๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Sufilerin Hadis Anlayışı => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 17 Ekim 2011, 22:42:24



Konu Başlığı: Tasavvufî Şahsiyeti
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 17 Ekim 2011, 22:42:24
c. Tasavvufî Şahsiyeti

Bundan önceki sayfalarda Bursevî'nİn Celvetiyye tarikatı meşâyıhmdan Atpazarlı Osman Fazlı'nın terbiyesi altında yetiştiği ve Celvetiyye tarikatına mensup olduğu zikredilmişti. Burada Osmanlı Devleti'nde uzun yıllar etkili olmuş bu tarikatın Bursevî üzerindeki etkilerini ele alacak, Celvetîliğin Bursevî'den önceki ve sonraki durumunu inceleyeceğiz.

Kaynaklarda Bayramiyye tarikatının Aziz Mahmud Hüdayİ (0.1038/ 1628) tarafından kurulan bir kolu olarak tanıtılan Celvetîlİk,[244] Bursevî'ye göre ilk defa İbrahim Zahid-i Geylanî (ö.690/1291)'de zuhur etmiş, ancak Celvetiyye tarikat olarak Aziz Mahmud Hüdayi zamanında teşekkül etmiş­tir.[245] Tarikat silsilesi Hz. Ali'ye kadar uzanan Celvetiyye, esasen Halvetiyye-nin bir kolu olup diğer bazı tarikatlarla da yakın ilgisi vardır. Tarikatta pir ve reis kabul edilen Aziz Mahmud Hüdayi'nin zamanında İstanbul'da büyük sayıya ulaşan müridlerinin yanısıra, Hüdayi'nin çeşitli bölgelere gönderdiği halifeleri sayesinde Anadolu ve Balkanlar'da yayılmaya başlayan Celvetiyye Özellikle İstanbul, İzmir, Balıkesir ve Orta Anadolu'da bir hayli yaygınlaşmış­tır. Gerek Hüdayi devrinde, gerekse daha sonraki devirlerde Balkanlar'da Filibeli İsmail Efendi (ö. 1052/1642), Saçlı İbrahim Efendi (Ö.1075/1664) ve Atpazarî Osman Fazlı Efendi (ö. 1102/1691} gibi seçkin şeyhler tarafından temsil edilen Celvetiyye, Balkanlar'ın en yaygın tarikatlarından bîri olmuş, ikinci merkezi durumunda bulunan Bursa'da ise Üftade (ö.988/1580) ve to­runlarıyla itibarını devam ettirmiştir. [246]

Atpazarlı Osman Fazlı Efendi'nin en önemli hizmeti hiç şüphesiz İsmail Hakkı gibi bir sûfi âlimi yetiştirmiş olmasıdır. İsmail Hakkı, daha çocuk oldu­ğu yaşlarda Aydos'ta babası aracılığıyla bu şeyhin elini öpmüş, daha sonra İstanbul'da kendisinden inâbe alarak halifesi olmuştur.[247] Hakkı Efendi hilafet hizmetini yerine getirebilmek için değişik beldeleri dolaşmış, çeşitli yerlerde vazife yapmıştır. İsmail Hakkı, üç yaşından itibaren terbiyesi altına girdiği şeyhiyle yaklaşık yirmi yıl kadar birlikteliği devam etmiş, bu zaman zarfında şeyhinin manevî nüfuz ve otoritesinden, ilim ve irfanından bol bol istifade etme imkanı bulmuştur. Ruhî tekâmülünü böylece tamamlayan İsmail Hakkı Efendi, ilmî şahsiyeti yanında, sûfi kimliğiyle de yaşadığı çağa damgasını vu­ran bir Osmanlı âlimi ve mürşidi olmuştur. İsmail Hakkı, Osman Fazlı Efen-di'nin 1102/1691'de vefatıyla onun yerine geçmiş, Celvetiyye tarikatının otuzikincİ şeyhi olarak Hakkıyye kolunu devam ettirmiş, Ölümüne kadar da bu görevi yerine getirmiştir. İsmail Hakkı'dan sonra Hakkıyye kolu gerek Bursa'da, gerekse İstanbul'da Mudanyalı Büyük Ruşen Efendi (ö.1209/1794)-den sonra uzun yıllar etkili olmuştur. [248]

Bursevî'nİn tasavvufî şahsiyetini oluşturan âmillerin başında şüphesiz Osman Fazlı Efendi'nİn geldiğini daha önce ifade etmiştik, Osman Fazlı, İbn Arabî tesirinde kalan, onun gibi vahdet-i vücûd çizgisinde olan bir mutasav­vıftır.[249] Bundan dolayı Bursevî de şeyhi vasıtasıyla İbn Arabî ekolüne bağlı bir sûfidir. Bursevî, bu iki mutasavvıfa Konevî'yi de ilave eder ve İbn Arabî İle Konevî'yi keşif yolunun öncüleri olarak görür. Ona göre bu iki şeyhin bil­gileri bir güneş gibi yüzlerinde parlamakta ve eserlerinden cihana yayılmak­tadır. Kendilerinden sonra gelen veliler, bu iki sûfinin üstün hallerini kabul etmişlerdir.[250] Bursevî, İbn Arabî, Sadreddİn Konevî ve şeyhi Fazlı İlâhi'nİn tasavvuf ilmindeki üstünlüklerini şu sözleriyle ifade eder:

"Fenn-i tasavvufta tafsîl-i kalem üç kimseye ihsan olunmuştur ki, biri Şeyh-i Ekber ue biri Sadruddîn ue biri şeyhim Seyyid Fazlı-i İlâhVdir (Kaddesallahu esrarahum). Nitekim Kitabü'i-hıtâb'da tafsil etmişizdir. Ve "tafsil-i kalem" denildi. Zira, icmal cihetinden tahrîrât çok vâki olmuştur ki, Şeyh-İ Ekber'den mukaddem gelen zâiklar tafsile mezun değillerdi. Onun için icmâl-i kelâm ile iktifa eylediler ve Şeyh'den sonra gelenler dahî tefâvut üzerine geldiler ve herkes Şeyh'in menbaına vâsıl olmadı ki oradan su getire. Eğerçi niceler ondan âlem-i manâda nefes ahz ettiler, uelâkin istifadeleri bi-kaderi'l-istida'ddır. [251]

Bursevî'nİn eserlerinde gerçekten bu üç şeyhin tesirlerini açıkça görmek mümkündür. Bursevî, âdeta bu sûfıîerin ilim ve feyizlerini kendinde toplayan ve bunları insanlığa yansıtan bir ayna gibidir. Nitekim o, bu zâtların ilim ve İrfanlarına vâris olduğunu şu sözleriyle açıklar:

"Size bu manâyı taklit ile demeziz, belki enfâs-ı evliyanın âsârın vücu­dumuzda müşahede ue revâihini iştimâmdan sonra söyleyip pend ve nush ile irşad ederiz. Ve benim vücuduma evvel-i nâfih şeyhim Seyyid Fazh-i İlahi (k.s.) ki, sûre-i Fatİha'yı üzerime nefh edip hilafet vermiş ve âhir ol nefes üze­rine yerine vâris kılıp dünyadan ol ueçhile intikal etmiştir. Ve saniyen nâfih-i nefesim Şeyh-i meşâyihi'd-dünyâ, Hatmü'l-evlİyâ ve Meşhed-i ekber-i Cenâb-ı Hüdâ Muhyiddîn el-Arabî'dİr (k.s.). Ağzımı takbîl edip nefes-i nefis bahş etmiştir. Ve ondan sonra Uz. Hızır'a mülakat ve nice euliyâ-i kiram ve ervâh-ı izama ittisal hâsıl olup enfâs-ı tayyibelerinden pür-buy olmuşuzdur. Çünki bu ilm-i azizin onların nefesleriyle asr-ı celilesi zuhur eyîeye ve bur-hân-ı bahir ola, medh ve senadan gayrı kâr ne ola? İşte biz onların evladm-danız, münkir her ne sayıklarsa sayıklasın.  [252]

Özellikle bundan sonraki konularda üzerinde duracağımız keşif ve keşif­le ilgili meselelerde Bursevî'nİn yukarıda söz ettiği İbn Arabi'nin nefesini al­ması, onun feyzine nâü olması sebebiyledir ki Bursevî'nİn İbn Arabi'ye tâbi olduğu, hemen hemen onun izinden hiç ayrılmadığı görülecektir. Bursevî, eserlerinde takdirle yadettiği İbn Arabî ve Konevî'ye sistemli bir şekilde bağlı­dır ve onlardan geniş çapta yararlanmıştır.[253]

Bursevî, tasavvufun ahlâkî ve amelî taraftarıyla olduğu kadar tefekkür yönüyle de ilgilenmiş, bu sahada yazdığı kitaplarla Osmanlı ulemâsı arasında haklı bir şöhret kazanmıştır.[254] Hakkında yapılan araştırmalarda, eserlerinin tasavvuf ıstılahları bakımından son derece zengin olduğu belirtilmiştir. [255]

Bizim tespitimize göre Bursevî, İbn Arabî, Sadreddin Konevî ve kendi şeyhi Osman Fazlı Efendi'nİn tasavvuf anlayışlarına çok iyi nüfuz etmiş, bu üç mutasavvıfın görüş ve fikirlerini iyi bîr şekilde tahlil ederek, bunlara kendi birikimlerini de eklemek suretiyle bu kültürü Türk halkına sunmuş bir muta­savvıftır. Bu açıdan bakıldığında Bursevî, ilmî ve tasavvufî kimliğiyle kültür tarihimizde önemli yer işgal eden seçkin şahsiyetlerdendir. Onun sonraki ne­sillere bıraktığı en önemli mirası ise değişik branşlarda yazdığı sayıları bir hayli yekûn tutan eserleridir.

[244] Yılmaz, "Celvetiyye", DM., VII, 273.

[245] Silsile, s. 63; Yılmaz, "Celvetiyye", DM., VII, 273; a.mlf., Aziz Mahmud, s. 25.

[246] Yılmaz, "Ceİvetiyye", DİA., VII, 273-275; a.mlf., Aziz Mahmud, s. 152, 153, 235.

[247] Silsile, s. 101-102; Temam, vr. 163a. Bursevî, Osman Fazlı Efendi'ye olan manevi yakınlı­ğının yanısıra onun kızlarından birisiyle evlenmek suretiyle de maddi yakınlığa da nail ol­muştur. Kitahü'n-Netice, I, 254; Silsile, s. 107.

[248] Yılmaz, Aziz Mahmud, s. 241; Kitabü'n-Netice, I, 79.

[249] Bursevî'nİn vahdet-i vücûd konusundaki fikirleri gayet açıktır.  O, Kadı Adûd (0.756/ 1355)'un Mevâkıf adlı eserinde "Leyse fi'd-dâri gayru.hu deyyâr: Âlemde ondan başkası yoktur" diyenleri hristiyanlara benzetmesini son derece yanlış bulmuş, "Feemmâ bu manâ kadılıkla olmaz, belki kadılığı demiş etmekle olur. Ehl-i vahdet hakkında yanlış kaza etmiş. Dünyada bu hüküm ve kazadan rücû etmediyse şimdi berzahta rücû etmiştir" demiştir. Kitabü'n-Netice, I, 444.

[250] Rûhu'l-Mesnevî, II, 526; Kitabü'l-hıtâb, s. 257; Lübbü'i-lüb, s. 36-37,

[251] Kitabü'n-Netice, 11,337.

[252] Kitabü'n-Netice, 11,384.

[253] Yılmaz, s. 19.

[254] Yılmaz, s. 90.

[255] Büyük Türk Klasikleri, VII, 306.