Konu Başlığı: Hadis Olmadığını İddia Edenler Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 13 Ekim 2011, 23:52:52 b. Hadis Olmadığını İddia Edenler Sûfiyyenin keşfen sahih olduğunu iddia ettikleri bu hadise karşı muhaddisler kendi metodlarına uymayan bir yolla hadisin tashihini doğru bulmamışlardır. Başta İbn Teymiyye (Ö.728/1328), Zerkeşî (Ö.794/1391) ve İbn Hacer (ö.852/1448) gibi âlimler bu hadisin sahih veya zayıf bir senedinin bulunmadığını, dolayısıyla aslının olmadığını söylemişlerdir. [1554] Okuma yazma bilmediği, hadisleri keşif yoluyla aldığı bildirilen Faslı ümmî veli Abdülaziz ed-Debbağ (ö.1132/1720) da Resûli Ekrem'in böyle bir hadisinin bulunmadığını İfade etmiştir. [1555] Onun bu keşfi, İbn Arabî'nİn keşfine zıt düşmektedir. Burada hangi mükâşifın isabet ettiğini tespit etmek ise oldukça zor bir iştir. Ne var ki Debbağ'ın bu keşfi, muhaddîslerin görüşlerine uygun bir görünüm arz etmektedir. Sonuç olarak, "Küntü kenzen" hadisinin muhaddislere göre bir aslı ve esası yoktur. Fakat onların bütün çırpınışları, hadis üzerindeki olumsuz tavırları keşifle amel edenlerin önünü kesememiş, anlayışlarında bir değişiklik meydana getirememiştir. Bunun nedeni ehl-i zahir ehl-i batın meselesi incelenirken söz konusu edilmişti. Şimdi yüzelli sayfaya yakın Kenz-i Mahfî risalesinde Bursevî'nin hadisle ilgili bazı açıklamalarına yer vereceğiz. Önemli gördüğümüz ifadeler İzahlar, kısaca şöyledir: "Küntü" kelimesinde olan ta vahdet-i ehadiyyet-i zatiyyeden ibarettir ki, cemi esma ve sıfat onda müstehlektir. Evrak ue ağsan şecere-i nevatta müstehlek olduğu gibi. Onun için kenz-i mahfinin tarifinde gelir ki; "Hüue'i-hüviyyetü'l-ehadiyyetü'l-meknunetü fi'l-ğaybi ve hüve ebtanu batın: O, gaybde gizli bir tek hüviyettir. Gizliden daha gizlidir.[1556] Küntü" kelimesi gerçi fi'li mazi olduğu cihetten zaman-ı maziye delalet eder. Fakat Hakk'a nispetle mücerred ihbar mânasına mahmuldür. Zira O'na göre mazi, müstakbel ve hal cari değildir. [1557] Küntü kenzen mahfiyyen" demek benim kenz-i mahfi olduğum muhakkaktır diye ihbardır. Kenz, taht-ı arzda vaz olunmuş emval-i nefisedir. Burada murad bitariki't-teşebbüh hazâin-i zat-ı ehadiyyede meknun ve müctemi olan esma ve stfat-ı alidir. Zat-ı ehadiyyeye kenz denildi ki gaybde meknun ve bînişan olmakladır. Zat-ı ilahiyye ebtan-ı külli bâtın olan mertebe-i gaybde iken asla alamet yok idi Şol nevat gibi ki taht-ı arzda medfundur ve henüz onda nişan nabuddur. Bu cihetten orada nevat olduğunu kimse bilmez. Çünkü vech-i arza huruç ve inşikakında hasıl olan nısfından birbir ki zata ve birbir ki dahi sıfata nişan olup neşvü nema buldukça şecere suretine girer ve ağsan ve evrak sahibi olup gayetinde meyve zuhur eder ki asl-ı nevatm sureti olan çekirdeği müştemildir, İşte her şey ashna rücu eder dedikleri budur. Cüneyd (ö.297/909)'e sual olunup "Me'n-nihâye: Nihayet nedir?" dediklerinde "er-Rucû' İİe'I-bidâye: Başlangıca dönmektir" deyu cevap verdiği dahi ana nazırdır.[1558] Bir kimse ol neuatı görmek murad eylese şecereye nazar eder. Şecereye nazar etmek ona nazar gibi olur. "Elveledu smvü ebîh: Çocuk babasının mislidir" de böyledir [1559] İşte Hakk'Ia âlemin misali budur, yani âlem ve Adem zat-ı ehadiyyenin esma ve sıfatla tecellisinden vücut bulup mufassal isminden zuhuratı tamam olduktan sonra "ve ileyhi türceûn; O'na döndürüleceksiniz" vefkmca tafsil icmale reddolundu. [1560] "Metin, şerhe göre muhtasar (kısa) ve mücmel (özlü) olduğu gibi Adem dahi âleme göre böyledir ve fi'1-hakika Adem'i gören âlemi görür. Ve bilakis Nitekim Kur'an'a nazar eden sûret-i Muhammedi'ye nazar etmiş gibi olur. Ve bilakis bu makamdandır ki bazı kibar "Ene'l-Kur'an: Ben Kur'anım" demişlerdir. Murad, kitab-t camidir ki hakâik-i ilahiyye ve kevniyyeyi hâvidir ve Kur'an'ın ahlâkı ile mütehallık olduğu cihetten sûret-i Kur'an olmuştur. Bu veçhile veli dahi veraseti hasebiyle suret-i Muhammedi ve Kitab ve Kur'an olur... Alem bir şecere ve melaike onun ağsan ve evrakı ve insan ol seçerinin meyvesi gibidir. Bu meyvenin zübdesi Muhammed (a.s.) dir. [1561] Kenz-i zata mahfî denildi: Allah var idi, fakat zuhuru yok idi, maruf değil idi. Zira marifet gayrın vücudu üzrerine mübtenidir. Pes gayr olmıcak marifet dahi olmaz. [1562] Liu'raf: Rab ile merbûb arasında irtibat ne veçhiledir? Kainat ondan ne veçhile intişar etmiştir? Anı bilmeğe itm-i ilahî derler ki esma, sıfat ve efâle mütealliktir. [1563] Cüneyd (Ö.297/909): "La ya'rifullahe illallah: Allah'ı, Allah'tan başkası bilmez. "Yani Hakk'ı ancak Hak bilir, halk bilmez. Fakat Hak Teâlâ dahi insanla bilinir. Zira insan kendi sıfat-ı kemaliyyesinin suretidir. Maksud Allah Teâlâ'yı esma ve sıfatıyla marifettir. Yoksa künhü zatile marifet değildir. Zira "Bil ki Allah'tan başka ilah yoktur [1564] kelamında müteallak ilim olan mertebe-i uluhiyettir ki makâm-ı vahidiyyettir. Yoksa mertebe-i zatiyye değildir ki makam-ı ehadiyyettir. Zat-ı vahidiyyedîr. Zat-ı ehadiyyeye İlmin taalluku raci değildir. Kur'an'da; "Allah Teâlâ sizi zatından tahzir eder [1565] ki, tâiib-i zât olmayınız. Belki talib-i esma ve sıfat olunuz ki sizin muktezay-ı istidadınız zat-ı esma ve sıfat zımnında bilmektir. [1566] Bursevî, Ferahu'r-rûh adlı eserinde de bu kudsî hadis için şöyle demiştir: uYani benim zatım, ziyade gizli bir kenz gibi idi. Halkı halk edip hafi celi oldu. Sıfat ve zatı gösterdi. Libas-ı kevn ol zata zinet verdi. Ayine-i âlem o-nun cemaline mazhar düştü. [1567] Bursevî'nin "Küntü kenzen" hadisinin tespit ve yorumundaki fikirlerini özetlemek gerekirse şunları söylemek mümkündür: Genellikle tasavvuf çevrelerinde dillerden düşmeyen, bir çok tasavvufî konuların izahında eserlerde çokça zikredilen bu hadisin muhaddislere göre bir aslı bulunmamaktadır. Naklen sahih olmayan hadisin, keşif yoluyla sabit olduğu İbn Arabî tarafından ortaya atılan bir iddiaya dayanmaktadır. Mâna yönünden zengin bir muhtevaya sahip olan bu ibarede Allah Teâlâ'nm gizli bir hazine gibi olduğu, bilinmek istediği, mahlukatı de bu sebepten dolayı yarattığı ifade edilmekte, sûfilere göre sahih olan "Küntü kenzen" hadis-i kudsîsinde bu gerçek en açık şekilde ortaya konulmaktadır. Allah Teâlâ'yı isimleri ve sıfatlanyla tanımayı öğütleyen "Kenz-i mahfi" hadisinin daha iyi anlaşılabilmesi için bir takım merhaleler, makamlar gerekmektedir. Zira Hakk'ı bilmek mümkün değildir. Bundan dolayı Bursevî buna işaret ederek der ki; "Ey Aşık! Hakk'ı bilmek mümkün değildir. Ta ki kişi kendi nefsine arif olmayınca. Nitekim hadiste; Men arafe nefseh fekad arafe Rabbeh: Yani her kim nefsini bildiyse, Rabbisine arif olur. Aksi de böyledir [1568] buyuruimuştur. Bursevî'nİn bu sözlerinden "Kenz-i mahfî" hadisinin daha İyi anlaşılabilmesi "Men arafe nefseh" hadisine bağlı görünmektedir. Dolayısıya biz de bu sıralamaya dikkat ederek bundan sonra bu hadis üzerinde duracağız. [1554] Zerkeşî, s. 136; Karî, s. 141-142; İbn Arrâk, 1,148; Sehâvî, s. 327; Adûnî, II, 173; Hindî, s. 11. [1555] Ahmed b. et-Mübarek, İbriz, s. 54. [1556] Kenz-i Mahfî, s. 10. [1557] a.g.e., s. 15. [1558] Benzer bilgiler için bk. Si/si/e, s. 127 [1559] Bu lafızla bir hadis tespit edilememiştir. Fakat, "Ammu'r-racül sınvü ebîh: Kişinin amcası babasının benzeridir" şeklindeki hadis için bk. Müslim, zekat 11; Ebû Dâvûd, zekat 22; Tinnizi; menâkıb 28; Müsned, I, 94, H, 322, IV, 165. [1560] Kenz-i Mahfî, s. 18-19. [1561] a.g.e., s. 21-22. [1562] a.g.e., s. 23-24. [1563] ag.e,s.35. [1564] Muhammed (47), 19. [1565]Âl-İ İmrân (3), 28. [1566] Kenz-i Mahfi, s 31-31,143; bk. Kitabü'n-Netice, II, 57. [1567] Kenz-i Mahfî, 1, 169; bk. İbn Arabî, II, 319, 322, 399. [1568] Lübbu'Nüb, s. 5-6. Kenz-i Mahfî hadisinin muhtevası Hakk'ın bilinmesi ve onun sevilmesi Üe ilgilidir. Bu konu tasavvuf! eserlerde Kitabü'1-fîkr, ve Kitabü'knahabbe, başlıkları altında daha detaylı olarak incelenmiştir. Kuseyrî, s. 246-254; Gazâlî, IV, 292-329; 423-448; İbnu't-Kayyım, Medâric, III, 10-44. |