๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Süneni Ebu Davud => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 29 Kasım 2011, 18:47:54



Konu Başlığı: Buruna Su Verip Dışarı Atmak
Gönderen: Zehibe üzerinde 29 Kasım 2011, 18:47:54
56. Buruna Su Verip Dışarı Atmak

 

140....Ebû Hureyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Sizden biriniz abdest aldığı zaman burnu­na su alsın sonra da dışarı atsın.”[22]  [23]

 

Açıklama
 

İstinsâr, burundaki suyu dışan atmak demektir. Hadis-i şerifin zahiri istinsâr île istinsânn farz olduğunu ve istinsârın istinşâktan ayrı fakat ona bağlı olarak yapılan bir fiil olduğunu ifâde etmek­tedir: Binaenaleyh istinşak ve istinsâr farzdır ve istinşakın sahih olabilmesi için buruna çekilen suyun dışarı atılması gerekir. Ulemâdan bir kısmı metin­de geçen "Burnuna su alsın sonra da dışarı atsın” cümlesindeki emirlerin vücûb ifade ettiği görüşünden hareket ederek bu hükme varmışlardır.

İmam Ahmed, İshak, Ebû Ubeyde, Ebû Sevr ve fbn Münzir bu görüş­tedirler, îbn Battal ise, "her ne kadar buruna çekilen suyu dışarı atmanın farz olduğuna dair icmâ' bulunduğunu söyleyenler varsa da, bu doğru de­ğildir. Çünkü bunun farz olmadığına dâir icmâ' bulunduğunu söyleyenler de vardır" diyor. Gerçek ise, buradaki emrin vücûb için değil, nedb için ol­duğudur. Yani bu emre uymanın hükmü müstehabdır. Cumhuru ulemanın görüşü de budur. Delilleri ise, Resulü Ekrem (s.a.)in, bir a'rabiye abdest al­mayı öğretirken buruna su çekip dışarı atmak fülerini göstermemişidir. Eğer gerçekten buruna su çekip dışarı atmak farz olsaydı Resul-i Zişan bunu A'­rabiye mutlaka öğretirdi.

Tirmizî ve Hâkim'in naklettiği bu A'rabi ile ilgili hadis-i şerifin metni şöyledir: "Allah'ın sana emrettiği gibi abdest al."[24] Bu hadis-i şerifte Re­sulü Ekrem A'rabiyi âyet-i kerimeye havale etmiştir. Halbuki âyet-i kerime­de burna su verip dışarı atmak yoktur.

Buruna su verip dışarı atmak farzdır diyenler ise, şöyle itiraz ediyorlar: "Resulü Ekrem (s.a.)'in O A'râbiyi Kur'âna havale etmekten maksadı, ab­dest âyetlerinin ifâde ettiği manadan daha şümullü bir mâna ile ilgilidir. Şöyleki; Resûlullah O A'rabiyi Kur'ân'a havale ederken aynı zamanda Kur'ânda Resûlullah'a uymayı emreden âyetleri de, dolayısıyla istinşâkı da kast etmiş olabilir. Kaldı ki Resülullah'ın istinşâkı ve hatta mazmazayı terk ettiğini ri­vayet eden bir kimse görülmemiştir."

Her ne kadar bu görüş taraftarları bu şekilde kendi görüşlerini müda­faa ediyorlarsa da gerçekte Resûlullah a'râbiyi Kur'ân'ın tümüne havale et­memiş, sadece abdest âyetine havale etmiştir ki, onda da istinşak yoktur. Ayrıca istinşâkı Resulü Ekrem (s.a.)'ın terk ettiği ne dâir bir rivayetin bulun­madığına dair ileri sürülen iddia da asılsızdır. Zira 135. hadis-i şerifte istin­şak zikredilmemiştir. Halbuki farz gibi mutlaka açıklanması gereken bir meselede Hz. Peygamber'in susması asla caiz değildir. Çünkü bu tebliğ sıfatına aykırıdır. Bu durum istinşâkın farz olmadığını gösterir. Ulemânın açık­lamasına göre istinşâk ve istinsârdaki hikmet, burnu temizlemek ve şeytanı kovmaktır.

Buhârî'nin rivayet ettiği bir hadiste, "Biriniz uykusundan uyanıp abdest aldı mı üç defa burnuna aldığı suyu çıkarsın. Çünkü şeytan genzinde  geceler"[25] buyurmuştur.[26]

 

Bazı Hükümler
 

1. Abdest esnasında burun temizlenmeyebilir. 

2. Cumhûra göre buruna su vermek ve dışarı atmak mendubtur.

 

141....İbn Abbas (r.a.)'dan demiştir ki; Resûlullah (s.a.)'ı şöyle buyurduğu "Burnunuzu iki kere iyice veya üç kere temizleyiniz!”[27]  [28]

 

Açıklama
 

Hadis-i şerifte geçen mübalağalı bir şekilde (iyice) burnu temizlemekten maksat, üç kere burunu temizlemenin yerini tu­tacak şekilde temizlemek demektir. Buna göre bu şekilde İki kere veya üç kere burnu temizleme emredilmiştir. Ancak üç kere yapılan temizlikte mübalağa emredilmiyor. Çünkü mübalağaya lüzum kalmıyor. Bu hadisle il­gili teferruat 140. hadiste geçmiştir.

Arabistan gibi sahrada ve kırsal yerlerde devamlı toprak ve kumla meş­gul olanların burunlarının dolacağı ve nefes almada güçlük çekecekleri göz önüne alındığı takdirde burnu temizlemenin ne kadar önemli olduğu anlaşı­lır. Tabii ki bu işi yaparken rastgele yapmamalı, çevreyi kirletmemeli, İslâm âdabına aykırı harekette bulunulmamahdır.

 

142....Lakît b. Sabre'den, demiştir ki; "Ben müntefik oğulları­nın Rasûlullah'a gönderilen elçisi veya elçileri arasında idim. Rasûlullah (s.a.)'ın evine vardığımızda onu evinde bulamadık, müzminlerin annesi Âişe'ye tesadüf ettik. Bizim için hazîre (denilen bir yemek) ha­zırlanmasını emretti, (Hazîre) bizim için derhal hazırlandı. Ve bir de kına' getirildi. (Hadîs-i nakleden) Kuteybe aslında kına' sözünü söy­lemedi. (Ancak sözün gelişinden bu kına'ın getirildiği anlaşılmakta­dır.) Kına' (yemek yemeye ve içine meyva konmaya yarayan bir tabaktır.) İçinde hurma vardı. Derken Rasûlullah (s.a.) geldi ve: "(Evde yiyecek) birşeyler bulabildiniz mi? Yahut size bir şeyler hazırlanması emredildi mi?" dedi. Biz de "evet" ya Rasûlullah (s.a.) dedik. Biz Rasûlutiah (s.a.)'la beraber otururken bir de ne görelim, bir çoban Rasûluliah (s.a.)'ın davarlarım, yanında bir de yeni doğmuş meleyen bir kuzuyla beraber ağıla götürüyor! Rasûlullah (s.a.) ona hitaben; "ya­hu ne doğurttun?" diye sorunca o da bir dişi kuzu diye cevap verdi. Rasûlü Ekrem (ş.a.) de; "(Öyleyse) onun yerine bize bir koyun kes" buyurdu, ve ilave etti; "Sakın bunu senin için kestiğimizi zannetme" (Bu hadîsi rivâyet edenlerden biri der ki; Rasûlullah (s.a.) "zannetme" kelimesini  şeklinde sîni'n fethasiyla değil  şeklinde sin'in kesresiyle telaffuz etti.)Bizim yüz davarımız var daha fazla artmasını istemediğimiz İçin bu koyunu kestik. Her ne zaman ki, çoban bize bir yavru doğurtur getirirse, biz de onun yerine bir ko­yun keseriz." (Râvî) Lakît (sözlerine devamla) dedi ki:

Ben: "Yâ Rasûlallah, benim dili uzun bir karım var yani ağzı bozuk" (ona karşı tavrım ne olacak)?" dedim.

(Efendimiz): "Öyleyse onu boşa (yabilirsin)" buyurdu. Lakît der ki:

"Yâ Rasûlallah, onunla aramızda arkadaşlık (hukuku) ve bir de çocuk var" dedim. Rasûlullah (s.a.)’ de

"Ona emret" buyurdu. (Râvi diyor ki: Hz. Peygamber bu sözüyle bana) "Ona öğüt ver" de (mek isti)yor (du ve sözlerine şöyle devam etti) "Eğer onda bir hayır görür­sen, nasihat etmeye devam edersin. Karını, cariyeni döver gibi döv­me!" dedi. Ben; Ya Rasûlallah, bana abdestten bahset dedim. "Abdesti güzelce al, parmakların arasına suyu eriştir. Oruçlu değilken burnuna suyu çokça çek." buyurdu.[29]  [30]

 

Açıklama
 

Bu hadîsin râvîlerinden birinin, Rasûllullah (s.a.)'in bu hadisini nakıederken  sözünü telaffuz ediş şekli üze­rinde durmaktan maksadı, Rasûlü Ekrem'den duyduklarını sadece manâ olarak rivayet etmediğini bilakis harekesine varıncaya kadar kelime kelime zaptedip büyük bir titizlikle rivayet ettiğini ifâde ederek bu husustaki dikka­tini belirtmektir.

Rasulullah (ş.a.)'ın "bu koyunu biz senin için kesmedik" demesi, mi­safirin kendisi için bir koyun boğazlandığını düşünerek bir minnet borcu duy­maması ve mahcup olmaması içindir. Bu, Rasûlullah'ın yüksek ahlâkındandır.

Hz. Peygamberdin, küfürbaz hanımının durumundan bahseden misafi­rine, hanımını boşamaya izin vermesi o kadınla beraber yaşamanın dünyevî ve uhrevî pek çok zararlara sebep olacağını bilmesindendir. Ancak çocukla­rı da olması dolayısıyla, boşanmasının daha büyük zararlara yol açacağı an­laşılınca, zararın daha azım tercih etmesini tavsiye etmiş ve "Ona çirkin sözler sarfetmemesi ve küfürbaz olmaması için nasihat et, eğer fayda verirse bunu devam ettir, ancak bu da fayda vermezse, o zaman sakın onu şiddetli bir şekilde dövme” diyerek nasihatin da fayda vermemesi halinde hafif bir şe­kilde dövmeye izin verdiğini imâ etmiştir.

Hadîs-i şerifte geçen "abdesti güzel almak" sözünden maksat, farzına, sünnetine ve mütehaplarına riâyet ederek abdest almak demektir. Parmak aralarına suyu akıtarak parmak aralarının hilallenmesinin hükmü bu hadî­sin zahirine göre, farz ise de, Malikîlere göre parmakların hilallenmesi eller için farz, ayaklar için de sünnettir. Çünkü, Mâlİkilere göre her uzvu sürt­mek farzdır. El parmaklarının da hepsi ayrı bir uzuv sayıldığından her par­mağı ve aralarını sürtmek ve hilallemek farzdır. Ayak parmakları ise, sık olduklarından hepsi birden bir uzuv sayılmakta bu yüzden de aralarını sürt­mek farz değil sünnettir denilmektedir.

Diğer mezheplere göre ise, parmakların hjlâllenmesi için hadîs-i şerifte, geçen emir farz değil mendup olmak hükmünü ifâde eder. Ancak bu, suyun parmaklar arasına eriştiği zamandır. Yok eğer parmaklar arasına erişmediği kesinlikle biliniyorsa o zaman parmaklarını hilallemek bütün mezhep âlimlerince farzdır. Özellikle parmağında dar yüzüğü olup da suyun nüfuz etme­yeceğine kanaat getirildiği takdirde bilhassa abdest ve gusülde buna dikkat edilmesi ve suyun yüzük altına nüfuz etmesinin mutlaka sağlanması gerekir. Aksi takdirde ne abdesti, ne de guslü sahih olur. Bunun içindir ki dar olan yüzüğün abdestte oynatılmasının Hanefilere göre vacip olduğu kaydedilmiştir.

Bu mezheplerin delilleri daha önce geçen 106 numaralı hadîs-i şeriftir. Bu hadîste Rasûlü Ekrem'in parmak aralarım hilallediği mevzuu bahs edil­memiştir. Eğer parmak aralarını hilallemek farz olsaydı, bu hadiste ona da yer verilirdi.

Bu hususta Menhel sahibi görüşlerini şöyle ifâde ediyor; parmakların hilallenmesi mevzuunda pek çok hadis varsa da hepsinin sıhhati üzerinde çeşitli söylentiler bulunmaktadır. Bu sebeple hiç biri hilallemenin farz olduğuna delil teşkil edecek nitelikte değildir. Şayet bu hadislerin sahihliği kabul edilse bi­le, farz'a değil mendupluğa delâlet ederler. Bu izah tarzı ile bu mevzuda ge­len hadisler arasındaki zahirî çelişki de ortadan kalkmış olur.

Ayrıca parmakların hilallenmesini emreden hadislerin çokluğuna bakı Ur ve bunların birbirini kuvvetlendirdiği dikkate alınırsa bu hadîs-i şeriflerle amel etmenin ihtiyata daha uygun olduğu görülür. Özellikle Dârakutnî'nin Ebû Hüreyre'den rivayet ettiği "Allah kıyamet gününde parmaklarınızı ateşle hilallemeden önce sizler hilalleyiniz" mealindeki hadis-i şerif gözönünde bu­lundurulursa bu mevzunun Önemi daha iyi anlaşılmış olur.[31]

 

Bazı Hükümler
 

1. Dininn icâplarını açıktan ve emniyetle yerine geti­rebilen bir kişinin müslüman diyarına göç etmesi üze­rine farz değildir. Çünkü Lakit, sonradan ve küfür diyarında müslüman olmuştu.

2. Bir toplumun bütün fertlerinin dînî meseleleri öğrenmek gayesiyle İlim tahsili için memleketlerini terketmeleri gerekmez. Bilakis muayyen bir toplu­luk bu görevi yüklenir ve öğrendiklerini döndükleri zaman kalanlara akta­rırlar.

3. Ev sahibi gücü yettiği nisbette misafirine layık olduğu ikramı yapma­ya çalışır.

4. Ev sahibi bulunmadığı zaman ailesi misafire yemek ikram edebilir. Ancak burada ev sahibinin rızâsı olduğunu bilmek ve âdaba riâyet etmek şarttır.

5. Ev sahibi, evinde misafir bulduğu zaman yemek ikram edilip edilme­diğini, veya karınlarının aç olup olmadığını sormalıdır.

6. Ev sahibi, misafiri minnet altında bulunduracak harekelerden ve ri­yadan sakınmalıdır.

7. Belli bir sayıda davar beslemek ve çoban tutmak caizdir.

8. Dünya sevgisini gönülden çıkarmak caizdir.

9. Devlet reisinin idaresi altında bulunan kimselerin ev işlerinin duru­munu sorması onların da devlet reîsine bazı mühim sırlarını açıp durumları­nı arz etmeleri caizdir.

10. Kişinin, ağzı bozuk, ahlâksız karısını boşaması caizdir.

11. İyi huylarla bezenip, kötü huyları terk etmek lâzımdır.

12. Kişi hanımına kötü huylarını terketmesi için nasîhat etmeli ve edep sınırlarını terkettiği zaman da, onu bîr müddet terketmeli, bu da fayda ver­mediği zaman hafif bir şekilde dövmelidir.

13. Kişi ailesini, bir zarain defetmek için boşamaya kalktığı zaman, da­ha büyük bir zarara uğramak ihtimali varsa o kadını nikâhı altında tutma­sında bir sakınca yoktur.

14. Va'z ve nasîhat dinleyip onunla amel etmek kişinin bahtiyarlığının ve iyiliğinin alâmetlerindendir.

15. Bilmeyen kişinin bilen kişiden sorarak öğrenmesi lâzımdır.

16. Âlim, sorulana cevap vermelidir. Başka cevap veren bulunmadığı zaman cevap vermek ona farz olur.

17. Abdesti güzel almalı parmak aralarını hilallemeli, ağza ve burna su vermekte oruçlu değilken mübalağa etmelidir.

18. İş verenin işçiyle, âmirin me'murla, bir büyüğün küçükle vakarını korumak, şartıyla şaka yapması caizdir.

 

143....Âsim b. Lukît'in Müntefik oğullan elçisi olan babası Lakît b. Sabre'den rivayet ettiğine göre: Lakît, Hz. Âişe (r.a.)'ye gelmiş ve bir evvelki hadîsin mânâsını nakletmiştir. (Bir evvelki hadîse ilâve olarak şunları) söylemiştir. "(Çok) beklemeden Rasûlullah (s.a.) sert ve mertçe yürüyerek g;eldi" (Bir de) Hazîre (denilen et ve undan yapı­lan yemek) yerine (Vağ ve undan yapılan) Aside demiştir.

144....Ebû Âsim dedi ki, şu (142 numaralı hadisi) İbn Cüreyc bize rivayet etti (Ancak) rivayetine (hz. peygamber) "Abdest aldığın zaman ağzına su ver" (buyurduğunu sözlerini de) ekledi.[32]

 

Açıklama
 

Ebu Âsım'm îbn Cüreyc'den naklettiği bu hadîs-i şerifte ağza su vermeden (mazmaza)dan bahsedildiği halde, Yahya el-Kattân'ın Îbn Cüreyc'den rivayet ettiği aynı hadîste mazmazadan bahsedil­miyordu. Mevzumuzu teşkil eden babın içine aldığı bu konuyla ilgili hadis­lerin zahirinden çıkan neticeye göre: Abdest alırken burnu temizlemek ve ağza su verip dışarı atmak farzdır.

Nitekim 142 numaralı hadisin şerhinde açıklamıştık.

Şevkânî Neylu'I-evtâr'da şunları söylemektedir: Ağza ve burna su alıp dışarı atmanın farz olup olmadığı mevzuunda mezhepler arasında görüş ay­rılığı vardır. îmam Ahmed, Ishak, Ebû Ubeyd, Ebû Sevr, İbn Münzir, mazmaza ve buruna su verip dışarı atmanın farz olduğunu söylemektedirler. İbn Ebî Leylâ ve Hammâd b. Süleyman da aynı görüştedir.

İmâm Mâlik, Şafiî, Evzâî, el-Leys, Hasan Basrî, Zührî, Rabîa, Yahya b. Saîd, Katâde, Hakem b. Uteybe, İbn Cerîr et-Taberî ise, farz olmadığı görüşündedirler.

Ebû Hanîfe ve taraftarları ile birlikte Sevrî'ye göre ise, ağza ve burna su verip dışarı atmak gusülde farz, abdestte ise, sünnettir. Şafiî'ye göre, gusl emri, vücûdun dışını yıkamakla ilgilidir. Ağızın ve burunun içi ise, vücûdun dışından değildir, içindendir. Bu itibarla ağız ve burnu gusülde yıkamak ge­rekmez (farz değildir.)[33]  [34]

[22] Buhârî, vudû* 25, 26; Müslim, tahâre 20, 22; Tirmizî, tahâre 21; Nesâî, tahâre 69; 71, 72; Ahmcd b. Hanbel II, 277, 308, 352, IV-313, 314.

[23] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 252.

[24] Tirmizî, salât 110.

[25] Buhârî, bedül-halk II; Müslim, tahâre 23; Nesâî, tahâre 72; Ahmed b. Hanbel, II, 352.

[26] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 253-254.

[27] İbn Mâce, tahâre 44; Ahmed b. Hanbel I, 228.

[28] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 254.

[29] Tirmizî, Savm 69, Ncsaî, tahâre 91, Ibn Mace, tahâre 54; Dârimî vudû' 34;Ahmed b. HanbelIV, 211.

[30] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 254-256.

[31] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 256-258.

[32] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 258-260.

[33] bk. Şevkani, Neylu’l-evtar  I, 166.

[34] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 1/ 260.