> Forum > ๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ > Mostar Aylık Kültür ve Aktüalite Dergisi > Söyleşi > Prof. Dr. Ayşe Kadıoğlu
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Prof. Dr. Ayşe Kadıoğlu  (Okunma Sayısı 1141 defa)
26 Haziran 2012, 16:40:35
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« : 26 Haziran 2012, 16:40:35 »



Prof. Dr. Ayşe Kadıoğlu: Türkiye’de vatandaşlık, sözde vatandaşlığa evrilmiş durumda
İbrahim BARAN • 65. Sayı / SÖYLEŞİ


Türkiye’nin AB serüveni uzun yıllar önce başladı. Yıllardır süren müzakere süreci özellikle son 10 yılda daha fazla ivme kazandı. Türkiye’de halkın önemli bir kısmı Batı’ya dâhil olma, Batılı bir Türkiye hayalini büyütüyor içinde. Gazze’ye yardım gemilerine İsrail’in yaptığı terörist müdahalenin ardından AB’nin konu ile ilgili beklenilen açıklamayı yapmaması ve olayı incelemek üzere oluşturulan kurulun uluslararası bir kurul değil de İsraillilerin belirlediği bir kurul olmasına ses çıkarmaması Türkiye ile AB arasında gerginliğe yol açsa da Türkiye’nin AB’yi tamamen dışlaması mümkün görünmüyor. Bu ilişki ileride oluşacak olası bir kabulle birlikte AB vatandaşlığı kavramını gündeme getiriyor. Vatandaşlıkla ilgili önemli araştırmaları bulunan Oxford Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşe Kadıoğlu ile genel olarak vatandaşlığı ve tarihsel süreçte Türkiye’nin vatandaşlık algısını konuştuk.

Vatandaşlık kavramı son yıllarda sıkça gündeme getiriliyor. Bundan kastedilen şey tam olarak nedir?
Vatandaşlık çalışmaları 1990’lı yıllardan itibaren yapılmaya başladı. İlk kitap 1992 yılında yayımlanmıştı. Bu, bugünün siyasi parametrelerini anlamamıza başka birçok şeyden daha fazla yardımcı oluyor. Bugünün çatışmalarının temelinde, arkasında neler olduğunu anlamamız açısından vatandaşlık kavramı önemli. Vatandaşlık nedir sorusunun cevabı çok uzun. Ama kısaca şöyle izah edebilirim: Bugün biz modern vatandaşlığı konuşuyoruz. Bir de modern öncesi vatandaşlık var. Ayrıca Antik-Yunan’daki tartışmalarla bugünkü tartışmalar arasında da paralellikler var. Antik-Yunan’da şehir devlete üyelik söz konusu. Herkes de vatandaş olamıyor. Dışlayıcı bir kavram olarak kullanılıyor. Kadınlar, esirler ve yabancılar dışarıda bırakılıyor. Sonra görevlere çok fazla vurgu yapan bir kavram olarak kullanılıyor. Genelde de vatandaşlık katılımı öngörüyor, görev ve sorumluluk, itaat gibi kavramları bünyesinde barındırıyor. İlginç bir şey de var; şehir devletlerde vatandaşın tersine budala deniyor. “İdiot” kavramının çıkışı “vatandaş olmayan”dır. Vatandaş olarak yapması gerekenleri yapmayana idiot deniyor. Daha sonra Helenistik düşüncenin ortaya çıkmasıyla birlikte bireyselliğe vurgu yapılmaya, bütün kurallara uymayan da kahraman olarak resmedilmeye başlanıyor. Sivil itaatsizliğin kökeni de buraya dayanıyor. Helenistik düşüncenin etkisiyle daha bireyselliğe vurgu yapan bir nosyona geçiliyor. Burada Snikler, Epikürler ve Stoikler var. Hatta Diyojen ile Büyük İskender’in arasında geçen bir konuşma var. Büyük İskender gider, dönemin en ünlü düşünürlerinden biri Diyojen’i bulur. “Ne istiyorsun benden?” diye sorar. Diyojen’in cevabı ilginçtir: “Gölge etme başka ihsan istemem” der. Mesela Diyojen kendini dünya vatandaşı ilan etmişti. Vatandaşlık kozmopolitleşmeyle birlikte o kutsal halinden koparılmaya ve daha içi boşaltılmış bir hale getirildi. Küreselleşme ile birlikte ulus devletten bir dünya vatandaşlığı durumuna geçiş söz konusu oldu. Sivil itaatsizliğin öne çıktığı, ulus-devletin koyduğu kurallara karşı çıkmanın mümkün olduğu bir dönemdeyiz. Bu bakımdan Antik-Yunan’dan çıkış ve Helenistik düşünceyle birlikte yeniden şekillenmiş bir vatandaşlık kavramını önemsiyorum. Oradaki kozmopolitlikle bugünkü sivil itaatsizlik arasında bir bağ olduğunu düşünüyorum.

Antik-Yunan’da bugünkü anladığımız manada bir milletten bahsetmek mümkün mü?
Hayır, Antik Yunan’a ilişkin böyle bir kavramın varlığından bahsedemeyiz. Orada bir şehir devletine üyelik söz konusu. Burada vurgulanan şey daha çok görevle ilgili bir vatandaşlık. Dolayısıyla bu bir erdem. Herkesin yapabileceği bir şey değil. Antik Yunan’a bir geçiş yaptığımızda görev değil, daha ziyade katılım kısmının ön plana çıkarıldığını görüyoruz. Ortaçağ’da, Roma’da bu böyle sürüp gidiyor. Kavram olarak iyice anlamını yitiriyor. Fransız İhtilali’den sonra modern anlamda vatandaşlığın oluşmaya başladığını görüyoruz. T. H. Marshall vatandaşlık literatüründe önemli bir yere sahip. Diyor ki; “Vatandaşlık üç aşamada gelişti: 18. yüzyılda mahkemelerin ortaya çıkmasıyla sivil haklar konusu gündeme geldi. 13. yüzyılda parlamentoların kurulması ile vatandaşlığın siyasi boyutu gündeme getirildi. 20. yüzyılda da refah devletiyle birlikte sosyal boyutu ifade edildi.” Dünyanın farklı yerlerinde vatandaşlığın gelişim aşamalarını gözlemlediğimizde hep aynı süreç içerisinde geliştiğini göremiyoruz. Mesela Türkiye’de hepsi aynı anda, üstelik aşağıdan taleple değil de yukarıdan bir baskı unsuru olarak ortaya çıktı.

Modern anlamdaki vatandaşlık nasıl tanımlanıyor?
Bunun dört anlamı var: Birincisi milliyet anlamında kullanılan vatandaşlık. Az önce de ifade ettiğim gibi Fransız Devrimi sonrasında bu kısmı çok ön plana çıkarıldı. Çünkü halk dediğimiz olgu millete dönüşüyor. Yurtdışı seyahatlerine gittiğimiz zaman doldurduğumuz formda vatandaş ve milliyet kavramlarının bazen birbirlerinin yerine geçtiklerini görürüz. Bu da bu kavramların geçişli, zaman zaman birbirlerinin yerine kullanılabilen kavramlar olduğunu gösteriyor. 18. yüzyılın sonu 19. yüzyılın başında millet ve devlet olgusunun ön plana çıkmasıyla modern vatandaşlığın ulus-devlete üyelik gibi algılanması gündeme geliyor. İkinci anlamıysa sivil haklar. Vatandaşlıkla haklar arasında da bir ilişki var. Bu anlamda vatandaşlık bir statüye işaret ediyor aslında. Üçüncü anlamıysa görevler. Modern vatandaşlık burada da bir takım pratikler olarak karşımıza çıkıyor. Vatandaş olabilmek için yapılması gereken şeyler var. Ulus-devletlerde bugün mesela birçoğu sorgulanıyor. Vicdani retçilik konuşuluyor bugün mesela. Dördüncü olarak da sertifika anlamına geliyor. Modern vatandaşlık dediğimizde genel olarak bu dört unsur akıllara geliyor. Kimi yerde vatandaşlık haklar olarak algılanıyor, kimi yerde milliyet olarak algılanıyor. Türkiye’de vatandaş olmanın değişik haklar getireceği anlayışı ilk olarak akla gelmiyor. Daha çok görev anlamı, vatandaş olmanın yükümlülükleri akıllara geliyor. Sertifika da önemseniyor çoğu yerde. Ama vatandaşlığın yalnızca sertifika ya da bir aidiyet şeklinde algılanması birçok yerde, mesela Birleşmiş Milletler’de kimilerinin kendini sırf BM sertifikası olduğu için aklamasına neden oluyor. O nedenle vatandaşlığın sertifika anlamına vurgu yapmak da çok sağlıklı değil. Bu durum Filistinliler’i yakından ilgilendiriyor bence. Bugün değişik Arap ülkelerinde yaşayan 4,5 milyona yakın Filistinli var. Batı Şeria’da yaşayan Filistinliler’e Ürdün Devleti Batı Şeria’nın topraklarından ayrılmasına rağmen bir kimlik kartı, yani bir aidiyet sertifikası veriyor. Ya da seyahat edebilmeleri için bir çeşit pasaportları oluyor. Fakat Ürdün’de yaşayanların sahip oldukları hakların birçoğundan faydalanamıyorlar. Ya da 1948’de İsrail’in kurulmasıyla birlikte orada kalmış ve İsrail vatandaşı olmuş Filistinliler İsrail vatandaşlarının faydalandığı haklardan faydalanamıyorlar. Mesela Suriye hükümeti bünyesinde barındırdığı Filistinliler’e vatandaşlık sertifikası vermiyor ama kendi vatandaşlarının istifade ettiği her hakkı veriyor.

Vatandaşlık kavramı ilk defa 1970’li yıllarda Alman siyaset bilimci Sternberger tarafından ortaya atıldı. Ardından Jürgen Habermas bununla ilgili çalışmalar yaptı. Son zamanlarda AB vatandaşlığı konuşulur oldu. AB vatandaşlığı ile Almanya’da ortaya atılan vatandaşlık kavramı aynı şey mi?
Sternberger’in ya da Habermas’ın ortaya attığı vatandaşlık kavramı bugün kullanılan AB vatandaşlığına ilham olmuş olabilir. Ancak aynı şey olduklarını söyleyemeyiz. İlham olma konusu da Habermas’ın ortaya attığı anayasal vatandaşlık kavramı için geçerli. Sternberger’in ifade ettiğiyse başka bir şey. AB bünyesinde ve Türkiye’de tartışılmıştı. Ancak anayasal vatandaşlık kavramı bugün önemli bir kavram. Çünkü anayasal vatandaşlık olgusu bir ulusa üyeliği şart koşmaz. Bir anayasanın bünyesinde buluşan insanlar topluluğudur. Böyle bir duruma vurgu yapması açısından önemli. Bugünkü ulus-devletlerde vatandaşlık kavramı yeni siyasete biçim verirken iki temel kanal üzerinde duruluyor. Bir tanesi ulusötesi vatandaşlığı ön plana çıkarıyor. İşte AB bünyesindeki vatandaşlık tartışmaları bu çerçevede yapılıyor. AB vatandaşlığı denilen bir olgu var. AB vatandaşları bir ülkeye girecekleri zaman başka kapıdan giriyorlar. 1993’te yapılan anlaşmalardan sonra AB üyesi ülkelerden olan bir takım insanlar bir ülkede yaşama hakkına sahip olduklarında orada bölgesel seçimlerde oy verme hakkına sahip oldular. Bu aslında önemli bir vatandaşlık hakkı. Ulusötesi vatandaşlık bir kanal. Bunun içerisinde AB vatandaşlığı gibi ulusüstü vatandaşlıklar var. Bir de benim ulusaltı vatandaşlık diye tanımladığım şehir vatandaşlığı var. Mesela bu Hollanda’da kullanılıyor ve çok ilginç bir şekilde AB üyesi olan ülkeden gelmiyorsanız da belirli bir süre, mesela diyelim ki 5 yıl kaldığınızda, seçme ve seçilmeye ilişkin belli başlı haklara sahip olabiliyorsunuz. Bu da ilginç. Çünkü orada AB üyesi ülkeden gelmiş olmak gibi bir zorunluluğunuz yok. Buna kent vatandaşlığı deniyor. Diğer bir kanal da ulustan arındırılmış vatandaşlık olarak tabir ediliyor. Türkiye’de şu an bu konu konuşuluyor.

Şu sıralar tartışılıyor ama ilerleyen yıllarda Türkiye’de de ulustan arındırılmış vatandaşlık kavramı kabullenilmeye başlanılacak gibi görünüyor.
Evet, zaten şimdilerde de kimi çevrelerce olması gerektiği yönünde sinyaller veriliyor. Daha 1908’de II. Meşrutiyet’in ilan edildiği yıllardaki Osmanlı toplumu ve devlet anlayışına baktığımızda ulusötesi vatandaşlığın kabul edildiğini görüyoruz. 1982 Anayasası ile 1908 dönemini karşılaştırdığımızda arada çok ciddi farklar olduğu ortaya çıkıyor. Yıllar ilerle...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Prof. Dr. Ayşe Kadıoğlu
« Posted on: 01 Mayıs 2024, 17:49:40 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Prof. Dr. Ayşe Kadıoğlu rüya tabiri,Prof. Dr. Ayşe Kadıoğlu mekke canlı, Prof. Dr. Ayşe Kadıoğlu kabe canlı yayın, Prof. Dr. Ayşe Kadıoğlu Üç boyutlu kuran oku Prof. Dr. Ayşe Kadıoğlu kuran ı kerim, Prof. Dr. Ayşe Kadıoğlu peygamber kıssaları,Prof. Dr. Ayşe Kadıoğlu ilitam ders soruları, Prof. Dr. Ayşe Kadıoğluönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes