> Forum > ๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ > Mostar Aylık Kültür ve Aktüalite Dergisi > Söyleşi > Süleyman Faruk Göncüoğlu
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Süleyman Faruk Göncüoğlu  (Okunma Sayısı 1337 defa)
27 Haziran 2012, 19:47:44
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« : 27 Haziran 2012, 19:47:44 »



Süleyman Faruk Göncüoğlu: İstanbul’u kurtarmak istiyorsak samimi olmak zorundayız
İbrahim BARAN • 64. Sayı / SÖYLEŞİ


Üç büyük imparatorluğa başkentlik yapmış olan İstanbul, adeta yaşayan bir tarih olarak karşımızda duruyor. İmparatorluk başkentinin hemen her yerinde tarihî bir esere rastlayabiliyoruz. Özellikle 1980’lerde Türkiye’de yaşanan göç hareketinin neticesi olarak imparatorluk başkenti olmasının yanında bir kültür başkenti de olan İstanbul’da ciddi oranda nüfus yoğunluğu yaşanmaya başladı. Bugünse içerisinde barındırdığı 20 milyona yakın insanın nereye yerleştirileceği tartışılıyor. Sorunun çözümüne yönelik atılan adımlar İstanbul’un tarihî dokusunu zedeliyor ve bu adımlar birçok tarihî eserin tahrip edilmesine neden oluyor. Yanlış politikalar da kültür ve tabiat varlıklarımızın yok olmasına sebep olan başka bir faktör olarak gösteriliyor. Konuyla ilgili önemli çalışmaları olan kültür tarihçisi Dr. Süleyman Faruk Göncüoğlu ile tarihî mirasımızın nasıl tahrip edildiğini konuştuk…

Tarihî eserler bir toplum için neden önemli?
Aslına bakarsanız biz tarihî eser diye geçiştiriyoruz. Tarihî eser kelime olarak da maalesef çok sıradan bir kelime haline geldi. Kurumsal alanda “kültür ve tabiat varlıkları” şeklinde tanımlanıyor. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir isimli serinde de geçen bir kıssa var, benim çok hoşuma gider. Erzurum’a Ermeni meselesi ile ilgili Amerikalı bir heyet gelir. “Siz Ermenilere zulmettiniz” derler. Devrin Erzurum kaymakamı onları alır ve bir sofaya çıkarır. Bir mezarlık gösterir ve der ki; “Şurada büyük bir taşlık görüyorsunuz, diğer tarafta da küçük bir taşlık görüyorsunuz. Büyük taşlık Müslüman mezarlığı, küçük taşlık da Ermeni mezarlığı. Bunlar ölülerini yemedi ya”. Eski eser diye tabir ettiğimiz nesneler aslında bizim varoluşumuzun temelleri. Eski eseriniz varsa eskiden de burada var olduğunuzu gösterirsiniz. Bir mimari kurduğunuzda, daha da ötesi bir şehir kurduğunuzda bir medeniyet inşa ediyorsunuz demektir. Eğer sizin bir mimariniz yoksa -ki maalesef Türkiye Cumhuriyeti insanının böyle bir özgül mimari biçimi geliştirdiğini söyleyemiyoruz, zaten bu yüzden Türkiye Cumhuriyeti insanı kimliksizdir, eziktir ve geçmişe şuursuzca sarılır- geçmişinizin var olduğu konusunda şüphelenmeniz gerekir. İşte kültür ve tabiat varlıları dediğimiz tüm bu eserler sizin varlığınızın ifadesi. Yalnızca mimari eserler değil, ekolojik varlıklar da sizin varlığınızın göstergesi. Osmanlı İmparatorluğu da Selçuklulardan ve Bizans’tan kendisine tevarüs olunan kültürle bir medeniyet oluşturma yoluna gitti.

Zaten medeniyet denilen şey farklı kültürlerin oluşturduğu bir terkip değil mi?
Evet, medeniyet denilen şey bir bütün. Ama durmadan kendini yenileyen, güncelleyen bir bütün. Bu yenileme ve güncelleme de medeniyetin özüne aykırı olmayacak şekilde yapılmalı. Medeniyetimizi güncellemekten bahsediyorsak bunu medeniyetimizin ilkelerine sadık kalarak, mesela Müslümansak bu gelişimi ehl-i sünnet akaidine bağlı olarak, Osmanlı medeniyetinin mirasçısıysak bunu daha fazla geliştirerek yapmak durumundayız.

Tarihî ve kültürel mirasımızı ya da daha doğru bir deyişle kültür ve tabiat varlıklarımızı çeşitli sebepler nedeniyle yitiriyoruz. Mesela İstanbul’a yapılan yoğun göç, artan nüfus ve barınma ihtiyacının karşılanması en temel sebep olarak gösteriliyor. Sizce en büyük sebep ne?

Tarihî eser olarak sınırlamamak gerekir kendimizi belki de. Çünkü kaybolan sadece tarihî eserler değil, bir bütün olarak şehirler. İstanbul’un da kaderi bu, Erzurum’un da kaderi bu, Kayseri’nin de… Kayseri’ye gittiğiniz zaman bir Selçuklu eseri görebiliyor musunuz? Nokta vuruşu ile yakalayabilirsiniz ancak. Siluet olarak hiçbir şey yok. Osmanlı eseri de yok, Selçuklu eseri de yok. Aynı şekilde Van’da da Bitlis’te de bu durum hissedilebiliyor. Yalnızca mimari olarak görmemek lazım, ekolojik olarak da aynı şey söz konusu. Cumhuriyetin kurulmasının ardından bir dönem nasıl manevi değerlerimizi haiz mekânlar amaçları dışında kullanıldıysa bugün de kamu arazisi olan yeşil alanların hukuki yollarla imara açılarak tasfiye edilmesi de bir tahribat. Bu tahribatın altında da aidiyet duygusunun olmaması yatıyor. Üç büyük medeniyetin unsurlarını barındıran İstanbul gibi bir şehrin yöneticileri buraya sadece marka olarak, rant olarak bakıyorlar. Üç büyük medeniyete ev sahipliği yapmış, Hıristiyan dünyasının varlığının kaynağı olmuş, İslam Medeniyeti’nin zirve noktasına ulaştığı bir yer gibi algılanmıyor maalesef. “İnşaat sektöründen ne kadar para kazanabiliriz?”in hesabı yapılıyor.

YAPILAN ESERE DEĞİL BÜTÜN BİR MEDENİYETE

İstanbul’a yapılan göçler bu süreci nasıl etkiledi?

Göçün önemli bir payı var bu hesapta kuşkusuz. Şehir imar edilirken de bilinçli bir kıyım gerçekleştirildi. 1918 yılında Prusyalılar geliyorlar, “Bu şehri nasıl biçimlendiririz?” diye hesap ediyorlar. Prost gelip plan yapıyor, bir kısmını gerçekleştiriyorlar. Sonra merhum Menderes gelip bu planı uyguluyor. Bir düşünelim Beşiktaş’ta Barbaros Bulvarı neden açıldı? Eyüp’e yukarıdan aşağıya doğru gelen cadde ne amaçla açıldı? İstanbul’da Millet Caddesi, Vatan Caddesi ne amaçla açıldı? Eski şehri modernize edeceğiz derken, istimlâk edilen yerde ikamet eden İstanbullular dağıldılar. Sonrasında da oto kontrol kayboldu. Yeni imar planları ile aidiyet duyguları darmadağın ediliyor. Daha düne kadar Fatih semti muhafazakâr elitin oturduğu bir yerdi. Fakat bugün darmadağın oldu. Biz maalesef mescid yaptırmayı bırakarak cami yaptırmaya başladık. Fakat camilerde de altında oturacağınız bir çınar yok, doğru düzgün bir şadırvan yok. Bu açıdan baktığımda İstanbul’un uzak semtlerinde oturanlar üzülerek söylüyorum ki medeniyetten uzakta yaşıyorlar. İstanbul Sahabe-i Kiram’ın ve ulemanın büyüklerinin kabirlerini barındıran bir şehir. Bu şehre yapılan her yıpratmanın hesabı ahirette çok çetin olacak. Burada tenkit edilmesi gereken de bu aslında. Sorun 300-400 yıllık eserlerin kaybolması değil direkt olarak. Sorun bu eserlerin üzerinde nesneleşmiş olan medeniyet değerlerinin ortadan kaldırılması. Bilinçli ya da bilinçsiz. Medreseleri, camileri yeniden inşa edebiliriz. Ama o eserin barındırdığı anlamı yükleyemedikten sonra ne önemi var yeniden inşa etmenin?

O zaman hasar yalnızca eserin kendisine değil, aslında başlı başına bir medeniyete veriliyor.
İşte bunun için kültürel ve tarihî mirasımızın niçin tahrip edildiğinin sorgulanması gerekiyor. Eskiden tekkeler vardı. Şimdi sohbet etmek üzere apartman dairesine değil, mahallenin mescidine gidecektik. O tekkenin şadırvanında abdest alırken diyecektik ki “Bu tekkenin kurucusu Feyzullah Efendi de bu şadırvandan abdest aldı. Benim dedem de burada abdest aldı”. Şimdi gidip bir apartman dairesinde muhabbet ediyoruz. Orası bugün var yarın yok. İşte asıl darbe bizzat İslam medeniyetinin kendisine vuruluyor. 3. köprünün yapılması gündemde. Deniyor ki “500 ağaç kesilecek ama 2500 ağaç dikeceğiz”. Tamam da aynı ekolojik etkiyi verebilecek misin? Tekke yeniden inşa edilebilir. Ama o ruhu vermek çok zor.

Cumhuriyetin kurulmasından sonra bilinçli ya da bilinçsiz bir yok ediş süreci yaşandı. Bu bir redd-i miras çabasının neticesiydi belki de. Peki, günümüzde yaşanan yok edişleri nasıl değerlendireceğiz?
Bazı yapılar var, bunların mülkiyetleri değişmiş. Şimdi kalkıp o mülk sahiplerinden birine “sizin binanızın altı mezarlık, burayı eski haline çevirelim” desek kimse yanaşmaz. Bizim eski eserleri ihya konusunda ciddi sıkıntılarımız var. Çünkü eski eserlerin olduğu yerler artık rant alanı olmuş. Biz de bunu vicdanlara bırakıyoruz.

O zaman inanç ya da dindarlık da bir kenarda kalıyor öyle mi?
Evet, tamamen vicdanla ilgili bir şey. Eğer samimiysek, mülk sahibine parasını verip, eski eseri inşa etmek, mesela ibadethane yapmak gerekiyor. Asıl mesele de buradan sonra başlıyor. İbadethanenin kapısını açıyorsun caddeye çıkıyorsun. Çünkü bahçesi yok. İbadethanenin şadırvanı yok. Şadırvan alt tarafa yapılıyor. Şadırvanda dışarıda o atmosferi soluyarak abdest almak varken gidip aşağıda yeraltında abdest almak zorunda kalıyorsunuz. İnsanlar niçin itikâfa çekilir? Cami atmosferini solumak için. İtikâfta bile bunu yapıyorken, cami inşasında bunun hakkını vermek lazım. Yine mesela caminin her yerine mermer döşüyorlar. Ama cami avlusunda bir tane ağaç yok. O binayı da almak yetmiyor, bahçesi, kütüphanesi, mektebi olmalı. İnsanların oturacağı geniş mekânlar olmalı. Toplum maalesef şu an depresyon geçiriyor. Niçin? Hep aynı mekânlarla sınırlı kaldıkları için. Yaşlılar niçin cami avlusunda oturuyorlar? Gidecek oturacak bir yer yok çünkü. Fatih’te Türkiyat Enstitüsü’nün karşısında sübyan mektebi var. Onun arkasında bir vakfın arazisi var. O arazi sübyan mektebinin müştemilatıydı. Hocanın dinlendiği, mahalle esnafını kabul ettiği yerdi. Ecdad sübyan mektebindeki hocayı düşünmüş. Şimdi biz böyle bir unsuru görmezlikten geliyoruz. Bizim eski eser ihyamızdaki en büyük sıkıntı bu. Eski esere biz yalnızca eser gözüyle bakıyoruz. Hâlbuki şadırvanı var, haziresi var. Orada ölümü hatırlamak gerekiyor, dua etmek gerekiyor. Eski eserlerin kaybolması ve yeni eserlerde eski yapıların sosyal yönünün göz ardı edilmesi bize bunları hep unutturuyor. Mescidlerde yalnızca namaz kılınır zannediyoruz. Hâlbuki Süleymaniye’de bazı mescidlerde sadece nikâh yapılırmış. Mesela yine sünnet merasimleri mescidlerde yapılırmış. Eski devirde yaşayan bazı insanlarla tanışmıştım, sünnet merasiminin mescide yapıldığını anlatırlardı. O mescid için oturur ağlarlardı. Vefat edip gittiler. Bütün bunlar yok olunca bir bakıma toplumsal hafıza da silinmiş oluyor. Şu an eski İstanbul’u, oradaki yerleşim alanlarını terk etmemiz gerekiyor.

<...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Süleyman Faruk Göncüoğlu
« Posted on: 20 Nisan 2024, 18:37:41 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Süleyman Faruk Göncüoğlu rüya tabiri,Süleyman Faruk Göncüoğlu mekke canlı, Süleyman Faruk Göncüoğlu kabe canlı yayın, Süleyman Faruk Göncüoğlu Üç boyutlu kuran oku Süleyman Faruk Göncüoğlu kuran ı kerim, Süleyman Faruk Göncüoğlu peygamber kıssaları,Süleyman Faruk Göncüoğlu ilitam ders soruları, Süleyman Faruk Göncüoğluönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes