Konu Başlığı: Yakaza Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 16 Ekim 2011, 15:07:27 c. Yakaza Uyanık ve dikkatli olmak mânalarına gelen yakaza kelimesini Seyyİd Şerif (ö.816/1413), "el-Fehmü anİ'Uâhi teâlâ mâ hüve'l-maksûdu fî zecrih: Yapılmaması istenen bir şeyde Allah'tan gelen anlayış [750] olarak tarif etmektedir. Sûfiler, tarikatın başlangıcından itibaren keşif ve müşahedelerin başlayacağını, hatta saliklerin yakaza halinde yani uyanık bir durumda İken melekleri, peygamberlerin ruhlarını görebileceklerini, onların sözlerini İşitebileceklerini ve onlardan bir çok faydalı şeyler iktibas edebileceklerini söylemişlerdir.[751] İbn Arabi, bazı İnsanların uyku halinde idrak ettiklerini uyanıklıkta da idrak edebileceklerini, fakat bunun çok nadir bir hal olup ancak nebiler ve veliler gibi bu yolun ehli olanlara mahsus olduğunu söylemiştir.[752] İbn Hacer el-Heytemî (ö.974/1566)'ye göre ise, her zaman Resûlullah (s.a.) ile yakaza halinde görüşmek, ondan ilim almak İmkan dahilindedir. "Beni uykuda gören uyanıkken de görecektir [753] hadisi buna delildir. [754] Ne var ki hadis Sarihleri, bu hadisin şerhinde Heytemî'nİn görüşüne pek katılmamışlardır. Onlar daha çok Resûl-i Ekrem'in uyanık halde görülmesi keyfiyetini asr-ı saadete tahsis etmişler ve: "Her kim rüyasında Resûl-i Ekrem'i görürse muhakkak Medine'ye hicret ederek görecektir" şeklinde bir yoruma gitmişlerdir.[755] Hadisin değişik yorumları üzerinde duran İbn Hacer el-Askalanî (Ö.852/1448), Resûlullah (s.a.)'in dünyada iken görülmesi durumunu zikretmiş, fakat bunun müşkil olduğunu, rüyalarında Resûl-i Ekrem'i gören bir çok insanın hiç birinden yakaza halinde de onu gördüklerinin nakle-dilmediğini, böyle yakaza sırasında vuku bulacak bir görüşmeyle kişinin sahabi olacağını, bunun ise mevcut gerçeklerle bağdaşmadığını belirtmiştir. [756] Bir. başka Buhârî Şârihi Kamil Miras ise, bazı ricâl-i sûfiyyenin bu hadisi: "Her kim beni rüyada görürse muhakkak o mümin-i muttaki beni dünyada murakabe halinde görecektir" şeklinde tevil ettiklerini söylemiş ve ardından; İlmü'n-nefs itibariyle de çok değerli bir tevcihtir. Hatta Şârih Şerkâuî de ıhuan ve âşinâlarında bu halin zuhurunu belirtmiştir. Turuk-ı âliye ricali arasında ise pek çoktur [757] demiştir. Demek ki bu konuda hadis sarihleri arasında bir fikir birliği bulunmamaktadır. Resûl-i Ekrem'in yakaza halinde görülmesinin mümkün ve bunun doğru olduğunu savunan Süyûtî (ö.911/1505), bu konudaki fikirlerini Nüzulü İsa İbni Meryem ahira'z-zeman adlı eserinde gündeme getirmiştir. İsa (a.s)'ın ahir zamanda nasıl hüküm vereceği meselesinde Süyûtî, ulemanın görüşlerini üç maddede özetledikten sonra, kendisine dördüncü bir yolun daha zahir olduğunu, İsa (a.s)'ın yeryüzüne indiği zaman, istediği an Hz. Peygamber ile görüşebileceğini belirtmiş, [758] bu konuda sıraladığı delillerin üçüncüsünde şöyle demiştir: Geçmiş dönemdeki şeriat imamları, bir velinin Resûlullah (s.a.) ile görüşmesini, yakaza halinde onunla bir araya gelmesini, ilahi bilgi ve mevhibelerden bir takım şeyler öğrenmesini keramet kabilinden kabul etmişlerdir. Nitekim Şafiî imamlarından el-Gazâlî (Ö.505/1111), [759] el-Bârizî (738/1338), [760] Afif el-Yâfiî (Ö.768/1367),[761] Tac es-Sübkî (Ö.771/1369), [762] Mâlikî âlimlerden el-Kurtubî (0.463/1071), [763] İbn Ebî Hamze (0.765/1363),[764] İbnü'l-Hac (Ö.737/1336) [765] Meâhal'inde bu durumun varlığım kesin olarak kabul eden âlimlerdendir.[766] Daha sonra bir fakihin meclisinde fakihin sahih kabul ettiği hadisi keşif yoluyla tashih eden bir veli ile Şeyh Ebü'l-Hasen' eş-Şâzelî (ö.656/1258)'nin bir lahza bile Hz. Peygamber'i görmekten mahrum kalmadığını [767] örnek veren Süyûtî (Ö.911/1505), sonuç olarak şu hükme varmıştır: 'Velilerin Peygamber (a.s) ile halleri böyle olursa, İsa (a.s) gibi bir nebinin istediği vakitte onunla birlikte olması. hiçbir içtihada gerek kalmadan, herhangi bir hadis hafızını da taklit etmeden şeriatın dilediği hükümlerini ondan alması daha evlâdır.[768] Süyûtî'nin çağdaşı İbn Hacer el-Heytemî (ö.974/1566) yukarıda Süyûtî'nin saydığı âlimlere İbn Ebî Cemre (Ö.699/1300) [769] ve İbnü'i-Arabî (ö.546/1151)'yi [770] de ilave etmiştir. [771] Şa'rânî {ö.974/1566)'nin yakaza durumunda Hz. Peygamber ile görüşen bir çok meşayihtan bahsettiği, bunlar arasında Süyûtî'nin yetmiş defa Resûl-i Ekrem'le müşerref olduğu daha önce geçmişti. [772] Bursevî ise havassın daima yakaza üzerinde bulunduğunu, [773] uykuda bile olsa bunun böyle olduğu görüşündedir. [774] Şerhu Nuhbe'de; "İnsilahla görmenin üstünde yakaza halinde Resûlullah (s.a.)'in misâlinin görülmesi söz konusudur. Bu ise sahih bir rüyettir [775] demesi, onun yakazayı insilahın fevkinde gördüğü, yakazadaki mülakat Üe sohbetin gerçekleştiği fikrinde olduğunu göstermektedir. Nitekim, sahabe konusu işlenirken yakaza hallerinden bir halde Resûl-i Ekrem'i müşahede ve Hsan-ı şeriflerinden ahz ve İstifade edenin sahabeden sayıldığı,[776] kendisinin yakazada iken Medine'de Resûl-i Ekrem'le karşılaştığı,[777] Şam'da bulunduğu sıralarda da böyle bir hâlin zuhur ettiği; "Men tahakkaka ismi tahakkaka ismuh: İsmimin hakikatine eren kişinin ismi de hakikate erer [778] hadisini Resûl-i Ekrem'den orada işittiği belirtilmişti. [779] Bursevî'nin Hz. Peygamber (a.s.) ile yakaza halinde görüşebilecek ve ondan doğrudan doğruya arada herhangi bir vasıta olmaksızın hadis alabilecek derecede ruhî olgunluğa ulaştığını gösteren Şam'daki bu olay, Bursevî açısından önemlidir. Bursevî'nin Şam'da bulunduğu 1129-1132, 1717-1720 yıllan arasında meydana gelen bu manevi görüşmeyi kendisi şöyle anlatmaktadır: "Şam'da ikametim halinde metâtib-i âliyeden bir matlab-ı âli hasıl oldu ki derece-i sohbettir. Yani bir gece bîdâr (uyanık) ve ığmâz-ı ayn üzere iken Cenâb-ı Risâlet (s.a.) muhâzâtıma gelip "Men tahakkaka ismî tahakkaka ismuh" buyurdular. Bu fakir derece-i semât ve rivayeti bitirdiler. Bu kelâmın şerhi gayrı mahaldedir. İşte hâb (uyku) da görüp işitmekle yakazada olmak beraber değildir. [780] Bursevî sözlerinin devamında bu tür garip mânaların genellikle zahir âlimler tarafından inkar olunduğunu, bu sebeple fazla tafsilata girmek istemediğini, fakat onların inkarından dolayı tamamıyla gizlemenin de doğru olmadığını, zira bu mânaları açıklamakta kabiliyet sahibi insanları irşad etmenin mümkün olduğunu söylemektedir.[781] Aynı hâdiseyle ilgili olarak Müteferrikât isimli eserinde ise; uBu müşâhede-i hissiyye ile sohbet-i hakikiyye sabit olup kelâm-ı mezkûr ehâdis-i nebeviyyeden ve bu fakirden onu rivayet eyleyen tabiinden ma'düd oldu. Eğer münkir bu makûle hali ilhad ederse cehl-i azîmine mahmul olur [782] demekte, "/şte fau bir rahmet-i hâssadır kifazl-ı İlâhidir ve hiç bir fert onu men'e kadir değildir" sözleriyle bunun imkan dahilinde olduğunu ifade etmektedir. [783] Bu cümlelerden Bursevî'nin Hz. Peygamber ile görüştüğünü, ondan hadis dinlemek suretiyle sohbet şerefine mazhar olduğunu, böylece sûfiyyenin terimleri arasında yer alan sahabilik derecesine eriştiği anlaşılmaktadır. Bursevî'nin İbn Arabi"den farklı olarak kaydettiği bu "keşfen sabit" hadisin şerhiyle ilgili bakabildiğimiz elliye yakın eserinde bir bilgiye ulaşabilmiş değiliz. Ancak bu hadisin İsimlerle alakalı olduğu gayet açıktır. İsimler, mânaların kalıpları ve mânalara götüren kelimeler olduğundan isimle anlam arasında bir bağlılık ve uygunluk olmasını gerektirir. İsimlerin, müsemmâlarına, yani isimlenen kişiye bir tesiri vardır. Güzellik ve çirkinlikte, incelik ve kabalıkta isim alanların kendi isimlerinden etkilendikleri bir gerçektir. Öyle ki ismin müsemmâya olan İrtibatı, ruhun cesetle olan İrtibatı gibidir denilmiştir.[784] Peygamberler, Adem oğullarının efendileri olup, ahlâkları en şerefli ahlâk, isimleri de en güzel isimler olmuştur. Nitekim Resûlullah (s.a.) "Peygamberlerin isimleriyle isimlenin [785] buyurmuştur. Bunda hiç bir yarar olmasa bile isim müsemmâyı uyarır, mânası ile alâkalanmayı gerektirir. Peygamber İsimlerinin muhafaza edilmiş olması, onların hatırlanıp unutulmaması, onların İsimlerinin peygamberlerin sıfatlarını ve hallerini hatırlatmış olması faydadan uzak değildir. Güzel İsimler, o isimle isimlenen diğer kişilere ruhen bir yakınlık meydana getirir. Hz. Peygamber (a.s.)'m fazla övülen mânasına gelen Muhammed isminin ise en güzel İsimlerden olduğu şüphesizdir.[786] İşte bu noktaya dikkat edilecek olursa Bursevî'nin; "İsmimin hakikatma eren kişinin ismi de hakikata erer" şeklinde hadis olarak naklettiği ibareyi biraz olsun yorumlamamız mümkün olacaktır. Zira Bursevî, kendi isminin İsmail olmasına rağmen Vâridât-ı Hakkıyye adlı eserinde; "Bir seher vaktinde Allah tarafından Muhammed İsmiyle nida olundum [787] demiş, aynı eserin bir sayfa sonrasında kamil velilerden bahsederken; "Onlar için hakikat-ı Muhammediyye, sûret-i Muhammediyye ve ism-i Muhammediyyeden mertebeleri ve tecellileri nispetinde hisse ve pay uardır [788] diyerek Hz. Peygam-ber'in adıyla bir bağlantı kurmuştur. Yine aynı eserinde; "Rabbimin isimlendirdiği, benim daha başka isimlerim vardır. Muhammed de onlardandır [789] dediğine şahid olmaktayız. Böylece Bursevî Resûlullah (s.a.)'in ismine mazhar olduğunu, onun şahsiyetinin peygamberlik özellikleri dışında velilik yönlerinin kendisine de yansıdığını, Hz. Peygamber'in ahlâkı ve evsafıyla ahlâkianarak onun kamil varisleri arasına katıldığını, kendisine Hak ve halk yanında muhabbet duyulacağını ifade etmek İstemektedir. Nitekim bu yorumumuzu kuvvetlendiren bir başka delil daha vardır. Bursevî, Ravza-ı Mutahhara'da Hz. Peygamber (a.s.)'ın huzurunda murakabede İken âlem-i misâlde kendi isminin bir deftere yazıldığını, o defter içinde ismini sabit olarak gördüğünü, bundan dolayı hislenerek son derece sevindiğini belirtmektedir.[790] Bu kanaatimizi destekleyen bir başka delil de Bursevî'nin 1136/1724'te Recebin onaltmcı gecesi yatsıdan sonra kendisine; "Resminin çürüyüp gideceği, zikrinin ise baki kalacağı" şeklinde bir İlhamın vâki olmasıdır.[791] Burada Bursevî'nin yakaza halinde Şam'da Hz. Peygamber'in bizzat kendisinden işittiği ve hadis olduğunu söylediği bu ibareye zikretmekten maksadımız, Bursevî'nin yakazada iken hadis işittiğine bir örnek vermektir. Bursevî verdiği bu bilgiler neticesinde, kendi İsminin ve eserlerinin hüsn-İ kabule mazhar olacağını söylemek İstemektedir. Zira Hz. Peygamber'den işitmiş olduğunu söylediği hadis onu bu noktaya götürmektedir. Genel bir değerlendirme yapmak gerekirse Bursevî, yakazayı sûfilere mahsus ilim yollarından biri olarak görmekle birlikte, yakazada görülen şeyleri İkiye ayırmayı da İhmal etmemektedir. Buna göre yakazada görülen şeyler bizzat meydana gelen, mahza hakikat olan işler ve sırf hayalî olan şeyler olmak üzere İki kısımdır. Bursevî, ikincisi İçin; "Bunun hakikati olmayıp şeytanîdir. Göreni şa-Şirtmak için şeytan gerçek şeylerden bazılarını buna karıştırır [792] demektedir. Bundan yakazanm objektif olmayıp, sübjektif bir ilim yolu olduğu anlaşılmaktadır. Zira hangi yakazanın hakikî, hangisinin hayalî olduğu nasıl tespit edilecek ve bu tespit nasıl yapılacaktır? Dolayısıyla böyle bir yolla alınan bilgilerin, yüzde yüz güvenilirliğinin bulunmadığı sonucu çıkmaktadır. Bursevî, tamamen tasavvufî terimlerden İbaret olan yakazayı İnsilah diye tabir ettiği makamın üstünde gördüğünden biz de bu sıralamayı dikkate alarak önce yakaza üzerinde durmuş bulunuyoruz. Konu bütünlüğünü sağlamak amacıyla da yakazanın peşinden İnsilah üzerinde duracağız. [750] Cürcâni, s. 259. bk. İbn Arabî, Kitabü ıstıtâhıVsû/iyye, s. 17. Nitekim salihlerden bir cemaatin yakaza halinde korktukları bazı şeyleri Resûi-i Ekrem'e sordukları, Resûl-i Ekrem'in de onlara bunlardan çıkış yollarını gösterdiğiyle İlgili bilgiler için İbn Hacer, XII, 385. [751] Gazâlî, Munkız, s. 62; a.mlf., İhya, III, 26-29. [752] Keklik, Fütuhat, s. 430. [753] Buhârî, tabir 10; Müslim, rüya 11. [754] Heytemî, s. 297-298. [755] Nevevî, IX, 116; İbn Hacer, XII, 385; Kastallânî, X, 134; Miras, XII, 277. [756]İbn Hacer, XII, 385. [757] Miras, XII, 277; Hatiboğlu, Sünen-i İbn-i Mâce Şerhi, X, 100. [758]Süyûtî, Nüzulü İsâ, s. 43. [759] Gazâlî hakkında geniş bilgi için "Gazâlî" konusuna bakınız. [760] Ebu'l-Kasım Abdurrahİm b. İbrahim el-Bârizî, Şafiî fakihlerden hadis hafızı, kadılık yapmış bir zattır. Ömrünün son zamanlarında gözlerini kaybetmiştir. 738/1338'de vefat etmiştir. İbnu'1-Imâd, VI, 119. [761] Abdullah b. Esad b. Ali el-Yâfiî, 698/1298 yılında Yemen'de doğmuş, tarihçi ve mutasavvıf bir âlimdir. Küçük yaşında diğer çocuklar gibi oyun oynamadığını gören babası, onu ilim tahsiline yönlendirmiştir. Halktan uzak tenha yerlerde yaşamayı seven Yafiî 768/1367'de Mekke'de vefat ermiştir. ed-Dürru'n-nazîm fî havassi'l-Kur'ani'i-azîm, Miratu'l-cinân adlı e-serleri vardır. İbnu'1-Imâd, VI, 210. [762] Tâcüddin Abdülvehhab b. Ali b. Abdülkafi es-Sübkî, Takıyyüddin es-Sübkî (0.756/ 1355)'nin oğludur. Mizzî (ö.742/1341), Zehebî (Ö.747/1348) gibi âlimlerden ders okumuş, Cem'u'l-cevâmi, Şerhu Muhtasaru İbni'l-Hâcib, et-Tabakâtü'ş-şâfiİyyeti'1-kübrâ adındaki eserlerin sahibidir. 771/1369'da vefat etmiştir. fbnu'l-lmâd, VI, 221-222. [763]Suyûtî'nİn, Nüzulü İsa eserini tahkik eden Abdülkadir Atâ, buradaki Kurtubî'nin, meşhur muhaddis İbn Abdülber en-Nemerî olduğunu söylemiştir. İbn Abdüİber 368/978'de Kurtuba'da doğmuş, 463/1071'de Şatıba'da ölmüştür. el-İstîab, et-Temhîd, Câmiu beyâni'l-ilim adlı eserleri meşhurdur. İbnu'1-Imâd, III, 314-316; Süyûtî, Nüzulü İsâ, s. 45 [764] Muhammed b. Ali Hüseyin b. Hamze, 715/1315'de Dımeşk'te doğmuş 765/1364'te yine orada ölmüştür. Tehzîbü'I-kemâl, el-Keşşâf fi ma'rifeti'l-etrâf ve daha başka eserleri vardır. Süyûtî, a.g.e., s. 45 (Abdülkadir Atâ'nın dipnotu). [765] Ebû Amr, Osman b. Ömer İbnu'l-Hâcib, 570/1174 yılında Esna'da doğmuş, 646/ 1249'da vefat etmiş. Mısırlı, Mâliki ulamasından dil ve fıkıh bilginidir. el-Kâfıye, eş-Şâfıye, Muhtasaru'1-fıkh adlı eserler yazmıştır. İbnu'I-Imâd, V, 234-235. el-Medha! adlı eseri dört cilt halinde basılmıştır. Mısır 1960. [766] Süyûtî, a.g.e., s. 44-45. [767] Süyûtî, a.g.e., s. 46. [768] Süyûtî, a.g.e, s. 46. [769]İbn Ebî Cemre'nin tanıtımı için önsözdeki tasavyufî hadis şerhlerine bakınız. [770] Ebû Bekir İbnü'I-Arabî, 468/1076 senesinde İşbiliyye'de doğmuş, değişik İslâm beldelerini dolaşmış., Gazâlî'den fıkıh öğrenmiş. Mâliki mezhebi ulemasındandır. Arızatu'l-ahvezî fî şer-hİ't-Tirmizî adlı Tirmizî şerhi vardır. 546/1151'de vefat etmiştir. İbnu'1-lmâd, IV, 141-142. [771] Heytemî, 297-298. [772]Şa'rânî, Uhûdü'l-kübra, s. 43-44; Ayderûsî, s. 52; İbnü'1-Imâd, VIII. 53-54. [773] Tefsiru cOzl'l-ahtr Ii'1-Beyzâuî, nr. 28, vr. 17a. [774]Şerh-i Pend, s. 66; Kitabü'n-Netice, I, 410. [775]ŞerhuNuhbe,nr.37,vr.4a. [776] Müteferrikât, nr. 3409, vr. 7b. [777] a.g.e., vr. 25a. [778] Hadis kaynaklarında bulamadığımız bu rivayet Bursevî'nin eserlerinde geçmektedir. Silsile, s. 106; Müteferrikât, vr. 7b-8a. [779] Silsile, s. 106; Müteferrikât, vr. 7b-8a. [780] Silsile, s. 106; bk. Kitabü'n-Netice, I, 410. [781] Silsile, s. 106. [782] Müteferrikât, vr. 7b. [783] Kitabü'n-Netice, 1,410. [784]İbn Kayyım, Zâdü'i-meâd, (çev. Muzaffer Can), II, 893. [785] Ebû Dâvûd, edeb 61; Nesâî, hayl 3; Müsned, IV, 345. [786]İbn Kayyım, Zad, 1,117. [787] Vâridât'tHakhyye,vT. 113b. [788] ag.e., vr. 114a. [789] a.g.e., vr. 114a; bk. a.e., vr. 114b-122b. [790] Hadis-i Erbain, s. 297-298. [791] Kitabü'n-Netice, II, 22. [792] Ferahı, 1,102; bk. Kitabü'\-m\r'ât, vr. 19b. |