๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Sufilerin Hadis Anlayışı => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 16 Ekim 2011, 14:49:59



Konu Başlığı: İbn Arabî
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 16 Ekim 2011, 14:49:59
1. İbn Arabî


Tam adı Ebû Bekir Muhyiddin b. Ali et-Tâî olan İbn Arabî, 560/1162 tarihinde Endülüs'ün Mürsiye şehrinde soylu ve kültürlü bir aileden dünyaya gelmiştir. Zahirî ve bâtınî ilimlerde müctehid seviyesine ulaştığı belirtilen İbn Arabî, bir çok İslâm beldesine seyahat etme imkanı bulmuş Fas, Tunus, Ce­zayir ve Kuzey Afrika ülkelerinde yaşamış, Mekke-Medîne'yi ziyaret etmiş, onbeş yıl kadar da Anadolu'nun değişik şehirlerine uğramış, Konya'da Sadreddin Konevî (ö.673/1274)'ye hocalık yapmıştır.

Vahdet-İ vücûd anlayışının en önemli temsilcilerinden olan İbn Arabî, tasavvufî sahada yazdığı bazı eserleri ve fikirleri hakkında çok konuşulan bir zattır. İbn Arabî hakkında İslâm âlimleri üç zümreye ayrılmış, kimileri onun büyük bir veli ve âlim olduğunu, kimileri onun dalâlet ve küfür içinde boca­layıp kaldığını söylemiş, bazıları da Şeyh hakkında hüsn-i zan besleyerek e-serlerini okumaktan halkı menetmek gerektiğini ifade etmişlerdir.

Bursevî, İbn Arabi'nin en önde gelen hayranlarındandır. Hemen hemen her eserinde ondan bahsetmiş, kitaplarından nakillerde bulunmuştur. Bursevî'ye göre, İbn Arabî zahiren Maliki mezhebine mensup, bâtınen ise bütün mezhepleri şahsında toplamış, ilhamla amel eden büyük bir velidir. O, ilahi hakikatleri bütün incelikleri ve derinîikleriyle kaleme almış, verdiği bilgi­lerde yapmaya memur olduğu İşlerde hiç kimse onun seviyesine yüksele-memİştir. Nitekim Bursevî, Rûhu'l-beyân'da şöyle demiştir;

"Fa/cır der ki, Resûlullah (s.a.)'in Arap olmasından dolayı onun vâris-i ekmeli de Arap milletinden gelmiştir. O da Hazret-i Şeyh-i Ekber, Misku'l-ezfer ve Kibrit-i Ahmer olan Muhyiddin b. Arabî kaddesallahtır. Ancak onun vâris-i ekmet olduğunu söyledim. Zira o, hâtimetu'l-velâye'dir. O, bu mer­tebenin en kamil mânada mazhandır ve onda diğerlerinde zahir olmayan faziletler zuhur etmiştir. Başkaları onun sofrasında ancak tufeyli mesabesin­dedir: [909] Bursevî'ye göre, Şeyh'in mertebesi için Hatmu'l-velâye denilme­sinden maksat, onun üstün özelliklerini taşıyan bir başka veli gelmez demek­tir. Bursevî, İbn Arabi'den Şeyh-i meşâyihi'd-dünya övgüsüyle sözeder. Bu övgünün gerekçesini de şöyle zikreder:

"Şeyh Muhyiddin el-Arabî Hazretlerine (k.s.) Şeyh-i Ekber dediklerinin astı budur ki, Allah Teâlâ ona hitap edip "Ente ekberu meşâhidî" buyur­muştur. Yani İmam-ı Ali'den sonra (k.v.) ekber-i meşâhid-i hak Şeyh-i mez­kûrdur. Onun için ilâ yevmi'l-kıyâm Şeyh-i meşâyihi'd-dünyadır. [910]

İbn Arabî, 638/1240 yılında Şam'da vefat etmiştir. Sûfilerin ıstılahında mutlak mânada Şeyh denildi mi İbn Arabî kastedilir Eserlerinin sayısı, beşyüze yakındır. [911] İbn Arabî'nin hayatı hakkındaki bilgileri böylece özetle­dikten sonra onun keşif konusundaki görüşlerine geçebiliriz:

Muhaddislerin hadisleri kayda geçirirken üzerinde en fazla hassasiyet gösterdikleri nokta, hiç şüphesiz hadislerin isnadlarıdır. Zira İsnad, hadisin Hz. Peygamber (a.s.)'a ulaştığını gösteren resmî bir belgeyi temsil etmektedir. Hadis ilminin medarının isnad olduğu da bu noktadan hareketle söylenmiştir. Ümmet-i Muhammed'in sahip olduğu en büyük meziyetlerden biri olan isnad sisteminin tenkit edilmesi, keşfin isnadtan daha sağlam ve daha güvenilir hadis elde etme yolu olduğu şeklindeki en ciddi eleştiriler hiç şüphesiz Ibn Arabi'den gelmiştir.

İsnadın tenkidiyle ilgili bazı bilgiler daha önce sened konusunda bir nebze olsun ele alınmıştı. Burada aynı şeyleri tekrara lüzum görmüyoruz. Şu kadar var ki, İbn Hacer (Ö.852/1448) tarafından hakkında, "Asan ue süneni iyi bildiği, değişik ilimlerde söz sahibi olduğu, pek çok kişiden hadis öğrendi­ği [912] belirtilen İbn Arabî, Kettanî (ö. 1345/1926)'nin Risâle'sinde de yedinci asrın muhaddisleri arasında zikredilmiştir. [913] Ali Vasfı Kurt tarafından, Mağrib ve Endülüs'de Hadis İlminin Gelişim Safhaları ve Muhyiddin İbnu'l-Arabi'nin Hadis Kültürü adıyla üzerinde şu ana kadar yapılan en yeni doktora çalışma­sında İbn Arabi'nin Mağribli 18, şarklı 19 hadis hocasının isimleri zikredil­miş, [914] ayrıca okuduğu hadis kitapları,[915] bunların yanında İbn Arabi'nin ha­disle ilgili 27 adet eseri de birer birer tanıtılmıştır. [916] Böylesine hadis ilimlerine vâkıf bir âlimin herkesin alışık olduğu fikir ve İstidlal yoluyla elde edilen bilgi­leri ikinci plana iterek keşif yolunu benimsemesi, keşifle kazanılan bilgilerin ilm-i zarurî ifade ettiğini belirtmesi gerçekten önemli bir noktadır. [917]

İbn Arabi'de hadislerin keşif yoluyla tashihi fikri çok erken dönemde başlamış, daha Mağrib'de bulunduğu 598/1201 yılında kendisinin kurbet makamına ulaştığını, hadisleri keşif yoluyla alabilecek bir kişinin mutlaka kurbet mertebesine yükselmesi gerektiğini söylemiştir.[918] İbn Arabî, henüz hiçbir hadis kitabını tanımadan, keşif ve ilham yoluyla Hz. Peygamber ile irtibat kurmuş, daha sonra öğrendiği hadislerin keşfen müşahede ettikleriyle çelişmediğini ifade etmiştir.[919] Nitekim İbn Arabî, keşif yoluyla Hz. Peygam-ber'in suretinden ilim aldığını bir örnekle şöyle açıklamaktadır:

"Biz daha önce ne âlimlerden, ne de kitaplardan öğrendiğimiz şer'î hü­kümlerin bir çoğunu bu suretin bir benzerinden aldık. Şer'î hükümlerle ilgili olarak bu suretin bana söylediklerini, memleketimizin âlimleri içerisinde ha­dis ilmi ile fıkhı mezheplerin ihtilafım bilen birisine anlattığımda, benim bil­dirdiğim her konuda bir harfi bile eksilmeksizin Hz. Peygamber'den sahih bir hadis rivayet edildiğini söylemiştir. Hatta o bu duruma şaşınyordu. Meselâ namazda her eğilme ve doğrulmada iki elin kaldırılmasıyla ilgili olarak gör­düğüm de bunlardan birisidir. Halbuki beldemizde fakihlerin hiç birisi bu görüşte olmadığı gibi, bunu yapan da yoktu. Böyle bir uygulamayı daha önce de hiç görmemiştim. Bunu muhaddislerden olan Muhammed fa. Ali el-Hâc'a arzettiğimde bana bu konuda Hz. Peygamber'den Müslim'in Sahîh'inde zik­rettiği bir hadis rivayet etmişti.[920] Müslim'in bu rivayetine hadisleri mütâlâa ettiğimde vakıf olmuştum. [921]

İbn Arabî, Fütûhât'ı yazarken takip ettiği yolu izah ederken yine keşfe dayandığını şu sözleriyle belirtmektedir:

Bizim bu ve diğer eserlerimiz, başka eser ve müelliflerin yolundan gitmemektedir. Çünkü her yazar, kendi iradesinin etkisi altındadır. Zira yazar eserinde kendi tercihinin sınırları içinde ve özellikle yaymak istediği bilgisinin tesirinde dilediğini ifade eder, dilediğini de etmez. Eser sahibi, bilgisinin so­nuçlarını yazarken ele aldığı konunun hakikatim ortaya koymak zorundadır. Halbuki bizler eserlerimizde böyle değiliz. Bize verilen bilgiler ancak ilahi makamın kapısında bekleyen, kendisine kapıdan açılacakları gözetleyen muhtaç ve her türlü bilgiden yoksun kalplerde oluşan bilgilerdir. [922]

Keşif yolunun kurucusu olarak kabul edilen İbn Arabî, bu iddialarını eserlerinde açıklamış, keşifle ilgili görüşlerini fevkalâde bir cesaretle savun­muştur. [923] Bundan önceki bahislerde Bursevî tarafından dile getirilen kamil velilerin herhangi bir hadisle amel hususunda Hz. Peygamber'e başvurmaları meselesi, aynısıyla İbn Arabi'nin Füsûsu'l-hikem adlı büyük yankılar uyan­dıran eserinde mevcuttur.

Füsûs'taki bilgilere göre, İbn Arabi'nin halife unvanını verdiği bu kamil insanlardan bazan bir meselede o konudaki bir hadise ters düşen bir söz du­yulabilir. Halk bu sözün ictihadtan kaynaklandığını, aksi takdirde hadise ay­kırı bir beyânda bulunulmayacağını sanır. Halbuki durum böyle değildir. Belki bu halife nazarında o hadis keşfen sabit olmamıştır. Eğer sabit olsaydı o hadisle hükmeder, aksi istikametteki ictihadtan vazgeçerdi.[924] Bu fikirleriyle İbn Arabî, kaynaklarda mevcut her hadisin sahih olmadığını, ulemanın sahih zannettiği bazı hadislerin, keşif sahipleri tarafından tashih edilmediğini be­lirtmektedir. Nitekim el-Fütûhâtu'1-Mekkiyye adlı hacimli eserinin değişik bablarında buna işaret ederek daha geniş şekillerde yer vermiştir. [925]

İbn Arabî'ye göre senedi yönünden sahih olan nice hadisler vardır ki, mükaşif onu Resûlutlah (s.a.)'e sorar. Resûl-i Ekrem onu kabul etmez, "Ben böyle bir şey demedim, bununla hükmetmedim" buyurur. Böyle­ce o mükaşif, bu hadisin zayıf olduğunu bilir ve onunla ameli terkeder. Her ne kadar tarikinin sıhhati sebebiyle hadisçiler o hadisle amel etse de, gerçek­te öyle değildir. Nitekim Sahîh-İ Müslim'in baş tarafında böyle bir rivayet vardır.[926] Mükaşif, ehl-i nakle göre sahih olan bu hadisin senedini kimin uydurduğunu bilir. Ya şahsın ismi kendisine açıklanır, ya da o şahsın sureti kendisine gösterilir.

Yine senedinin zayıf olması sebebiyle, kendisiyle amelin terkedildiği ni­ce zayıf hadisler vardır ki, gerçekte sahihtir. Sened içindeki yalana ravi bir hadis uydurmadığı ve doğru söylediği halde muhaddis ona güvenmediğin­den onu reddeder. Bu ravi tek kaldığı ve medâr-ı hadis olduğu zaman da böyledir. [927]

Fütûhât'ın bir başka yerinde ise bu zatların keşiflerinde Resûlullah (s.a.)'i gördüklerini, Resûl-i Ekrem'in kendilerine nakil yönünden zayıf olan hadisleri tashih ettiğini haber vermiş, [928] kendisinin ulaştığı manevi makamı bir tahdis-i nimet kabilinden zikrederek şöyle demiştir:

"Ben Resûlullah (s.a.)'e bütün hadisleri arzettim. O, bana nakil yönün­den sahih olan pek çok hadis için ben bunu demedim, yine rivayet açısından zayıf nice hadisler için ise ben onu söyledim buyurmuştur. [929]

İbn Arabi'nin bu sözleri kuru bir iddiadan ibaret kalmamaktadır. Ger­çekten o, keşif yoluyla tashihine inandığı bazı hadisleri eserlerinde zikretme­yi ihmal etmemiştir. Burada gerek Fütûhât'ta gerekse diğer eserlerde tespit edebildiğimiz bazı örnekleri sıralamak İstiyoruz:

a. Mâlik b. el-Ezher'in, Nâfi'den onun da İbn Ömer'den naklettiği uzun­ca bir hadis şöyledir:

Hz. Ömer, Kadisiyye'de bulunan Sad b. Ebî Vakkas'a bir mektup yaza­rak Nadla b. Muaviye el-Ensarî'yi cihad için Irak'ın Hulvan bölgesine gön­dermesini istedi. Sad, Nadla'yı üçyüz süvari ile oraya gönderdi. Onlar Hulvan'a geldiklerinde baskın yaptılar, ganimet ve esir aldılar. Esirleri götü­rürken ikindi olmuş, güneş batmak üzereydi. Nadla, yanmdakilerle birlikte bir dağ eteğine sığındı. Sonra Nadla kalkıp ezan okumaya başladı. Allahü ekber diye iki defa nida edince dağ tarafından bir ses ona cevap verdi: "Büyük olanı büyükledin ey Nadla" dedi. Nadla, Eşhedü en la ilahe illallah" dedi. O da; "İhlas kelimesi" diye karşılık verdi. O, "Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah" deyince o ses, "Bu dindir, İsa (a.s.) bizi bununla müjdeledi" dedi. Ezan bittikten sonra Nadla, "Allah sana rahmet etsin sen kimsin? Melek mi, cin mi yoksa Allah'ın kullarından biri mi?" diye sordu. "Sesini bize işittirdin kendini de bize göster" dedi. Nadla, "Biz Resûlullah ve Ömer'in ordusuyuz" diyerek kendisini tanıttı. Derken dağ değirmen gibi yarıldı. Saçı sakalı ağar­mış, üzerinde yün elbise bulunan bir adam göründü. Selam verdi, onlar da selamını aldı. "Sen kimsin?" diye sordular. O da: "Ben Züreyb b. Bersamla-yım, İsa (a.s.J'ın vasisi" diye cevap verdi. "İsa (a.s.}'ın semadan inipte domu­zu Öldüreceği, haçı kıracağı güne kadar bana uzun ömürle dua etti ve beni bu dağa yerleştirdi" dedi.

Daha uzunca devam eden bu rivayet içinde Resûl-i Ekrem (s.a.)'in; "İsa fa. Meryem'in bazı vasilerini Irak'taki bir bölgeye yerleştirdiği" hadisi de zikrolunmaktadır. [930] Hadisin sonunda bir değerlendirme yapan İbn Arabî ŞÖyle demiştir:

Bu hadisin isnadı tenkit konusu olmakla birlikte, bizim gibile­re göre bu hadis keşfen sahihtir. [931]

b. Nebî (s.a.)'den bana ulaştığına göre: "Her kim yetmişbin defa keli-me-i tevhidi söylerse o kimse bağışlanır. Kim için söylenirse o da bağışlanır" buyurmuştur. [932]

Bu rivayetle ilgili olarak İbn Arabî şöyle bir olay anlatmaktadır: "Resûlullah (s.a.)'den bana ulaşan bu hadiste geçtiği şekliyle yetmişbin kelime-i tevhidi ben, hiç kimseye niyetlenmeden bir defa okumuştum. Bir gün bazı dostlarla yemek için birlikte bulunuyordum. Aramızda keşfi ile meş­hur bir genç de vardı. Yemek esnasında genç birden ağlamaya başladı. Ken­disine neden ağladığını sordum. Bana annesini azab İçinde gördüğünü söy­ledi. Ben içimden, okuduğum o yetmiş bin tehlilin sevabını onun annesine bağışladım. Bunun üzerine ağlayan genç gülmeye başladı. Şimdi annemi güzel bir yerde görüyorum dedi."

İbn Arabî, sözlerinin devamında şöyle demektedir: "Ben hadisin sahih olduğunu keşfinin doğruluğu ile, keşfinin doğruluğunu da hadisin sahihliğiyle anladım. [933]

c.İbn Adî (ö.365/976)'nin İbn Abbas'tan naklettiği bir hadiste Resûluliah (s.a.)'in ihramlının kemer kullanmasına ruhsat verdiği belirtilmektedir. [934]

Rahhasa Resûluliah (s.a.) fi'l-himyân lil-muhrim."

İbn Arabî bu hadis için, "Bu hadis, ehl-i hadîse göre sahih değilse de ehl-i keşfe göre sahihtir" demektedir.[935] Bu hadisin Taberânî (360/ 971} ve İbn Adî (Ö.365/976) tarafından İbn Abbas'tan merfû olarak tahriç edildiğini belirten İbn Hacer (ö.852/1448), hadisin isnadının zayıf olduğunu söylemiştir. [936]

d. Sözlerinizde aşırılık, kalplerinizde fesad olmasaydı siz de benim gördüğümü görür,  işittiğimi de muhakkak işitirdiniz: Levlâ tezyîdün fî hadîsiküm ve temrîcün fî kulûbiküm leraaytüm mâ erâ ve lesemi'tüm mâ esmeu."

Bu hadis için İbn Arabî, 'Naklen rauinin zayıflığı sebebiyle sabit olmayan bu hadis keşfen sahihtir" demiştir. [937]

e. Resûluliah (s.a.) halka hutbe okuduğu bir gün, mescide bir adam gi­rer ve: "Ey Allah'ın Resulü, cennet elbiseleri cennette yaratılır mı, yoksa ora­da dokunur mu?" diye sorar. Adamın bu sorusuna mecliste bulunanlar güler. Resûl-i Ekrem ise onların bu tutumlarını hoş görmez ve:

"Bir cahilin âlime soru sormasına mı gülüyorsunuz?" buyurur. Sonra adama işaret ederek, cennet elbiselerinin cennet meyveleri İçinden çıkacağını söyler. [938]

İbn Arabî, naklen hasen olduğunu belirttiği bu hadisin keşfen tashih edildiğini ifade etmiş ve hadisi sahih mertebesine yükselterek hadisin sahih-liğine hükmetmiştir. [939] Hadisi, Ebû Dâvûd et-Tayâlisî (Ö.214/819), Ahmed b. Hanbel (Ö.241/855), Nesâî (Ö.303/915), Hâkim (Ö.4Û5/1014) ve Beyhakî (Ö.456/1066) tahriç etmişlerdir. [940]

f.  "Kur'an âyetleri içinde her bir âyetin zahiri ve bâtını, haddi ue matlaı vardır. Bu mertebelerden her bir mertebe için insanlar, bu taifelerden her bir taife için bir kutup vardır. Bu kutup üzerine felek döner: Fî âyi'l-Kur'an innehu ma min âyetin illa leha zâhirun ve bâtınun ve haddun ve matlaun   ve   lîkülli   mertebetin   min   hazihi'l-merâtibi   ricalun   ve likülli taifetin min hâulai't-tavâif kutbun ve ala zâlike yeduru'l-felek. [941]

Irâkî (Ö.806/1403), hadisin ilk cümlesini İbn Hibbân (ö.354/965)'ın Sa-hîh'İnde İbn Mesud'dan tahriç ettiğini belirtmektedir. [942] İbn Arabî ise, ehl-i keşfin bu haberin sıhhati konusunda icma ettiklerini söylemektedir. [943]

g. Yedi kat arzın her birinde bizim gibi yaratıklar vardır, Fî külli arzın mines-seb'i'l-arazîn halkun misluna. [944]

İbn Arabî, "Eht-İ keşfe göre bu rivayet doğrudur' demiştir [945]

h. Ben bilinmeyen bir hazine idim, bilinmeyi istedim de mahlukatı ya­rattım. Onlara kendimi tanıttım, onlar da beni tanıdılar: Küntü kenzen lem u'raf feahbebtü en u'raf fehalaktü'l-halka ve tearraftü ileyhim fearafûnî. [946]

Hadis kitaplarında bulunmayan bu hadis için İbn Arabî, "Keşfen sa­hih, naklen gayr-i sabit" değerlendirmesinde bulunmuştur. [947]

ı. "Beni nefsinde zikredeni ben de nefsimde zikrederim: Men zekeranî fî nefsihi zekertühü fî nefsî. [948]

Muteber hadis kaynaklarında yer alan bu hadisi İbn Arabî, (vakıa) rüya­sında Hz. Peygamber'den işitmiştir. [949]

i. "Allah, Adem'den önce yüzbin Adem yaratmıştır: înnallahe halaka (kable) Ademe miete elf Adem. [950]

Bursevî, Fütûhât'a atıfta bulunarak keşfen sahih olduğunu söylemiştir. [951]

j. "Ben âdil melik zamanında doğdum: Vülidtü fî zemeni'I-meliki'l-âdil. [952]

Fütûhât'ta açıkça keşif yoluyla alındığı belirtilmemekle birlikte [953] Bursevî, bu hadisin de keşfen sahih olduğunu ifade etmiştir. [954]

k. "Nefsini bilen Rabbini bilir: Men arafe nefseh fekad arafe Rabbeh. [955]

Aclûnî (Ö.1162/1749), İbn Arabi'ye göre bu hadisin keşfen sahih ol­duğunu nakletmiştir. [956]

l. Zemzem suyu ne niyette içilirse onun içindir: Mâu zemzem limâ şüribeleh. [957]

İbn Arabî, Dârekutnî (ö.385/995)'nin Câbir'den rivayet ettiği bu hadisin sahih olduğunu, niyet ettiği bir iş için zemzem suyu içmesi ve sonuçta arzu­sunun yerine geldiğini görmesiyle, bizzat zevk yoluyla, bunu yaşamak sure­tiyle tespit ettiğini söylemektedir. [958]

m. "İlimden öylesi vardır ki, gizlidir. Onu ancak alim billah olanlar bilir. Onlar bu ilimle konuştuktan zaman onları ancak Allah'tan gafil olanlar inkar ederler. İnne mine'Mimi kehey'eti'l-meknûn la ya'lemuhu Üle'l-alimûne billah. Feizâ natakû bihi lem yünkirhu aleyhim illa ehlü'l-ğırrati billah. [959]

Hadisin sonunda İbn Arabî, "Hazâ hadistin sahihun mücmeun aleyh min tariki'l-keşf inde ehlihi. Bu hadis, keşif ehlinin keşif yoluyla üzerinde icma ettikleri sahih bir hadistir [960] demiştir.

İbn Arabi'nin bahsettiği bu hadisi Deylemî (Ö.558/1163), Ebû Hureyre'den tahriç etmiştir. [961]

n. Resûlullah (s.a.)'e küsuftan sorulduğunda, "İza tecellallahu lişey'in haşea leh: Allah Teâlâ, bir şeye tecellî ettiği vakit o şey ona boyun eğer. [962]

Bu hadis için İbn Arabî, "el-Hadis ğayru sabit min tariki'r-rivaye sahihu'I-manâ: Hadis, rivayet yoluyla sabit değildir, mânası doğrudur.[963] demiştir. İbn Arabî'nin hadis hakkında bu şekilde bir değerlendirmede bu­lunması, hadisin keşif yoluyla sabit olduğunu hatıra getirmektedir.

o. "Allah, Adem'i kendi suretinde yaratmıştır: Halaka'l-lahu Adem'e alâ süratin. [964]

İbn Arabî'ye göre, nakil ehline göre sahih olmasa da, keşfin tashih ettiği bir başka rivayette "Rahman'm suretinde yaratmıştır" şeklindedir. [965]

İbn Arabfye ait olan diğer eserlerin ciddi şekilde incelenmesi, muhte­melen keşif konusundaki malzemeleri artıracak, daha değişik hadislere u-laşma imkanı sağlayacaktır. Biz burada keşfin en önemli savunucularından olan İbn Arabî'nin hadislerle ilgili, elde edebildiğimiz bazı keşiflerini bir fikir vermesi açısından zikrettik. Esasen keşif yoluyla rivayet edildiği belirtilen ha­disler, öyle iddia edildiği gibi büyük bir yekûn tutmamaktadır. Birer birer say­falarını karıştırdığımız İbn Arabî'nin en büyük ve en meşhur eseri el-Fütûhâtu'l-Mekkiyye'sinde keşifle tashih edilen hadislerin sayısı, ona var-mamaktadır. Fütûhât'ın dışında Füsûsu'l-hikem, Şerhu Risale Adûdiyye [966] ve içinde otuz kadar risalenin bulunduğu Resâilu ibn Arabî adlı eserde [967] hadisler, genellikle hadis usûlünde benimsenen tekniklere göre zikredilmekte, keşif konularına temas edilmekle birlikte, hadislerin keşif yoluyla alındığına dair herhangi bir İfade geçmemektedir. Keşifle tashih edildiği belirtilen bazı hadisler de başkaları tarafından İbn Arabî'ye nispet edilmekte, dolaylı yoldan onun adı kullanılmaktadır. Nitekim Bursevî'nin eserlerinde bunun örneklerini görmekteyiz. Bundan sonraki konularda da görüleceği üzere, Bursevî'nin dayandığı pek çok fikrin arkasında İbn Arabî'nin varlığı sezilmektedir. Bun­dan dolayı İbn Arabî'yİ iyi tanımak, Bursevî'yi daha yakından anlamak açı­sından çok önemlidir. Diğer sûfilere pek benzemeyen İbn Arabî, yukarıda da görüldüğü gibi kendisine mahsus özel bir ruh haline sahip bulunmaktadır. O, keşif yoluyla bizzat Hz. Peygamber ile görüşerek onun meclislerine katılabil-diğini, hadislerini ona arzederek hangi hadislerin kullanıma elverişli olup olmadiği noktasında bu yolla bir kanaata varabildiğini İddia etmektedir.[968] İbn Arabî bu durumu şöyle açıklamaktadır:

Resûlullah (s.a.), ehl-i keşfin yanındadır. Onlar, hükümleri ancak on­dan alırlar. Bundan dolayı bu fakir hiç bir mezhebe mensup olmayıp müşa­hede ettiği Resûluilah (s.a.) ile beraberdir. [969] Bir başka yerde ise keşif ehii olan kimse İçin, "Yakazada iken Hz. Peygamber ile konuşup, ondan ilim alır, isnaddaki cerhe sebep olan hadisleri ona sorarak gerçeği öğrenir. Hadisleri Peygamber (a.s.) ona tashih eder" demektedir. [970]

İbn Arabi'nin ilmî ve tasavvuf! şahsiyeti üzerinde detaylı araştırmanın sahibi Ali Vasfi Kurt, İbn Arabî tarafından ileri sürülen keşif metodu sayesin­de onun keşif ve ilham yoluyla elde ettiği bilgilerle irfanını güçlendirdiğini, ulemanın İçine düşmüş olduğu İhtilafların iç yüzünü bu yolla halletmeye ça­lıştığını, bütün bunlardan başka, onun belki de en orijinal yönünün keşfî bil­gilerini, zahir ulemasının eserlerinde zikrettikleri rivayetleri tashih ve anlama­da, hatta itikadî ve amelî ihtilafları gidermede kullandığını, keşfe dayanan tecrübelerini zahir ve bâtının tam ortasına koyarak daima şeriatın hakikatla, hakikatin da şeriatla sağlamasını yaptığını, daha doğrusu bu çelişkiyi gider­meye çalıştığını belirtmektedir. [971]

İbn Arabi'nin keşifle ilgili bu fikirleri kendisinden sonra gelenleri etkile­miş olmalı ki, İbn Arabi'den sonra keşiften bahsedenlerin sayısında yavaş yavaş bir artma meydana gelmiştir. İbn Arabi'nin açtığı bu yola sülük edenle­rin başında İbn Arabi'nin fikirlerini İlim dünyasına tanıtan öğrencisi, Sadreddin Konevî gelmektedir.


[909] Rûh,IV,209.

[910] Kitabü'n-Netice, II, 68.

[911] Kitabü'l-hıtab, s. 252-254; Rûhu'l-Mesneui, II, 526; LübbüVüb, s.36-37; Silsile-i Ceivetiyye, s. 33,51. İbn Arabi'nin hayatı için bk. Zehebî, Siyer, XXIII, 48-49; Şa'rânî, Yeuâkît, I, 3-14; İbnü'I-Imâd, V, 190-202; Cami, s. 621-632; Keklik, Fütuhat, XVII-XXIX; Bilmen, II, 503-517; Ateş, Ahmet "Muhyiddin b. Arabi", İA., VIII, 448; Aynî, Şeyh-i Ekberi Niçin Severim; Zeki Mübarek, Tasauvuf, 1,158-208; Abdurrahman Bedevi, İbn Arabî; Zehebî, Tefsir, II, 407-408; Ülken, İslâm Felsefesi, s. 277-290; Kılıç, M. Erol, "İbnu S-Arabî", DİA., XX493-520.

[912]İbnü'1-Imâd, V, 190.

[913] Kettânî, s. 335. Kettânî, İbn Arabi'den bahsederken onu arif velilerin öncüsü, muhakkik İmam diye tanıtmakta, onun kudsî hadislerle ilgili senedleriyle telif etiği Mişkâtü'l-envâr adlı içinde yüzbir hadisin bulunduğu bir eserinden ve yine onun aynı metodla yazdığı Câmiu'l-ahkâm fî marifeti'l-halâli ve'1-harâm adındaki diğer bir kitabından söz etmek­tedir. Nitekim, Fütûhâftaki hadislerin büyük çoğunluğu isnadlarıyla birlikte zikredilmiştir. Kettânî, s. 41,81,167, 335.

[914] Kurt, s. 330-338.

[915] Kurt, s. 339-350.

[916] Kurt, s. 351-385.

[917]Şa'rânî, İbn Arabi'nin bütün bilgilerinin keşiften kaynaklandığını, şüphe ve tahriften uzak olduğunu söylemiştir. İbn Arabi'nin kendisi de, "Bizim ve ashabımızın bütün ilimleri fikir yo­luyla değil, ancak ilahi feyizledir" demiştir. Ferah, II, 255; bk. İbn Arabî, Fütuhat I 319 (65 bab)

[918] Fütuhat, II, 261 (161. bâb).

[919] Kurt, s. 589.

[920] Müslim, salât 24-25.

[921] Fütuhat, III, 70 (312. bâb).

[922] Kurt, s. 357.

[923] Koçkuzu, "Mesnevi'nin 1. Defterinde Hz. Peygambere ve Hadislerine Yapılan Atıflar", Diya­net Dergisi, c. XXIII, sayı 2, s. 27.

[924]İbn Arabî, Füsûs, s. 230.

[925] Fütuhat, 1,127,150,187,224,483, 591, 758, 774, II, 32, 61,322, 376, III, 13,131, 343, 26, 549, IV, 3, 28.

[926]İbn Arabî'nİn  işarette bulunduğu Müslim'deki rivayetin aslı şudur.  Ali b.  Müshir ve Hamzatü'z-zeyyât adlı iki şahıs Ebân b. Ayyaş denilen birisinden bin kadar hadis dînlerler. Ali, daha sonra Hamza İle karşılaştığında Hamza kendisine rüyada Resûlullah (s.a.)'i gördü­ğünü, Ebân'dan işittikleri hadisleri Resûl-i Ekrem'e arzettiğini fakat Resûl-i Ekrem'in bunlar­dan pek azını beş veya altı tane hadisi tanıdığını, diğerlerini tanımadığını haber verdiğini söyler, bk. Müslim, mukaddime 5. İbn Arabi'nin bunu zikretmesinin sebebi, ravilerin rivayet-lerindeki yanılma payını göstermek suretiyle keşfin üstünlüğünü belirtmektedir.

[927] Fütuhat, I, 150 (14. bâb). Benzer bilgiler için bk. II, 376 (187 bâb). Karî, s. 273 (Ebû Ğudde'nin dipnotu); Aclünî, I, 9; Mübarekpûrî, Mukaddime, s. 308-309.

[928] Fütuhat, IV, 28 (420. bab).

[929]İbnü'1-Imâd, V, 190.

[930] Fütuhat, I, 224 (36. bab).

[931] Fütuhat, I, 224. İbn Hacer, hadisin mevkuf ve garib olduğunu söylemiş, İbn Kayyım da haberin "batıl: uydurma" olduğunu ifade etmiştir. Menâr, s. 79-80; İbn Arrâk, I, 241; Beyhakî, Delâil, V, 425-428.

[932] Mübarekpûrî, Mukaddime, s. 308; Haldun el-Ahdeb, Esböbu ihtilâfi'I-muhaddisîn, s. 614.

[933] Mübarekpûrî, a.g.e., s. 308; aynı örnekle ilgili başka bir rivayet İçin bk. Kitabü'n-Netİce, I, 226. Münâvî, VI, 189.

[934] Fütûhdt, I, 744(18. hadis).

[935] Fütuhat, I, 744.

[936]İbn Hacer, IH, 397.

[937] Fütuhat, III, 13, 131. Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde Ebû Ümâme'den tahriç edilen hadi­sin ravilerinden Ali b. Yezid tenkit edilmiştir. Müsned, V, 266; Sââtî, VIII, 132.

[938] Fütuhat, III, 434.

[939] a.g.e., III, 434.

[940] Müsned, II, 225; Sââtî, XXiV, 202; a. mlf., Minha, II, 243.

[941] Fütuhat, I, 187.

[942] Gazâlî, I, 99; Sühreverdî, s. 50.

[943] Fütuhat, 1,187.

[944] a.g.e.,1,127.

[945] ag.e., I, 127.

[946] ag.e., II, 322, a. mlf., Füsûs, s. 304. Bu ve bundan önceki hadisle ilgili ikinci bölümde geniş bilgi verilecektir.

[947] Fütuhat, II, 399.

[948] a.g.e., II, 61.

[949] a.g.e., II, 61. Hadis için bk. Buhârî, tevhid 15, 43; Müslim, zikir 3, 21; Tirmizî, Deavât 131; İbn Mâce, edeb 53, 58; Müsned, II, 251, 405.

[950] Fütuhat, III, 549. Önce manasına gelen "kable" kelimesi Fütûhât'ta yoktur. Bu kelime Bursevî'nin eserlerinde ilave olarak geçmektedir. Ferah, I, 26, II, 35; Rûh, VIII, 405.

[951] Ferah, I, 26, II, 36; Hadis-i Erbain, s. 193.

[952] Fütuhat, IV, 3.

[953] a.g.e,, IV, 3.

[954] Hadis-i Erbain, s. 182.

[955] Fütuhat, 1,483,591.

[956] Aclûnî, II, 343. "Men arafe nefseh" hadisi, İbn Arabî'nin eserlerinde merfû hadis şeklinde zikredilmekte, fakat hadisin keşif yoluyla tashih edildiğine dair açık bir ifade geçmemekte­dir. İbn Arabî, Kitabü'l-celâle, s. 7; Kitabü'l-ı'lam, s. 3; Risale la yeûlu aleyh, s. 12-13.

[957] Fütuhat, I, 758.

[958] a.g.e., I, 758. Hadis değişik yollardan da rivayet edilmiştir. Münâvî, V, 404-405. Hatîb (Ö.463/1071) de zemzem hadisine istinaden Allah Teâlâ'dan üç şey istemiş, bu üç arzusuna da kavuşmuştur. Zehebî, III, 1139.

[959] Fütuhat, III, 244 (354. bâb).

[960]Fütuhat, III, 244.

[961] Deylemî, nr. 802.

[962] Fütuhat, 1, 498.

[963] a.g.e.. I, 498.

[964] Buhârî, istizan 1; Müslim, birr 32,115; cennet 11, 28.

[965] Fütuhat, 1,106-107.

[966] Konya Yusuf Ağa kütüphanesi nr. 4721'de bulunan bu eser 1087/1676 tarihli olup 303 varaktır.

[967] Hacimli bir kitap olan bu Risâle'de şu eserler bulunmaktadır: Kitabü'1-fena, Kitabü'l-celâl, Kitabü'l-e!if, Kitabü'l-celâle, Kitabü'ş-şe'n, Kitabü'l-kurbe, Kitabü'l-i'lâm, Kitabü'1-mîm, Risâletü'I-kısmi'I-iIâhî, Kitabü'1-yâ, Kitabü'1-ezel, Risâletü'l-envâr, Kitabü'1-isrâ, Risale fi suali İsmail b. Sudekin, Risâletü'ş-Şeyh ile'1-Imam er-Razî, Risale la yeûlu aleyh, Kitabü'ş-şâhid, Kİtabü't-terâhum, Kitabü menzili'1-kutb, Rİsâlerü'l-intisâr, Kitabü'l-kütüb, Kitabü'I-mesâil, Kİtabü't-tecelliyât, Kitabü'l-isfâr, Kitabü'1-vasâya, Kitabü hılyeti'l-ebdâl, Kitabü nakşi'l-Füsus, Kitabü'1-vasıyyet, Kitabü ıstılah ı's-sûfiyye. 1367/1948'de Haydarabad'da basılan eserin, Beyrut ofset baskısı tarihsizdir.

[968]İsnadla ilgili geniş bilgi için bk. İbn Arabî, Kitabü'l-kurbe, s. 5. Fütuhat üzerinde beşyüz say­fayı bulan bir araştırma yapan Keklik, İbn Arabî ile ilgili çok değişik yönleri ele almakta, ol­dukça detaylı bilgiler vermektedir. Keklik, el- Fütûhâtü '1-Mekkiyye, Ankara, 1990.

[969] Fütuhat, III, 335.

[970] a.g.e., III, 50.

[971] Kurt, s. 590.