๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Sufilerin Hadis Anlayışı => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 15 Ekim 2011, 21:06:20



Konu Başlığı: Mânası Doğru Olan Hadisler
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 15 Ekim 2011, 21:06:20
B. Mânası Doğru Olan Hadisler


Resûlullah (s.a.) fesahat ve belagat açısından üstün bir yeteneğe sahip olduğundan son derece tatlı ve düzgün konuşurdu. Konuştuğu sözlerin lafız­larında bozukluk, mânalarında uyumsuzluk görülmezdi. [1160] Allah Teâlâ tarafın­dan kendisine diğer peygamberlere verilmeyen az sözle çok mâna ifade etme kabiliyeti demek olan "cevâmiu'l-kelim"e sahip olma özelliği verilmişti. [1161]

Hadislerdeki bu özelliğe dikkat eden mütehassıs muhaddisler mevzu hadislerin alâmetleri ve bunları tanıma yollarında bu ölçüyü kullanmışlar, hadis diye rivayet edilen bir haberin dil kaideleri bakımından bozuk olmasını, muhtevasının peygamber sözüne yakışmayan bir manasızlık ve ölçüsüzlük taşımasını o hadisin uydurma olduğuna delil saymışlardır.[1162] Rebî b. Huşeym bununla ilgili olarak; "Bir hadisin gün gibi açık bir aydınlığı vardır. Bundan dolayı biz onu kabul ederiz. Yine diğer bir hadisin gece karanlığı gibi de zulmeti vardır. Onu da reddederiz" demiştir.[1163] Şu kadar var ki yalnız lafızdaki rekaketin hadisin mevzu olduğuna delalet etmediği, zira bazılerin mâna İle rivayetinden dolayı lafızlarındaki fesahatin kaybolduğu, bu suretle hadisin manen doğru olsa bile lafzen bozuk rivayet edilmiş olabilece­ğini belirten muhaddisier, bu sebepten asıl mühim olanın lafızdaki rekaketin değil mânadaki bozukluğun olduğunu söylemişlerdir.[1164] Bu durumda hadi­sin sıhhatini tespitte mâna, lafea göre daha fazla önem taşımaktadır.

Ehl-i hadisin mâna ile ilgili bu usûl açıklamalan, tasavvuf camiasında sınır­lan biraz daha genişletilerek bazı zamanlar isnadı bulunmayan ya da ihtilaf konu­su olan hadislerin tespit, tercih ve tashihinde bir ölçü olarak kullanılmıştır.

Bursevî, "Fakirlik iftiharımdır [1165] hadisinin mevzu olduğunu belirten muhaddislere karşı, "Lâkin mânası sahihtir [1166] "İnde ehiillah mazmûnı sa­hihtir [1167] gibi gerekçeler göstermek ve şahsi kanaatini "Bu fakirin fehm ittiği budur ki erbâb-ı kâl lafza ve ashâb-ı hâl mânaya nazırlardır. Kelâm-ı mezkû­run ise mânası sahihtir [1168] diyerek açıkça ifade etmiş, hadisin Hz. Peygam-ber'in zâhidane yaşantısını dile getiren sahih hadisler kapsamına girdiğini, bu hadislerin muhtevasına uygun olduğunu söylemiştir.

Bursevî'nin, "Zira fakrdan murad zühd ue terk-i dünya ve masivâ ve tehalli ani'l-vücûdi'î-fanidir. Bu ise memdûh nesnedir ki erbâb-ı hakikat ya­nında a'iây-ı kemâlâttır [1169] şeklindeki yorumu da bunun böyle olduğunu gösteren bir başka delildir. Böylece Bursevî, hakikat âlimlerine göre güzel ve doğru olan şeylerle onların mesleklerine uygun olan söz ve fiillerle amel olu­nabileceğini, bu konuda tatbikata esas olan rivayetin mânasının şeriatın ruhuna, kamil velilerin yoluna muvafık olmasını ölçü olarak kabul etmiştir. Bursevî'deki bu mantık anlayışını, h. III. asır zahid ve sûfilerinden Yahya b. Muaz er-Razî (ö.258/871)ınin şu sözlerinde bulmak mümkündür. Razî şöyle demiştir:

En güzel şey güzel simah, yumuşa/c huylu, fesahat sahibi bir insanın, dibi derin denizlerden çıkardığı, ince manalı, doğru sözdür. [1170] Yahya b. Muaz'ın söylediği bir diğer söz de şudur:

Güzel söz, güzeldir. Sözden daha güzeli, mânâsıdır. Mânadan daha güzeli o mânayı kullanmaktır. Mânayı kullanmaktan daha güzeli ise onun sevabıdır. Sevaptan daha güzeli de kim için amel ediliyorsa onun rızası-dır.[1171] Nitekim aynı düşünceyi İbn Arabi'de de görmekteyiz. Ümmetin âlim­lerini Benî İsrail'in peygamberlerine benzeten hadisi eserlerinde hadis olarak zikreden İbn Arabî, bu hadisi nakletmekteki gayesini, Biz bu hadisi isnadı sağlam olmamakla birlikte, bu ümmetin âlimlerinin mertebe bakımından peygamberlere dahil olduğuna, dinleyenleri ünsiyet ettirmek için nakletmek­teyiz" sözüyle açıkladığını görmekteyiz.[1172] Buna benzer bir başka görüşü, "İşlerde hayrete düşerseniz [1173] hadisini değerlendirirken Abdülhakim Arvasî (ö.1362/1943) de ifade etmiş, ibarenin hadis olmasa bile gerçeğe ay­kırı olmadığını belirtmiştir.[1174]

Bu görüşler, isnadı sahih olmayan veya münakaşa konusu olan hadisle­rin naklinde bazı ulemanın takındığı tavrı ortaya koymaktadır. Her nedense gerek İbn Arabî tarafından ifade edilen isti'nas ünsiyet, insanı ısındırma, konuya yaklaştırma, gerekse Bursevî ve Arvasî tarafından gündeme getirilen mânası sahih olduğu gerekçesiyle eserlerde zikretme formülünden bir türlü vazgeçilememektedir. Bu durum yani böyle hadislerin istidlal için olmasa da isti'nas için yani konuyu zenginleştirme, değişik kültür malzemelerini kullan­mak suretiyle mevzûyu daha cazip hale getirme metodu bir çok âlimde gö­rülmektedir.

Bursevî'nin alışılmışın tersine zaman zaman hadislerin metin tenkidine Önem verdiğini gösteren bazı örnekler de vardır. Nitekim, "Ümmetimin â-limleri Benî israil'in peygamberleri gibidir" hadisini şerhederken çok açık bir ifade İle şöyle demiştir:

"Biz, bu ve benzeri haberlerin hadis olduğunda şüphe etmiyoruz. Zira hadisin muhtevasının zenginliği, mânasının derinliği bunu göstermekte­dir. [1175] Bursevî'nin hadislerin muhtevasına baktığını bunu bir kriter olarak kullandığını gösteren bir başka örnek ise, "Ebû Hanife ümmetimin kandi­lidir" hadisinde söz konusu ettiği, "Bizim meblağ-i ilmimiz budur ki, nazmı cihetinden sıhhati yok ise dahi mânası cihetinden sıhhati olmakla [1176] cümlesi ile "Hüdöya dal olan kelamı ise ıtlaktan men olunmadığı [1177] sözüdür Demek ki ona göre hidâyete delalet eden, hayra götüren sözlere engel olunmamak bunlara karşı çıkılmamalıdır.

Bursevî'nin hadis tespit ve tashihindeki bu müsamahası onu son derece tesahüle götürmüş, bazı yerlerde Vekî b. el-Cerrâh (Ö.198/814)'ın hadislerin âlimler tarafından kaydedilen ve hafızlar tarafından ezberlenen sayıdan fazla olduğunu belirtmek suretiyle bazı hadislere kaynak yönünden çıkış yolu ara­mış,[1178] münakaşalı hadislerde ise şeriatın zahirini esas alarak, "Zâhir-i şer'e müsâdime etmeyen hadise bu mevzudur veya batıldır dememek gerekir [1179] şekliyle daha geniş bir çerçeve çizmiş, bu tür hadisleri rafa kaldırmayı uygun görmemiştir. Şu halde şeriatın zahirine aykırı düşmüyor diye Resûlullah (s.a.)'e nispet edilen yüzlerce hadis içinde, sahih ile sahih olmayanı ayırma­nın büyük bir hassasiyet içinde meydana getirilen hadis kitaplarının bu du­rumda ne faydası olmayacaktır. Zira Resûl-i Ekrem'e atfedilen fakat mânaları doğru olan uydurma hadisler, ya da zamanla hadis olarak şöhret bulan ke-lâm-ı kibar kabilinden hatırı sayılır büyük insanlar tarafından söylenen çok güzel sözler vardır. [1180] Bu sözlere hadis gözüyle bakarak bunları da hadislerle aynı kefeye mi koymak gerekir? Böyle bir zihniyetin hadis usûlü açısından tasvip edilmesi mümkün değildir. Hadis ilmi, Hz. Peygamber'e izafe olunan bir habere merfû, sahabiye nispet edilene mevkuf, tabiine atfedilene ise maktu' hadis adını vererek haberleri layık olduğu yere yerleştirir.[1181] Artık hiç bir mevkuf hadise merfû gözüyle bakılmadığı gibi, merfû bir hadise de mevkuf olarak değer biçilmez. [1182] Ne var ki hadislerin mânasına bakarak Bursevî'de görüldüğü gibi geniş bir hadis dairesi çizmek ve bu daireye daha başka sözleri de ilave etmek, tasavvufî düşüncede müşahede edilen bir durumdur. Bursevî'nin kullandığı, aslında bu konunun bir devamı mahiyetinde olan kefâm-ı kibar denilen büyük şahsiyetlerin söylediği sözlere de hadis gözüyle bakılması meselesi tasavvuf-hadis ilişkilerinde önemli bir problemi temsil etmektedir.


[1160] Kadı lyâz, Şifâ (çev. Suat Cebeci, Şifa-i Şerif), s. 65-67.

[1161] Buhârî, tabîr 11; Müslim, mesâcid 5-8; Tirmizî, siyer 5; Müsned, II, 172, 212. Bursevî, cevâmiu'l-kelimden bahsederken "Kelâm-ı Nebevi cevâmiu'l-kelimdir.Onun için ondan ni­ce u/ûm-i garibe istihraç olunmuştur. Ve şâir kelimâtı irfaniyye dahi ona kıyas oluna" de­mektedir. Kitabü'n-Netke, I, 384.

[1162]İbn Arrâk, I, 7; Subhi Salih, s. 226; Kandemir, s. 177.

[1163]İbn Arrâk, I, 7; Subhi Saiih, s. 226; Koçyiğit, s. 227.

[1164] Koçyiğit, s. 227.

[1165] Hadisie İlgili geniş açıklama için ikinci bölüme bakınız.

[1166]Bununla ilgili olarak "Her mevzudur dedikleri her veçhile mevzu olmaz" de­mekte, "Fakirlik iftiharımdır" gibi hadislerin lafzı mevzu bile olsa mânalarının sahih ol­duğunu, her yönden mutlak manada mevzu olmadığını belirtmektedir. Şerhu'i-kebâir s. 51. Bursevî, benzer sözleri "Allah, câhil veli edinmez" hadisinde de söylemektedir. Kitabü'n-Netice, II, 402; bk. Aclûnî, II, 235. Hadis için ikinci bölüme bakınız.

[1167]Şerh-i Pena, s. 605.

[1168] perafo^ ı\ 85. Bursevî, kıyamet günü insanların on grup halinde dirilecekleriyle ilgili hadisi mevzu olarak değerlendiren İbn Hacer 'in gerçeğe vâkıf olamadığını söylemiş, "Hadisin mevzu olduğunu kabul etsek bile manası doğrudur, bu konuda sahih hadisler vardır" de­miştir. Ruh, X, 300.

[1169]Şerhi Pend, s. 605.

[1170] Hatîb, XIV, 209.

[1171] Hatîb, XIV, 209.

[1172] FütÛhât, I, 546.

[1173] Hadis için ikinci bölüme bakına.

[1174] Arvasî, Rabıta-i Şerife, s. 25.

[1175] Temam, w. 29a.

[1176]Şerh-i Pend, s. 71.

[1177] a.g.e., s. 71. Bursevî'nin bu sözü Hz. Ali'nin, "Söyleyene bakma, söylenene bak" sözünü hatıra getirmektedir. Kari, s. 206.

[1178]Şerh-iPend, s. 71.

[1179]a.g.e., s. 71.

[1180] Kari, bu durumu açıklarken muhaddislerin ancak sabit oian lafızların hadis olup olmadıkla­rını araştırdıklarını, aksi takdirde aslı bulunmayan mezvû hadislerin çoğunun Kitab ve sün­nette sahih bir aslının bulunduğunu, bunlann hadis olarak değerlendirilmesinin yanlış oldu­ğunu belirtmektedir. Masnû, s. 172.

[1181] Mevzuatla İlgili eserlerde hadis olmayan bazı sözler için muhaddisierin, "Ma'nâhu sahîh: mânası sahihtir" şeklinde değerlendirmeleri olmuştur. Fakat bu durum o sözün hadisler kapsamına girmesini gerektirmez. Belki sadece kelâmın mânasının doğruluğunu ifadeden ibarettir. Örnekler için bk. Sehâvî, s. 260, 261, 362; Kari, s. 88, 128,156.

[1182]Bu kaidenin yainız bir istisnası vardır. Hadis usûlünde sahabenin ictihaddan kaynaklanma­yan, Hz. Peygamber'den duymuş olma ihtimali bulunan sözlerine hükmen merfû denilir ki, bu durumda mevkuf olan bazı rivayetlerin Resûlullah (s.a.)'e nispeti caiz olur. Süyûtî, I, 190-191.

[1183] Ferah, I, 37; bk. Temam, vr. 207b; Rûh, III, 78; JuhfeA Umeriyye, s. 17