Konu Başlığı: Sahabe Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 16 Ekim 2011, 20:27:04 III. Sahabe Hz. Peygamber (a.s.)'ın söz, fiil ve takrirlerinden oluşan sünnetinin sonraki nesillere ulaştırılmasında en büyük hizmet hiç şüphesiz sahabilere aittir. Nesillerin en hayırlıları [631] olarak nitelendirilen bu insanlar, gerek hadis rivayetinde ve gerekse İslâmiyet'in daha sonraki kuşaklara öğretilmesinde en önemli rolü oynamışlardır. Bu açıdan onları tanımak, hadis literatüründe son derece önemli bir konudur. Hz. Peygamber'in müslüman çağdaşları demek olan bu bahtiyar insanların hepsi, asr-ı saadet döneminde yaşamışlardır. Asr-ı saadet döneminden sonra acaba bir insan için sahabi olabilme şansı var mıdır? Bursevî'nin böyle bir ihtimalden bahsetmesi, sahabenin tarifi konusundaki görüşleri yeniden gözden geçirmemizi gerekli kılmıştır. Sahabi, sahb, arkadaşlık etmek, bîr arada bulunmak fiilinden alınmış arkadaş, dost mânasına gelir. Çoğulu sahabedir. Aynı mânada bir de ashâb kelimesi kullanılır ki o da aynı fiilin ism-İ faili olan sâhib kelimesinin çoğuludur. [632] Sahabinin terim anlamı ise, müslüman olarak Hz. peygamber'i gören ve bu imanla yaşayıp ölen kimse demektir.[633] Hadis usûlcülerine göre bir kimsenin sahabi olduğu tevatür, şöhret, şehadet ve ikrar yoluyla bilinir, bunların dışında başka bir yol yoktur. [634] Bursevî, genel olarak sahabenin bu şekildeki tanımı ve zikredilen tanınma yollarını kabul etmekte, yeri geldikçe bu bilgilerden usûle uygun şekilde bahsetmektedir. [635] Bununla birlikte, zahire ait bilgilerden bâtını mânalar çıkarmakta son derece yetenekli ve tasavvufî sahalarda gayet maharetli bir yapıya sahip olan Bursevî, sahabenin bu tarifiyle sınırlı kalmamış, bu kelimeye daha geniş mânalar yüklemiştir. Zahir ulemâsının sahabi olabilme şansını risâlet döneminde Hz. Peygamber'i müslüman olarak görenlere tanımalarına rağmen, Bursevî'nin sahabe kelimesi üzerinde işâri yorumlara girmesi, onun kalbî ilimlere daha fazla ağırlık vermesi ve bu bilgileri daha değerli görmesi şeklinde açıklanabilir. Bursevî'ye göre: Mertebe-i hilâfete vaz-ı kadem eden ekâmiİ ashâbdan ma'döddur. Zira ashâb gerçi Cenâb-ı Nebeuî (s.a.)'e mülaki ve musâhib olana derler. Lakin msilahia mülakat his ile olan mülakata karib olmakla, ikisi inde'l-meşâyih bir hükümde kılındı. [636] Müteferrikât adlı eserinde, "Ashabım yıldızlar gibidir [637] hadisini şerhederken de şöyle demiştir: Ulemâ-i billah dahi sahabeden ma'dûdlardır. Şol cihetten ki, akrabul-hak efdalü'1-halk Cenâb-ı Nübüvvet (s.a.) ile sohbet etmek ahz-ı ilim için idi ki, ona sohbet-i ilmiyye derler. Çünkü ulemâ-i billah dahi, o! Hazretin ilminden ifâza-i ilahiyye ile müstefîz oldular. Sohbet-i batmaları, sohbet-i zahire gibi oldu... Maahâzâ insilahda veya hâlât-ı yakazadan bir halde Cenab-ı Nübüvveti müşahede ve lisan-ı şeriflerinden ahz ve istifade eden bilfiil sahabeden olur. [638] Bu bilgiler gösteriyor ki, Resûlullah (s.a.)'i insilah ve yakaza [639] hallerinde gören bir kimse Bursevî'ye göre sahabeden sayılır. Yukarıdaki bilgilere benzer bilgiler Bursevî'nin Şerhu'l-Erbaîn adlı eserinde de vardır. Bursevî, orada her asırda; "Hu/e/d-i maneviyye ve aktâb-ı bâtın [640] bulunduğunu, bunların; "İnsilahla meclis-i nebeviye dahil olduklarını [641] söylemiştir. Bursevî, bütün bu açıklamalarında insilah ve yakaza tabirlerine dikkat çeker. Bu iki yolun dışında hangi surette olursa olsun, kişinin sahabi olamayacağını belirtir. Meselâ, uyku hali böyle değildir. Uykuda Resûl-i Ekrem (s.a.)'in görülmesi, onunla biraraya gelinmesiyle sohbet gerçekleşmiş olmaz. Çünkü uykuda görülen suret hayalî, insilahda görülen ise hakiki surettir. Hayal gözüyle görülenle kalp gözüyle müşahede edilen arasında fark vardır, Bundan dolayı bir kimsenin uyku halinde Resûl-i Ekrem (s.a.)'i görmesi ve ondan istifade etmesiyle sahabiliği gerçekleşmiş olmaz. [642] Burada kayda değer bir noktadan sözetmek istiyoruz. Bursevî, eserlerinde anlattığı bu manevi halleri saaece kuru nakille yetinmemiş, bizzat bunlan kendi benliğinde yaşayarak tecrübe etmiştir. "Ekser ehl-i rüsum inkar ederler, onun için icmal olundu [643] diyerek fazla ifşa etmek istemediği bu manevi hallere, bazı yerlerde kısaca işaret etmekle yetinmiştir. Bunlardan biri Şöyledir: Bursevî, Şam'da ikamet ettiği 1129/1717 yıllarında bir gece, [644] uyanık bir durumdayken Resûluüah (s.a.)'i görmüş ve Resul-i Ekrem kendisine hitaben; "Men tahakkaka ismî tahakkaka ismuh: Yani ismimin hakikatine eren kişinin ismi de hakikate erer" buyurmuştur. Bursevî, Resûl-i Ekrem ile olan bu müşahede-i hissiyye ile sohbet-i hakikiyyenin gerçekleştiğini, bu sözün hadis-i şeriflerden, kendisininse sohbetle şereflenmesinden dolayı sahabeden olduğunu büyük bir coşku içinde haber vermektedir. [645] Bunun dışında bîşuur bir halde bir kaç kere Resûi-i Ekrem (s.a.)'İ müşahede etmiş, "Yakaza halinde dahi zukâk-ı Medine'de rast gelmiştir. [646] Bursevî'nin verdiği bu bilgilere benzer, hatta neredeyse birbirlerine paralel başka rivayetler de vardır. Nitekim İbn Arabî de aynı şeyleri Bursevî'den önce şu sözleriyle ifade etmiştir: "Salihler içinde keşfinde Hz. Peygamber ile konuşarak, keşif ve şuhûd âleminde Hz. Peygamber'e sahabi olmuş ve ondan hadis almışsa, kıyamette onunla haşrolacaktır. Çünkü bu kişi, en şerefli bir mevkide ve en üstün bir halde, Hz. Peygamber'e arkadaşlık yapmış olan sahabilerden olmuştur. Kimin keşfi bu vasıfta değilse, onlardan olamaz. Uyku ehli birisi yakaza halinde, keşfen Hz. Peygamber'i görüp onunla söyleşip, ondan hadis alarak, hatta hadisleri isnadında bulunan ta'n noktalarını tespit edecek şekilde tashih edinceye kadar, her gece uykusunda Hz. Peygamber'i görmüş olsa dahi bu mertebeye ve sahabi ismini almaya hak kazanamaz. [647] İbn Arabi'nin bu açıklamalarına benzer bilgiler Bursevî1 den bir buçuk asır önce yaşamış, şeriata son derece bağlı olduğu belirtilen meşhur sûfi âlim Şa'rânfde de görülmektedir. Şa'rânî, müridin belli bir nefis mücahedesi ve riyazatmdan sonra Resûlullah (s.a.)'in meclisinde bulunabilecek bir seviyeye ulaşabileceğini, artık o kişinin uyanık bir haldeyken istediği an Resûl-i Ekrem'le görüşebileceğini belirtmekte ve bazı örnekler vermektedir. Meselâ, Şeyh Ahmed ez-Zevâvî, Nûruddin eş-Şûnî, Aliyyü'l-Havvâs, Ebü'l-Abbas el-Mürsî, Ebu's-Suûd İbn Ebi'1-Âşir, İbrahim el-Metlûbî ve meşhur muhaddis Celâiüddin es-Süyûtî bunlardan bazılarıdır. Öyle ki Şa'rânî, Süyûtî'nİn yakaza halinde yetmiş küsur defa Resûl-i Ekrem'le buluştuğunu, [648] Metlûbî-nin her zaman bu mertebede bulunduğunu, Merâsî'nİn İse; "Şayet Resûlullah (s.a.) benden bir saat gizlenmiş ve görünmemiş olsa kendimi hiç bir vakit iman sahibi bir kul saymam" dediğini nakletmektedir. [649] Buna benzer bir rivayet de Şeyh Ebü'l-Hasen'den rivayet edilmektedir. Ebü'l-Hasen eş-Şâzeli Şöyle demiştir: "Eğer göz açıp kapayıncaya kadar, bir an bile Nebi (s.a.) benden gizlenmiş, görünmemiş olsa kendimi müslümanlardan saymam. [650] Görüldüğü gibi sûfilerin çoğunluğunda Hz. Peygamber (a.s.)'ın mâna âleminde görülmesi durumu vardır. Bu görme olayında bir insanın sûfıyye ıstılahındaki tariflere göre sahabi sayılabilmesini Bursevî şu iki şarta bağlamaktadır: İnsilah ve yakaza halinde Resûl-i Ekrem'i görmek Doğrudan doğruya ondan hadis işitmek. [651] Buna göre asr-ı saadet döneminden sonra bir insan, Peygamber (s.a.)'i insilah ve yakaza hallerinden birinde görse ve ondan hadis işitse, sûfilere göre o insan sahabeden sayılır. Ona göre böyle manevi derecelere yükselmiş mâna erlerinin Hz. Peygamber'i görmeleri, ondan bir şeyler işitmeleri mümkündür. Böyle bâtını bir sohbetle müşerrref olmak tıpkı zahirî sohbetle müşerref olmak gibidir. Bu ikisi arasında velilere göre bir fark yoktur. Fakat bu makam vusule muhtaç olduğundan tatmayan bunun hakikatini bilemez. [652] Tamamen tasavvufî bir mahiyet arzeden bu sahabe tanımına, muhaddisler katılmamışlardır. İbn Hacer el-Askalânî (Ö.852/1448), meşhur Buhârî şerhinde yakaza halinde Resûİullah (s.a.)'i gören bazı salihler için; "Bu cidden müşkildir, eğer zahirine hamledilse bunlar sahabeden sayılırlar. Bu durumda kıyamete kadar Hz. Peygamber ile sohbet ihtimali gündeme gelir" sözleriyle hadisçilerin bu konudaki menfi tavırlarını ortaya koymuştur.[653] Aynca Bursevî'nin uyku dışında insilah ve yakazada bir kimsenin Resûlullah (s.a.)'i görmesiyle sahabi olacağını söylemesine karşı İbn Hacer e!-Heytemî (ö.974/1566) de melekût âleminde Resûl-i Ekrem'in görülmesiyle sahabiliğin gerçekleşmeyeceğini, sahabi olabilmek için onu mülk âleminde görmek gerektiğini, aksi takdirde ruhlar âleminde Resûl-i Ekrem'in ümmetini, ümmetin de Resûl-i Ekrem'i görmüş olacağından bütün ümmetin sahabi sayılmasının sözkonusu olduğunu, bunun ise doğru olmadığını söylemiştir. [654] Muhaddislerİn rüya ve mâna âleminde bir insanın Resûlullah (s.a.)'i görmesiyle sahabi olunamayacağını belirten görüşlerine Bursevî rüya konusunda onlara katılmış, ama insilah ve yakaza hali dediği âlem-i mânadaki rüyet meselesinde onlardan ayrılmıştır. Tabiatıyla bu ikili ayırım, ilimlerin zahir ve bâtın diye iki kısma ayrılmasından kaynaklanmaktadır. İç aleme dönük, kalp İşlerini esas alan tasavvufî anlayışta böyle bir sahabilik gerçekleşse de, zahire bakan ona göre hüküm veren şer'î deliller açısından bunu tasvip etmek mümkün değildir. İslâm'da ruhanî hayatın varlığı kesin olmakla birlikte bunu başka şeylerle karıştırmamaya .da özen gösterilmesi dinin selameti açısından son derece lüzumludur. Bursevî'nin asr-t saadette Hz. Peygamber'i görmüş, onun sohbetinde bulunmuş ashab-ı kiramın yanısıra, hilafet mertebesine yükselmiş kâmil velilerin de sahabeden sayılacakiarıyla ilgili görüşlerini ve bu görüşlerle İlgili eleştirileri böylece kaydetmiş bulunuyoruz. Bursevî'deki bu anlayış, onun hadis ilimlerine bakışına tesir etmiş, hadislerin tespit ve tashihinde önemli kriterlerinden biri olmuştur. Zira bu durum, zahirî yollardan hadislerin tespiti yanında, bâtını yollardan da aynı şeylerin yapılabileceği anlayışını doğurmuştur. [631] Buhârî, şehâdet 9, rikâk 7; Müslim, fedailu's-sahâbe 212; Tirmizî, fiten 45; İbn Mâce, ahkâm 27. [632] Râzi, Muhtar, shb md; İbnü'1-Esîr, 1,19. [633] Hâkim, s. 22-24; Haüb, Kifaye, s. 49-52; İbnu's-Salâh, s. 293; İbn Hacer, İsâbe, 1, 7; Süyûti, II, 208; Ahmed Naim, 1,13. [634] Ebû Zehv, s. 130; Okiç, Hadis Meseleleri, s. 25; bk. HaÖb, Kifâye, s. 50; İbnu's-Salâh, s. 293; İbn Hacer, İsâbe, I, 7; Süyûti, II, 208; Ahmed Naim, I, 13. [635] Bursevî'nin sahabe tarifi konusunda eserlerinde verdiği bilgilerden bazısı şöyledir; "Sohbet lügatte, mutlak mülazemettir, bir saat olsa da. Anınçün ekser ulema ashab-ı Resulillah (s.a.) hakkında bu mânayı ahzedip kesret-i sohbeti olmıyana dahi ıtlak etmişlerdir." Rûhu'l-Mesnevt, 1, 222. "Sahabe, feth ile ve kesr ile asılda mastardır. Sonra feth ile ashab-ı Resulillah (a.s.) için isim kılındı, Lakin Kamus'tan zahir olur ki, sahabe mastar olduğu gibi ashab dahi cem dahi olur. Yani ashab, sahibin ve sahb dahi sahibin cemi olduğu gibi sahabe dahi böyledir. Sahabi, Resûlullah {a.s)'ı görüp onunla tul-ı sohbet edendir. Gerek ondan hadis rivayet etsin, gerek etmesin. Bazıları demişlerdir ki töl-ı sohbet şart değildir. Tafsil-i makamı usul-i hadiste meşrûhrur." a.g.e., II, 57. "Sahabe-i güzin derler, zira cümle nas meyanında sohbet-i Resûluilah ile muhtar ve müctebâ olmuşlardır ve melekâtı fâala ve ahlâkı zaide ile itösafla istifâet mertebesini bulmuşlardır." a.g.e., I!, 428; bk. Hadis-İ Erbain, s. 201. [636] Huccetü'l-bâliğa, s. 4. [637] Beyhakî'nin rivayet ettiği bu hadis bazı muhaddislere göre mevzu sayılmıştır. îbn Arrâk, I, 419; Aclûnî, 1,147; Elbânî, Si/sile, I, 78. [638] Müteferrikti, vr. 7b. [639] Huccetü'l-bâliğa, s. 5. [640] Hadis-i Erbain, s. 226, Bursevî, sahih hadislerde geçen hulefâ-i raşidîn ifadesinin zahir bâtın bütün halifelere şamil olduğunu, batın hilafet üzere olan evliyanın Resûl-İ Ekrem'den sonra gelmelerinin Peygamber (a.s.)'a olan ittisallerine engel olmadığını, ittisalin şartının ise insilah ve yakaza hallerinde Resûl-i Ekrem'i görmek ve ondan vasıtasız olarak hadis işitmek olduğunu söylemekte, böyle kümmel-i evliyanın sahabeden sayıldığını ifade etmektedir. Risâle-i Kelime-i tevhid, vr. İla. [641] Hadis-i Erbain, s. 226; Şerhu Nuhbe, nr. 37, vr. 4a; Kiabü'n-Netice, I, 411. [642] Huccetül-baliğa, s. 4. bk. Silsile, s. 106; Şerh-i Pena, s. 480. [643] Silsile, s. 106. [644] Hadis-i Erbaîn, s. 110,152; Kevserî, Makâlât, s. 592. [645] Silsile, s. 106; bk. Müteferrikti, vr. 7b-8a. [646] Müteferrikti, vr. 25a. [647] Fütuhat, III, 50 (313. bâb). [648]Şa'rânî, Uhûdü'l-kübrâ, s. 43-44; Süyûtî ile ilgili bu menkibeyi Ayderûsî, Târihu'n-nûr, s. 52'de ve İbnü'l-lmâd da, VIII, 53-54'te nakletmişlerdir. Öyle ki Resûl-i Ekrem, Süyûtî'ye "Şeyhu'l-hadis" diye iltifat bile etmiştir. Şezerti, V1I1, 54. [649]Şa'rânî, Uhûd, s. 44. Aynca bk. a.mlf, Tenbihu't-muğterrin, (trc. Ömer Temizel, İslâm Büyüklerinin ömek Ahlakı), s. 24-25. [650] Süyûtî, Nuzûtü İsa, s. 46. [651] Risâle-i keüme-i tevhid, vr. İla. Nitekim İbn Arabî, Rûh'un hakikat-ı Muhammed'e İlka ettiğini, Rûh'un bu ilkasını işiten keşif sahibinin Resûlullah (s.a.)'in lisanından işiten sahabi gibi olduğunu söylemektedir. Fütûhti, 1,150 (14.bab). [652] Risâte-i kelime-i tevhid, vr. İla. [653]Fethu'/-bârî, XII, 385; bk. Mübarekpûrî, Mukaddime, s. 308. [654] Heytemî, Fetâuâ, s. 300. bk. Yusuf b. Yakub, Tenbîhü'l-gabî, s. 16-17 |