> Forum > ๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ > Mostar Aylık Kültür ve Aktüalite Dergisi > Söyleşi > Prof. Dr. Orhan Okay
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Prof. Dr. Orhan Okay  (Okunma Sayısı 1176 defa)
24 Haziran 2012, 11:28:03
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« : 24 Haziran 2012, 11:28:03 »



Prof. Dr. Orhan Okay: Ramazan eskisi kadar güzel...
İbrahim BARAN • 66. Sayı / SÖYLEŞİ


“11 ayın Sultanı” Ramazan beraberinde getirdiği güzelliklerle her yıl kapımızı çalıyor. Özellikle son yıllarda yaz sıcağı ile birlikte süren uzun günlerde tutulan oruçlar, iftar vaktinin gelmesiyle birlikte büyük bir heyecanla açılıyor ve sonrasında ortaya çıkan huzur ikliminden insanlar doyasıya istifade ediyorlar. Ramazan bugün her ne kadar yalnızca bir ibadet ayı olarak algılansa da imparatorluk coğrafyasında kültürel etkinliklerin yapıldığı, medeniyetimizin dokularını içeren eğlencelerin düzenlendiği bir zaman dilimi olarak yaşanıyordu. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte bir geçiş dönemi yaşayan Anadolu’da Ramazan algısı değiştirilmeye çalışılsa da, Ramazan ayı her yıl aynı tazelikle ve güzellikle kendini hissettirdi. Çocukluğu Cumhuriyetin ilk yıllarında geçmiş ve o dönemin şartlarını bizzat yaşamış olan Prof. Dr. Orhan Okay’la o günleri ve Ramazan’ı konuştuk…

Günümüzde Ramazan denilince aklımızda ibadet yapılan bir ay geliyor. Osmanlılar ve Selçuklular’daysa Ramazan’ın eğlence kültürünü de içinde barındıran bir yönü var sanki. Eskiden Ramazanlar nasıl yaşanıyordu?

Dediğiniz gibi günümüzde Ramazan yalnızca bir ibadet ayı olarak algılansa da eskiden Ramazan içinde bir takım dinî eğlenceleri de barındırdığı bir kültür ayı görünümü veriyordu. Osmanlı döneminde Ramazan’ın geleneksel bir yaşayışı var. Büyük konaklarda, yalılarda bir taraftan muhtaç olan halka, bir taraftan da toplumun elit kesimi diyebileceğimiz kesimine iftarlar veriliyor, ardından da eğlenceler düzenleniyordu. Mesela yalıların bahçelerinde Hacivat-Karagöz oyunu oynatıyorlardı. Bu gelenek benim çocukluk yıllarıma yani Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar devam ettirildi. 1930’lu ve 1950’li yıllar arasındaysa sözünü ettiğim yalıların saltanatı kalmadı. O dönemde hiçbir yerden işitmemiştim ki, evlerde böyle geniş çaplı iftarlar verilsin. Olsa olsa akrabalar ve eş dost arasında yapılan birkaç kişilik toplantılardan ibaret kalıyordu. İslam’ın toplu olarak yaşanmasından ziyade münferit olarak yaşanması söz konusuydu o dönemler. Bu biraz da rejimin getirdiği hava ile ilgiliydi muhtemelen. Camilerde yine vaazlar veriliyordu, o canlılık devam ediyordu. Ama toplu bir şekilde bir Ramazan yaşayışı bahis konusu değildi. Bugün görüyoruz mesela, vakıflar ve dernekler toplu iftarlar veriyorlar. Böyle bir organizasyon yapmak kesinlikle mümkün değildi.

1950’LERE KADAR RAMAZAN’I HAKKIYLA YAŞAYAMADIK

Cumhuriyetin kurulmasının ardından Anadolu toplumunda Ramazan yaşayışı değişiyor. Bu değişiklik kendiliğinden oluşan bir sürecin sonunda mı geldi yoksa siyasal bir baskının neticesi olarak mı ortaya çıktı?


Ben bu değişimin yaşandığı yıllarda dünyaya geldim. Bu değişimi 1950’lere kadar yükselen bir çizgi olarak düşünecek olursak bu çizginin en yükseğe çıktığı yıllarda yaşanan Ramazanları gördüm. Değişimi yalnızca Ramazan’la somutlaştırmak da doğru değil. Genel olarak dinî hayatta bir değişim söz konusuydu. Dinî hayatın üzerinde ciddi bir baskı vardı. Mesela Kur’an okumayı öğrenmek isteyen bir çocuk bugün olduğu gibi gidip camilerde, kurslarda Kur’an okumayı öğrenemiyordu. Mahalle imamı camide çocuklara Kur’an öğretemiyordu. Ancak evlerde gizli gizli Kur’an dersi veriliyordu. Din adamı yetiştirecek kurumlar kalmamıştı. 1926’dan sonra tamamen ortadan kalktı. Bunun da genel olarak dinî hayata bir tesiri vardı. Anadolu’yu bilemiyorum tabii. Ama İstanbul’da yaşayış bu şekildeydi.

1950’li yıllardan sonra dinin toplumsal algısına ilişkin belirgin bir değişiklik gerçekleşti mi?


1950’li yılların ardından dinî hayatın yaşanmasında da belirgin bir değişiklik görülmeye başlandı. 1950 ile ’60 arasındaki Ramazanları ele alacak olursak toplum hayatında Ramazan’ın toplu olarak yaşanmasından yine söz edemeyiz. Ramazanların toplu olarak yaşanmaya başlanması daha sonraki yıllarda ortaya çıkan bir durum. Bizim çocukluğumuz ve gençlik yıllarımızda vakıflar da yoktu. 1960’lı yıllardan sonra vakıfların kişiler tarafından da kurulabilmesinin önünün açılmasıyla birlikte vakıflar genişledi ve Ramazan’a ilişkin yapılan programların da sayıları arttı. Vakıfların da muhafazakâr tarafları ön plandaydı. Belirli bir tarihten sonra da bu toplu iftarlar, mevlid okumalar zuhur etti.

Ramazan yalnızca toplu ya da bireysel olarak ibadet yapılan bir ay şeklinde mi algılanmalı, yoksa toplumsal aktivitelerin daha fazla yapıldığı, eğlencelerin ve kültürel faaliyetlerin normal zamanlara göre daha fazla ön planda olduğu bir zaman dilimi olarak mı değerlendirilmeli?

Ramazan’ın değişik çevrelerde farklı telakkileri olabilir. Hatta farklı toplumlarda da algılanması farklı olabilir. Her nasıl algılanırsa algılansın İslam dünyasındaki ortak noktası bir ibadet ayı olmasında. Ancak unutmamız gereken bir nokta daha var: Ramazan’da oruç nedeniyle günlük hayatın temposu biraz yavaşlıyor. Osmanlı’da Ramazan’ın yaşanması böyledir. Cumhuriyet devrinde de pek fazla belli olmasa da normal zamanlardan farklı bir zaman dilimi içerisinde olunduğu hissediliyor. Esnaf dükkânını daha geç saatte, mesela öğleye doğru açıyor. Öğleden sonra ve iftara yakın bir zamana kadar iş hayatı devam ediyor. Bu saatlerden sonra Ramazan hükmünü sürmeye başlıyor. Bir de kendiliğinden ortaya çıkan bir şey var: İftarla teravih ve teravih ile sahur arasındaki zamanın değerlendirilmesi. İşte bu iki zaman arası ya ibadetle geçiriliyor ya da Osmanlı’dan gelen bir alışkanlığın devamı olarak çok defa teravihten sonra yatılmıyor ve sahur yemeği bekleniyor. Ayrıca nezih aile eğlenceleri düzenlenerek bu iki vakit başka şekilde değerlendiriliyor. Aile efradı ve yakınların bir araya gelmeleri suretiyle nezih eğlenceler düzenleniyor. Sonra İstanbul’un bazı semtlerinde kıraathanelerde sohbetle ve müzikle geçirilen bir zaman dilimi olarak da görebiliyoruz. Ancak malumunuz Tanzimat’tan sonra Türkiye’de bir alafrangalaşma dönemi yaşandı. O dönemlerden sonra daha hafif eğlencelere dönüşüyor. Ama ağırlıklı olarak böyle değil. Daha çok şiir, edebiyat sohbetleri ve musiki meşkleri düzenleniyor.

İNSANLAR KAYBETTİKLERİ DEĞERLERİ ARIYORLAR

Toplumumuzda hep bir eskiye dönüş, eskiyi özleme duygusu gelişiyor. Bu belki kendiliğinden oluyor, belki de bazı toplumsal faktörler bu duygunun oluşmasına zemin hazırlıyor. Ramazan ayı geldiğinde “Nerede o eski Ramazanlar?” cümlesini sıkça duyuyoruz. Sizin de eski Ramazanları özlediğiniz oluyor mu?


Ben maalesef yaşanılan o buhranlı dönemde geçtiği için çocukluğumun Ramazanlarını arayamıyorum. Söylediğim gibi o dönemde doğru düzgün yaşanılan bir Ramazan ayı yoktu. Kaldı ki bugün yaşanılan Ramazanlar da eskiyi aratacak gibi değil. Ancak benim çocukluğumda Ramazan’ı yaşayanlar eski Ramazanları arıyorlardı. Benim çocukluğumun yetişkin nesli imparatorluğun son dönemini gören ve yaşanılan tüm olumsuzluklara rağmen özlenmeyi hak edecek düzeyde yaşanılan Ramazanları yaşayan bir nesildi. Dolayısıyla onların ağzından sıkça duyardım bu cümleyi. Bu biraz da psikolojik bir durum. İnsan daima kaybettiği şeyleri geri kazanmak, yitirdiklerini tekrar elde etmek istiyor. Muhakkak ki bugün eskiye göre kaybolan birçok değer var. Ancak yaşanmakta olan bazı yeni değerler geçmişi de aratmayacak düzeyde hayatımıza girmiş durumda. Bugün bakıyorum 50’li ve hatta 20’li yaşlardaki insanlar bile geçmişi eskiyi arayan bir görüntü çiziyorlar. Tahmin ediyorum ki ilerleyen yılların 50’li yaşlarına gelecek bugünün çocukları da bugüne özlem duyacaklar. Ancak bunun varolması geçmişin her zaman daha kıymetli, daha anlamlı olduğunu göstermez.

Siz Cumhuriyetin kurulduğu ilk yılları yaşadınız. O dönemde Ramazan’ı ya da daha geniş anlamda düşünecek olursak İslam’ı yaşamakta ne gibi sıkıntılar yaşanıyordu?

Benim çocukluk yıllarımdı o yıllar. Geçmişi bizzat yaşayarak görmediğim için geçmişle kıyaslayarak bir şey söylemem doğru olmaz açıkçası. Bir amcam vardı Çarşamba’da helvacı dükkânı işletiyordu. Tahsilinin ne olduğunu bilemiyorum ama Osmanlıca’yı ve Latin harfleriyle oluşturulmuş yeni Türkçeyi okuyabiliyordu. Eski ve yeni yazısı güzeldi. Kendimi idrak etmeye başladığım zaman amcamın mahalledeki karakolun yanındaki dükkânında bir iki çocuğa Kur’an okutmaya çalıştığını hatırlıyorum. Dükkânın dibinde, görünmeyen kuytu bir yerde Kur’an dersi verirdi. Bana da okuturdu. Aynı zamanda ben evine de gidiyordum. O sırada dükkâna bir yabancı, bir müşteri girdiği zaman dersi bırakıyordu. Ders verdiğini dışarıdan birinin görmesini istemiyordu. Öyle bir ortamda karakolun yanında ders vermesi de ilginçti. Her halde müsamahakâr polislere rastladığı için hoş görüyorlardı. Bilmemeleri mümkün değildi çünkü. Sonradan öğrendim ki birçok yerde jandarma ve polis Kur’an okutmayı engelliyormuş. Kur’an öğrenmek için yapılacak tek şey vardı: O da babanın evinde kendi evladına öğretmesiydi. Bunun dışında başkasına da öğretemezdi.

1950’li yıllara gelinceye kadar ezanın Türkçe okunması dönemi yaşanıyordu Türkiye’de. Siz bu dönemi hatırlıyorsunuz. Sonrasında ezan aslına rücu ettirildi ve Arapça okunmaya başlandı. Arapça ezanı ilk duyduğunuzda neler hissettiniz?


Ben Türkçe ezanla büyüdüğüm için uzun zaman Arapça olduğunu bilmiyordum. Demek ki babalar çocuklarını karşılarına alıp ezanın o yıllardan önce Arapça okuduğunu da söylememişlerdi.

Çekindikleri için galiba…

Evet, toplumda genel bir kaygı hali oluşmuştu. Bir müddet sonra da alışkanlık haline gelmişti. Ben lise yıllarımdaydım. 1950’li yıllardı. O zamana kadar ben pek çok şeyi öğrenmiş bulunuyordum. Zaten basılı yayınlar da vardı. 1946’lı yılların sonunda Büyük Doğu mecmuasını okurdum. Birçok konuya ilişkin ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Prof. Dr. Orhan Okay
« Posted on: 18 Nisan 2024, 20:36:16 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Prof. Dr. Orhan Okay rüya tabiri,Prof. Dr. Orhan Okay mekke canlı, Prof. Dr. Orhan Okay kabe canlı yayın, Prof. Dr. Orhan Okay Üç boyutlu kuran oku Prof. Dr. Orhan Okay kuran ı kerim, Prof. Dr. Orhan Okay peygamber kıssaları,Prof. Dr. Orhan Okay ilitam ders soruları, Prof. Dr. Orhan Okayönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes