๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Süneni Ebu Davud => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 24 Şubat 2012, 19:48:46



Konu Başlığı: Asabiyyet Hakkında Gelen Hadisler
Gönderen: Zehibe üzerinde 24 Şubat 2012, 19:48:46
111-112. Asabiyyet (Kavmiyetçilik) Hakkında Gelen Hadisler

 

Asabiyyet: İsim" ve masdar şekliyle birlikte kullanılan "asab" kökün­den türetilmiş bir ıstılahtır. İsim olarak âsâb, sinir ve sarmaşık manasına gelir. Masdarından türetilmiş bir çok kelime daha vardır ki hepsi de bağ­lamak, sarmak, sarıp bağlamak, toplanmak, birikmek, etrafını çevirmek, himaye etmek... gibi mana farklılıkları taşır. Asabiyyet ise aynı kökten gelen "asabe'Yıin nisbî masdarıdır. "Asaba" bir hukuk tâbiri oluşunun dı­şında, "bir kimsenin baba taramdan olan akrabaları" manasına geldiği gi­bi, bir şahsırThimaye etme ve yardım elini uzatma durumunda olduğu ak­rabası manasına gelmektedir. Bu noktadan hareket edilerek "akrabası ve soydaşı durumunda olan kimselerin yardımına koşma ve onları zulüm ve haksızlıktan koruma gayretinde olma" işi de asabiyyet ıstılahı ile ifade edilmiştir.

Ancak bu ıstılah, Hz. Peygamberin dilinde ayrı bir muhteva kazanmış ve tamamen özel bir durumu ifade etmek için kullanılmıştır. Kur'an'da rastlanmayan "asabiyyet" en eski ve belki de ilk olarak -kullanılışı hadis-i şeriflerde görülmektedir. Eldeki hadis kaynaklarında asabiyetin geçtiği bir kaç rivayet vardır. Bunları, muhtevaları bakımından iki ana grubta toplamak mümkündür. Daha Önce söylenmiş olduğu tahmin edilen birin­ci grup hadisler asabiyyeti yasaklamaktadır.

Meselâ; ashabtan Cübeyr b. Mutîm kanalıyla rivayet edilen hadis: "Halkı asabiyyet için toplanmaya çağıran, asabiyyet uğrunda dövü­şüp çarpışan ve asabiyyet yolunda ölen kimse bizden değildir."[494]

Bu hadisin söylenişinden sonra olmalıdır ki, ashabtan Vasile b. Aşka' (öl. 83/702) Asabiyyetin ne demek olduğunu ve şümulünü Hz. Peygamber'den sorar:

Ya Rasûlullah! Bir kimsenin kavmini sevmesi asabiyyetten sayılır mı? Hz. Peygamber:

Hayır, ancak kişinin, zulüm ve haksızlık halinde olan kavmine yardım etmesi asabiyyettir"[495] buyurur. Buna göre yasaklanan asabiyyet, bir kimsenin milletini sevmesi ve ona karşı özel ve meşru' bir ilgi göster­mesi değil, sırf akrabalık ve soydaşlık gayretiyle zalimane ve haksız dav­ranışları karşısında bile onları müdafaa ve himaye etme işidir. Öte yandan İbn Haldun (öl 808/1406) Mukaddime'de asabiyyete geniş bir şekilde yer verir. Ancak "Asabiyyetin yasaklanmasının sebebi, onun kötü ve yan­lış işlerde kullanılmasına engel olmaktır" diyen îbn Haldun bu ıstılahı va­tan, millet, memleket soy-sop akraba sevgisinin müsbet işlerde kullanılı­şı şeklinde değerlendirir. Ona göre "milli birlik şuurunu canlı tutan ve devlet kurup onu idare eden güç asabiyyet duygusudur." Asabiyyet duy­gusunun bulunmadığı yerde ne millet vardır ne de devlet. O duygu olma­dan dinin yayılması ve devletin korunması mümkün değildir."[496]

Bütün bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, İslamiyyetin yasaklamış oldu­ğu asabiyyet, bir kimsenin milletini sevmesi ve ona karşı özel bir ilgi gös­termesi değil, sırf, akrabalık ve soydaşlık gayretiyle onlardan sudur eden zalimane ve haksız davranışları dahi himaye etmeye kalkışma işidir.

Kişinin milletini sevmesinden dolayı kınanması, hiçbir zaman doğru değildir. Çünkü İslâmi manada millet, din ve şerifat kavramlarıyla eş an­lamlıdır. Fakat kıymetli alimlerimizden merhum müfessir Muhammed Hamdi Yazır Efendi'nin dediği gibi "... din, şeriat, millet denilen şeyler vaki'de ve haddi zatında aynı şeydirler. Fakat itibaren ve mefhumen her biri bir haysiyyetle diğerinden terik olunur. İ'tikad haysiyeti ile din, amel haysiyyeti ile şeriat, içtima haysiyetiyle millet denilir. Filvaki itikad edi­len ne ise, esas itibariyle amel edilen odur. Amel edilen ne ise esas itibariyle içtima edilen de odur. Binaenaleyh millet, bir heyeti ictimaiyyenin etraında toplandığı ve üzerinde yürüdüğü tabiri aharle fuh-ı içtimaisinin tabi olduğu ve cismi içtimaisinin merbut bulunduğu mebâdii hakime ve tarikat-i meslûkedir. Hakkı hak, nâ hakkı nâ hak, eğrisi eğri, doğrusu doğ­rudur. Şu kadar ki nâ hakları, hüsrana, hakkolan da hüsn-i akıbete götü­rür. Demek ki millet hey'et-i ictimaiyyenin kendisi değildir, ona cemaat, kavm, ümmet veya ehl-i millet denilir. Mesela Yahudiyet ve Nasraniyyet bir millettir ve fakat Yehud ve Nasara ehl-i millet, sahib-i millettirler."[497]

 

5117... (Hz. Abdurrahman b. Abdullah b. Mesud'un) babasından de­miştir ki: Kavmine haksız yere yardım eden kimse (bir kuyuya yüzüstü) düşüp de kuyruğundan çekil(erek kurtarılmaya çalışd)an deve gibidir.[498]

 

Açıklama
 

Hattabî (r.a)'ye göre bu hadisin manası şöyledir:"Haksız yere kavmine yardım eden kimse günah kuyusuna düşerek helak olmuştur. Artık kurtarılması mümkün değildir. Bu haliyle o kuyruğundan tutulup da yukarı çekilerek kurtarılmaya çalışı­lan bir deveye benzer."

Aliyyü'l-Kari'nin açıklamasına göre bazıları bu hadis-i şerifte şöyle marja vermişlerdir:

Haksız yere kavmine yardım eden kimse zulme yardım ettiği için ken­disini helak etmiştir. Gerçi o bu yardımıyla kendini ve kavmini yükselt­mek istemiştir. Ama yükseltmek amacıyla koşarken günah kuyusunun di­bine düşüp helak olmuştur.

Böyle bir kimsenin hali ise kuyuya yüzüstü düşüp de kuyruğundan ası­larak kurtarılmaya çalışılan bir deveye benzer. Tabii ki bu deveyi bu şe­kilde kurtarmak mümkün değildir. Bazılarına göre de bu hadis-i şerifte kuyuya düşerek helak olup da kuyruğundan çekilerek kurtarılmaya çalı­şıldığı halde kurtarılamayan deveye benzetilen kinişe, haksız durumda olan kavmidir. Çünkü batıl ve zulüm üzerine olan herkes Ölmüş demektir.

Bu kavme kavmiyetçilik duygusuyla yardım etmek isteyen kimse de sözü geçen devenin kuyruğuna benzetilmiştir. Nasıl ki kuyuya yüzüstü düşerek ölen bir deveyi tutularak yukarı doğru çekilen kuyruğu kurtarma­ya yetmezse bu adamın o kimseyi kurtarmak için devreye girmesi de o de­veyi kurtarmaya yetmeyecektir.[499]

Netice itibariyle mevzumuzu teşkil eden Hadis-i şerif, bir kimsenin sırf akrabalık ve soy gayretiyle yakınlarından sudur eden haksızlıklara yardım etmesi haramdır. Yukarıda bab başlığının altında da açıkladığımız gibi buna "asabiyyet (kavmiyetçilik)" denir. İslam bunu kökünden kaldır­mıştır.[500]

 

5118... (Abdurrahman b. Abdullah'ın) babasından demiştir ki; "Ben Rasûlullah (s.a.)'ın huzuruna varmıştım. Kendisi deriden (yapılmış) bir çadırda bulunuyordu..."

(Abdurrahman *ın babası Abdullah b. Mesud rivayetine devam ederek bir önceki hadisin) bir benzerini rivayet etti.[501]

 
Açıklama
 

Bu hadis-i şerifle ilgili açıklama bab başlığının al-tında ve bundan önceki hadisin şerhinde geçmiştir.[502]

 

5119... Vâsıla b. el-Eska'nın kızından (rivayet edildiğine göre) kendi­si babasını şöyle derken işitmiş: (Ben Hz. Peygambere):

Ey Allah'ın Resulü asabiyet nedir? diye sordum da:

Zulümde (haksızlıkta) kavmine yardım etmendir, buyurdu.[503]

 

Açıklama
 

Bu babın giriş kısmında "asabiyyet" kelimesinin  ifade ettiği manaları genişçe açıkladığımızdan burada tekrara lüzum görmüyoruz.

Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerif, zulümde yardımlaşmayı ve ırkçlığı yasaklamaktadır. Bu babın başında da açıkladığımız gibi İslami­yet ırkçılık taassubunu kökünden yıkmıştır. Kur'an-ı Kerim'de "Tebbet" suresi diye anılan bir surenin Hz. Peygamberin en yakın akrabalarından amcası "Ebu Leheb" hakkında inmiş olması bile bir müslümanın, İslam çizgisi dışında olan bir yakımyla hiçbir bağı olamayacağını göstermek için yeterlidir.

Hele haksız bir işte ona yardım etmeye kalkmanın İslamda hiçbir yeri yoktur. İslam kendi müstesiplerine bile zulümde değil ancak iyilikte ve takvada yardımlaşmayı emreder.[504]

 

5120... Süraka b. Malik Cü'şüm el-Müdiicî'den demiştir ki: (Bir gün) Rasûlullah (s.a.) bize bir hutbe irad ederek şöyle buyurdu:

"Sizin en hayırlınız, günaha girmemek şartıyla yakınlarını savunan(ınız)dır."

Ebu Davud dedi ki: (Bu hadisin ravilerinden) Eyyûb b. Süveyd zayıf­tır.[505]

 

Açıklama
 

Gerçekten ilahı müjde yavaş yavaş akan bir çeşmeve benzer. O önce çevresini ıslatır. Sonra, yavaş yavaş etrafa yayılır. Önce yakınlar sonra çevre daha sonra da biraz daha uzak olanlara ulaşır. Hz. Peygamber de tebliğ hususunda böyle bir metot takib etmişlerdir. Önce' kendi evine, sonra kendi akrabasına ve nihayet halka, ilahi tebliği bildir­miştir: "En yakın akrabanı korkut."[506]

Bu daire daha sonra gittikçe büyümüştür. Bunun için de önce Mek­ke'ye ve nihayet bütün dünyâya tebliği ulaştırmaya çalışmıştır.[507]

İlahî rahmet dalgalarının tebliğde görülen en yakından çevreye doğru genişleyen bu yayılma hareketi, İslamın sıla-ı rahim, sadaka ve zekat gi­bi diğer alanlardaki maddi-manevi yardımlaşma anlayışında da kendini gösterir.

Mevzumuzu teşkil eden, bu hadis-i şerif, İslamın bu anlayışına uyma­nın, hayırlılığm bir ölçüsü olduğunu ifade etmektedir. Kişi bu anlayışa uygun hareket ettiği nisbette hayırlı olacaktır. Ancak zulümde ve düşman­lıkta yardımlaşmanın İslamda yeri olmadığından İslamî bir yasağı çiğne­yen veya bir günahı işleyen bir kimseye akraba bile olsa destek olmak as­la caiz değildir. Böyle bir günaha destek veren kimse o suçun vebalini or­tak olacağı için bu yardımı hayır olmaktan çıkar şerre dönüşür.

Ancak bu insanın, böyle zulmeden veya günah işleyen bir akrabasına yardımı, onu bu günahtan çevirmesiyle olur. Nitekim Hadis-i şerifte: "Kardeşine zâlim de olsa, mazlum da olsa yardım et. Zâlime yardım etmen onu zulümden alıkoymandır."[508] buyurulmuştur. Fakat akrabalık gayretiyle bir yakına haksızlıkta yardımcı olmanın İslamda asla yeri yoktur.[509]

 

5121...  Cübeyrb. Mut'imden (rivayet edildiğine göre) Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:

 (Halkı) asabiyyet (soy-sop) davasına çağıran bizden değildir. Asabiyyet (soy-sop) davası uğrunda savaşan bizden değildir. Asabiyyet (soy-sop) davası uğruna ölen bizden değildir.[510]

 

Açıklama
 

Asabiyyet kelimesinin ifade ettiği manalar mevzumuzu teşkil eden babın giriş kısmında geçmişti.Mevzumuzu teşkil eden bu hadiste geçen bu "asabiyyet" kelimesi ba­zı hadis kitaplarında "asabe" olarak rivayet edilmiştir.

Bilindiği gibi "asabe" baba taraından olan akrabadır. Sinirlerin bütün vücudu kaplaması gibi bir kimsenin asabesi de onu her taraftan kuşattık­ları için kendilerine bu isim verilmiştir. Sırf asabe namına harbetmek, kız­mak ve propaganda yapmak, hakka ve dine yardım değil, bilakis heva ve hevese göre harekettir. Bu da cahiliyyeî devri adetlerinden biridir, bina­enaleyh böyle bir harpte öldürülen de şehit değil asi olur.[511]

 

5122... Hz. Ebu Musa'dan (rivayet edildiğine göre) Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:

"Bir kavmin kız kardeşinin oğlu o kavimdendir."[512]

 

Açıklama
 

Bu hadis-i şerif bir kimsenin kızkardeşinin oğlunun  kendi yakınlarından sayıldığını ifade etmekte ve diğer yakın akrabalarına yaptığı yardımı, gösterdiği yakınlık ve sevgiyi ondan da esirgememesi gerekliğine, sarılıp sır verebileceğine ve meşve­rette bulunabileceğine delalet etmektedir. Fakat vâris olacağına delalet et­memektedir. İbn Ebi Hamza'nin açıklamasına göre, bu hadis-i şerifin söy-lenmesindeki hikmet, Cahiliyye döneminde halkı kızlarının ve kızkardeş-lerinin çocuklarına karşı takındıkları olumsuz tutumu önlemektir.[513] Nevevî'nin açıklamasına göre, bazıları, bu hadis-i şerifin zevilerham (teyze, hala, gibi kadın akrabalarla, kızın oğlu, ananın babası gibi kadın tarafından olan akrabaların varis olabileceğini söylemişlerdir ki; İmam Ebu Hanife (r.a.) ile İmam Ahmed (r.a.) ve daha başkaları bu görüştedir­ler. İmam Malik ile İmam Şafiî'ye göre ise bu hadis-i şerifte anlatılmak istenen sadece bir insanın zevil erham ile arasında bir bağın bulunması­dır.[514]

Resulü Zişan efendimizin bu hadis-i şerifi irad buyurmalarının sebebi, Hz. Enes'den gelen bir rivayette şöyle anlatılıyor:

Bir kere Resulü Ekrem hususi olarak ensarın meclisine davet etmişti. Ensar toplandığında "Aranızda gizden başka kimse var mıdır? diye sordu. Ensar da:

Hayır yoktur, ancak kızkardeşlerimizin oğulları vardır, diye cevap verdiler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.): bana bakarak:

Bir kavmin ve bir ailenin kızkardeşinin oğulları o soydandır, bu­yurdu.[515]

 

5123... Farslı (İranh)lardan azatlı bir köle olan Ukbe'den demiştir ki: Al bu da benden. Ben Farslı bir gencim diyerek müşriklerden birine bir darbe indirdim. Bunun üzerine Rasûlullah {s.a.): bana bakarak:

Al bu da benden, ben ensarlı bir gencim, deseydin ya? buyurdu.[516]

 

Açıklama
 

Hafız İbn Hacer'in "el-İsabe" isimli eserindeki  açıklamasına göre "Ebû Ukbe" ensarın azad ettiği Farslı bir köledir. Haşimoğullarının azadlısı olduğunu söyleyenler varsa da bu doğru olamaz. Çünkü eğer bu zat gerçekten Haşim oğullarının azat­lısı olsaydı, Resulü Zişan efendimiz O'na: "Ben ensarlı bir gencim" de­mesini değil, "Ben Haşim oğullarından bir gencim" demesini telkin ederdi. Nitekim (5114) ve (5115) numaralı hadislerle; "bir kavmin azat­lısının onlardan olduğunu ifade eden hadis-i şerif[517] de bu gerçeği is­pat etmektedir.

Bilindiği gibi, Farslıların savaşta düşmana kılıç sallarken "Al bu da benden ben Falancanın oğluyum!" diyerek kavimleriyle övünmeleri adet­leriydi, Sözü geçen azadlı genç de darbesini indirirken kavminin bu eski adetine uyarak kendisinin Farsh olmasıyla ifftihar etmişti. Oysa o sırada Fars halkı kâfir idi. Hz. Peygamber bu gencin kendisini böyle kâfir bir kavme nisbet ederek öğündüğünü görünce onu bu yanlışlıktan kurtarmak gayesiyle; "Eğer mutlaka bu savaş meydanında darbeni indirirken men­sup olduğun kavimle iftihar edeceksen, kâfir bir kavimle değil, müslüman bir kavimle iftihar et. Bu müslüman kavim de ancak ensar olabilir. Çün­kü seni hürriyetine kavuşturanlar onlardır ve azatlı köle kendisini azad eden kavimdendir" anlamında: "Ben ensarlı bir gencim deseydin ya" buyurmuştur.[518]

[494] Ebû Davud, edeb 5121; Müslim, imare 57; Ahmed İbn Hanbel, II, 488; İbn Mâce, iten 3948; Abdurrezzak, el-Musannef 20707.

[495] İbn Mâce, iten 3949; İbn Hanbel, IV, 117, 160; Ebû Davud, edeb 5119.

[496] İslamî Bilgiler Ansiklopedisi, I, 243, Asabiyye md., Dergah yayınları.

[497] Hak Dini Kur'an Dili, I, 484.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 16/394-396.

[498] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 16/396.

[499] Mirkatü'l-Mefâtîh, IV, 661.

[500] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 16/396-397.

[501] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 16/397.

[502] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 16/397.

[503] İbn Mâce, fiten 7;Ahmed b. Hanbel, IV. 107, 160.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 16/397-398.

[504] Mâide (5), 2.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 16/398.

[505] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 16/398.

[506] Şuara(26), 214.

[507] Eşref Edip, Asr-ı Saadet, IV, 317, Şamil Yayınevi Neşri.

[508] Buharı, mezâlim 4, ikrah 7, Müslim, birr 62; Tirmizî, fiten 68; Darirni, rikak 40; Ahmed b. Hanbel, 111,99, 201,324.

[509] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 16/398-399.

[510] Müslim, imare 57; Nesaî tahrim 28; İbn Mace, fiten 7; Ahmed b. Hanbel, II, 306, 488.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 16/399-400.

[511] A. Davudoğlu, Suhih-i Müslim Terceme ve Şerhi, IX, 19.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 16/400.

[512] Buharî, feraiz 24; Tirmizi, mcnakıb 65; Nesaî zekat 96; Darimi  siyer. 81.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 16/400.

[513] el Munavî. Abdurrauf. Fevziı'l Kadir, I, 87-88.

[514] el Mubarekfûrî, Tuhfetü'l-Ahvezî, X, 402.

[515] Buharı, feraiz 24; Tirmizî, menâkıb 65; Nesaî, zekat 96; Dârimi, diyet 81.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 16/400-401.

[516] İbn Mâce, hadis no: 2784.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 16/401.

[517] Buharı, eraiz 24.

[518] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 16/401-402.