๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Sufilerin Hadis Anlayışı => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 17 Ekim 2011, 22:04:37



Konu Başlığı: Manen Rivayet
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 17 Ekim 2011, 22:04:37
b. Manen Rivayet

Hadis metinlerinde hiçbir değişiklik yapmadan Hz. Peygamber'in ağ­zından çıkan harf ve kelimeleri ile nakletme demek olan lafızla rivayetin aksi­ne, hadisi ya kısaltarak ya da hadis metnindeki kelimelerin eş anlamlılannı kullanarak, fakat her durumda hadisin asıl mânasını bozmadan yapılan riva­yetlere mâna ile rivayet denilmektedir. [436] Hadisçiler arasında münakaşa konusu olan mâna İle rivayet meselesi çoğunluğa göre caizdir ve bu husustaki en kuvvetli delilleri, İslâm şeriatının başka milletler için kendi dilleriyle izahının cevazı üzerindeki icmadır. Buna göre aynı şeyin Arapçaya çevrilmesi daha evlâ olur.

İbn Sirîn (ö.HO/728), İmam Mâlik (Ö.179/795), İbn Uyeyne {0.198/ 813) ve İbn Hazm (Ö.457/1065) gibi âlimler, mâna ile rivayete karşı çıkmış­lardır.[437] Bursevî, mâna ile rivayet konusunda daha çok karşı çıkanlar grubunda yer almaktadır. Zira onun ravilerin rivayetleriyle ilgili olarak; 'Gahîce (bozan) nakl ate'l-mâ'na İderler kt, mebde-i te'vilât ve't-tahrtfattır.[438]

demesi, mâna ile rivayetin hadislerin kelimelerini bozduğu ve mânalarını değiştirdiği kanaatinde olduğunu göstermektedir. Bir hadisin çeşitli senedlerle rivayet edilmesi, hangisinin lafzan hangisinin manen rivayet olunduğunun tam kestirilememesi, aynı hadis üzerindeki kelimelerin farklı kelimelerle nak­ledilmesi gibi sebepler, hadislerin değişik şekillerde anlaşılmasına yol açmış ve mezhep imamlarının fıkhî ihtilaflarında büyük rol oynamıştır. [439] Konu ile ilgili örnekler hadis kitaplarında mevcuttur. İmam Ebû Hanife (ö. 150/767)-nin mâna ile rivayette bulunan kimsenin fakih olmasını şart koşması, bu işin ne kadar önemli olduğunu göstermesi bakımından mühim bir tespittir. [440]

Yukarıda naklettiğimiz görüşüyle Bursevî, keşifle hadis nakleden kim­senin bu keşfinin mâna ile rivayette bulunan ravilerin rivayetlerinden daha mevsuk olduğunu, zira rivayetti l-hadis bi'l-mâ'nada tevil ve tahrif kapısı­nın her zaman açık bulunduğunu vurgulamak istemektedir. Böylece o, hadis­lerde lafzî rivayetin önemine dikkat çekmiştir. Nitekim Şerhu tefsiri cüz'i'1-ahîr li'1-Beyzâvî adlı eserinde Nebe Sûresi'ni tefsir ederken, kıyamet günü insanla­rın onu sınıf halinde dirilecekleriyle ilgili hadisi ihtisar eden Beydavî (ö.685/1286) İçin, "Musannif hadisi değiştirmiş, âdeti üzere ihtisara ve mâna İte rivayete meylederek hadisin lafızlarını başka kelimelerle ifade etmiştir. Halbuki evlâ olan bunu yapmamasıydı" demiştir.[441] Ayrıca Bursevî, keşfen rivayetin lafzan rivayet gibi olduğunu, ehl-i keşfin bir hadisi bizzat "Fem-i nebeviden alıp söylediklerini [442] bundan dolayı da onda tevil ve tahrifin bulunmadığını iddia etmiştir.

Bursevî'nin dışında İbn Arabî de hadislerin mâna ile rivayetine karşıdır. O, Hz. Peygamber'in "Benden bir ketime işiten ve onu işittiği gibi nakleden kişinin Allah yüzünü ağartsın [443] hadisini değerlendirirken hadislere hiç bir şey katmadan olduğu gibi rivayet edilmesi gerektiğini belirt­miş, "Bana göre sahih olan hadislerin mâna ile rivayetinin caiz olmamasıdır demiştir. [444] Zira İbn Arabi'ye göre hadisleri mâna olarak nakleden kişiler bize Hz. Peygamberin sözlerinden anladıklarını rivayet etmektedirler. Halbuki bizler, Kur'an ve ittifakla nakledilmiş haberler olmadıkça Cenab-ı Hakk'a başkalarının anlayışıyla ibadet edemeyiz. Öyle ise evlâ olan hadisleri de Kur'an gibi Hz. Peygamber'den geldiği şekliyle, harfi harfine ona hiçbir şey ilave etmeden nakletmektir.[445] İbn Arabi'ye göre, "Benden bir kelime İşiten ue onu hafızasında tutarak işittiği gibi tebliğ eden kişiye Allah rahmet etsin"m hadisinde vadedilen rahmet kapsamına Kur'an olsun sünnet olsun, vahyi olduğu gibi aynı lafızlarıyla tebliğ eden kişiler dahildir. Onlar da vahyi nakle­den mukrî ve muhaddislerdir. Yoksa ne fakihlerin, ne de Süfyan es-Sevrî (ö.161/777) ve diğerleri gibi hadisleri manen rivayete cevaz verenlerin bun­dan nasipleri vardır. Çünkü mâna İle nakleden kişi, bize hadis-i Nebî'den anladığını nakletmektedir. Böyie birisi ise kendi nefsinin rasülü olmuş olur. Bu kişi kıyamette vahyi işittiği gibi tebliğ ederek risâletin hakkını veren mukri ve Hz. Peygamber'in lafızlarının aynısını nakleden muhaddis gibi peygam­berler safında haşrolma şansını yitirir. [446] Daha sonra İbn Arabî, kendisine lütfedilen ilahi nimetlere bir şükür olarak sözlerine şöyle devam etmektedir: "Allah Teâlâ'rm bir inayeti de bize keşif ilmini, Kitab ue sünneti rivayetle vahyin nakli ilmini vermesidir. O halde mukrî ve muhaddislerin bu rivayet makamları ne kadar şereflidir! Cenab~ı Hak (c.c) bizleri Kur'an ve sünnetin nakline tahsis ettiği kullarından kılsın!" [447]

Hadislerin mâna ile rivayeti meselesinde, muhaddisler de hadislerin mümkün mertebe hiç tasarrufa gitmeksizin lafzan rivayet edilmesinin en doğ­ru yol olduğunu, iyi rivayet edemeyen kimselerin hadise yanlış sokmamaları için mâna ile rivayet kapısının kapatılması gerektiğini tavsiye etmişlerdir.[448] Hadislerin mâna İle rivayetine cevaz verenler bunun ancak bazı şartlar dahi­linde söz konusu olabileceğini söylemişler, ilgili şartlan eserlerinde zikretmiş­lerdir. [449]

Bursevî'nin hadisin yapısını oluşturan sened ve metinle ilgili dikkate de­ğer görüşlerini böylece tespit etmiş bulunuyoruz. Bundan sonra onun hadis­lere bakış açısını, eserlerinde kullandığı hadislerin sıhhat derecesini tespit konusuna geçebiliriz.

[436]İbn Hacer, Nuhbe, s. 65; Koçyiğit, s. 372.

[437]İmam Mâlîk'in mâna İle rivayeti caiz gördüğü de nakledilmiştir. Ahmed Naim, I, 454; bk. İbn Sa'd, VII, 158-159; Hatîb, Kifaye, s. 198-211; Kadı lyâz, s. 174-181; Süyûtî, II, 98; Kâsımî, s. 221-225; A. Muhammed Şakir, Bâis, s. 136; Subhi Salih, s. 63-69; Ebû Zehv, s. 201-207; Ahmed Naim, I, 454-468; Nuruddîn Itr, Menhecü'n-nakd, s. 227-230.

[438]Şerhu 'I-Erbaîn, s. 92; bk. Rûh, III, 548; Temam, vr. 193b; Şerhu Nuhbe, nr. 36, vr. 138b-139a.

[439]Bu  konudaki  örnekler için bk.  Muhammed Avvâme,  Eseru'i-hadisi'ş-şerîf fî thtihfi'l-eimmeti'l-fukahâ, (trc. M. Hayri Kırbaşoğlu, İmamların Fıkhî İhtilaflarında Hadislerin Rolü), s. 22-26; ayrıca bk. Süyûtî, Ükûdu'z-zeberced, 1,17.

[440]Kevserî, Fıkhu ehli'l-lrak ve hadisuhum, (trc. M. Cemal Sofuoğlu, Abdülkadir Şener, Hanefi Fıkhının Esasları,), s. 36; Avvâme, s. 22.

[441]Şerhu tefsiri cüz'i'1-ahîr ti't-Beydâvİ, Bursa Genel, nr. 28, vr. 40b; Rûh, X, 299-300- İbn Arrâk, II, 389-391.

[442] Kenz-i Mabfî, s. 2.

[443] Ebû Dâvûd, ilim 10; Tirmizî, ilim 7; İbn Mâce, mukaddime 18.

[444]İbn Arabî, Füfû/ıâU, 403.

[445] Fütuhat, 1,129 (38. bâb).

[446] Ebû Dâvûd, ilim 10; Tirmizî, ilim 7; Müsned, i, 437.

[447] Fütuhat, I, 230 (38. bâb).

[448] Süyûtî, II, 102; Ahmed Naim, I, 466; Koçyiğit, s. 373.

[449] İbnu's-Salâh, s. 213; Ahmed Naim, I, 467; Suhbi Salih, s. 66.