Konu Başlığı: 29.lema ikinci bab Gönderen: Esila üzerinde 04 Şubat 2011, 12:56:57 بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ 1 Yirmi Dokuzuncu Lem’adan İkinci Bab Bu İkinci Bab, “Elhamdü lillâh” hakkındadır.2 İkinci Bab ile tâbir edilen şu risalecikte “Elhamdü lillâh” cümlesini insanlara dedirten imanın sonsuz fayda ve nurlarından, yalnız dokuz tane beyan edilecektir. (http://www.ilimdunyasi.com/resimler/bismillah.gif) Birinci nokta: Evvelâ iki şey ihtar edilecektir. 1. Felsefe, herşeyi çirkin, korkunç gösteren siyah bir gözlüktür. İman ise, herşeyi güzel, ünsiyetli gösteren şeffaf, berrak, nuranî bir gözlüktür. 2. Bütün mahlûkatla alâkadar ve herşeyle bir nevi alışverişi olan ve kendisini abluka eden şeylerle lâfzan ve mânen görüşmek, konuşmak, komşuluk etmeye hilkaten mecbur olan insanın sağ, sol, ön, arka, alt, üst olmak üzere altı ciheti vardır. İnsan, mezkûr iki gözlüğü gözüne takmakla, mezkûr cihetlerde bulunan mahlûkatı, ahvâli görebilir. Sağ cihet: Bu cihetten maksat, geçmiş zamandır. Binaenaleyh, felsefe gözlüğü ile sağ cihete bakıldığı zaman, mâzi ülkesinin kıyameti kopmuş, altı üstüne çevrilmiş, karanlıklı, korkunç, büyük bir mezaristanı andıran bir şekilde görünecektir. Ve bu görünüşte insan pek büyük bir dehşete, vahşete, meyusiyete maruz kaldığında şüphe yoktur. Fakat iman gözlüğüyle o cihete bakıldığı zaman, hakikaten o ülkenin altı üstüne çevrilmiş bir şekilde görünürse de, fakat can telefi yoktur. Mürettebatı, sâkinleri daha güzel, nuranî bir âleme nakledilmiş oldukları anlaşılıyor. Ve o kabirler, çukurlar da, nuranî bir âleme girmek için kazılan yeraltı tünelleri şeklinde telâkki -------------------------------------------------------------------------------- Dipnot-1 Her türlü noksandan uzak olan ALLAH’ın adıyla. Dipnot-2 İkinci Bab’ın Arapça metni için bk. Lem’alar, Yirmi Dokuzuncu Lem’a İkinci Bab sayfa: 487. -------------------------------------------------------------------------------- abluka etmek: çepeçevre sarmak, kuşatmak ahvâl: hâller, durumlar alâkadar: alakalı, ilgili bab: kısım, bölüm beyan etme: açıklama binaenaleyh: bundan dolayı cihet: yön elhamdü lillâh: “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü ALLAH’a mahsustur” hilkaten: yaratılış olarak ihtar: hatırlatma iman: ALLAH’a inanma lâfzan: sözle mahlûkat: yaratıklar maksat: amaç, gaye maruz: tesiri altında kalmak meyusiyet: ümitsizlik mezaristan: mezarlık mezkûr: adı geçen mânen: mânevî olarak mâzi: geçmiş zaman nakletmek: aktarmak, anlatmak nevi: çeşit nuranî: nurlu, aydınlık risale: mektup; Risale-i Nur’dan herhangi bir bölüm sâkin: içinde oturan tâbir: adlandırma vahşet: ürküntü, korku âlem: dünya, evren ünsiyetli: canayakın, dost edilecektir. Demek imanın insanlara verdiği sürur, ferahlık, itmi’nan, inşirah, binlerce “Elhamdü lillâh” dedirten bir nimettir. Sol cihet: Yani, gelecek zamana, felsefe gözlüğü ile bakıldığı zaman, bizleri çürütecek, yılan ve akreplere yedirip imha edecek, zulümatlı, korkunç, büyük bir kabir şeklinde görünecektir. Fakat iman gözlüğüyle bakılırsa, Cenâb-ı Hakkın, Hâlık, Rahmân, Rahîmin insanlara ihzar ettiği çeşit çeşit nefis, leziz, me’külât ve meşrubata zarf olan bir mâide ve bir sofra-i Rahmânî şeklinde görünecektir. Ve binlerce “Elhamdü lillâh” okutturarak tekrar ettirecektir. Üst cihet: Yani, semâvât cihetine felsefe ile bakan bir adam, şu sonsuz boşlukta, milyarlarca yıldız ve kürelerin at koşusu gibi veya askerî bir manevra gibi yaptıkları pek sür’atli ve muhtelif hareketlerinden büyük bir dehşete, vahşete, korkuya mâruz kalacaktır. Fakat imanlı bir adam baktığı vakit o garip, acip manevranın bir kumandanın emri ile nezareti altında yapıldığı gibi, semâvât âlemini tezyin eden ve o yıldızların bize de ziyadar kandiller şeklinde olduklarını görecek ve o atlar koşusunda korku, dehşet değil, ünsiyet ve muhabbet edecektir. Âlem-i semâvâtı şöylece tasvir eden iman nimetine elbette binlerce “Elhamdü lillâh” söylemek azdır. Alt cihet: Yani, arz âlemine felsefe gözüyle bakan insan, küre-i arzı başıboş, yularsız, şemsin etrafında serseri gezen bir hayvan gibi veya tahtası kırık, kaptansız bir kayık gibi görür ve dehşete, telâşa düşer. Fakat iman ile bakarsa, arzın Rahmânî bir sefine olup, ALLAH’ın kumandası altında bütün me’külât, meşrubat, melbûsatıyla beraber, nev-i beşeri tenezzüh için şemsin etrafında gezdiren bir sefine şeklinde görür. Ve imandan neş’et eden şu büyük nimete büyük büyük elhamdü lillâh’ları söylemeye başlar. Ön cihet: Felsefeci bir adam bu cihete bakarsa görür ki, bütün canlı mahlûkat—insan olsun, hayvan olsun—kàfile-bekàfile, büyük bir sür’atle o cihete gidip -------------------------------------------------------------------------------- Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi ALLAH Hâlık: her şeyi yaratan ALLAH Rahmân: kullarına karşı sınırsız rahmet sahibi olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran ALLAH Rahmânî: rahmet ve merhameti sonsuz olan ALLAH‘a ait Rahîm: sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan, acıyan ve esirgeyen ALLAH acip: acaip, tuhaf arz: dünya cihet: yön, taraf elhamdü lillâh: “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü ALLAH’a mahsustur” ihzar etme: hazırlama imha: yok etme inşirah: ferahlanma, sevinme itmi'nan: huzur bulma kàfile bekàfile: kafile kafile arkasında küre-i arz: yerküre, dünya mahlûkat: yaratıklar manevra: deneme ve eğitim me'külât: yenilen şeyler, yiyecekler melbûsat: giyecekler, elbiseler meşrubat: içecekler muhabbet: sevgi muhtelif: çeşitli mâide: sofra nev-i beşer: insanlar nezaret: gözetim neş'et eden: doğan, meydana gelen nimet: iyilik, lütuf, ihsan sefine: gemi semâvât: gökler semâvât ehli: semâda yaşayan varlıklar; melekler, ruhanîler sofra-i Rahmânî: Cenâb-ı Hakkın rahmet sofrası sür'at: hız sürur: mutluluk, sevinç tasvir etme: şekil ve suret verme telâkki: anlama, kabul etme tenezzüh: gezinti, seyir tezyin: süsleme vahşet: ürküntü, korku zarf: kap; birşeyi koymaya yarayan şey ziyadar: parlak, aydınlık zulümatlı: karanlıklı âlem: dünya, evren âlem-i semâvât: gökler âlemi ünsiyet etmek: alışmak şems: güneş kaybolurlar. Yani, ademe gider, yok olurlar. Kendisinin de o yolun yolcusu olduğunu bildiğinden, teessüründen çıldıracak bir hale gelir. Fakat iman nazarıyla bakan bir mü’min, insanların o cihete gidişleri, seyahatleri adem âlemine değil, göçebeler gibi bir yayladan bir yaylaya bir intikaldir. Ve fâni menzilden bâki menzile, hizmet çiftliğinden ücret dairesine, zahmetler memleketinden rahmetler memleketine göç etmek olup, adem âlemine gitmek değil diye bu ciheti memnuniyetle karşılar. Fakat yol esnasında ölüm, kabir gibi görünen meşakkatler netice itibarıyla saadetlerdir. Çünkü, nuranî âlemlere giden yol kabirden geçer ve en büyük saadetler büyük ve acı felâketlerin neticesidir. Meselâ, Hazret-i Yusuf, Mısır azizliği gibi bir saadete, ancak kardeşleri tarafından atıldığı kuyu ve Zeliha’nın iftirası üzerine konulduğu hapis yoluyla nâil olmuştur. Ve kezâ, rahm-ı mâderden dünyaya gelen çocuk, mâhut tünelde çektiği sıkıcı, ezici zahmet neticesinde dünya saadetine nâil oluyor. Arka cihet: Yani geride gelenlere felsefe nazarıyla bakılsa, “Yâhu, bunlar nereden nereye gidiyorlar ve niçin dünya memleketine gelmişlerdir?” diye edilen suale bir cevap alınamadığından, tabiî, hayret ve tereddüt azabı içinde kalınır. Fakat nur-u iman gözlüğüyle bakarsa, insanların kâinat sergisinde teşhir edilen garip, acip kudretin mu’cizelerini görmek ve mütalâa etmek için Sultan-ı Ezelî tarafından gönderilmiş mütalâacı olduklarını anlar. Ve bunlar o mu’cizenin derece-i kıymet ve azametine ve Sultan-ı Ezelînin azametine derece-i delâletlerine kesb-i vukuf ettikleri nisbetinde derece ve numara aldıktan sonra, yine Sultan-ı Ezelînin memleketine dönüp gideceklerini anlar ve bu anlayış nimetini kendisine îras eden iman nimetine “Elhamdü lillâh” diyecektir. Mezkûr zulmetleri izale eden iman nimetine “Elhamdü lillâh” diye edilen hamd dahi bir nimet olduğundan, ona da bir hamd lâzımdır. Bu ikinci hamd’e de üçüncü bir hamd, üçüncüye dördüncü hamd lâzım. وَهَلُّمَ جَرًّا 1 Demek, bir hamd-i vâhidden doğan hamdlerden ibaret gayr-i mütenâhi bir silsile-i hamdiye husule geliyor. -------------------------------------------------------------------------------- Dipnot-1 Böylece devam edip gider… -------------------------------------------------------------------------------- Hazret-i Yusuf: [bk. bilgiler – Yusuf (a.s.)] Mısır: (bk. bilgiler) Sultan-ı Ezelî: hüküm ve saltanatının başlangıcı olmayan ALLAH Zeliha: (bk. bilgiler – Züleyha) acip: hayret verici, şaşırtıcı adem: hiçlik, yokluk azamet: büyüklük, yücelik azizlik: bakanlık bâki: devamlı, kalıcı, ölümsüz cihet: yön, taraf derece-i delâlet: yol gösterme derecesi derece-i kıymet: kıymet derecesi elhamdü lillâh: “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü ALLAH’a mahsustur” fâni: geçici olan, ölümlü hamd: övgü, şükür ve minnet duyma iman: ALLAH’a inanma intikal etme: geçme, yer değiştirme izale eden: gideren kesb-i vukuf: vukuf kazanmak, öğrenmek kezâ: bunun gibi kudret: güç, iktidar kâinat: evren menzil: durak, yer, mekân mezkûr: adı geçen meşakkat: güçlük, sıkıntı mu’cize: benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey mâhut: vaat edilen, söz verilen mü'min: ALLAH’a inanan mütalâa etmek: tetkik etmek, araştırmak nazar: bakış nazarıyla: gözüyle, bakışıyla netice: son, sonuç nimet: iyilik, lütuf, ihsan nisbetinde: ölçüsünde nur-u iman: iman nuru, aydınlığı nuranî: nurlu, aydınlık nâil: ulaşan, erişen rahm-ı mâder: ana rahmi rahmet: ihsan, bağış saadet: mutluluk teessür: üzüntü teşhir: sergileme zahmet: zorluk zulmet: karanlık âlem: dünya, evren îras eden: veren, bırakan |