๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Son Peygamber => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 18 Aralık 2009, 17:10:15



Konu Başlığı: Öldürücü Ganimetler
Gönderen: Sümeyye üzerinde 18 Aralık 2009, 17:10:15
Öldürücü Ganimetler


Düşman ordularının sayıca fazla olmaları kendilerine bir fayda sağlamamıştı. Hiçbir kazanç elde edemişlerdi. Sonunda kaçmaya başladılar. Ancak fazla uzaklaşmadıkları için belleri tamamen kırılmamıştı. Halid bin Velid ile İkrime bin Ebi Cehil kumandasında ikiyüz atlıları vardı. Bunlar fırsatını bul dukları takdirde arkadan islam ordusuna saldırma görevini al mışlardı. Bu kumandanlar oldukça tedbirli davranıyorlar, kin ve intikam ateşiyle yanıp tutuşuyorlardı. Hamiyyet uğruna sa vaşmaktaydılar. Öte yandan ganimetler mücahitlerin bir kıs mını aldatmıştı. Ali ile Zübeyr, Sad bin Ebi Vakkas ve diğer bahadırlar, müşriklere büyük kayıplar veriyordu. Fakat bunla rın arka taraflarında kalan mücahitlerin bir kısmı ganimetleri topluyor ve müşrik ölülerinin üzerlerindeki mallarıyla silahla rını alıyorlardı. Bunlarla uğraşırken de, kardeşleri Ebu Düca-ne´yi başı yarık ve yerde yatar vaziyette kendi haline terkedi-yorlar, mü´min ordusunun arka taraflarını korumuyorlardı.

Müslümanların ganimete koşuşmalarından önce savaşın ne şekilde seyrettiğini tbn îshak şöyle anlatır: "Cenab-ı Allah müslümanları zafere ulaştırmış, va´dini gerçekleştirmişti. Müs lümanlar kılıçlarıyla müşrikleri kovayalarak ordugah dışına çıkarmışlardı. Artık kesin olarak müşrikler yenilmişlerdi."

îslam bahadırlarından Zübeyr bin Avam der ki: "Hind´in cariyeleriyle hizmetçilerine baktım. Yanlarına aldıklar az bir malla veya elleri boş olarak kaçmaya çalışıyorlardı"

Herkes ganimet toplamaya başlamıştı. Okçular ganimetlerin çokluğunu ve savaşçıların ganimet için koşuştuklarını görünce görevlerini unuttular ve Hz. Peyamberin, îslam askerlerinin dört katı olan müşriklerin îslam ordusunu arkadan kuşatmala rına izin verilmemesi konusundaki emirlerine rağmen, okçular yerlerini terkedip ganimet elde etmeye koştular. Öte yandan Halid bin Velid ile Ikrime bin Ebi Cehil, okçuların yerle­rinden ayrılmalarım dört gözle bekliyorlar ve süvarileriyle İs lam ordusunu arkadan vurmak için fırsat kolluyorlardı. Okçu ların yerlerinden ayrıldığını görür görmez, onların boş bıraktık ları yere saldırdılar ve imân ordusunu arkadan vurmaya başla dılar. Kureyş ordusunun büyük bir kısmı kırılmaya başladığı ve yenilginin kesinleştiği bir sırada Kureyş ordusu intikam al mak maksadıyla yeniden islam askerlerine saldırmaya başladı. Öldürmek amacıyla Hz. Muhammed´in üzerine yürüdüler. Fa kat Hz. Peygamber, müslüman mücahitler tarafından çember içine alınarak korundu.

İbn İshak der ki: Müslüman okçuların yerlerinden ayrılma ları büyük bir darbe oldu. O gün büyük bir imtihan, mal sevda sına kapılanlarla kapılmayanların seçim günüydü. Yüce Allah bazı müslümanlara şehitlik mertebesini ikram etti. Öyle bir an olmuştu ki, müşrikler Hz. Peygambere yaklaşmışlar, ona taş atmışlardı. Hatta bu taşlardan biri onun mübarek dişini kır mış, dudağını ve yüzünü yaralamıştı. Müşrik askerlerinin at­tıkları taşla miğferinin iki halkası da temiz ve mübarek yanağı na batmış, Hz. Peygamber saldırı esnasında müslümanları dü şürmek için Ebu Abir el- Evsi tarafından Jtazılan çukura düş müştü. Hz. Ali ile Talha bin Übeydullah onu tutup kaldır mışlardı.

Sahabiler Peygamber Efendimizin mübarek yüzünü temizle meye başladılar. Ebu Ubeyde Amir bin Cerrah yanağına ba tan miğferin iki halkasından birini dişi ile çekti. Bu sırada da süt dişlerinden biri düştü. îkinci halkayı çekerken de öbür süt dişi düştü. Müşrik askerler Hz. Peygamberi öldürdüklerini ve işin bittiğini zannediyorlardı. Bu sebeple müslüman bahadır lar cephe önünde onu etten bir duvar ile koruma çemberine al mışlardı. Kılıçlar etrafında sakırdıyordu. Bir çok mü´min canla rı pahasına onu korumaya çalışırken, müşrik askerler de O´nu öldürmek için bütün güçleriyle uğraşıyorlardı. Hz. Peygamber (sav)´i koruyanlardan biri de , sancaktar Musab bin Ümeyr´di. Onu korurken, kendisini Hz. Peygamber sanarak şehit ettiler. Vuran adam, Hz. Peygamberi öldürdüğünü sanarak, Kureyş askerleri arasında yüksek sesle " Muhammed´i öldürdüml" diye bağırmıştı. Bu esnada Musab bin Ümeyr´in elinde bulu­nan îslam sancağını Hz. Ali almıştı. Kureyşliler Hz. Peygam beri ok yağmuruna tutmuşlardı. Oklar, bedenini Hz. Peygam bere siper yapan, Ebu Dücane´nin sırtına saplanmış, fakat o buna rağmen Hz. Peygamberin üzerine eğilerek ona ok isabet etmemesini temin etmişti. Sonunda sırtına saplanan oklar ço ğalınca yere düşüp şehit oldu. Bu arada Sad da müşrikleri Hz. Peygamberden uzaklaştırmak için, üzerlerine durmaksızın ok atıyordu. Hz. Peygamber de ona ok yetiştirerek: "At. anam ba bam sana feda olsun ey Sad\" diyordu.

Müşrikler arasında Hz. Peygamberin öldürüldüğü haberi ya yılmıştı. Bu haberi duyan müslümanlar umutsuzluğa kapılmış, zayıf iradeliler ümitlerini yitirmişti. Ama çoğu da daha fazla çarpışmaya başlamıştı. Ancak mü´minlerin arasında bulunan Enes bin Nadir, yüksek sesle bağırarak müslümanlara şöyle hitap etmişti: "Hz. Peygamber vefat ettikten sonra, artık siz ne diye yaşıyorsunuz! Kalkın,sav aşın ve Resulullah´ın hayatını fe da ettiği dava uğrunda Ölünl" Onun bu çağrısına mü´min as kerler icabet ettiler. Vuruştular ve ölünceye kadar düşmanla çarpıştılar.

Bir süre sonra, Hz. Peygamberin hayatta olduğu müjdesi gel di. Bu haber bütün müslümanları yeniden canlandırdı. Hz. Peygamber ve beraberinde bulunan Ebubekir, Ömer, Ali, Talha, Zübeyr ve diğer güçlü müslümanlar da büyük bir azimle savaşa başlamışlardı. Ansızın karşılaştıkları bu saldı rıyla, müslümanlarm bir kısmı öldürülüp şehitlik mertebesine yükselmiş, kalan mü´minler ise büyük bir kargaşalık içine düş­müşlerdi. Öte yandan Ebu Süfyan, beraberindeki savaşçılarla müslümanları yüksekten gözetliyordu. Bu sıkıntılı ve zorlu devrede Hz. Peygamber şöyle dua etmişti: "Allah´ım! Bu müş rikler bize üstün gelmesinler. Eğer bu bir avuç topluluk öldürü-lürse, artık yeryüzünde sana ibadet edecek kimse kalmaz!"

Bu duadan sonra, müşrikleri o yüksek tepeden indirecek olan sahabilerini vuruşmaya davet etti. Bunun üzerine müslümanlar yeniden cansiperane bir şekilde savaşarak müşrikleri dağın tepesinden uzaklaştırdılar. Üzgün oldukları halde, Ku-reyş´e karşı tekrar üstünlük kurdular. Çünkü büyük Bedir sa vaşma katılmış olan mü´minlerin kalblerinde uyarıcı bir iman kuvveti vardı.

Artık Kureyş´in azmi kırılmıştı. Çünkü dağın üst tarafından Halid´in süvarileri üzerine yağmur gibi taş yağmaktaydı. Ha-lid her ne kadar Kureyş´i kesin bir zafere kavuşturmamışsa da tam bir yenilgiye uğratmaktan da kurtarmıştı. Hz. Peygambe rin öldürülmediği, hayatta olduğu, müşriklere karşı yeni plan lar ve taktikler hazırlığı içinde olduğu müjdecinin verdiği se vinçli haber, Kureyşlilerin kalblerine ümitsizlik düşürmüştü. Artık müslüman askerlere karşı kesin zafer elde etme ümidini yitirmişlerdi, islam ordusunun tedirginliğinden sonra, Hz. Pey gamber kumandayı yeniden ele almış, önce sancaktarhk yapan Musab bin Ümeyr şehitlik mertebesine yükseldiği için sanca ğı Ebu Talib oğlu Ali´ye vermişti. Sancağı alan Hz. Ali, ölüm den korkmadan Kureyş üzerine yürüdü. Müslümanlar tepeye hakim olunca, yeniden vuruşmaya başladılar, Halid´in hücum larını sürdürmesinin müşriklere bir faydası olmadı. Ebu Dü-cane, Zübeyr, Talha ve sancaktar Hz. Ali ile diğer kahra manların karşı saldırıları ile Kureyşliler yine hakimiyeti elle rinden kaçırmışlardı. îslam ordusunun sarsıntı geçirdiği ve çok şehit verdiği bir esnada zafer şimşeği Kureyşliler lehine parla mıştı. Çünkü müşrik ordusuna nisbetle İslam ordusunun sayısı gerçekten çok azdı. Hz. Peygamberin öldürüldüğü haberi müş rikler arasında yayılınca zaferi elde ettiklerini ve iman ordusu nu yok ettiklerini sanmışlardı. Fakat gözlerini alan bu parlak şimşek, islam askerlerinin tepeyi yeniden ele geçirmeleri esna sında hemen sönüvermişti. Halid bin Velid ile beraberindeki süvarilerin püskürtülmesi esna-sında artık müslümanlara kar şı zafer elde edemiyeceklerini anlamışlardı. Hz. Ali, îslam san­cağını taşımaya başlamıştı. Sancak arkasındakiler her ne ka dar desteklemeseler de, yalnız başına zafer taşıyıcısıdır. Kaldı ki Ali, zaferi asla elden kaçıracak biri değildi. Onu Bedir ve Uhud savaşlarında usta bir silahşor olarak görmüşlerdi. Nite kim Ebu Süfyan da: "Ordu, sancaktarının ardı sıra yürür" de mişti.

Savaşın başlarında Kureyş ordusunun büyük bir yara aldığı nı unutmamalıyız. Askerlerin yaralarını tedavi edip onları hü cuma sevkeden şey, zafer umudu olmuştu. İslam ordusunun sarsıntı geçirdiği esnada zaferi kazanacaklarını ummuşlardı, îman ordusunun durumu düzelince Kureyşlilerin yaraları yeni den kanamaya ve sonuçtan korkmaya başladılar. Kesin zaferi elde etmekten umut kestiler. Çünkü müslümanların, yeniden karşılarına dikildiklerini görmüşlerdi. Daha önce büyük Bedir savaşında az sayıdaki müzminlerin hücumları neticesinde baş larına ne gibi büyük bir felaket geldiğini unutmuş değillerdi.

îşte tam bu esnada savaşa son vermek istediler. Geçici zafer onları sevindirmiş, bir sürelik galibiyet bile onlara yetmişti. Ama mutlaka kaybedeceklerdi. Çünkü geleceği geçmişe, yani büyük Bedir savaşına kıyaslıyorlar ve mutlaka yenilgiye uğra yacaklarını düşünüyorlardı. Çünkü yaşanılmakta olan an, mut laka maziye karışacaktı.

Uhud gazasıyla ilgili olarak tarihçiler, Peygamber ordusu nun hezimete uğradığını söylerler. Fakat bu savaşta müslü manların durumunu ifade etmek için yenilgi kelimesini kullan mak doğru değildir. Eğer iman ordusu geri dönüp kaçsa ve müşrikler de onları kovalasaydı, o zaman bunun adı yenilgi ola bilirdi. Fakat bu savaşta mücadeleyi durduranlar, bizzat saldı ranların kendileridir. Müslümanlardan birkaç kişiyi öldürmek le yetinmişlerdi. Daha fazlasını yapamıyacaklarım bildiklerin den dolayı savaşa son vermek istemişlerdi. Çünkü geçici bir sarsıntıya uğrayan İslam ordusunda, kılıçların yeniden parla maya başladığını görmüşler ve parlayan bu kılıçların acısını iki defa tatmışlardı. Bu sebeple Hz. Peygamber, onların savaşa son verme isteklerine uymuştu. Müslümanlar Uhud savaşında ye nilgiye uğramadılar. Ancak bu savaşta iki taraftan birisi zafer de kazanamamıştır.

Çünkü bu savaş, Kur´an-ı Kerim´in de ifade ettiği gibi, müs-lümanlar için bir yara ve darbe olmuştur. Nitekim noksan lıklardan münezzeh olan yüce Allah bu savaşla ilgili olarak şöyle buyuruyor: "Eğer siz (Uhud´da) bir yara aldıysanız, şüp hesiz o topluluk da (Bedir´de) benzeri bir yara almıştır. Al lah´ın, gerçekten inananları belirtmesi ve içinizden şahitler edinmesi; Allah´ın inananları arıtması ve inkar edenleri yok etmesi için, insanlar arasında bu günleri bazen lehe, bazan aley he döndürür dururuz. Allah cihad edenleri ve sabredenleri be lirtmeden cennete gireceğinizi mi sanıyordunuz? Andolsun ki, siz ölümle karşılaşmadan önce onu arzuluyordunuz. işte onu gördünüz. Muhammed, ancak bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse siz ökçelerinizin üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim ökçesi üzerinde geriye dö nerse, Allah´a hiç bir zarar vermez. Allah, şükredenleri müka­fatlandır acaktır." (Ali İmran: 140-144)

Müşriklerin bıraktığı ve islam ordularının onların peşine dü şerek kovaladığı Uhud savaşıyla ilgili olarak üç hususa işaret etmemiz gerekmektedir.

1- Bu gazada Hz. Peygamber bir müşriği kendi eliyle öldür müştür. Olay şöyle cereyan etmiştir: Ubeyd bin Halef, daha Mekke´deyken Hz. Peygamberi öldürmeyi istemiş ve Uhud sa vaşı başladığında yüzüne demir bir peçe takarak: "Muham med kurtulursa ben kurtulmam" diye ortaya atılmış, savaşta Musab bin Ümeyr tarafından öldürülmüştü. Ama Musab´m öldürdüğü kişinin bir başkası olduğu rivayet edilmektedir. Bu rivayete göre Übey´i Hz. Peygamber öldürmüştür. Hz. Peygam ber mızrağını eline almış, demir miğferiyle zırhı arasındaki boşluktan köprücük kemiğine fırlatmıştı. Mızrak boşluktan ge çip köprücük kemiğine saplanınca, atından düşüp yerde yuvar lanmaya başladı. Ravilerin anlattıklarına göre mızrağın değdi ği yerden kan çıkmamıştı. Arkadaşları yanına geldiklerinde, Übey acı içinde çırpmıyordu. Ona, "Seni rahatsız eden ne dir?" diye sordular. "Bak işte kan akmıyor, sadece bir çizik gö rünüyor" dediler. Böğürmekte olan Übey şu cevabı verdi: "Nef sim kudret elinde olan Allah´a andolsun ki, bana isabet eden bu yara zilmecaz ahalisine isabet etmiş olsaydı, hepsi ölürler di" Bundan sonra da öldü.

İbn İshak, Hz. Peygamberin Übey bin Halefi öldürmesini şöyle anlatır: Übey, Hz. Peygamberin yanına yaklaşınca, Al lah´ın Resulü etrafındaki sahabilere: "Ona ilişmeyin onu bana bırakın" dedi. Ubey biraz daha yaklaşınca yanında bulunan Haris bin Samme bir mızrak aldı. Yerinden öyle bir fırladı ki, onun hızından dolayı biz, adeta devenin koşarken sırtındaki yünlerin havalanması gibi, havalanır gibi olduk. Sonra Übey´in karşısına geçerek boynuna mızrağını fırlattı. Mızrağın hızı, atı nın hızından defalaraca fazlaydı.

Bu da Hz. Peygamberin, her ne kadar bizzat savaşmasa da, vuruşma gücünü göstermektedir.

2- Hz. Peygamberin ordusuyla birlikte kadınlar da sefere çı karlardı. Mücahitlere su taşırlar imkan buldukça yaralıların yaralarını tedavi ederler, gerektiğinde de kılıçla vuruşurlardı. Rivayete göre Nesibe´tül- Mazineye adındaki Ümmü Arama-re künyesini taşımakta olan bir kadın da islam ordusuyla bir likte sefere çıkmıştı. Orduya su taşıyordu. Mücahitlerin yükü nü bağlıyor, yaralarını sarıyordu. Müşrikler etrafı çevirince Hz. Peygamberin, müşrik oklarına maruz kalmasından korktu ve kılıcını çekip diğer müslümanlarla birlikte Hz. Peygamberi ko rumaya başladı. Düşmanlara ok atıyor, kılıç sallıyordu. Fakat bir süre sonra omuzundan ağır bir darbe aldı. Darbe, omuzun-da oldukça derin bir yara açmıştı.

Hz. Peygamberin kızı Fatıma da, babasının mübarek yü zünde açılan yaradan akan kanları yıkayıp tedavi ediyordu. Buhari, Sehl bin Sa´d´ın şöyle dediğini rivayet eder: "Ama vallahi ben, Hz. Peygamberin yarasını yıkayanın, yarasına su dökenin kim olduğunu ve yarasının ne ile tedavi edildiğini bil miyorum. Yalnız, Hz. Peygamberin kızı Fatıma onun yarasını yıkıyordu. Ali´de kalkan ile yarasının üzerine su döküyordu. Fatıma, su dökmenin akan kanı daha da fazlalaştırdığını görünce, bir parça hasır alıp yaktı ve külünü yaranın üzerine yapıştırdı."

Bu haberden anlaşıldığına göre Hz. Peygamberin kızı Fatı ma anamız da, mücahitlerle birlikte savaşa katılmış, babasının yarasını tedavi etmiştir. Hazreti Peygamberin yarası, eve dö-nünceye kadar kanamaya devam etmişti.

3- Müşriklerin şehitlere, özellikle Hz. Hamza´nm mübarek naaşına yaptıklarıyla Hz. Ali´nin Ebu Talha ile dövüşürken onu yere yıktığında avret mahali görününce kılıcını kaldırıp onu öldürmemesi bunu mürüvvete sığdırmaması karşılaştırıldı ğında, iki ordunun insani ve ahlaki nitelikleri ortaya çıkar.

Müşrikler cesedleri kadınlara bırakmışlardı. Kadınlar Ebu Süfyan´m karısı ve Muaviye´nin anası Utbe kızı Hind´in ku mandası altında cesedlerin organlarını parçalayıp koparıyorlardi. İbn İshak´ın anlattığına göre, Utbe kızı Hind ile berabe rindeki kadınlar, Hz. Peygamberin şehit düşen arkadaşlarının kulaklarını, burunlarını kesip koparıyorlardı. Hatta Hind, er keklerin burunlarını ve kulaklarını koparıp ayağına halhal yapmış ve boynuna gerdanlık olarak asmış, kendi asıl gerdanlı ğını ise hizmetçisine ve Hz. Hamza´yı öldüren Vahşi´ye hediye etmişti. Hind, Hz. Hamza´nın karnını yararak ciğerini alıp dişlemiş ve sonra da atmıştı. Bundan sonra, yüksek bir kaya nın üzerine çıkarak şu şiiri okumaya başlamıştı:

Bedir´de yaptıklarınızın cezasını verdik.

Bir savaştan sonra, ikinci savaşın ne getireceği bilinemez

Ben Utbe gibi; kardeşim gibi,

Amcam gibi, sabırlı değilim

Gönlümü rahatlattım, adağımı yerine getirdim

Vahşi, gönlümdeki ateşleri söndürdü

Ömrüme ömür kattı

Artık mezarımda kemiklerim çürüyünceye kadar rahat ede ceğim



Mü´min ve Verdiği Söz


"Mü´minlerden öyle erkekler var ki, Allah´a verdikleri sözde durdular. Bu uğurda canını vermiş (şehit oluncaya kadar çar pışacaklarını adamışlardı, çarpıştılar ve şehit düştüler), kimi de (şehitlik) beklemektedir; sözlerini asla değiştirmemişlerdir. Bu sebeple Allah, doğruları, doğruluklarıyla mükafatlandırır; ikiyüzlüleri de dilerse azablandırır, yahut tevbelerini kabul eder. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir." (Ahzab. 23-24)

Bu ayeti kerimenin ifadeleri, Uhud´da sebat eden mü´min er keklere tam tamına uymaktadır. Bu ayet ister onlar hakkında isterse genel olarak nazil olmuş olsun, cihada katılan bütün mü´min erkekleri kapsamına almaktadır.

Bu gazada, sadakat sahibi olan, imanlarında dürüst olan er kekler vardı. Örneğin şehitlerin efendisi, şirk ordusunun büyük korkusu Hz. Hamza, bunlardandı. Peygamber Efendimizin kı lıcının hakkını vererek müşriklerin kafalarım yaran Ebu Dücane, Musab bin Ümeyr, kahramanlar kahramanı Ali bin Ebu Talib de bunlardandı. O, çok zor anda îslam sancağını ta şımıştı. Peygamber efendimizin sancağı ona vermesi, müşrikle ri ürkütmüştü. Talha bin Ubeydullab da bu müjdelenen kim selerdendi. Mü´minlerin beklemekte oldukları hezimeti zafere çevirme faziletinin yegane sahibi Talha´ydı. Talha´nın yenilgi yi zafere çevirmesinin ardı sıra müşrikler kötü akibete uğraya­caklarından endişe ederek savaşa son vermişlerdi.

Beyhaki, Hz. Peygamberin nübüvvetini gösteren delilleri anlatırken şöyle diyor: "Uhud savaşında herkes, Hz. Peygambe rin etrafından dağılmışlar yanında ensardan sadece onbir kişi kalmıştı. Talha bin Ubeydullah da yanında bulunanlardan bi risiydi. Uhud dağına çıkıyordu. Müşrikler yanına yaklaştıkla rında Hz. Peygamber: "Bunlarla savaşacak kimse yok mu? "di ye sorunca Talha, "Ben varım, ya Resulullah" dedi. Peygamber´ efendimiz, "evet sen öylesin", buyurdu. Ensardan bir adam için müşriklerle vuruştu. Beraberindekilerle birlikte Hz. Peygamber dağa tırmanmaya devam etti. Sonra o Ensari şehit edildi. Müş rikler Hz. Peygambere yaklaştılar. Hz. Peygamber yine: "Bunla rı savacak kimse yok mu?" diye sordu. Talha tekrar aynı şekil de cevap verdi. Peygamber efendimiz de ona, daha önceki ceva bı verdi. Ensardan bir adam: "Ben varım, ya Resulullah!" dedi ve vuruştu. Bu arada Peygamber efendimiz ashabıyla birlikte Uhud´un tepesine tırmanıyordu. Bu arada Ensardan olan o adam da şehit edildi. Müşrikler yine peygamber efendimize ya naştılar. Yine aynı şeyi sordu. Talha, "ben varım, ya Resulul lah!" dedi. Bu defa Ensardan başka bir adam müşriklerle vu ruşmak için izin istedi. Peygamber Efendimiz ona izinverdi. Adam vuruştu, önceki arkadaşı gibi şehit edildi. Hz. Peygambe rin yanında sadece Talha kalmıştı. Hz. Peygamber: " Bu müş rikleri durduracak kimse yok mu?" diye sorunca Talha: "Ben varım ya Rasulullah" deyip onlarla vuruşmaya başladı. Ken dinden önce şehit edilenlerin tümü gibi cengaverce savaştı ve parmak uçları koptu. Sonra Hz. peygamber ashabının yanına doğru tırmanmaya başladı. Ashabı, Uhud tepesinde beklemek teydiler. Onlara şöyle dedi: "Bugün Talha´nın günü oldu."

Müşriklerin kendilerini uzaklaştırmalarından sonra, müslü-man mücahitlerin Uhud tepesine tırmanmaları, geçirdikleri sarsıntıdan sonra yeniden insiyatifî ele alıp tereddütsüzce sa vaşa devam etmeleri arasında ayırıcı bir çizgi olmuştur. Bu de fa sancağı - Allah yüzünü mübarek kılsın- Hz. Ali taşıyordu. Halid bin Velid kumandasındaki müşrikler eskisine nisbetle daha kuvvetle vurmaya başladılar. Onlardan öç aldılar. Çünkü yedikleri darbenin etkisinden kurtulmuşlar ve yeniden düzene girmişlerdi. Müslümanların yeniden toparlandıklarını gören müşrikler hemen savaşa son verdiler. Neticenin kendi aleyhle rine dönmesinden korktukları için savaşı sürdürmek istemedi ler. Nitekim mü´minler de, Allah´ın izniyle, onları öldürmeye ve köklerini kazmaya başlamışlardı.