๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Son Peygamber => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 19 Aralık 2009, 22:56:54



Konu Başlığı: Mu´te Savaşı
Gönderen: Sümeyye üzerinde 19 Aralık 2009, 22:56:54
Mu´te Savaşı





İslamiyet, ışığın yayılması gibi etrafa yayılıyordu. Şam, Arap beldelerinden uzakta değildi. Hatta Şam´da Arap kabile leri vardı. Gassaniler de bu kabilelerden biriydi, tslamiyetin ışığı etrafa yayıldığndan dolayı bu ışık yakınlardaki mıntıkala rı da kapsamına alıyordu. Şam araplarmdan bir kısmı İslama girmişlerdi. Ya da Arapların müslüman olanlarının bir kısmı Şam´a sefer etmişlerdi.

Bu müslümanlarm sayısı az ise de Hıristiyanlar onlardan rahatsız olmaya başlamışlardı. Şam´da İslama giren kimseleri Romalılar öldürmüşlerdi. Şu halde Peygamber (sav) efendimi zin ve sahabilerinin, fitneyi ortadan kaldırmak amacyıla dinle rinden fitneye düşürülen bu zayıf ve güçsüz mü´minleri himaye etmeleri gerekiyordu. Kital risalesinde îbn Teymiye bu konuda şöyle der: "Peygamber (sav) efendimiz, Bizarısın Şam valisi ta rafından müminlerin öldürülmesinden sonra Mu´te savaşına

niyetlenmiş ve bunun için sefere çıkmıştır. "

Mu´te savaşının sebeplerinden biri işte budur. Bu savaşın başlatılmasına sebep olan daha güçlü bir sebep vardı ki, o da şudur: Resulullah (sav) efendimiz Şam´daki Bizans valisine Ha ris bin Umeyrel-Ezdi´yi bir mektubuyla birlikte elçi olarak gön­dermişti. Şurahbil bin Amr el-Gassani bu elçiyi´ yakalamış/eli ni ayağını bağlamış, sonra da boynunu vurmuştu. O zamana kadar Resulullah (sav) efendimizin elçilerinden hiçbiri öldürül müş değildi. Bu elçisinin öldürülmesi haberini alan Peygamber efendimiz çok üzülmüş ve Kafirlere karşı gazaplanmiştı. Bu hı yanete karşı kuvvetle çıkması gerekirdi. Düşmanı Bizanslılar da olsa bu işten geri durması layık değildi. Çünkü onlar, mü´minleri dinlerinden ötürü fitneye düşürmüşler bir kısmını öldürerek, diğerlerinin İslama girmelerine engel olmuşlardı. îs-lama girmek isteyen kimselere korku salmışlardı. Çünkü Pey gamber efendimizin elçisini öldürmüşlerdi. Şu halde Peygam ber efendimizin bu hıyanete karşı mukavemet göstermesi gere kiyordu. Zira susması, iman ehli için, hatta bütün Araplar için bir zillet olacaktı. Onlar hak davetini yayma süreci içinde ve halkları zorbalara karşı himaye etme konumundayken böye bir zorbalığa karşı susmaları elbetteki doğru olmazdı.

îşte bu sebeple hicri 8. senenin cemaziyel evvel ayında Resu lullah (sav) efendimiz üç bin kişilik bir orduyu Şam´ın "Belka" mıntıkasına gönderdi. O zamana kadar teşkil edilen islam or dularının sayıca en fazlası bu idi. Bu ordunun başına Zeyd bin Harise´yi komutan olarak tayin etti. Eğer Zeyd şehit düşecek olursa, yerine Cafer bin ebi Talib komutan olacaktı. Cafer şehit düşerse, yerine Abdullah bin Revaha geçecekti. Oda şehit düşe cek olursa müslümanlar, kendi aralarından beğendikleri bir kimseyi komutanlığa seçeceklerdi. îşte bu minval üzere islam ordusu Peygamber efendimizin yanından ayrılıp yola koyuldu. Nihayet Şam bölgesine varıldı. Müslümanlar, Herakliu s´un yüz bin kişilik bir orduyla Belka gerilerine inmiş olduğunu ve onun kuvvetlerine Hıristiyan Arapların da katılarak sayıları nın ikiyüz bine ulaştığım haber aldılar. îslam ordusu ortaya çı kan bu manzarayı değerlendirince düşmanın silah ve sayı bakı mından üstünlüğü bazı mücahidlerin paniğe kapılmalarına yol

açtı. Ve: "Durumu Resulullah (sav)´e yazalım. Düşmanımızın sayısını ona bildirelim. Ya bize destek kuvvet göndersin, ya da Medine´ye geri dönmemizi emretsin" dediler. Onların böyle mü-tereddidane konuşmalarını işiten Abdullah bir Revaha gelip karşılarına dikilerek şöyle dedi:

"Ey millet! Vallahi, sizin şimdi istememiş olduğunuz şey, ar-zulayıp elde etmek için sefere çıktığınız şehitliktir! Biz, insanlarla ne sayıca, ne silahça, ne de at süvarice çokluk olduğumuz için değil, Allah´ın bizi şereflendirdiği şu din kuvvetiyle savaşı­yoruz. Gidiniz, çarpışınız! Bunda, muhakkak iki iyilikten biri;

ya zafer, ya da şehitlik vardır." Onun bu sözlerini, bu imanlı ve güçlü hitabını dinledikten sonra mücahidler: "Vallahi Abdul lah bin Revaha doğru söyledi" dediler.

Sayıları ikiyüzbini bulan Bizans ordusu Öne geçti ve Allah´ın

şu buyruğuna iman eden islam ordusu da karşıya geçti: "Nice az bir topluluk var ki, Allah´ın izniyle çok topluluğa galip gel miştir. "

Evet, mü´minler kendi azlıklarından ve düşmanın çokluğun dan korkmaksızın ileriye doğru hamle yaptılar. Resulullah (sav)´in sancağını taşıyan Zeyd bin Harise safların önüne geçti. Sağ cenahta Kutbe bin Katade adında Uzre oğullarından bir adam komutan olarak bulunuyordu. Sol cenahta da Ubaye bin Malik isminde Ensardan bir adam komutan olarak bulunuyor du. Müslümanlar Belko köylerinden en uzak olan birinde bulu nuyorlardı. O köyde Bizanslılarla karşılaştılar. Başlangıçta mü´minler düşmanın sayı çokluğundan ve silah fazlalığından dolayı endişeye kapıldılar. Ama Bizans askerleri de mü´minle-rin iman kuvvetinden irkilmişlerdi. Ne var ki, bilahare mü´minler düşmanın maddi üstünlüğünden duymuş oldukları korkuyu yendiler, ancak Bizanslılar rablerinin huzuruna çık mayı en sevimli bir buluşma sayan mü´min bir orduyla karşı karşıya gelmenin korkusunu henüz yenememişlerdi.

Nihayet iki ordu karşı karşıya geldi. Bunlardan biri imanlıy dı. Bizans valisinin Öldürdüğü müslümanları savunmak ve Re sulullah (sav) efendimizin elçisinin öldürülmesi nedeniyle kü çük düşürülen islamm haysiyetini ve Arapların onurunu müda faa etmek uğruna bu imanlı ordu, hücum ediyordu. Sayı ve teç hizat bakımından üstün olan Bizans ordusununsa, bu hücumda

güttüğü herhangi bir amaç yoktu. Ancak manevi kuvvetle te´yid edilen bu mücahidleri geri püskürtmeyi amaçlıyorlardı. Bu nedenle ordunun sembolü olan sancaktarı öldürmeye yönel diler. Düşmanın hücumları arttıkça sancaktara yaptıkları hamleler de artıyordu. Müslümanlar sancaktara hücum edil mesinden korkuyorlardı: "O, havadan konuşmaz O (na inen Kur´an veya onun söylediği sözler), kendisine vahyedilen vahiy den başka bir şey değildir" mealindeki ilahi tavsife mazhar olan Resulullah (sav) efendimiz, orduyu uğurlarken onlara, sancaktarların düşmanın ilk hedefi olacağını ilham etmişti. Bu sebeple sancaktarlığı önce -imanının kuvvetli oluşundan dolayı ve insanların, şerefin ancak iman ve salih amelle elde edilebile ceğini anlamalarım sağlamak için- Zeyd bin Harise´ye vermişti. Sonra şayet Zeyd şehit düşerse sancağı Ebu Talib oğlu Cafer´in almasını emretmişti. Cafer ki iki defa hicret etmişti. Sancak tarlığı ikinci planda Cafer´e vermesindeki amacı da peygamber

efendimizin, kendi akrabalarını şerefli gayeler için kayırmadığı hissini insanlara vermekti. Şayet Cafer de şehit düşerse yerine sanckatarlığa Abdullah bin Revaha´nm geçmesini emretmişti. Abdullah bin Revaha´nın şehit düşmesinden sonra sancağı ki­min alacağını belirtmemişti. Peygamber efendimiz sancağı ele alacak kumandanları seçerek isimlerini bildirdiği halde Halid bin Velid´i zikretmemişti. Çünkü Halid İslama yeni girmiş bir şahsiyet idi.

Bizans ordusunun hedefi, hücuma geçen mücahidleri geri püskürtmekti. Bu nedenle başta komutanlara hücum ettiler. Ve yegane hedefleri de komutanlar ve sancaktarlardı. Onları birer birer şehit düşürdüler. Mü´minler ordusunun hedefi de, dinlerinden dolayı fitneye düşürülüp Bizanslılar tarafından öl dürülen mü´min kardeşlerinin intikamlarını almaktı. Zorlu bir savaş oldu. Öyle ki Halid bin Velid, o gün elinde altı kılıcın par çalandığını ve elinde sadece Yemen yapısı bir palanın kaldığını söylemiştir. Halid bıçağın kaymağı kesişi gibi o gün müşrikleri palasyıla kesiyordu. Peygamber (sav) efendimiz tarafından ta yin edilen o büyük kumandanlar bir çok Yahudi ve Hıristiyan kafirlerini öldürmedikçe sancağı ellerinden bırakmıyorlardı. Resulullah (sav) efendimizin sevgilisi ve sancaktan Zeyd, çok sayıda müşriki öldürmeden şehit düşmemişti.

Resulullah (sav) efendimizin hamisi Ebu Talib´in oğlu Cafer o kadar şiddetli savaşmıştı ki, atının artık kendisini taşıyamı-yacağını hissetmiş, bu sebeple atından inerek piyade olarak sa vaşmıştı. Resulullah (sav)´in sancağını da sağ elinde taşıyordu. Kafirler sağ elini kesince sancağı sol eline aldı. Sol elini de kes tiklerinde sancağı kucağına aldı ve nihayet şehit düştü. Her iki kolu kesildiğinden dolayı Peygamber efendimiz ona cennette uçan iki kanatlı manasına gelen "Cafer-i Tayyar" lakabını tak mıştı.

Önceki iki arkadaşı gibi Abdullah bin Revaha da tereddüt etmek sizin sancağı eline aldı ve yıldırım gibi kafirlerin üzerine aktı. Savaştı, nihayet şehit düştü. Mü´minlerin sancağının yere düşmesi yakışık almazdı. Fakat Sabit bin Akram bin Aclan mecbur kalıp sancağı eline aldı, ama sancaktarlığa layık olma dığını hisseti ve şöyle dedi: "Ey müslümanlar topluluğu! Ara nızda anlaşıp bir sancaktar seçin." Mücahidler hep birlikte: "Sancaktar sen ol! dediler". O da: "Ben bunu yapacak durum da değilim!" diyerek reddetti. Bundan sonra da Halid bin Ve-lid´in sancaktar olması hususunda mü´minler görüş birliğine vardılar. Halid sancağı eline aldı. Keskin kılıcıyla kafirlerin bo yunlarını keserek savaşmaya başladı. Fakat o idrakli kuman dan, o ana kadar her ne kadar saldırının mü´minler lehinde ge liştiğini görmüşsede müşriklerin hücumları sonucunda mü´minlerin sancaktarlarını öldürdüklerini de değerlendirmek gerektiğini anlıyordu. Bu sebeple Bizanslılarla Hıristiyan Arapların ve Yahudilerin sayılarının çokluğunun savaşı uzata cağını anlamıştı. Her ne kadar sabırlı, imanlı ve manevi güce sahip iseler de az sayıdaki mü´min topluluğu uzun süre savaş maya tahammülü yoktu. Bu sebeple Halid, düzenli bir geri çe kilmeye zemin hazırlamak için orduyu geriye doğru çekti. Bu esnada Bizans kuvvetlerinin bir kısmı araplardan koptu. Hatta bazıları geri çekilme esnasında Halid ´in kuvvetlerine katıldı lar.

îbn îshak´m anlattığına göre o esnada kahine bir kadın, bir kehanette bulunmuş ve Peygamber efendimizin ordusunun Mu´te´den geri döndüğünü işittiğinden kavmine şöyle demiş: Basiretli ve idrakli, bakışları gazaplı, atları peşpeşe süren, bu lanık kanlar akıtan bir kavmin gelmekte olduğunu söylüyor ve sizi uyarıyorum!"

Onun bu sözleri üzerine kavmi tedbir alarak Lahum oğul larından ayrılmışlar ve o gün Araplara katılan salebe oğulla rıyla birlik olmuşlardı. Halid´in ordusu geri gelirken bunlarda Bizanslılardan kopmuş ve kendi mıntıkalarına geri dönmüşler di.

Her ne kadar sayıca çok idiyse de sağlam bir yapıya sahip ol madığından dolayı Bizans ordusu kendi içinde tutarlı değildi. Çoklukları kendilerine yarar sağlamadı. Müslümanlar onlar dan kurtuldular. Her ne kadar ağır yaralar aldılarsada canları nı onlardan kurtarabildiler. Halid, kafirlerin çokluğunu gördü ğünde ordusunun sağını soluna, solunu sağına, arkasını önüne, önünü de arkasına alarak değiştirdi. Böylece Bizanslılar, islam ordusuna takviye kuvvetler geldiğini zannettiler. Bu sebeple Cenab-ı Allah, müslümanlarla karşılaşmamaları için kalplerine korku düşürdü. Kendi canlarını kurtarmayı tercih ettiler. Geri dönmekte olan islam ordusunu takibe girişmediler. Biraz gani met alarak dönmeyi daha uygun gördüler. Halid de iman ordu sunu peşine katarak salimen medine-i Münevvere´ye döndü. Bu savaşta sadece 12 şehit verilmişti. Üçü sancaktarlar olan Zeyd bin Harise, Cafer bin ebi Talib ve Abdullah bin Revaha idi. Do­kuzu da diğer mücahidlerdendi. Fakat Medine-i Münevvere halkı ordunun, savaştan sadece Peygamber efendimizin ku mandası altında geri dönüşüne alışık idi. Diğer kumandanların komutası altında geri dönüşüne alışık değildi. Müşrikler islam ordusuna darbe vurmuşlar, kimini yaralamış, kimini şehit dü şürmüşlerdi. İslam ordusu bu savaştan, firar etmişçesine geri dönmemişti. Hatta yaralanan mücahidler bile müşriklere üs-tüste saldırılarda bulunmuşlar, dönerken dahi Hamraül Esed mevkiine kadar müşrik ordusunu takip etmişlerdi. Müşrikler onlarla yeniden karşılaşmamak için geri dönmeye razı olmuş lardı.

Medine-i Münevvere halkı basiretli kumandan Halid´in ko mutası altındaki islam ordusunun geri çekilip ricat etmesini beğenmemişti. Çünkü onlar böyle bir duruma alışık değillerdi. Bu ordudaki neferleri firariler olarak adlandırmışlardı. Hatta çocuklar bile askerlerin yüzlerine toprak savurmuşlardı. Resu-lullah (sav) efendimiz orduyu karşılamaya çıktığında Cafer bin ebi Talib´in çocukları dışındaki diğer çocukların, askerlerin ya nından uzaklaştırılmasını emretmişti. Sadece Cafer´in çocukla rını bağrına basmış. Bu mücahidlere -bazı sahih hadis kitapla rında nakledildiği gibi- "saldırganlar" ya da "Kan akıtıcılar" demişti. Peygamber efendimiz bunları, başka bir birliğe katı­lanlar" adıyla adlandırmıştı ki bunlar müslümanlarm birliğiydi. Şu ayet-i kerime, Mu´te savaşından ricat eden mü´minlere tam tamına uymaktadır:

"Ey inananlar, inkar edenlerle toplu halde karşılaşırsanız onlara arkalar(ınız)ı, dondür(üp kaç)mayın. Kim o gün savaş mak için bir tarafa çekilmez, ya da başka bir birliğe katılmak dışında arkasını döner (kaçar)sa o, Allah´tan bir gazaba uğrar,

onun yeri cehennemdir, o ne kötü varılacak bir yerdir!" (Enfal: 15-16)

Mü´minler bu savaşta arkalarını dönüp kaçmadılar. Sadece geri çekilip Peygamber efendimizin birliğine katılmak istediler. Ve bu ayet-i kerimenin istisnai hükmünün kapsamına girdiler. Yoksa yasağının şümulüne dahil olmadılar.


Konu Başlığı: Ynt: Mu´te Savaşı
Gönderen: Ceren üzerinde 09 Şubat 2021, 01:49:03
Esselamu aleyküm.rabbim razı olsun paylaşımdan kardeşim...


Konu Başlığı: Ynt: Mu´te Savaşı
Gönderen: Mehmed. üzerinde 09 Şubat 2021, 13:04:27
Ve aleykümüsselam Rabbim paylaşım için razı olsun Rabbim bizleri hak yoldan ayırmasın


Konu Başlığı: Ynt: Mu´te Savaşı
Gönderen: Sevgi. üzerinde 10 Şubat 2021, 01:07:47
Aleyküm Selâm. Bilgiler için Allah razı olsun kardeşim