๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Söyleşi => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 22 Haziran 2012, 16:19:46



Konu Başlığı: Gazeteci-Yazar Avni Özgürel
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 22 Haziran 2012, 16:19:46
Gazeteci-Yazar Avni Özgürel: Demokratikleşme süreci ivme kazandı
Sadık ŞANLI • 68. Sayı / SÖYLEŞİ


Türkiye’de son birkaç ayın en önemli gündem maddesi, hiç kuşkusuz ki “anayasa değişikliği paketi”nin oylanacağı referandumdu. Ülkenin “evetçiler”, “hayırcılar” ve “boykotçular” olarak üç cepheye ayrıldığı, siyasi tansiyonun hayli gerildiği tartışmalı günler, nihayet geçtiğimiz ay 12 Eylül’de gerçekleşen referandumla geride kaldı. Sandıktan çıkan yüzde 58 “evet” oyunun sonrasında ise “bundan sonra neler olacağı”na dair bir başka tartışma alevlendi. Sandıktan çıkan oy oranları ne ifade ediyordu? Siyasi partilerin referandum sürecindeki doğruları ve yanlışları nelerdi? Sandıktan çıkan “evet”in kısa, orta ve uzun vadede ülkeye etkileri neler olacak? Yeni bir anayasaya kısa zamanda kavuşacak mıyız? Bunlar halihazırda tartışılmaya devam eden ve cevap bekleyen sorular. Bu soruların cevaplarını konunun uzman isimlerinden, Radikal gazetesi köşe yazarı Avni Özgürel ile aradık…

Ülkede siyasi tansiyonun oldukça yükselmesine neden olan bir referandum sürecini geride bıraktık. Paketin halkoylamasında kabul edilmemesi için büyük bir gürültü koparıldı. Bu tavrı nasıl okumalıyız?

Türkiye’de sürekli bir yerleşik sistemden, statükodan bahsediyoruz. Hatırlayacaksınız, bu statüko Ergenekon davasında veya silahlı kuvvetlerin konu edindiği, devreye girdiği birtakım yargılamalar sürecinde çok hırpalayıcı bir biçimde gündeme gelmişti. Ama sonunda görüldü ki, o yargılamaların yapıldığı sürece silahlı kuvvetlerin bir itirazı yok. Bugün de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sürekli olarak demokrasiye vurgu yaptığını, son Yüksek Askeri Şura toplantılarında da görüldüğü üzere sivil otoritenin aldığı kararlara uyum sağladığını gördük. Bu söylediğimi biraz geçmişe götürürsem; Osmanlı’nın son dönemlerinde I. Mahmut yeniçeriyi ortadan kaldırdı biliyorsunuz. Tabii yeniçeri bir ordu, Osmanlı’nın ordusu. I. Mahmut’un yeni bir anlayışa sahip bir ordu kurma fikrine direnen olmadı. Ve çok sıkıntılı bir mücadele yaşanacağı tahmin edilirken, mücadele yaşanmadı. Ama I. Mahmut’un ortadan kaldıramadığı bir şey vardı.

Neydi o?

Ulema direnişi. Yenileşmeye, değişmeye ulemanın itirazı. Ulema dediğimiz kadılar, din adamları, müspet bilimlerle uğraşan bilim adamları ve aydınlardan oluşan bir sınıf. Bugün de, az önce söylediğim gibi sivilleşme düşüncesine karşı silahlı kuvvetlerden bir direnişle karşılaşmadık. Homurdanmalar, rahatsızlıklar oldu. Fakat sonuç itibariyle ordu, sivil otoritenin aldığı karara uydu. Peki, bugün en büyük direnişi gösteren kurum hangisi? Yargı. Bir de üniversite. Yani eskinin uleması. Bunun siyasi yansıması vardır; muhalefet partileri gibi siyasi uzantıları… Direnişin esası budur, değişime itirazdır. Bugün mevcut sistemde bu kurumların hepsi kendi istiklalini ilan etmiş kurumlar. Bu kurumlar, “Biraz ordu, biraz yargı bürokrasisi, biraz hükümet, biraz üniversite var” diyen bir anlayışa sahip. Bunlar, “bize dokunulamaz” diyen bir anlayışa sahip. Fakat üniversite hemen yelkenleri indirmişti hatırlıyorsanız. YÖK başkanlığındaki bir tavır değişikliği, o direnci kırmıştı. Aynı durum silahlı kuvvetler için de geçerli. Ama sistemin omurgası ulemadır. O bakımdan bu yaşadığımız referandum, birçok genel seçimden, bundan önce yapılmış anayasa değişikliklerinden daha önemlidir. Çünkü bu anayasada bir madde var, diyor ki; “anayasa, lafzıyla ve ruhuyla birlikte yorumlanır”.

Ruhu ne oluyor?

Anayasanın ruhu, o sisteme hâkim ideoloji. Bu önümüzde duran, referandumda insanların oyuna sunulan işte o ruhtur. Bu kafa, yapı devam etsin mi yoksa etmesin mi, kavganın esası da budur. Pakete yönelik meclis ve medyada süregelen tartışmalarda ise pakete karşı çıkışın sağlam bir argümanını, “iktidar bu paketteki şu madde ile siyaseti kontrol altına almak istiyor, çünkü…” denildiğini, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) ya da Anayasa Mahkemesi (AYM)’nin üye yapısının sayısal dengelerine bakarak bir şey söyleyebildiklerini gördünüz mü? Öyle bir şey yok. Ki ortada yanlış bir oyun da var.

Nasıl bir oyun?

Anayasa değişikliği paketinin geçici maddelerine baktığımızda, HSYK’ya yeni üye olacak on kişi var, on hâkim. Bu on kişi, birinci derece hâkimler tarafından seçilecek. Bu isimlerin 15 yıllık birinci derece hâkim olması şartı var. Yani 15 yıl önce birinci derece hâkimliğe yükselmiş olacak. Bu demektir ki 18-20 senelik hâkim olması lazım. 20 sene öncesinin siyasetinde AK Parti mi vardı? O döneme baktığımızda Süleyman Demirel’i, Tansu Çiller’i, Mesut Yılmaz’ı, Bülent Ecevit’i, Deniz Baykal’ı görebiliriz. Bu kadroların iktidarda olduğu dönemde hâkimliğe başlamış, birinci derece hâkim olmuş, yani o eleştirilen Moğultay’ların Adalet Bakanı olduğu dönemde hâkimliğe başlamış kişilerin içinden seçilecek. AK Partili oldukları nerden belli bunların? O bakımdan, bence anayasa değişikliği paketine itirazın hukuki ve maddi hiçbir dayanağı yoktur. Var olan ise siyasi bir dayanaktır. O da “ben istemiyorum”dur. Başka hiçbir ölçüsü de yoktur bunun. O noktada da millet kararını verdi.

SİYASİ TARİHİMİZDE BİR İLKİ YAŞADIK

Millet kararını yüzde 58 “evet” ile verdi. Yüzde 42’ilik bir oranda da “hayır” kararı var. Bu oranları nasıl değerlendiriyorsunuz?


Hepimiz biliyoruz ki, Türkiye’de siyaset bir takım taraftarlığı gibi yapılabiliyor. Ama buna rağmen onu aşan, “hayır, bu doğru değil, bu bizim ülkemizin geleceği açısından önemlidir” diyen ve kendi mensubu olduğu partinin hilafına hareket eden bir seçmen kitlesi de var. Bu kitle içerisinde “hayır” diyen CHP ve MHP’nin seçmenleri de var, sosyalist aydınlarda var, sağ ve sol düşünceye mensup başka partili insanlar da var. Bu insanlar AK Partili filan değiller. Ama o sürece katıldılar. Bu durum, bizim siyasi tarihimizde çok önemlidir. Daha önce hiçbir örneği yok.

İlki yaşanan bu duruma dair düşünceleriniz nelerdir?

Bunu, Türkiye’nin önümüzdeki dönemde demokratikleşme hedefi açısından fevkalade önemli görüyorum. Yüzde 42 parti taassubundan ibaret; bu kitlenin anayasaya inanmamışlığından değil. Parti taassubu, AK Parti politikaları ve Başbakan’ın üslubuna, tavrına öfkeliliğin ifadesi. Ve “hayır diyeceğim çünkü ben Tayyip Erdoğan’ı sevmiyorum”, “hayır diyeceğim çünkü AK Parti Türkiye’yi kötü yönetiyor” gibi çeşitli savunmalar. Fakat bunların anayasayla bir alakası yok. “Hayır” oyu talep eden siyasi partinin de yok anayasayla bir münasebeti. Kılıçdaroğlu ne diyordu: “Tatilinizi yarıda kesin, gelin oy kullanın.” Birtakım insanlar geldiler, az ya da çok hayır oyu kullandılar, ama tatillerini yarıda kesip geldiler. Sayın Kılıçdaroğlu ise oy kullanamadı. Hadi diyelim ki sekreteri şusu busu unuttu da oy kullanamadı. Peki ya oğlu? Oğlu referandumdan önce tatile gitti yurtdışına. Oğlu da kullanmadı. İnsanlar buna bu kadar boş gözlerle mi bakarlar? Bunun bir anlamı yok mu? Üç ay boyunca bu anayasa değişikliği paketinin olumlu bir gelişme olduğunu sen anlayamamışsın veya kabullenmemişsin ama Brüksel’e gidiyorsun, bir günde anlatıyorlar sana ve bunu benimsiyorsun. Bu nasıl bir şey?

Peki, nedir bu çelişkinin kaynağı?

İşte bu siyaset ve husumetle rekabet. Başka bir dayanağı yok. Bu referandum, toplumun artık projesi olana itibar ettiğini gösteriyor. Yani güzel slogan bulanlara değil. İşte Kılıçdaroğlu genel af dedi, başörtüsü dedi, fındık fiyatları dedi vs. Birçok insanın beklediği şeyler bunlar. Hepsinin “hayır” oyu vermesi lazım. Ama bu sözlerin hiçbirisi bir projeye dayanmıyordu. Pratikte bunların altında hiçbir şey yok. İnsanlar da olmadığını gördüler zaten, bu kadar basit.

“Halk projesi olana itibar ediyor” dediniz. Buradan, artık kuru, içi boş sloganlarla oy toplama döneminin büyük oranda kapandığı anlamını çıkartabiliriz. Peki, halktaki bu değişim nereden kaynaklanıyor? Toplumun devlete ve devlet partilerine bakış açışı mı değişti? Yoksa daha farklı bir zihniyet dönüşümü mü yaşanıyor?

Bizde bütün partiler devletçidir. Devletçilik açısından birbirleriyle yarışamazlar. Bir şekilde herkesin kendine göre bir devlet anlayışı var. O manada sekiz senedir iktidarda olan AK Parti de devletçi bir parti. Zira tek devlet, tek bayrak, tek millet diyor. Ama sonuçta o algıda bir değişiklik yok. Ona bakmamak lazım fazla. Onun ötesinde ahalide devlet algısında, egemenlerin iktidarına bakışta değişme var. “Hayır kardeşim hayır, böyle olmaz, böyle yönetilmek istemiyoruz” diyorlar. Veya “Daha müreffeh, daha özgür yaşamak istiyorum. Benim gibi düşünmeyenlerin düşüncelerine eskiden kapalıydım ama artık açığım. İşitmek istemediğim şeyler vardı, şimdi işitmek beni huzursuz da etse, tahammül ediyorum, etmeliyim artık.” diyorlar. İnsanların düşünce dünyalarında, ruh dünyalarında bir değişim var. Bu değişimi algılayarak söz ve proje üreten ve niyet olarak yapmak istediği hissini, söylediklerini yapma iradesine sahip olduğunu, yapmayı arzu ettiği duygusunu insanlarda uyandıran başarılı oldu. Bu kadar basit.

AK PARTİ’NİN DE KAYBETTİĞİ BİR ŞEY VAR

Önümüzdeki sürece gelirsek, halktaki bu değişim isteği yeni bir anayasa ile taçlanacak mı? Muhalefet yeni anayasa yapımına giden süreçte de mevcut tavrını sürdürecek mi?


Bu referandumda partiler kaybettiler. CHP ve MHP kaybetti. Peki, AK Parti’nin kaybettiği bir şey yok mu? Var!

AK Parti ne kaybetti?

Mazeret… AK Parti mazeretlerini kaybetti. Bugüne kadar başörtüsü, demokratikleşme gibi sözlerine karşı hep bir mazereti vardı: Asker istemiyor, karşı çıkıyorlar, yargı beni engelliyor vs. Şimdi mazereti kalmadı. Çözüm yönünde sen gerekeni yapmak zorundasın artık. Mazeretin kayboluyor.

Peki, yeni anayasa…

Bu, bugünün işi değil. 2012 sonrasına kadar da sarkar bu işler. Ama bunların önünde artık engel kalmadı gibi. Fizikte “kritik eşik” dedikleri bir şey vardır. Atom bombasını yaparsın, Uranyum 37’de patlar, 20’den sonrası kritik eşik. Patlar artık bu. Türkiye, demokratikleşme yolunda önündeki kritik eşiği atladı. Bundan sonra çok daha hızlanarak gidecek. Bu, AK Parti’nin çok da demokrasi heveslisi olduğundan değil, daha frene bile basabilirler. Genel seçim kaygısı, arkasından cumhurbaşkanlığı seçimleri kaygısı. Tayyip Erdoğan belki cumhurbaşkanı olmak istiyor. “Şöyle desem ne olur, böyle desem ne olur, bunu biraz söylemesek…” gibi kaygılarla biraz frene basabilirler. Ama hem içerden hem de dışarıdan gelen baskıya orta vadede direnemezler. Onun için bu referandum, demokratikleşme sürecine ivme kazandırdı. Ve çok daha hızlı birtakım değişimleri yaşayacağız. Buna ayak uyduran hayatta kalır, ayak uyduramayan silinir gider. Bu siyasetçi olur, gazeteci olur, medya olur, işadamı olur, her bir şey olur yani; ayak uyduramazsa kaybeder ve silinir gider. Böyle bir döneme girdik. Çok abartılı bir laf etmek istemem ama 10 yıl sonranın Türkiye’si bugünkü Türkiye ile kıyas bile edilemeyecek. Ve bizler inşallah yaşar görürüz, hayret edeceksiniz sizler, nasıl olur diye. Batılı manada bir demokrasi, hatta en az o standartlarda bir demokrasi… Fakat bir tek problemimiz var. Bunun kültüre yansıması… Bildiğiniz üzere değişim taklitle başlar. Taklit zamanla alışkanlığa dönüşür. Alışkanlık da zamanla huy haline gelir. Ama bu az zaman almaz. O bakımdan bunun kültüre, genlerimize yansıması lazım.

Referandumda kabul edilen paketin kısa vadede sosyal, ekonomik, politik ve toplumsal açıdan getirilerinin neler olacağını düşünüyorsunuz?

Biraz geriye gidersek, Türkiye’de rahmetli Özal döneminde önce iş dünyası ile değişti. Global ekonomiye iş dünyamız kendini kabul ettirdi. Dünyaya açıldı, çok yara aldı, sarsıldı ama sonunda da kendini kabul ettirdi. Artık dünya standartlarında üretim yapan, ürettiği bir mal dünyanın her tarafında aranabilen, bilgi teknolojisini kullanan, yavaş yavaş bilgi üretmeye de başlayan, yurtdışında inşaat başta olmak üzere birçok sektörde başarıya ulaşan basbayağı bir iş dünyası var… İş dünyamız dünyaya entegre oldu. Yaşadığımız süreçte asker de entegre oluyor. Yakın bir zamanda demokrasiyle idare edilen ülkelerin orduları gibi olacak. Yargı da olacak. Peki, bunlar olacak da siyasi partiler anıt mı? Elbette medyası, iş adamı, hâkimi, askeri, siyasetçisi de değişecek.

Kimdir:

Avni Özgürel, 1948 yılında Ankara’da doğdu. Ankara’da Ulus Gazetesi’nde gazeteciliğe başladı. İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde Ekonomi-Maliye Bölümü’nde okudu. 12 Eylül 1980 sonrası haftalık Yeni Sözcü dergisini çıkarttı, askeri yönetime muhalif yazılarından dolayı yargılanıp, bir dizi mahkûmiyetler aldı. 1981’de Bulgaristan Türklerinin içinde bulunduğu durumu yansıtan ve TRT’de yayınlanan Belene isimli dizinin senaristliğini yaptı. Milliyet, Akşam, Sabah, Radikal başta olmak üzere birçok gazete ve Panorama, Turkuvaz gibi haftalık ve aylık dergilerde gazetecilik ve yöneticilik yaptı. 12 Eylül darbesinin hikâyesi olan Zincirbozan ve geçtiğimiz ay gösterime giren Büyük Oyun isimli sinema filmlerinin senaristliğini yapan, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e İktidar Oyunu isimli bir de kitabı bulunan Özgürel, halen Radikal gazetesinde köşe yazıları yazıyor.