. Mutim (şöyle) demiştir: Rasûlullah (s.a) (ganimet mallarının) beşte bir(in)den Haşim oğullarıyla, Muttalib oğullarına hisse ayırdığı gibi OAbdişems oğullarıyla Nevfel oğullarına ayırmadı. (Zührî) dedi ki, Ebû Bekir (ga­nimet mallarından ayrılan) beşte bir hisseyi (hak sahipleri arasında) aynen Rasûlullah (s.a)'ın taksimi gibi taksim ederdi. Fakat (bu hisse'-den) Rasûlullah'ın verdiği gibi onun yakınlarına (bir pay) vermezdi. Ömer de onlara (bir hisse) verirdi. Ondan sonra (halife) olan (Hz. Osman) da, O humustan (onlara bir pay) verirdi.[186]

 

Açıklama
 

Enfâl sûresinin kırkbirinci âyeti, ganimetten ayrılan mallanndan Hz.Peygamberin yakınlarının da hakkı bulunduğuna açıkça delalet etmektedir. Ulemanın bu mevzudaki görüşlerini şu şekilde özetlemek mümkündür.

1. İmâm Şafiî'ye göre bu beşte bir hisseyi Hz. Peygamber, a- Yakınları, b- Öksüzler, c- Yoksullar, d- Yolda kalmışlar arasında bölüştürürdü.Hz. Pey­gamberin vefatından sonra da yine onun yakınlarına hisse verilir. Hz. Pey­gamberin hissesi de onun yerine geçen halifeye verilir.

2. Malikiler de bu görüştedirler.

3. Rey sahiplerine göre, Hz. Peygamber vefatıyla bu mallardan hem kendi hissesi hem de akrabalarının hissesi düşmüştür. Bu bakımdan humus yok­sullarla, öksüzler ve yolda kalmışlar arasında paylaştırılır. Hz. Peygambe­rin akrabasından olan yoksullarla öksüzler ve yolda kalmış olanlar da aynen diğer yoksullar, öksüzler ve yolda kalmışlar gibi bu haktan yararlanırlar.

Bu üç sınıftan yalnız bir sınıfa vermek te caizdir.[187]

na hisse verdiği halde, Nevfel oğullarıyla Abdüşems oğullarına vermemesinin sebebi, ulema arasında farklı şekillerde açıklanmıştır. Şâfiîlerden bazılarına göre, Hz. Pey­gamberin akrabalarına hisse verilmesinin sebebi ikidir. Birincisi, Hz. Pey­gambere yakınlıkları, ikincisi de, Hz. Peygambere ve İslamiyete hizmetleridir.

İşte Haşim oğullarıyla Muttalib oğullarında bu şartların ikisi de bulunduğu için, Hz. Peygamber onlara hisse vermiştir. Nevfel oğullarıyla Abdüşems oğul­larında, birinci şart varsa da ikinci şart olmadığı için onlara hisse vermemiş­tir. Şevkâni'nin açıklamasına göre, aslında akrabalık kelimesi geniş kapsamlı bir kelimedir. Hz. Peygamberin sünneti onu tahsis etmiştir.

Bir önceki hadisin şerhinde geçen açıklamalar da bu hadise açıklık ge­tirdiğinden, bu hadisle ilgili açıklamamızı burada kesiyoruz.[188]

 

2980... Said b. el-Müseyyeb'den demiştir ki: Cübeyr b. Mutım O'na (şöyle) demiştir: Hayber günü olunca Rasûlullah (s.a) (kendi) ya­kınlarının humustaki) hissesini Haşim oğullarıyla Nevfel oğullarına verdi. (Hz. Cübeyr sözlerine devam ederek şöyle dedi.) Ben de Osman b. Affan'la beraber yola koyuldum nihayet Peygamber (s.a)'e vardık ve "Ey Allah'ın Rasûlü, bunlar Haşim oğullarıdır. Allah'ın seni on­ların içerisine yerleştirmiş olması sebebiyle onların (bize nisbetle olan) üstünlüklerini inkâr etmiyoruz, (fakat) kardeşlerimiz Muttalib oğul­larının durumu nedir de bizi bıraktığın halde onlara (hisse) verdin. Oysa (onlarla) bizim (sana olan) yakınlığımız birdir?" dedik. Rasûlullah (s.a) de: "Muttalib oğullarıyla biz cahiliyye (döneminde de) İslâmiyet dö­neminde de (hiç) ayrılmadık. Biz ve onlar bir şey (gibiy)iz." buyurdu ve parmaklarını biribirine geçirdi.[189]

 

Açıklama
 

2968 numaralı hadis-i şerifin şerhinde açıkladığımız gibi Peygamber Efendimizin dördüncü dedesi Abdümenaftır. Abdümenafın Haşim, Muttalib, Nevfel ve Abdüşems isminde dört oğlu vardır.

Hz. Peygamber, Haşim neslinden hadisin ravisi Cübeyr Nevfel'in Hz.Osman b. Affan ise Abdüşems'in neslindendir. Bir başka ifade ile Hz. Osman ile Hz. Cübeyr Abdümenafta Muttalib ve Haşim oğullarıyla btrleşmektedir-ler.'Bu sebeple de mensup oldukları Nevfel oğullarıyla, Abdüşems oğulları­na da humus hissesinden bir pay verilmesini istemişlerdir. Fakat Rasûlü zişan Efendimiz, "Muttalib oğullarıyla biz Haşim oğulları gerek cahiliyye ve ge­rekse İslamiyet döneminde birbirimizden hiç ayrılmadık." buyurarak cahi-liyyet döneminde, Nevfel ve Abdüşems oğullarının zaman zaman Kureyş ka-firleriyle birleşerek müslümanlara cephe aldıklarını ve Haşim oğullarıyla Mut­talib oğullarının İslamiyete hizmetlerinin onlardan daha fazla olduğunu, bu yüzden de Haşim oğullarıyla, Abdülmuttalib oğullarını, Nevfel ve Abdüşems oğullarına tercih ettiğini çok veciz şekilde açıklamıştır.

Bu sözü söylerken ellerini kenetleyip parmaklarını birbirine geçirmekle, yine Muttalib oğullarıyla Haşim oğullarının birlik ve beraberlik içinde ke­netlenmiş olduğuna işaret etmek istemiştir.[190]

 

2981... es-Süddi'den (Allah'ın Rasûlü ile) akrabalığı bulunan (lar) hakkında "Onlar Abdülmuttalib oğullarıdır." dedi(ği rivayet olun­muştur.)[191]

 

Açıklama
 

"Bilin ki: ganimet (olarak) ele geçirdiğiniz şeylerin beşte biri Allah'a, Rasûlü ne ve (Allah'ın Rasûlü ile) akrabalığı bulunan(lar)a, yetimlere, yoksullara ve yoku(lar)a aittir..."[192] âyetinde geçen "...

Allah'ın Rasûlü ile akrabalığı bulunanlar..." sözüyle kimlerin kasdedildiği ulema arasında ihtilaflıdır.

Mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifte Süddi'nin Allah'ın Rasûlü ile ak­rabalığı bulunanlar (in) Hz. Peygamberin dedesi Abdülmuttalib'in oğulların­dan ibaret olduğu görüşünü taşıdığı ifade edilmektedir.

Cumhur ulemaya göre, Hz. Peygamberin akrabaları Haşim oğullarıyla Muttalib oğullarıdır.[193]

Bir görüşe göre yalnız Haşim oğullarıdır. Başka bir görüşe göre de Hz. Peygambere akraba olan tüm Kureyş kabilesidir.[194]

 

2982... Yezid b. Hûrmûz (şöyle) demiştir: Necdet-ûl Harûrî İbn Zübeyr'in (Haccac-ı zalimle olan) savaşı sırasında Hacca git­mişti de İbn Abbâs'a (birini) göndererek (Hz. Peygamberin) yakınlann(ın) payını sordu ve (şimdi) bu payın kime ait olduğu görü-, sinidesin? dedi.

İbn Abbas (r.a) da: (Ben bu payın yine) Rasûlullah (s.a)'ın (sağ­lığında) bu hisseyi kendilerine verdiği yakınlarına ait (olduğu inancın­dayım) Nitekim Hz. Ömer'de bu hisse'den (Hz. Peygamberin yakını olarak) bize (bir pay) vermişti. (Fakat) biz (Hz. Ömer'im verdiği) bu payı hakkımızdan az bulduğumuz için kendisine geri verdik ve almaktan kaçındık.[195]

 

Açıklama
 

Abdullahb. Zübeyr b. Avvam'ın-(622-692 - l-73H.)sahabı babası cennetle müjdelenenlerdenaır. Anası Ebu Bekir in kızı Esma'dır. Medine'de muhacirlerden ilk doğan çocuktur. Hz. Peygam­ber O'na Abdullah adını verdi. İyi yetişti. Ashâb içinde hadis ve fıkıhta alim olanlardan biridir. Hz. Osman tarafından kurulan Kur'an istinsah (yazıp ço­ğaltma) heyetinde bulundu. İlmi kudreti yanında son derece cesur bir zattı....

Hz. Osman'ı müdafaa edenlerdendi. Cemel vakasında babası Zübeyr'­in yanındaydı. Hz. Muaviye'nin oğlu Yezid, halife olunca Mekke'ye geçti. Hz. Hüseyin'in Kerbela faciasında şehit edilmesinden sonra işe hız verdi. Ye-zid'in tayin ettiği adamları hicazdan kovdu kendi namına hilafet ilan etti. Bu duruma kızan Yezid, üzerine Müslüm b. Ukbe kumandasında büyük bir ordu gönderdi. Harra mevkiinde iki taraf çatıştı. Medine Halkından ye As-habdan binlerce adam öldürüldü. Ordu Mekkeye doğru yürüdü. Bu savaş­lar sürüp gitti. 64 yılında Mekkede Abdullah muhasara edildi. Bu sırada Yezid öldü. '64 gün süre muhasara esnasında Kabe harap olmuş atılan taşlar bazı yerleri kırmıştı. Abdullah Kâbeyi tamir etti. Hicaz, Yemen, Mısır, Irak, İran ve Horasan halkı Abdullah'a biat ederek onu halife tamdılar. Dokuz yıl Mek­ke'de halifelik yaptı. Mısır'ın bir kısmıyla Suriye Emeviler'in elinde kalmıştı Mervân b. Abdülmelik hilafet makamına geçince; önce Irak'a asker göndererek orada İbn Zübeyr'in kardeşini ortadan kaldırdı. Sonra her tara­fa dehşet saçan Haccacı Mekke'ye gönderdi. Haccac hicretin yetmiş ikinci (72) yılında Mekke'yi kuşattı. Mancınıkla şehri ve Ka'beyi taşa tuttu. Mu­hasara 6,5 ay sürdü. Abdullah'ın etrafındakiler dağılmaya başladılar. Fakat o devam azmindeydi atılan bir taşla alnından yaralandı. Haccac'ın askerleri ..üzerine atılıp kendisini şehit ettiler.[196]

Metinde geçen Hz. İbn-Zübeyr olayından maksat hicretin yetmiş ikinci yılında şehit olmasıyla neticelenen Haccac-ı zalimle yaptığı savaştır.

Hz. Abbas'ın ganimetlerden ayrılan beşte bir hissesinin bir kısmının yi­ne Hz. Peygamber zamanında olduğu gibi Hz. Peygamberin yakınlarına ve­rilmesi görüşünde olmasına karşılık, Hz. Ömer'in halifeliği döneminde bu payı onlara vermemesinin sebebi, Hz. Abbas'ın bu payın Hz. Peygamberin yakınlarının hakkı olduğuna inanırken, Hz. Ömer'in bu payın onların de­ğişmez hakkı olmadığı, fakat bu payın onlara da verebileceği görüşünde ol­masıdır.

Hz. Ömer, bu payın da zekat gibi verilmesi caiz olan sınıflardan en faz­la muhtaç durumunda olanına verilebileceğine inandığı için, kendi .devrinde ondan Hz. Peygamberin yakınlarına az bir hisse vermiş, kalanını da onlar­dan daha muhtaç durumda olanlara vermiştir.

Hz. İbn Abbas' (r.a) ise, ganimetlerden ayrılan beşte bir hissenin beşte birinin, mutlaka Hz. Peygamberin yakınlarının hakkı olduğuna inandığı için Hz. Ömer'in bu paydan gönderdiği bir miktar payı humusun beşte birinden eksik olduğu gerekçesiyle kabul etmemiştir.

Görülüyor ki, bu iki büyük sahabi arasındaki ihtilaf, sadece araların­daki ictihâd farkından doğmaktadır. Hanefi ulemasjnın bu mevzudaki gö­rüşünü 2979 numaralı hadisin şerhinde açıkladığımızdan burada tekrara lu-züm görmedik.[197]

 

2983... Abdurrahman b. Ebî Leyla'dan demiştir ki: Ben Hz.

Ali (r.a)’i (şöyle) derken işittim. "Rasûlullah (s.a) humusun beşte birini (hak sahiplerine dağıtmak üzere) beni görevlendirmişti. Bende onu Ra­sûlullah (s.a)'le Hz. Ebû Bekir ve Ömer devrinde (verilmesi gereken) yerlerine verdim. (Bir gün) bana (Hz. Ömer tarafından) bir mal geti­rildi. (Hz. Ömer) beni çağırdı ve:

"Onu (Hz. Peygamberin yakını olarak) Sen al" (Ve yine eskiden olduğu gibi dağıtılması gereken, yerlere dağıt) dedi. (Bende):

"Ben (onun idaresini üzerime almak) istemiyorum." dedim. O'da (onun idarisini)

"Sen al çünkü siz (Peygamberin yakınları olarak) Gna daha çok müstehaksınız" dedi. Bende:

"Bizim ona ihtiyacımız yoktur." dedim. Bunun üzerine (götür­dü) onu hazineye koydu.[198]

 

Açıklama
 

Bu hadis-i şerif, bir önceki hadis-i şerifin şerhinde açıkladığımız gibi Hz. Ali'nin de Hz. Ömer gibi humus'un beşte bi­rinin Hz. Peygamberin yakınlarının değişmeyen hakkı olmadığı, ancak bu payın kendilerine verilmei caiz olan sınıflardan biri olmaları itibariyle onla­ra da verilebileceği görüşünde olduğunu ifade etmektedir.

Bu mevzuda merhum Muhammed Hamdı Efendi meşhur ve kıymetli tef­sirinde şöyle diyor: "...Binaenaleyh onun reyinden ayrılmadıklarını söyle­yen ehl-i beytinin dahi onun mekruh gördüğünü, mekruh görmeleri ve önce­ki görüşünden dönüşü kabul etmeleri ve Hz. Ali'yi kendi vicdan ve itikadın-ca haklı bildiği hak sahiplerini haklarından men edip bir korku ile takıyye perdesine bürünmüş bir mukreh mevkiinde farzetmekten çekinmeleri iktiza eder."[199]

Ancak bu Hadis-i şerifte Hz. Ebû Bekir devrinde de humusun beşte bi­rinden Hz. Peygamberin yakınlarına beşte bir hisse verildiği ifade edilmek­tedir. Oysa 2979 numaralı hadis-i şerifte Hz. Ebû Bekir'in de bu hisseyi Hz. Peygamberin yakınlarına vermediği ifade edilmektedir. Bu bakımdan mev-zumuzu teşkil eden bu hadis-i şerif 2979 numaralı hadis-i şerife aykırıdır. Hanefi ulemasından İbn Humman'ın da işaret ettiği gibi Hafız Münzirî 2979 numaralı hadisin sahih olduğunu mevzumuzu teşkil eden hadis-i şerifinse sahih olmadığını söylemiş ve 2979 numaralı hadisi mevzumuzu teşkil eden hadise tercih etmiştir.

Bezlul-Mechûd yazarının açıklamasına göre, Hz. Ömer Hz. Ali'ye "bunun idaresini al çünkü siz (peygamberlerin yakını olarak) buna (başkaların­dan) daha müstehaksınız" demekle aslında "muhtaç olduğunuz takdirde siz bunu almaya diğer muhtaçlardan daha müstehaksınız." demek istemiştir. Eğer Hz. Peygamberin yakınları hem zengin hallerinde hem de fakir halle­rinde mutlak surette onu almaya başkalarından daha.layık olsalardı. Hz. Ali, Hz. Ömer'in bu malları almaları için yapmış olduğu teklifi hem kendi adına hem de kavmi adına reddedemezdi.[200]

 

2984... Abdurrahman'dan demiştir ki: Ali (r.a)'ı (şöyle) der­ken işittim.

“Ben, Abbas, Fatıma ve Zeyd b. Hariseyle Hz. Peygamber (s.a.)'in yanında biraraya gelmiştik. (Hz. Peygambere hitaben) "Ey Allah'ın Rasûlü, Aziz ve Celil olan Allah'ın kitabında (ganimet mal­larından ayrılıp dağıtılmasını emrettiği) humustan (bize düşecek olan) hakkımızı (pay sahiplerine dağıtma görevini) bana versende (ileride) senden sonra her hangi bir kimsenin bu mevzuda benimle anlaşmazlığa düşmemesi için senin sağlığında bu geliri (hak sahiplerine) ben da-ğıtsam (çok isabetli olur, uygun buluyorsan bunu) yap" dedim. (Ra-sülü Ekrem Efendimiz de) bunu,yaptı. Ve (humus gelirlerindeki Hz. Peygamberin yakınlarına ait) bu hakkı, Rasûlullah (s.a)'in sağlığında (hak sahiplerine) ben dağıttım. Sonra Hz. Ebû Bekir de bu görevi ba­na verdi. Nihayet Hz. Ömer'in (halifelik) yıllarının son yılına kadar (bu görevi yürüttüm fakat Hz. Ömer'in halifeliğinin son yılında bu görevi bıraktım) Çünkü (o sene) O'na (ganimetlerden) bir çok mal geldi. O'da bizim hakkımızı ayırdı. Sonra bana (bir haber) gönder(erek va­rıp onu hak sahiplerine bölüştürmemi iste)di. Ben de "Bizim bu sene ona ihtiyacımız yoktur, (fakat Hz. Peygamberin yakınları olan bizle­rin dışındaki) müslümanların ona ihtiyacı vardır. Sen bunu onlara ver!" cevabını verdim. O da (bizim hissemize düşecek olan) bu malı fakir müslümanlara verdi. Hz. Ömer'den sonra kimse bana bunu teklif et­medi. Hz. Ömer'in yanından çıktıktan sonra Hz. Abbas'la karşı-laş(mış)tımda (Bana) "Ey Ali. Bu gün sen bizi (büyük bir) gelirden mahrum ettin, bir daha bu mal ebediyyen bize verilmez. " de(miş)di. (Gerçekten Abbas) çok zeki bir adamdı.[201]

 

Açıklama
 

Bu hadisle ilgili açıklama bir önceki hadisin şerhinde geçmiştir.[202]

 

2985... Abdûlmuttalib b. Rabia b. El-Haris b. Abdûlmuttalib(in) haber verdi(ğine göre), Rabia b. El-Haris ile Abbas . Abdil Muttalib, Abdulmuttalib b. Rabia ile Fazl b. Abbas'a -siz Rasûlullah (s.a)'e varınız ve kendisine "Ey Allah'ın Rasûlü gördüğün gibi biz (evlene­cek) bir yaşa geldik. Ve.evlenmek istiyoruz. Ey Allah'ın Rasûlü, sen insanların Allah'a en bağlı olanı akrabalık haklarına en çok riayet ede­nisin. Anne ve babalarımızda ise bizim için mehir olarak verebilecek­leri bir şey yoktur. Binaenaleyh bizi zekatları toplamak üzere memur tayin ette, zekat memurlarının sana verdikleri gelirleri bizde verelim ve (buna karşılık) sadakalar(ı toplamanın üçretin)den (ve sadakaların dışında elde edeceğimiz hasılattan) biz de yararlanalım." demişler. (Ab­dulmuttalib b. Rabia, sözlerine devam ederek) dedi ki: Biz (babaları­nızla) bu şekilde (konuşur) iken Ali b. Ebû Talib geliverdi. Bize - Ha­yır vallahi Rasûlullah (s.a) sizden hiç bir kimse zçkat memuru olarak tayin edilemez" buyurmuştu - dedi. Bunun üzerine (babam) Rabia Hz. Ali'ye

"Bu da senin kıskançlığındandır. Sen Rasûlullah (s.a)'ın damat­lığını elde ettin de biz bunu senden kıskanmadık" (sen ise bize kıs­kançlık yapıyorsun) dedi. Ali üzerine cübbesini alıp onun üzerine yat­tı ve:

"Ben  Hasan'ın babasıyım (kavmi içerisinde) tecrübeli  bir kimseyim" Allah'a yemin olsun ki, çocuklarınız, kendilerini Peygamber (s.a)'e sormak üzere gördereceğiniz meselenin cevabını getirmedikçe (burada yatmaya) devam edeceğim, dedi. Abdulmuttalib (sözlerine de­vam ederek şöyle) dedi. "Bunun üzerine ben (bu meseleyi Hz. Pey­gambere sormak üzere) FazPla beraber yola koyuldum. (Hz. Peygam­bere tam) öğle namazında tesadüf ettik. Namaz başlamıştı. Namazı cemaatla kıldık. Sonra FazPla beraber Peygamber (s.a)'ın odasının ka­pısına koştum. Kendisi o gün Zeyneb bint Çahş'ın yanında (kalıyor) idi. Kapıda beklemeye başladık. Nihayet Rasûlullah (s.a) geldi. Be­nim ve Fazl'ın kulağından tuttu ve:

(ağzınızda) "sakladığınızı çıkarın" (bakalım) dedi ve (içeri) gir­di. Fazl'la benim de içeri girmemize izin verdi. Bir süre(Fazl'la ben) sözü (almayı) birbirimizden bekleştik. Sonra Hz. Peygamberle ben ko­nuştum >ahutta Fazl konuştu. (Ravi İbn Şihâb-Ez-Zühri dedi ki, bu hadisi bana nakleden) Abdullah bunda tereddüt etti. -(yani söze han­gisinin başladığını kesin olarak hatirlayamadı. Abdulmuttalib sözle­rine devam ederek şöyle) dedi. (Fazl) babalarımızın bize (sormamızı) emrettikleri meseleyi Hz. Peygambere anlattı. Rasûlullah (s.a)'de göz­ünü tavana dikerek bir süre sustu. (Bu sükût) bize öyle uzun geldi ki biz hiç bir cevap vermeyecek zannettik. Nihayet bize perde arkasın­dan eliyle işaret eden Zeyneb (validemiz)i gördük. (Bu işaretiyle bize) acele etmeyiniz (demek) istiyordu. Ve Rasûlullah (s.a)'m bizim işimizle meşgul olduğunu (anlatmak) istiyordu. Sonra Rasûlullah (s.a) başını indirdi ve bize

"Bu zekât insanların"(malının) kiridir. Muhammed'e ve onun ai­lesine zekat almak helâl değildir. Bana Nevfel b. el-Haris'i çağırınız' dedi. Nevfel b. El-Haris çağrıldı ve (O'na dönerek)

"Ey Nevfel Abdulmuttalib'i (kızınla) evlendir" dedi. Bunun üze­rine Nevfel beni (kızıyla) evlendirdi, sonra Peygamber (s.a.):

"Bana Mahmıyye b. Cûz'ü çağırın" dedi. Mahmıyye Zübeyd oğul­larından bir adamdı. Ve Rasûlullah (s.a) onu humusları toplamak üzere tahsildar tayin etmişti. Rasûlullah (s.a) Mahmıyye'ye

"Fazl'ı (kızınla) evlendir." buyurdu. Mahmıyye'de FazTı (kızıyla) evlendirdi. Sonra Rasûlullah (s.a) (Mahmıyye'ye)

"Kalk humus (gelirin)den şu iki gence şu kadar mehir (masrafı) ver" dedi. (Ravi İbn Şihab) dedi ki, "Abdullah b. Haris bana mehrin mikdarım söylemedi.[203]

 

Açıklama
 

("Ührica mâ tüsarrirani) cümlesi türkçemizdeki "sen şu dilinin altındaki baklayı çıkar anlamında kullanılan, söz içinizde gizlediğinizi meydana çıkarın" manâsına gelen bir tabirdir. Hz. Peygamber Efendimiz şu sözüyle "maksadınızı açıkça söyleyiniz" demek istemiştir.

Karnı: Tecrübeli, gün görmüş, ileri görüşlü kimse manâlarına gelir.

Havr: Cevab demektir.

Ebûl-Kasım el-Taberani'ye göre, bu hadiste anlatılan olayı yaşayan Abdulmutfalib'in ismi Abdulmuttalib değil Muttalibdir.

O'nun babası Rabia b. el-Haris ise, Peygamber Efendimizin amcasının oğludur.

Nevfel b. Haris'de yine Peygamber Efendimizin amcasının oğludur.

Bilindiği gibi Hz. Nevfel, Bedir savaşında kâfirler safında bulunuyor­du. Savaşın sonunda müslümanlara esir düştü. Fakat amcası Hz. Abbas onu fidye vererek kurtardı. Sonra Müslümanlığı kabul edip Mekke'nin fethinde, Humeyn'de ve Taif sefeFİnde büyük kahramanlıklar göstererek Allah'ın di­nine hizmet etti.

Hadis-i şerifte, Hz. Peygamber'in evlenme çağına geldikleri halde fa­kirlikten evlenemedikleri için kendisinden zekat memurluğu isteyen Hz. Fazl ile Hz. Muttalib'e "Muhammed'e ve Muhammedin aile fertlerine zekat al­mak caiz değildir. Çünkü zekat halkın mallarının kiridir." gerekçesiyle red cevabı verdiği ifade edilmektedir.

Aslında Hz. Peygamber onların bu isteklerini reddederken "onların mal­larından bir miktar sadaka al ki, onunla onları temizleyesin..."[204] mealinde­ki âyet-i kerimeye dayanmıştır.

Görülüyor ki Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in ailesi diye va­sıflandırdığı Haşim oğullan ile Muttalib oğullarına zekat almayı yasakladığı gibi, onların ücret karşılığında zekat memurluğu yapmalarını da yasaklamıştır.

Bu mevzû'da İmam Nevevî şöyle diyor: "... ulemamızdan bazıları Ha­şim oğulları ile Muttalib oğullarının zekat memurluğu yaparak ücret alma­larının caiz olduğunu, çünkü bunun icareden başka birşey olmadığını söyle-mişlerse de bu görüş, doğru değildir, batıldır."

Hz. Peygamber kendisine müracaat eden gençlere verilmek üzere, hu­mus gelirlerinin bir miktarının ayrılması için Hz. Mahmiyye'ye emir buyur­ması, ganimetlerin beşte birinin bir kısmının Hz. Peygamberin yakınlarının hakkı olduğuna delalet etmektedir. Çünkü bu gençler Hz. Peygamberin ya­kınlarından idiler.

Esasen bu hadisin bab başlığıyla ilgisini sağlayan kısmı da burasıdır.[205]

 

Bazı Hükümler
 

1. Hz.Peygamberin ve yakınları olan Haşim oğulla-rıyla Muttalib oğullarının zekat almaları ya da ücret karşılığında zekât tahsildarlığı yapmaları haramdır.

2. Amca kızıyla evlenmek caizdir.

3. Evlenirken erkeğin kıza bir mikdar mehir vermesi meşru kılınmıştır.[206]

 

2986... Ali b. EbîTalib (şöyle) demiştir: Benim Bedir günü alı­nan ganimetlerden payıma düşen yaşlı bir devem vardı. O gün Rasû-lullah (s.a) ganimetin beşte birinden yaşlı bir deve (daha) vermişti. Ben Rasûlullah (s.a)'in kızı Fatıma ile evlenmek istediğim zaman Kaynu-ka oğullarından kuyumcu bir adamdan benimle geleceğine dair söz al­mıştım. Boya otu getirecektik. Bu otu kuyumculara satarak düğün zi­yafetimde ondan yararlanmak istiyorum. Develerim için semer, çuval ve iplerden oluşan eşyayı toplarken, develerim ensardan bir adamın evinin yanına çökmüşlerdi. Ben toplayacağımı toplayınca (develerime doğru) yönelmiştim. Bir de ne göreyim, onların hörgüçleri kesilmiş, böğürleri delinmiş, ciğerlerinden bir kısmı alınmış. Bu manzarayı gö­rünce gözyaşlarıma sahip olamadım. Ve "Bunu kim yaptı" diye fer­yat ettim, (orada bulunanlar) "Her halde bunu yapan Hamza b. Ab-dülmuttalib'dir. Kendisi (şimdi) şu evde ensardan bazı içkiciler ara­sında bulunmaktadır. Ona ve arkadaşlarına bir cariye şarkı söyledi şar­kısında -Ey Hamza! semiz develere dikkat- diye (başlayan bir şarkı okudu). Bunun üzerine Hamza hemen kılıca sarıldı, develerin hörgüç-lerini kesti ve böğürlerini deldi, ciğerlerinin bir kısmını aldı." dediler. (Hz. AH sözlerine devam ederek şöyle) dedi: Bunun üzerine ben de yola koyuldum. Nihayet Rasûlullah (s.a)'ın yanına girdim. Yanında Zeyd b. Harise vardı. Rasûlullah (s.a) benim başıma geleni hemen anladı ve

"Sana ne oldu?" dedi; Ben de:

"Ey Allah'ın Rasûlü bugünkü gibisini hiç görmedim. Hamza be­nim iki deveme saldırarak hörgüçlerini kesmiş ve böğürlerini delmiş. İşte kendisi içkicilerle beraber şu evde bulunuyor." dedim.

Rasûlullah (s.a) kaftanını isteyip onü örtündü. Sonra (yola çıkıp) yürümeye başladı. Ben de Zeyd b. Harise ile birlikte kendisini takib ettim. Nihayet Hamza'nın bulunduğu eve geldi. (Girmek için) izin is­tedi. Kendisine derhal izin verildi, (içeriye girince) birde ne görelim, hem içkiciler (orada), Rasûlullah (s.a) yaptığı işten dolayı Hamza'yı azarlamaya başladı. Hamza da sarhoştu. Gözleri kızarmıştı. Hamza, Rasûlullah (s.a)e gözlerini.dikti sonra gözlerini kaldırdı (Hz. Peygam­berin) delerine dikti. Sonra (daha da kaldırarak) yüzüne baktı. Sonra

"Siz benim babamın kölelerinden başka birşey değilsiniz" dedi.

Rasûluüah (s.a) onun sarhoş olduğunu (artık iyice) anlamıştı. Hemen gerisin geriye giderek dışap çıktı. Onunla beraber büzde çıktık.[207]

 

Açıklama
 

ahkıama Hadisin zahirine bakılırsa Hz. Ali'ye verilen yaşlı develer, Bedir'den ahnan ganimetlerin   beşte birindendir. Fakat İbn Battal'm beyanına göre, siyer uleması Bedir Harbinde ganimetin beşte birinin Peygamberimize tahsisi henüz meşru olmadığında ittifak etmişlerdir. Bu tak­dirde Hz. Ali'nin sözü te'vile muhtaç olur. Ve: "Bana Rasulullah (s.a) Ab­dullah b. Cahş'ın seriyyesinden bir yaşlı deve verdi" manâsına alınır. Çün­kü Abdullah b. Cahş seriyyesi Bedr'den önce hicretin ikinci senesinde Mek­ke İle Taif arasındaki Nahye'ye gönderilmiş, orada bir Kureyş kervanı ile harbedorek küffarı tepelemiş, kervanı ganimet olarak almışlardı. Hz. Ab­dullah arkadaşlarına: "Aldığımız ganimetin beşte biri Resûlullah (s.a)in olacak” demişti. Halbuki o zaman henüz ganimetlerin beşte biri meselesi hak­kında âyet inmemişti. Abdullah (r.a) ganimetin beşte birini Resûlullah (s.a.)'a ayırmış , geri kalanını arkadaşlarına taksim etmişti. Beşte biri meselesinin beni Kureyza gazasında meşru olduğu söylenir. Daha sonra meşru olduğu­nu söyleyenler de vardır.

Develerinin halini görünce Hz^ Ali'nin ağlaması Nevevî'ye göre, Hz. Fa-tıma'ya karşı kusur edip çehizini tamamlayamıyacâğından korktuğu içindir. Bizce develerin haline acıdığı için ağlamış olması daha hakçadır.

Hz. Hamza iyice sarhoş olmuş. Cariye oynatıyordu. Çünkü o zaman henüz içki ve şarkı gibi şeyler haram edilmemişti. Müslümanlar içki içiyor, şarkı dinliyorlardı. îçki ancak Uhud gazasında haram kılınmıştır. Hz. Ham-za'nın "Siz benim babamın kölelerinden başka bir şey misiniz?" sözünün manâsı teşbihtir. Yani siz benim babamın köleleri gibisiniz, demek* istemiş­tir. Maksadı da Peygamber (s.a)'ın babası Abdullah ile Ali'nin babası Ebû Talib'dir. Bunlar Abdulmuttalib'e itaat ve hürmet husufunda onun köleleriymiş gibi davranırmış. "Ben Abdulmuttalib'e onlardan daha yakınım" de­mek istemiştir.   

Hz. Hamza'nm yaraladığı develerin kıymetini ödemesi icabeder' Bu bab-da bir rivayet yoksa da Hz. Hamza'nm onları ödemiş olması yahut onun namına Peygamber (s.a)'in ödemiş olması yahut Hz. Ali'nin bedel istemek­ten vazgeçmiş olması muhtemeldir.[208]

 
Bazı Hükümler
 

1. Zifaf  için davet vermek meşru’dur.

2. Amel ve kazanç hususunda yahudıde faydalan­mak caizdir.

3. Maişetini kazanmak için ot ve odun gibi şeyleri toplayıp satmak caiz­dir. Bunda mürüvvete dokunacak bir şey yoktur.

4. Kuyumculara yakacak malzemesi satmak ve onlarla iş tutmak caiz­dir.[209] Bu hadisin bab başlığı ile alakası "Hz. Peygamber o gün ganimetle­rin beşte birinden yaşlı bir deve vermişti." cümlesidir.[210]

 

2987... Zübeyr b. Abdülmuttalib'in ümmü-1-Hakem-yahut ta Dubâa isimli kızların biri (şöyle) demiştir: Rasûlullah (s.a) (bir sa­vaşta) bir takım cariyeler elde etmiştir. Ben, kız kardeşim ve Rasülul­lah (s.a)'ın kızı Fatıma ile birlikte, Hz. Peygamberin huzuruna gittim. Kendisine içinde bulunduğumuz durumdan şikayet ettik ve (işlerimiz­de bize yardımcı olması için) esir cariyelerden bize de vermesini iste­dik. Rasülullah (s.a):

Bedir(savaşında hayatlarını kaybeden şehitlerin)yetimleri sizin önü­nüze geçtiler. Fakat ben size bundan daha hayırlısını göstereyim mi? Her namazın arkasında otuz üç defa Allahu ekber otuz üç defa sübhanellah, otuz üç defa elhamdülillah ve(bir defa da)Lâilâhe ülallâhu vahdehuLâ Şerike leh( = Allah'dan başka bir ilah daha yoktur O'nun ortağı da yoktur. Mülk O'nundur. Hamd O'na mahsustur. O'nun her-şeye gücü yeter.) dersiniz."buyurdu.

(Ravi-)Ayyâş (b. Ukbe) dedi ki: "Bu iki kadın Peygamber (s.a)'in amcasının kızlarıdır.[211]

 

Açıklama
 

et-Takrib isimli eserde açıklandığına göre, bu hadistn. ravisi olabileceği söylenen Ummü-1-Hakem Hz. Peygamberin am­cası Ebû Talib'in oğlu Hz. Zübeyr'in kızıdır. Kendisi Ümmül-Hakem diye anılır. Asıl ismi ise Safiyye yahut ta Atiyye'dir. İsminin Dubâa olduğunu söyleyenler de vardır. Hz. Peygamberi görmek ve onun sohbetinde bulun­mak şerefini kazanan kadınlardandır.

Bu hadisin ravi'si olabileceği söylenen Dubâa bint Zübeyr de yine Pey­gamberimizin amcasının kızıdır ve sahabi kadınlardandır. Ravi El-Fazl b. El-Hasen-Ed-Damri bu hadisi kendisinden rivayet ettiği kadının kim oldu­ğunu kesin olarak hatırlayamamıştır. Ancak bu kadın ya Ümmül-Hakem ya­hut ta Dubâa olabileceğini hatırlayabilmektedir. Bazılarına göre bu ravinin tereddüdü hadisi bu iki kadının hangisinden aldığında değildir. Yani hadisi aldığı kadım bilmektedir. Fakat isminin Ümmül-Hakem mi yoksa Dubâa mı olduğunu iyi hatırlıyamamaktadır.

Avnu-I-Ma'bud yazarı, hadisin senedinde geçen "An ihdahuma"keli-mesine "Bu iki kadından biri diğerinden rivayet etmiştir." şeklinde bir ma­nâ vermişse de Bezi yazan: "Bu iki sahabiyenin birinin diğerinden hadis ri­vayet ettiği görülmemiştir." diyerek bu manâyı reddedmiştir. Doğrusu da Bezlyazannın sözüdür. Rasûl Zişan Efendimiz "Bedir yetimleri sizin önü­nüze geçtiler"sözüyle "Onların bu hususta öncelik hakkı vardır. Binaena­leyh, onlar varken size bu cariyeleri veremem." demek istemiş olabileceği gibi "Onlar sizden önce davrandılar. Sizden önce geldiler. Bu cariyeleri on­lara verdiğim için size verecek bir cariye kalmadı." demek istemiş olması ihtimali de vardır.

Görüldüğü gibi, Hz. Fatıma ve yanında bulunan iki hanım Hz. Pey­gamberden kendilerine ev işlerinde yardım edecek bir cariye istediği halde Hz. Peygamber onlara her namazın sonunda otuz üçer defa teşbih, tahmid ve tekbirde bulunmalarını ve bir defada kelime-i tevhid okumalarım tavsiye edip bunun cariye almaktan daha hayırlı olduğunu söylemiştir.

1504 numaralı hadisin şerhinde de açıkladığımız gibi bu zikirlerin sevabı-, nın büyüklüğünde şüphe yoksa da hizmetçi kullanmak gibi dünyalık bir işin se­vabı âhirette alınacak bir zikirle mukayese edilip, zikrin hizmetçiye sahip olmaktan daha hayırlı olması meselesi oldukça kapalı ve izaha muhtaç bir meseledir.

Buhârî sarihlerinden Kirmanı, bu meseleyi şöyle açıklıyor: "Belki de Al­lan namazların arkasında bu zikri yapan kimselere bir hizmetçinin yapacağı işlerden daha fazlasını yapacak bir kuvvet verir. Yahut ta işlerini o kadar kolaylaştırır ki yapacağı işler hizmetçinin yardımıyle yapılan işlerden,daha kolay bir şekilde yapılmış olur. Bu meseleyi teşbihin faydası ahirettedir. Hiz­metçinin faydası ise dünyadadır. Ahiretteki fayda ise dünyadaki faydaya nisbetle daha hayırlı ve daha kalıcıdır." şeklinde açıklamak ta mümkündür.[212]

 

Bazı Hükümler
 

1. Namazın arkasında çekilen tesbihatın sevabı çok büyüktür.

2. Hz. Peygamberin yakınları ganimetlerin humsundan hisse alabilir­ler. Fakat devlet reisi lüzum görürse, bu hisseyi diğer hak sahiplerinden en fazla muhtaç olanlara aktarabilir.

3. Koca, karısına hizmetçi tutmak zorunda değildir,

4. Hz. Peygamberin yakınlarının humustaki hisseleri muayyen olmadı­ğı gibi, bu hissenin .mutlaka onlara verilmesi de gerekmez. Devlet reisi lü­zum gördüğü takdirde bu hisseyi humusta hissesi olan öksüzler, fakirler ve yolda kalmış yolcular'dan birine aktarabilir. Hanefi ulemasından Tahavi ile İmam Taberi'nin görüşü de budur.[213]

 

2988... İbn A'büd'den demiştir ki: Ali (r.a.) bana: "Sana kendimden ve Rasûlullah (s.a)'in ailesi içerisinde kendi­ne sevgili olan kızı Fatıma'dan bahsedeyim mi?" dedi. Ben

" Evet" (bahset) dedim. (Bunun üzerine bana şunları) söyledi.: "Gerçekten Fatıma (elleriyle) değirmen çekerdi. Öyle ki (değir­men) el(ler)inde iz bırakmıştı. Su tulumuyla su taşırdı (tulum da) göğ­sünde iz yapmıştı, (süpürge ile) ev süpürrrtekten üstübaşı tozlanmıştı. (birgün) Peygamber (s.a.)'e hizmetçiler gelmişti. (Ben de Fatıma'ya) "Babana gitsen de ondan (işlerinde kullanmak üzere) hizmetçi (bir köle) istesen!" dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamberin huzuruna çıktı. Fa­kat onun yanında konuşmakta olan bir takım kimselerin bulunduğu­nu görüp geri döndü. Ertesi gün Hz. Peygamber O'nun yanına geldi ve: "İhtiyacın neydi?" dedi (Fatıma) sükut etti. Bunun üzerine (Ben söz alıp)

"Ey Allah'ın Rasûlü (Bunu) sana ben anlatacağım" dedim (ve şunları söyledim. Fatıma elleriyle) su çeke çeke ellerinde izler meyda­na getirdi. Su taşıya taşıya bağrında izler bıraktı. Sana hizmetçi (ko­lejler gelince ben kendisine sana varıp (senden) kendisini içinde bu­lunduğu sıkıntıdan kurtaracak bir hizmetçi istemesini emretmiştim" dedim. Hz. Peygamber de:

Ey Fatıma Allah'dan kork, Rabbının emrini yerine getir, efendi­nin hizmetini gör. Yatağına yatınca otuz üç defa sübhanallah, otuz üç defa elhamdülillah, otuz dört defa da Allahü ekber de. Hepsi yüz eder. Bu senin için hizmetçiden daha hayırlıdır." buyurdu. (Fatıma da):

"Ben Allah'dan da, Rasûlünden de razıyım" dedi.[214]

 

Açıklama
 

Bir önceki hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi İmam Taberi ile Hanefî ulemasından Ebû Ca'fer el-Tahavi'ye göre, bu hadis: Hz. Peygamberin yakınlarının humus gelirlerindeki hisselerinin muayyen olmadığına ve devlet reisinin bu hisseyi lüzum gördüğü takdir­de onlardan daha muhtaç olan hak sahiplerine aktarabileceğine delalet et­mektedir.

Hafız İbn Hacer ise: 2983-2984 numaraları hadis-i şerifleri delil getire­rek humusun beşte birinin kesinlikle Hz. Peygamberin yakınlarının hakkı olduğundan burada anlatılan Hz. Peygamberin Hz. Fatıma'ya vermediği kö­lenin humus gelirlerinden olmayıp ancak fey gelirlerinden olabileceği, çün­kü humus gelirlerinden olması halinde mutlak vermesi gerektiği ihtimali üzerinde dururken ayrca bu hadisenin humus gelirleriyle ilgili, hükmü be­lirleyen Enfâl sûresinin kırkbirinci âyeti inmezden önce vukubulmuş olması ihtimali üzerinde de durmaktadır. Ancak bu ikinci ihtimal çok uzak bir ihti­maldir. Çünkü sözü geçen âyet te Bedir savaşında nazil olmuştur.

Hz. Peygamber, bu köleyi Hz. Fatıma'ya onun humus gelirlerindeki pa­yının bir köle değerinde olmadığından dolayı vermemiş olması kuvvetli bir ihtimaldir.[215]

 

2989... (Bir önceki hadis-i şerifte anlatılan) hadise Ali b. Hüse­yin'den de (rivayet olunmuştur. Ali b. Hüseyin bu rivayetinde) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a) "Hz. Fatıma'ya hizmetçi vermedi"[216]

 

Açıklama
 

Bu hadisle ilgili açıklama bir önceki hadisin şerhinde geçtiğinden burada tekrara lüzum görmedik.[217]

 

2990... Müccâa (b. Nirare el-Hanefî el-Yemamî)den (rivayet olun­duğuna göre) kendisi (birgün) peygamber (s.a)'e varıp, Zühl oğulla­rından (olan) Sedüs oğullarının öldürdüğü kardeşinin diyetini istemiş, Peygamber (s.a) de:

"Eğer ben müşrik(ler) için diyet öder olsaydım kardeşin için de öderdim. Fakat ben sana kardeşin için başka bir şey vereceğim" de­miş ve (o anda müslümanların kendileriyle çarpışmakta olduğu) Zühl oğullarının müşriklerinden (ele geçen mevcut ganimetlerden) ayrıla­cak olan ilk humus (beşte bir pay)dan yüz deve verilmesi için eline bir mektup vermiş ve (henüz ele geçmiş olan mevcut ganimetlerden bu de­velerin bir kısmını almış(sada ganimetler yeterli olmadığı için devele­rin hepsini alamamış bir süre sonra da) Zühl oğulları müslüman olmuş. (Artık müslümanlar onların mallarına dokunmamışlar) Daha sonra (Müccâa, kalan) bu develeri Ebû Bekir'den istemiş ve kendisine Pey­gamber (s.a)'in mektubunu vermişti. Hz. Ebû Bekir de ona dört bin (sa') buğday, dörtbin (sa') arpa, dörtbin (sa') hurma (olmak üzere) Yemame zekatlarından onikibin sa', (tahıl) verdi. Peygamber (s.a)'in Muccâa'ye (verdiği) mektubunda (şu sözler) vardı. "Rahman ve Rahım olan Allah'ın adıyla (başlıyorum) Bu mektub Peygamber Muhammed (s.a) tarafından (yazılıp) Sülma oğullarından Müccâa b. Mirare'ye (verilmiştir.) Ben, ona, Zühl oğullarının müşriklerinden ayrılacak humusdan yüz deveyi kardeşinin (diyeti) yerine verdim."[218]

 

Açıklama
 

Aslında Hz.Muccâa, Hz. Peygambere kardeşinin diyetini istemeye vardığı günlerde müslüman idi. Durum böyle olun­ca, Hz. Peygamberin ona kafir olan kardeşinin diyetini vermek mecburiye­tinde olmadığı için diyet veremeyeceğini bildirmekle beraber diyet yerine yüz deve vermesi onun gönlünü kazanmak için değil de reisi bulunduğu kavmin kalplerini İslâm'a ısındırmak için olsa gerektir.

Herhalde Hz. Peygamberin ona verdiği onikibin sa' tahıl kalan devele­rin değeridir. Bilindiği gibi bir sa', seri dirheme göre 2,917 kgr.Örfi dirheme göre ise 3.333 kgr.dır.

Hadisteki Hz. Peygamberin humus gelirlerinin bir kısmını, kâfirlerin kalplerini İslâm'a ısındırmak için sarfetmiş olmasıyla ilgili kısım, bu hadisin bab başlığıyla ilgisini teşkil eden kısmıdır.[219]

[182] Buhârî, farz'ül-humus 17.; Nesâî, fey 1; İbn Mâce, cihad 46.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/256-257.

[183] Yazır M. Hamdi, Hak dini Kur'an dili VII-4827-4828.

[184] Davudoğlu Ahmed, Ibn Abidin VIII-417.

[185] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/257-258.

[186] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/258-259.

[187] Davudoğlu Ahmed, İbn Abidin VIII-416.

[188] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/259-260.

[189] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/260.

[190] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/260-261.

[191] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/261.

[192] Enfâl (8) 41.

[193] Karlığa Bekir, Hadislerle Kur'ân-ı Kerim tercemesi, VII-3311.

[194] Ateş Süleyman, Kur'ân-ı Kerim ve yüce meali, I- 181.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/261.

[195] Nesâî, fey 1.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/261-262.

[196] Keskioğlu Osman, İslâmi Bilgiler Ansiklopedisi 1, 40-41.

[197] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/262-263.

[198] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/263-264.

[199] Elmalılı Yazır, Muhammed Hamdi, Hak dini Kur'ân dili VII-4832.

[200] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/264-265.

[201] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/265-266.

[202] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/266.

[203] Müslim, zekât 167, 168; Nesâî, zekât 95, fey 15; Muvatta, Sadaka 13, 15; Ahmed b. . Hanbel 11-402, IV-166.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/266-269.

[204] Tevbe (9) .103.

[205] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/269-270.

[206] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/270.

[207] Buhârî, humus 1, talak 11, megazİ 12; Müslim, eşribe 2.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/270-273.

[208] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/273.

[209] Davudoğlu Ahmed, Sahih-i Müslim, IX, 250, 251.

[210] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/273-274.

[211] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/274-275.

[212] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/275-276.

[213] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/276.

[214] Buhârî, da'vât 11; Müslim, zikr 80; Ahmed b. Hanbel VI- 383, 384.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/276-277.

[215] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/277-278.

[216] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/278.

[217] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/278.

[218] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/278-280.

[219] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/280.