> Forum > ๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ > Mostar Aylık Kültür ve Aktüalite Dergisi > Söyleşi > Prof. Dr. Fahri Unan
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Prof. Dr. Fahri Unan  (Okunma Sayısı 1229 defa)
23 Temmuz 2012, 15:42:54
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« : 23 Temmuz 2012, 15:42:54 »



Prof. Dr. Fahri Unan: Medreseler devletle halk arasında köprü vazifesi gördüler
İbrahim BARAN • 78. Sayı / SÖYLEŞİ


Selçuklu Devleti’nin yıkılmasının ardından Anadolu’da irili ufaklı onlarca beylik kuruldu. Osmanlı Beyliği bu coğrafyanın uç kısmında kurulan küçük bir beylikti. Kuşkusuz, 30 yıl hiçbir şeyi olmamış küçük bir beylikten yaklaşık 600 yıl dünyaya hükmeden bir devletin ortaya çıkmasını sağlayan çeşitli faktörler ve kurumlar var. Medreseler de bu kurumlardan biri. Osmanlı Medreseleri’ni uzman bir isim olan Beykent Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fahri Unan’la konuştuk.

Osmanlı’da medrese kavramı ilk defa ne zaman ortaya çıktı?
Osmanlı medreselerinin kuruluşu hicri 731, miladi 1330-31 yılına dayanıyor. Bu tarihe kadar yani yaklaşık 30 yıl Osmanlılar’da bir medreseden bahsetmemiz mümkün değil. Devletin ihtiyaç duyduğu yetişmiş elemanlar daha ziyade Anadolu’nun başka bölgelerinden başka Türk beyliklerinden gelen kişilerden oluşuyordu. İlk Osmanlı medresesi Orhan Gazi tarafından hicri 731 yılında kuruldu ve Orhan Bey’in adıyla “İznik Orhaniyesi” olarak anıldı. Bundan sonra peş peşe özellikle Osmanlı Devleti’ne başkentlik yapmış şehirlerde medreseler kurulacaktı. İlk Osmanlı medresesinin en tanınmış müderrisi Davud-u Kayseri’ydi. Unvanından da anlaşılacağı üzere Kayserili kendisi. Yanında Alaaddin Esved isimli başka bir müderris daha vardı. Dolayısıyla Osmanlı medreselerine eleman yetiştirecek olan ilk adımlar Davud-u Kayseri’nin mensubu olduğu ilim geleneğinden Osmanlılar’a intikal edecekti. Davud-u Kayseri Razi ekolüne mensup bir ulemaydı. İbn-i Arabi tasavvufundan ilham almıştı kendisi. İlmi bakımdan da daha çok akla önem veren Razi mektebine mensup olmuştu. İstanbul’un fethinden önce İznik’te kurulan ilk medreseyi takiben Bursa’da bir medrese kurulmuştu. Sonra Balkanlara geçilmesiyle Edirne’nin alınmasıyla birlikte Edirne’de medreseler kurulmaya başlandı. İstanbul’un fethedilmesiyle de belli başlı medreseler İstanbul’da toplanmaya başladı. Bu arada taşradaki medreseler de eğitimlerine devam ediyorlardı. Başkent medreseleri her zaman en itibarlı medreseler oldu Osmanlı coğrafyasında. Bu medreselerin pek çoğu da sultanlar tarafından açılan medreselerdi. Topraklar genişledikçe Anadolu’da diğer beyliklerin kurduğu medreseler de Osmanlı medreseleri haline geldiler.

Nizamiye Medreseleri’nin Osmanlı’da medrese kavramına doğrudan ya da dolaylı bir etkisi oldu mu?
Osmanlı Medreseleri’ni ilmî gelenek bakımından kendilerinden önce İslam coğrafyasında kurulan medreselere bağlamak gerekiyor. Zaten Osmanlı Devleti medreselerin bütün unsurlarını kendisi oluşturmadı. Kendisinden önce varolan devletlerden miras aldığı zeminde yürüdü. Dolayısıyla birincil olarak Selçuklular’ın Nizamiye Medreseleri ile bağlantılıydı. Osmanlı Medreseleri’ne dışarıdan gelen ilim adamları da bu tür medreselerden yetişmiş ilim adamlarından oluşuyordu. Nizamiye Medreseleri’nden önce de pek çok medrese var. Fakat Nizamiye Medreseleri ilk defa devlet tarafından kurulan, kontrol ve finanse edilen, eğitim öğretim programı devlet tarafından oluşturulan, bir başka deyişle aslında devlet güdümünde olan medreselerdi. Daha önce kurulan medreseler pek çok yerde vardı ama bağımsız medreselerdi.

Bireysel olarak mı faaliyet gösteriyorlardı?
Evet, bireysel olarak tanınmış ya da zengin kişilerin eliyle kurulan medreselerdi. Onlar devlet kontrolünde değillerdi ve farklı eğilimleri içerisinde barındırıyordu. Nizamiye Medreseleri ile birlikte eğitim ve öğretim doğrudan devletin kontrolü altına girmiş oluyordu. Bu medresenin kurulmasının da bir nedeni var. O dönemde Bâtıni hareketleri çok yaygındı. Malumunuz Bâtıniler Hasan Sabbah’la haşhaşiler grubu olarak da bilinen, bugünkü terimlerle adlandıracak olursak terörist faaliyetlerde bulunan bir gruptu. Bâtınilik Şiiliğin aşırı bir kolu. Onun propagandası yapılmak üzere Ezher Medresesi kuruluyor Fatımiler döneminde. Fatımilerin yıkılmasından sonra bu medrese el değiştirip Sünni âlimlerin yetiştiği bir üniversiteye dönüştü. Bugün de varlığını devam ettiriyor, malumunuzdur. İşte bu medrese ile fikrî planda mücadele etmek için Nizamiye Medreseleri kuruldu. Nizamiye Medreseleri içerisinde en önemli müderris ya da bugünkü ifadesiyle profesör İmam-ı Gazali’ydi. Gazali’nin pek çok eseri Bâtıniliğe reddiye olarak yazılmıştı. Özellikle Bağdat’taki medresenin başına getirilmesinin en önemli sebebi de buydu. Kaleme aldığı eserlerde Bâtıniliğin sapık bir düşünce olduğunu, Sünnilikle uyuşmadığını anlatmıştı. Dolayısıyla Nizamiye Medreseleri devletin belirlediği kurallar çerçevesinde eğitim vermişti. Bu vesileyle de oraya Sünnilik dışı akımlar sızmamıştı. Nizamiye Medreseleri’nde ilk yıllarda Şafi Mezhebi’ne göre eğitim veriliyor, daha sonra ilim alanı genişletiliyordu.

Devlet iradesi çerçevesinde mi böyle bir uygulama yapılıyor?
Evet, zaten İmam-ı Gazali de Şafii Fıkhı üzerine amel eden bir âlim. Ancak daha sonra ilmi alan genişletiliyor ve diğer Sünni mezheplere ilişkin eğitimler de veriliyor. Türkler Anadolu’ya yayıldıkça yayıldıkları topraklarda çok sayıda medrese kurdular. Bu medrese geleneği Selçukluların ilk medrese geleneğinin devamıydı. Selçukluların dağılmasıyla birlikte Anadolu’da 18-20 tane beylik oluştu. Osmanlı Beyliği de bunlardan biriydi. En uçta, en küçük beylik olarak görülüyor. 1299 ya da 1302’de kuruldu. 1330’lara kadar da neredeyse hiçbir şeyi yoktu. Böyle bir toplumun imam ihtiyacı var, okumuş yazmış insana ihtiyacı var. Fakat Osmanlı Beyliği’nin bir çekiciliği de var. Diğer beylikler biraz daha karışık. Faaliyetleri hep Bizans üzerine. Diğer Anadolu beyliklerini beğenmeyen, orada huzursuz olan âlimlerle birlikte savaşçılar da Osmanlı topraklarına yerleşmeye geldiler. İşte bu gelenlerin içerisinde okumuş yazmış olanlar Osmanlılar’a hizmet vereceklerdi. Osmanlı toprakları yavaş yavaş büyüdükçe de dışarıdan gelen âlimlerin ve savaşçıların verdikleri hizmetler yetersiz kalacaktı. Ve Osmanlılar’ın ilim adamlarını ve savaşçılarını kendilerinin yetiştirmesi gerekecekti. Kendisinden önce kurulmuş olan devletlerin geleneğini de benimsemiş olacaklardı ister istemez. Osmanlı Medreseleri’nde okutulan eserlerin neredeyse tamamı kendilerinden önce varolmuş devletlerde yaşamış âlimlerin kaleme aldıkları eserlerdi. Yani Osmanlılar ne ilmî geleneklerini ne de medrese sistemlerini doğrudan kendileri üretmediler. Kendilerinden önceki geleneği tevarüs ettirdiler.

OSMANLI DEVLETİ’NDE REDDİ MİRAS YOKTU

Bir reddi miras söz konusu değil o halde.

Kesinlikle değil. Adet-i Kadime olarak nitelendirilir zaten. 16. yüzyıla kadar dinî ilimlerde Osmanlılar Mısır, Irak, Suriye gibi Arapların bulunduğu ülkelere talebelerini gönderiyorlar eğitim alsınlar diye. Din dışı ilimlerde de Orta Asya’ya gidişler söz konusu. Oralardan aldıkları birikimi Anadolu’ya aktarıyorlar ve bu miras üzerine inşa ediliyor Osmanlı medreseleri. 16. yüzyılda Doğu’ya gidiş gelişler sınırlanacaktı. Bunun da bir nedeni var: İsmini zikrettiğimiz tarihler İran’da Safevi Devleti’nin kuruluş tarihleri. Safeviler Şiiliği benimsiyor. Doğu’da Türklerle, Batı’da da Osmanlılar’la mücadele ediyor. Bu nedenle bu tarihlerden sonra Osmanlı talebelerinin İstanbul’dan Doğu’ya eğitim amaçlı gitmeleri seyrekleşmişti. Fatih zamanında Orta Asya’dan gelen en büyük ilim adamı Ali Kuşçu idi. Kadızade Orta Asya’ya gider, Ali Kuşçu ile ilmi müzakerelerde bulunurdu. İşte bu gidiş gelişler 16. yüzyıldan sonra seyrekleşmişti. Bu nedenle kesinlikle bir reddi mirastan bahsedemeyiz. Yalnızca kuruluş ya da yükseliş döneminde değil, hiçbir dönemde bir reddi mirastan söz etmemiz mümkün değil. Hatta kendinden önceki bütün birikimden istifade etmiştir Osmanlı Devleti.

Bu biraz da inancının ve geleneklerinin gereği olarak bu şekilde tezahür etmiştir diyebilir miyiz?
Elbette diyebiliriz. Mesela 16. yüzyılda yazılmış olan Kınalızade’nin Ahlak-ı Alai’sindeki kaynaklara baktığımızda çoğunun Osmanlı dışında, onlardan önce eser veren âlimlerin eserleri olduğunu görüyoruz. İran’daki meşhur şairlerin şiirleri, eserleri kaynak olarak kullanılıyor, alıntılar yapılıyor. Dinî eserler keza aynı şekilde alıntılar yapılarak kullanılıyor. Bütün bu eserler, çalışmalar yabancı bir şey olarak görülmüyor. Osmanlı kültürünü ve ilmini belki dil bakımından tasnif edecek olursak üç farklı bölgenin dilinden etkilenmiş, bunlardan mürekkep bir dilden bahsedebiliriz. Yani Arapça, Farsça ve Türkçe’den oluşmuş bir dil. Bu Osmanlı ulemasının Arapça ve Farsça yazılan eserlerden de ayrım yapmadan istifade ettikleri, onları kütüphanelerine koydukları anlamına geliyor. Ulemanın tamamı zaten Arapça ve Farsça da biliyor. Bu eserlerden kolaylıkla faydalanabiliyorlar.

Başkent İstanbul’da kurulan medreselere daha çok ilgi gösterildiğini ifade ettiniz. Osmanlı İmparatorluğu’nun ilme ve kültüre ilişkin her şeyi İstanbul’da konuşlandırdığı şeklinde bir eleştiri var. Anadolu topraklarına bu anlamda yatırım yapılmadığı ifade ediliyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bu iddia bir yönüyle doğru. Bugünkü toplumla o günkü toplumu birbiriyle karşılaştırmamak lazım. Mesela bugün ben bir eser yazarım. 3-5 bin basılır, Türkiye’nin her tarafına hatta yurt dışına bile gider. O zaman böyle bir durum söz konusu değil. Ulemanın seçkinleri başkentte, Osmanlı bürokrasisi, devlet erkânı ve bütün iş imkânları başkentte. Dolayısıyla başkentte imkânlar daha fazla. Ulema bir eser ortaya koyunca bunu bir paşa ya da padişaha yazar ve onlara ithaf eder. Bunun karşılığında caize alır ve bunlarla geçinir. Kitaplarını satarak geçinemiyor maalesef. Cumhuriyet sonrası Türk aydınlarının hayatına baktığımızda gazetelere yazı yazarak geçindiklerini okuruz. Osmanlı’da bir eser yaz...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Prof. Dr. Fahri Unan
« Posted on: 29 Mart 2024, 01:50:53 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Prof. Dr. Fahri Unan rüya tabiri,Prof. Dr. Fahri Unan mekke canlı, Prof. Dr. Fahri Unan kabe canlı yayın, Prof. Dr. Fahri Unan Üç boyutlu kuran oku Prof. Dr. Fahri Unan kuran ı kerim, Prof. Dr. Fahri Unan peygamber kıssaları,Prof. Dr. Fahri Unan ilitam ders soruları, Prof. Dr. Fahri Unanönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes