๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Sufilerin Hadis Anlayışı => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 16 Ekim 2011, 15:11:53



Konu Başlığı: Ahz Anillah Bizzat Tanrıdan Bilgi Alış
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 16 Ekim 2011, 15:11:53
a. Ahz Anillah (Bizzat Tanrıdan Bilgi Alış)


Allah'tan vasıtasız olarak ilim almak mânasına gelen bu terim, Bursevî-nin eserlerinde sıkça geçmektedir. Gerçekten doğrudan doğruya Hak'tan ilim almak, ondan bir şeyler öğrenmek mümkün müdür?

Bursevî, Hadis-i Erbaîn adlı eserinde bu soruya cevap vermekte, konu ile ilgili açıklamalarda bulunmaktadır. Ona göre, risâlet döneminde Hak'tan direkt olarak bilgi almak mümkün değildir. Böyle bir durum, Resulün risâletine aykırıdır. Resûlullah (s.a.) Hakk'a tâbi olduğu gibi, ashab da Resûlullah'a tâbidir. Fakat peygamberlik döneminden sonra, halife maka­mında olana aracısız ahz anillah mümkündür. Zira halifenin aldığı bu bilgi­ler yeni bir şeriat değildir. Belki geçerli olan mevcut şeriatın letâif ve meârifidir. Buna ise mâni bir şey yoktur. Zira Kur'an'ın hakikatleri sonsuzdur, her mükâşife haline göre keşfolunur. Ne var ki, Kur'an'dan ve ilhamdan habersiz olanlar feyiz almayı uzak bir İhtimal görürler. Keşif sahibinin; "Ahberanî Rabbî: Rabbim bana haber verdi" gibi ifadeleri ve diğer güzel sözleri hakkında malâyanî söylerler. Allah, bu gibileri kapısından kovmuş, hitabının güzelliğini onlardan gizlemiştir. [710] Yine aynı eserinde, muallimi Al­lah Teâlâ olanların fakihlerden işitenler gibi olmadığını söylemiştir. [711]

Bursevî, Ebû Yezid el-Bistamî (Ö.234/848)'nin ulemâ-İ rüsuma hitap ederek; "Siz, ilminizi ölülerden alıyorsunuz. Biz ise hiç ölmeyen daima diri olandan alıyoruz. Bizden biri, "Haddesenî kalbi an Rabbî: Kalbim bana Rabbimden haber verdi, der. Halbuki siz, haddesenî fulan, bana filan haber verdi dersiniz. O nerededir? ölmüş derler. Ya o kimden? O da falancadan derler. O, nerededir? O da ölmüş derler" sözünü ele alır ve diriden hiç ölme­yen Allah Teâlâ'dan ilim alanlara ulemâ billah, ölüden yok olup gidenden ilim alanlara İse ulemâ biahkâmillah demektedir. [712] Sûfıler bu yaklaşımlarına Kur'an âyetlerinden deliller de getirmişlerdir. Meselâ, "Allah'tan korkun ki, Allah da size ilim öğretsin [713] "Allah"tan kullan içinde ancak âlimler korkar [714] gibi âyetlerle, "Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, öyle ki ben onu severim. Onu sevdiğim zaman da onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı o/urum [715] hadisi ve benzeri diğer bazı hadisler vehbi ilmin varlığına delil sayılmıştır.

el-Fütûhâtü'1-Mekkiyye'mn pek çok yerinde ahz anillahtan bahseden Muhyİddin İbn Arabi, [716] yukarıda meallerini verdiğimiz âyetlerden sonra, peygamber varislerinin nübüvvetten nasiplerinin Allah'ın kendilerine ilim öğretmek olduğunu beyân etmiş ve şöyle demiştir:

İşte, böyle bir kulun senedini Allah yaklaştırır ve o kul, ahberanî Rabbî bişer'i nebiyyih; Rabbim bana Nebi'sinin şeriatını haber verdi, der. O, ilimde âlidir, hükümde ise tâbidir. Onlar, peygamber olmadıkları halde peygamber­ler onlara gıpta ederler. Zira Allah'tan alma hususunda onlar peygamberlerle birdirler. Fakat bu taifenin Allah'tan itim alması, ancak Resulün getirdiği şeri­atla amel ettikten sonra olur.[717]

Yine İbn Arabî, ulemâ-i rüsumun ilim ancak öğrenmekle olur, sözlerini eleştirerek onların hata ettiklerini, onlara göre Allah'ın nebi ve resullerden başkasına talimde bulunmayacağını, halbuki "Hikmeti dilediğine verİr' [718] âyetinde hikmetin ilim mânasına geldiğini ve "men" edatı ile zikredildiğini, bunun da marife değil nekra olduğunu, dolasıyla bu hükmün herkes için ge­çerlilik arzetüğini belirttikten sonra:

Fakat ulemâ-i rüsum, dünyayı ahirete, halkı Hakk'a tercih edip kendi cinslerinden olan insanların ağızlarından ilim almayı alışkanlık haline getirin­ce bu durum onları Allah'ın kendilerine ilim ve hikmet Öğrettiği kullan gör­melerine engel oldu [719] demektir.

İbn Arabi'nin kendisinden sitayişle bahsettiği zâtlardan Şeyh Ebû Medyen (ö.594/1198)'e falan falan şöyle demiş denildiğinde, [720] "Biz kuru­muş et yemek istemiyoruz. Bize taze et getirin [721] diyerek vehbî İlimlere olan ilgisini gösterdiği rivayet olunmaktadır. [722]

Netice itibariyle sûfilere göre zahir âlimler ilimlerini ölülerden, bâtın âlimler İse Allah ve Resûlullah'tan almaktadırlar. Onlara göre, "Bana filan ri­vayet etti, diyenle bana kalbim Rabbimden haber verdi" diyen arasında bü­yük fark vardır. Zira birinci gruptakilerin ilimleri "Allemenî ebî ve üstazî: Ba­bam, hocam bana öğretti" kabilindendir. Halbuki ikinci gruptakilerin bilgileri; "Eddebent Rabbi: Beni Rabbim edeplendirdi" cümlesindendir. Bunların ilim­leri vehbî, diğerlerinin ki ise kesbîdir. Bundan dolayı da onlar Ebû Medyen'İn sözünde ifade edilen kuru nakilden ibaret olan bilgilere değil, bel­ki kalpten kaynaklanan yeni bilgilere, her an Allah Teâlâ'dan gelen talim ve tecellilere değer vermektedirler.

Ahz anillahın dışında sûfilerin kullandığı bir diğer ilim öğrenme yolu da ilhamdır.


[710] Madi$-İ Erbain, s. 90. Bu bilgiler İbn Arabi'nin Füsûs'unda da mevcuttur. İbn Arabî, halife­nin özellikleri hakkında daha detaylı bilgiler vermektedir. Füsûs, s. 226-231.

[711]Şerhu't-Erbaîn, s. 92; bk. Şerhu'l-kebair, s. 14; Kitabü'n-Netice, 11,110.

[712]Şerh-i Salauât-ı Meşişiyye, vr. 24b; bk. Kenz-i Mahfî, s. 82; Şerhu Nuhbe, nr. 35 vr. 30a; Ruh, IX, 304; bk. İbn Arabî, I, 280; Heytemî, s. 320-321.

[713] Bakara (2), 282.

[714] Fâtar (35), 28.

[715] Buharı, rtkak 38.

[716] Fütuhat, I, 57,198, 279-280, III, 51.

[717] Fütuhat, III, 51. İbn Arabî, aynı yerde Kur'an'ın değişik âyetleriyle de İstidlalde bulunmaktadır.

[718] Bakara (2), 269. Elmalılı, hikmetin tanımı ile ilgili yirmiden fazla görüş zikretmiştir ki bunla­rın çoğu isimleri değişik de olsa hikmetin ilim olduğu noktasında yoğunlaşmaktadır. Hak Di­ni, 11, 915-929.

[719] Fütuhat, I, 279. İbn Arabî, yazdığı eserlerde Allah'tan izin ve bilgi aldığını, meselâ, normal boyda yedibin sayfa tutan Fütûhât'taki her bir harfi ilahi bir imlâ, rabbani bir İlkâ ile kaleme aldığını (Keklik, Fütuhat, s. 93-98), Füsûsu'l-hikem'i ise 627/1230 yılında Hz. Peygamber'in Şam'da rüyasında kendisine verdiğini söylemektedir. Füsûs, s. 19. Velilerin ilim almasıyla il­gili bilgiler için ayrıca bk. İbn Arabî, Kitabü't-envâr, (Resâilu İbn Arabî içinde), s. 16.

[720] Fütuhat, I, 280. Ebû Medyen, Şuayb b. el-Huseyn Medyeniyye tarikatının kurucusu Kuzey Afrikalı   bir   mutasavvıftır.   515/1121'de   Endülüs'te   doğmuş,   şer'î   ilimleri   öğrenmiş, Abdülkadir Geylanî {Ö.561/1165) ile görüşmüş, ondan hadis dinlemiştir. Geylanî İçin doğu­nun şeyhi denilirken Ebû Medyen'e de batının şeyhi denilmiştir. Kör olan Ebû Medyen 594/1198'de Tilimsan bölgesinde vefat etmiştir. Cami, s. 605-607; Keklik, Fütuhat, s. 477, Yazıcı, Tahsin, "Ebû Meyden", DİA., XI, 186-187.

[721]Fütuhat, I, 280.

[722]Ahz aniüah konusunda geniş bilgi için bk. Gazâlî, 1,19-20; Aydınlı, s. 89-92.